e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

TES 1. Bölüm

TALMUD ESER SEFİROT

(On Sefirot Çalışması)

 

BÖLÜM BİR

Kısıtlama ve Çizgi; iki kısım içerir

Kısım Bir

Eyn Sof ışığının oluşumları oluşturmak ve yaratılanları yaratmak için kısıtlandığı, ilk kısıtlama meselesini açıklar; beş konuyu içerir:

1.Kısıtlamadan önce Eyn Sof tüm gerçekliği doldurdu. 2. Yaratılışın nedeni O’nun İsimlerinin ve Unvanlarının ifşasıydı. 3. Orta noktanın etrafında ışığın kısıtlaması. 4. Kısıtlamadan sonra kalan boşluk, daireseldi. 5. Eyn Sof ışığı eşit olduğu için kısıtlama da eşitti. Dairenin anlamı budur.

Kısıtlamadan önce Eyn Sof tüm gerçekliği doldurdu

1.Bilin ki, oluşumlar oluşmadan ve yaratılanlar yaratılmadan (1) önce, üst, basit bir ışık (2) tüm realiteyi (3) doldurmuştu. Boş hava (5) ve boşluk (6) gibi boş bir yer (4) yoktu, ama her şey bu basit, sınırsız ışıkla (7) doluydu.

Roş veya Sof (8) niteliğine sahip değildi, ama hepsi tek, basit ışıktı (9), tamamen eşitti (10), Eyn Sof (20) ışığı olarak adlandırıldı.

İç Işık

Kabala bilgeliğinin tamamının, zaman ya da yer kaplamayan manevi meseleler üzerine kurulduğunu hatırlamalıyız. Değişime veya yokluğa maruz kalmazlar ve bu bilgelikte konuşulan tüm değişiklikler, ilk formun yok olduğu ve yerini farklı bir formla değiştirdiği anlamına gelmez. Yukarıdaki değişiklik daha çok ek bir form gerektirirken, birincisi, yerinden hareket etmez çünkü yokluk/eksiklik ve değişim maddi davranışlardır.

Yeni başlayanlar için zordur çünkü onlar zaman, mekân, değişim ve değişimin maddi sınırları yoluyla meseleleri algılarlar. Ancak, yazarlar, bunları sadece Üst Köklerine işaret etmek için bir işaret olarak kullandılar.

Bu nedenle her kelimeye manevi kimliğini; mekândan, zamandan ve değişimden ayrı olarak vermeye çalışacağım. Bu kelimelerin anlamlarını iyice ezberlemek okuyucuların görevidir çünkü onları her seferinde tekrarlamak imkânsızdır.

1.Manevi zaman konusu, İç Gözlem Bölüm 9, madde 33’te ayrıntılı olarak açıklanmaktadır.

2.Bu, Yaratıcı’ın Kendisinden genişleyen ışığa işaret eder. Kabala bilgeliğinde ortaya çıkan tüm isimlerin ve unvanların hiçbir şekilde Yaratıcı’nın Kendisinde değil, sadece O’nun Kendisinden genişleyen Işık’ta olduğunu bilin. Her ne olursa olsun, O’nun Kendisi ile ilgili tek bir kelime bile söyleyemeyiz çünkü kural şudur ki, edinmediğimiz hiçbir şeyin adını bilmeyiz. Bunu hatırlayın, başarısız olmazsınız.

3.Dünyaların yaratılmasından önceki zamandan bahsettiği için, bu görünüşte kafa karıştırıcıdır. Öyleyse, üst ışığın doldurması gereken hangi gerçeklik var burada? Mesele şu ki, var olan ve ıslahlarının sonuna kadar tüm olayları ile yaratılmaya mahkûm olan tüm dünyalar ve ruhlar, tam ölçü ve ihtişamıyla Eyn Sof’a dâhil edilmiştir.

Dolayısıyla, önümüzde duran gerçeklikte ayırt etmemiz gereken iki temel ilke vardır:

  1. Onlar sabittirler ve tam ölçüleri ve ihtişamıyla Eyn Sof’da var olurlar.
  2. Birinci kısıtlamadan sonra beş dünya olarak düzenlendiler, basamaklandılar ve yenilendiler: Adam Kadmon, Atzilut, Beria, Yetzira, Assiya.

ARİ, O’nun Kendisinden uzanan üst ışığın “tüm gerçekliği” doldurduğunu yani kısıtlamadan önce Eyn Sof’daki var oluş ile ilgili ilk ilkenin tüm gerçekliğini ifade ediyor. Düzeltme ve mükemmelliğin herhangi bir şekilde eklenebileceği boş bir yer kalmayana kadar üst ışığın onları tamamen doldurduğunu söyler.

4.Bu, dünyalar oluşturulmadan önce, sadece Eyn Sof olduğu anlamına gelir. “Boş yer” yoktu yani üst ışık o yeri doldurduğu için düzeltilmeyi gerektirecek bir yokluk/eksiklik yeri olmadığı anlamına gelir. Aşağıda olanların kendilerini ayırt etmeleri ve O’nun bütünlüğüne bir şeyler eklemeleri için yer yoktu.

Kısıtlama nedeniyle düzeltmeler için bir ihtiyaç ve boş yer ortaya çıktı. Ancak bu kitabın maddi bir yerden söz ettiğini düşünerek hatada bulunmayın.

5.Bu, herhangi bir şekilde maddi havaya işaret etmez; fakat bu isimle anılan manevi bir ışık vardır. Her tam Partzuf’ta iki ışık niteliği vardır: Hohma ışığı ve Hasadim ışığı.

Hohma ışığı, Partzuf’un kendisidir yani onun canlılığıdır. Hasadim ışığı sadece Partzuf’taki Hohma ışığı üzerindeki kıyafet olarak çalışır çünkü Hohma ışığı, ilk önce Hasadim ışığını giyinmezse Partzuf’a nüfuz edemez.

Bununla birlikte, bazen, Partzufim [pl. of Partzuf] Katnut’ta olduğunda, Hasadim ışığından daha fazlasına sahip değildir. Hasadim’in bu ışığının, hava veya rüzgâr (hem de “ruh”) olarak adlandırıldığını bilmelisiniz. Tek başına, Hohma ışığı olmadan, bu, Hohma ışığının boş olduğu anlamına gelen “boş hava” denir. Sonra Hohma ışığının onu giyinip doldurmasını bekler.

ARİ bize, dünyalar oluşturulmadan önce yani Eyn Sof’da, böyle boş bir havanın gerçekte var olmadığını çünkü orada herhangi bir yokluk olmadığını söyler.

6.Bu kelimeyi anlamak için önce manevi bir kabın özünü bilmelisiniz. Yaratılan varlık, canlılığını Yaratıcı’dan aldığından, bu mutlaka arzu ve bolluğu, O’ndan almak için özlem duyduğu anlamına gelir.

Bilin ki o arzunun ve özlemin miktarı, ortaya çıkan varlıkta var olan tüm özdür. Bu nedenle yaratılan varlıkta, bu özden olmayan her şey, artık onun özüyle değil Yaratıcı’dan aldığı bolluk ile ilgilidir.

Ayrıca, bu madde, Gadlut’u ve yaratılan her varlığın, her Partzuf’un ve her Sefira’nın seviyesini belirler. Yaratıcı’dan gelen üst ışığın genişlemesi kesinlikle ölçülemez, ancak bolluğu sınırlayan yaratılan varlıktır çünkü alma arzusundan daha fazlasını ya da daha azını alamaz. Maneviyattaki kriter budur çünkü orada bir baskı yoktur; tamamen arzuya bağlıdır.

Bu nedenle bu alma arzusuna, yaratılan varlığın “alma kabı” diyoruz. Bu onun maddesidir, bu nedenle Yaratıcı olarak kabul edilmez ve yaratılan varlık olarak adlandırılır. Yaratılan varlık, Yaratıcı’da bulunmayan bir madde ile tanımlanır çünkü Yaratıcı’da kesinlikle alma arzusu yoktur çünkü O kimden alacak ki?

Şimdi Katnut’tan Gadlut’a kadar bu maddede nasıl dört derece olduğunu açıklayacağız. Dördüncü derece, almanın Gadlut’udur, dünyalar oluşturulmadan önce sadece Eyn Sof’da tamamdır/tamamlanmıştır. Kısıtlamaya tabi olan bir tek odur ve bundan sonra onun, Eyn Sof’dan aldığı her bolluktan boşaltıldığını ve boş bir yer olarak kalışını açıklayacağız. ARİ’nin, dünya oluşturulmadan önce yani Eyn Sof’da, bu boş alan yoktu derken kastettiği budur.

7.Bu, aşağıdakilerin, eylemleri yoluyla ekleyebilecekleri hiçbir şey olmadığı anlamına gelir.

8.Rosh ve Sof terimleri aşağıda açıklanacaktır.

9.Küçük ve büyük ayrımı yapmamanın anlamı, her şey eşittir, demektir.

10.Derecelerin belirlendiği saflık/incelik ve kalınlığın olmadığı yerdir. Bu ayrımlar sadece kısıtlamanın yenilenmesiyle sağlanmıştır.

20.Sormalıyız: Eyn Sof’ta edinimimiz olmadığına göre, o zaman O’nu ismiyle nasıl tanıyoruz? Sonuçta, her isim, O’na erişimimizdeki edinimimize göre tanımladığımız isimdir, O’ndaki edinimimizle belirlenir. İsmin, yalnızca O’na ulaşmadaki olumsuzluğa işaret ettiğini söyleyerek, kendimizi mazur gösteremeyiz çünkü o zaman O’na “Ulaşılamaz” adını vermeliydik.

Mesele şu ki, bu isim, Eyn Sof ve altındaki tüm dünyalar arasındaki tüm farkı gösterir. Kısıtlama, Eyn Sof’dan sonra gerçekleşti. Böylece, her yerde bu kuvvet uyanır, ışığı kısıtlar ve o yerdeki aydınlanmayı bitirir.

Bu nedenle herhangi bir Partzuf’taki, herhangi bir Sof ve Sium sadece kısıtlamadan gelir. Dahası, dünyalardaki tüm varlıklar ve onların çeşitli dolguları, o Sof ve Sium sayesinde ortaya çıkarlar ve yenilenirler.

Buna Eyn Sof denir çünkü kısıtlama orada geçerli değildir, bu da orada herhangi bir son olmadığını gösterir. Bununla, bu ışığın basit ve tamamen eşit olduğunu söyleyebiliriz çünkü biri diğerine bağlıdır.

Yaratılışın nedeni O’nun İsimlerinin ve Unvanlarının İfşasıydı

2.O’nun basit arzusu (30) üzerine yükseldiği, dünyaları yaratmak ve O’nun eserlerinin, isimlerinin, unvanlarının mükemmelliğini aydınlığına çıkarmak için yaratımlar oluştuğu zaman,

İç Işık

30.Eyn Sof’da, “O’nun basit arzusunun üzerine yükseldi” diyebileceğimiz, herhangi bir kavramdan daha yüksek bir arzunun nasıl olduğunu merak etmemize gerek yok. Yukarıda söylenenleri anlamanız gerekir, her yaratılan varlıkta zorunlu olarak Yaratan’dan bolluğu alma arzusu vardır.

Ancak Eyn Sof’da bu “basit arzu” dur çünkü “O Birdir ve O’nun Adı Birdir.” Eyn Sof’daki ışığa O denir ve alma arzusuna O’nun Adı denir ve onlar herhangi bir ayrılık formu olmaksızın basit bir birliktir.

Bununla birlikte, burada ele alınan birlik ve ayrılığı, hareket, yakınlık ve uzaklık ile ayırt edilen maddesel birlik ve ayrılığa benzetmemeliyiz. Çünkü manevi öz herhangi bir yer kaplamaz.

Bunu söyledikten sonra, maneviyattaki ayrılığın ancak form eşitsizliği yoluyla gerçekleştiğini bilmelisiniz. Bu nedenle manevi bir şey, şimdiki halinden farklı bir ek form alırsa, bir olmaktan çıkar ve iki ayrı varlık haline gelir. Birbirlerinden uzaklıkları formlarının zıtlığı ile ölçülür.

Tıpkı cisimsel varlıkların, yakınlık ve uzaklık yoluyla birbirine bağlanması ve ayrılması gibi, manevi varlıklar da farklılıklarına ve form eşitliklerine göre bağlanır ve ayrılır. Form eşitsizliği onları birbirinden ayırır ve form eşitliği onları bir araya getirir. Bunu unutmayın, zira bu, bilgeliğin anahtar unsurudur.

Şimdi yukarıda adı geçen “O Birdir ve O’nun Adı Birdir.” sözünün anlamını ve bu kadar titiz olduğumuz, Eyn Sof’daki basit birliği anlayacaksınız. Gerçekten de bu birlik O’nun kudretinin harikalarındandır.

Yaratıcı ve yaratılan varlık arasındaki, Yaratıcı’da var olmayan ama yaratılan varlıkta var olan, alma arzusunun oluşturduğu farka tanık olduk. Bu form eşitsizliğinden dolayı yaratılan varlık, Yaratıcıdan ayrıldı ve yaratıcı yerine yaratılan anlamına gelen kendi ayrı ismini aldı.

Yukarıdaki açıklama bizi yanıltabilir; “O” olarak adlandırılan Eyn Sof’un ışığı “O” olarak adlandırılan ışığı ve bolluğu alma arzusu anlamına gelen “O’nun Adı” olarak adlandırılan Eyn Sof’a tamamen bağlı olmadığını düşünmemize yol açabilir. Bunun nedeni, Kendinden yayılan ve “O” olarak adlandırılan üst ışığın, yalnızca bir niteliğine – ihsan etmeye – sahip olması ve alma arzusunun hiçbir formuna sahip olmamasıdır.

Bununla birlikte, alma arzusu olan “O’nun Adı” olarak adlandırılan Eyn Sof, açıklandığı gibi, hiçbir alma arzusu olmayan üst ışıktan farklıdır ve form eşitsizliğinin ayırdığını biliyoruz. Ancak, Midrash ve ARİ bize bunun böyle olmadığını söylüyor. Bunun yerine, “O Birdir ve Basit Birlikteki O’nun Adı Birdir.” aralarında hiçbir fark olmadığı anlamına geliyor.

“O” ile “O’nun Adı” arasında mutlaka bir form farkı olmasına rağmen, orada tamamen etkisizdir. Bunu anlamıyoruz ama şüphesiz öyle. Bununla ilgili, Eyn Sof’da herhangi bir algı veya düşüncenin olmadığı söylenir çünkü bu konu aklımızın ötesindedir (bir sonraki maddede daha ayrıntılı olarak tartışılacaktır).

Orta noktanın etrafında ışığın kısıtlanması

3.Eyn Sof daha sonra Kendisini (40) orta noktasında kısıtladı (50), tam ortada, ışığı sınırlandırdı ve (60) bu orta noktanın (70) etrafındaki kenarlara sürükledi.

İç Işık

40.O Bir ve O’nun Adı Birdir’in anlamını zaten biliyorsunuz. Eyn Sof’a dahil olan arzusu ile ilgili form eşitsizliği olmasına rağmen, bu yine de o ve üst ışık arasında herhangi bir ayrım yaratmaz ve onlar basit bir birlik içindedir.

Yine de bu form eşitsizliği, ARİ’nin burada söylediği gibi “O’nun amellerinin, isimlerinin ve sıfatlarının kemalini ortaya çıkarmak için” dünyaların yaratılmasının nedeni ve amacı olmuştur. Dünyaların yaratılması ve onların bu dünyaya doğru basamaklandırılması, almak için değil ama yalnızca Yaratıcı’ya memnuniyet ihsan etmek için Tora ve Mitzvot’ta çalışmaya yer verme olasılığını yarattı ve yeniledi.

İşte o zaman ruhlar, kendi içlerinde bulunan ve onları Yaratıcı’dan ayıran alma arzusunun formunun tersine, O’na memnuniyet ihsan etme formuna çevirebilir hale gelir ki bu, O’nun arzusudur (bakınız madde 90). Bu, yapışma ve birleşme adı verilen, Yaratıcı ile form eşitliğidir. Bu böyledir çünkü o zaman onlar zaten alma arzusunun formundan sıyrılmış ve Yaratıcı’nın Kendisi’nin formu olan, ihsan etme arzusunun formunu edinmişlerdir.

Form eşitliğinin manevi olanı, bir haline getirdiğini zaten biliyorsunuz. Bu nedenle dünyalar önceki durumlarına geri döner.

ARİ’nin “Yaratmak için O’nun basit arzuna yükseldiğinde vb.” sözlerinin anlamı budur. “Yükseldi” demek, formunu üst ışık ile eşitlemek için kendisine yerleştirilmiş olan alma arzusunun ölçüsünü azaltarak, arınmayı ve yapışmayı arttırdığı anlamına gelir.

Eyn Sof’un Malhut’u veya “O’nun Adı” olarak adlandırılan Eyn Sof’ta alma arzusunun, form eşitsizliği nedeniyle üst ışıkla yapışmada herhangi bir eksiği yoktu. Bununla birlikte, formunu üst ışık ile eşitlemek ve “dördüncü safha” olarak adlandırılan büyük alma arzusundan ayrıldı ve üst ışığa daha güçlü tutunmak için kendini süsledi.

Formun yakınlığı, yapışmayı sağlar. Bu, “yükseldi” sözleriyle ifade edilir yani Eyn Sof’un Malhut’u, basit bir arzu olarak yükseldi ve üst ışığa tutundu, yani alma arzusunu azalttı.

ARİ’nin “Eyn Sof sonra Kendini kısıtladı.” sözlerinin anlamı budur. O’nun bolluğunun ve ışığının tüm ölçüsünün ve yaratılan varlığın yüksekliğinin, ondaki alma arzusunun miktarı ile ölçüldüğü yukarıda (madde 6) zaten açıklanmıştır.

Böylece, yukarıdaki Eyn Sof’un Malhut’u, kendini kısıtladı ve alma arzusunu azalttı, arzunun azalması nedeniyle ışık ve bolluk ayrıldı.  Kısıtlamanın anlamı budur. Arzunun yükselişi, bolluk ve ışığın oradan ayrılmasına neden oldu.

50.Bu kafa karıştırıcıdır, çünkü orada ne Roş ne de Sof olmadığına göre, orta nasıl olur? Dahası, burada maddi bir konuyla mı uğraşıyoruz? Mesele şu ki, Eyn Sof’da da mutlaka bir alma arzusu olduğu zaten açıklanmıştı. Bununla birlikte, o büyük ve küçük ayrımları olmaksızın basit bir arzudur çünkü orada alma arzusu, herhangi bir ayrım yapan form eşitsizliği olarak kabul edilmez. Sonuç olarak, hiçbir şekilde üst ışıktan daha düşük değildir.

Üst ışığın yaratılan varlıkta tam ve kalıcı bir şekilde alma arzusunu ortaya çıkarmadan önce, dört derece genişlemesi gerektiğini bilmelisiniz. Bunun nedeni alma arzusunun, kökten gelen ışığın genişlemesine dahil edilmesidir ve bununla ışığın Yaratıcı’dan ayrıldığı ve Yaratıcı’dan genişleme anlamına gelen kendi adını aldığı kabul edilir.

Alma arzusunun bu form eşitsizliği onun içine dahil edilmediği sürece, hala bir yayıcı olarak görülüyordu ve Yaratıcı’dan ayrılan ve yer değiştiren bir yayılma olarak değil. Bunun nedeni, maneviyattaki tek farkın form eşitsizliği olmasıdır (bkz. madde 6 ve İç Gözlem).

Ancak, bu arzu yaratılan varlığın gücü tarafından ifşa edilmiş olsa da, yaratılan varlıkta hala kalıcı değildi. Bunun anlamı şudur; yaratılan varlığın kendi gücü tarafından alma arzusunun ortaya çıktığının düşünülmesi için, önce yaratılan varlığın, bolluğu almak için özlem duyması gerekir.

Bu özlem, ancak bolluğa sahip olmadığında olabilir çünkü ancak o zaman, alma arzusunu, kendi gücüyle ortaya çıkarmayı istemesi mümkün olur. İşte o zaman, alma kapları kalıcı olarak tamamlanır.

Ayrıca bilmelisin ki, Yaratıcı’dan gelen ışığın her genişlemesi, alma arzusundan oluştuğu gibi, ihsan etme arzusundan da oluşmalıdır. Aksi takdirde, Yaratıcı ve yaratılan varlık form zıtlığı içinde olurlardı, bu da tam bir ayrılık anlamına gelir ve form zıtlığı, tıpkı batının doğudan ayrılışı gibi onları birbirinden uzaklaştırırdı.

Bu nedenle, Yaratıcı’dan genişleyen her ışık, ihsan etme arzusu ile birleştirilmelidir, böylece yaratılan varlık, Yaratıcı ile form yakınlığına sahip olacaktır. Yaratılan varlıkta ihsan etme arzusu ortaya çıktığında, bu uyanışla ilgili olarak Yaratıcı’dan kendisine büyük bir ışık uzanır. Bu ışık her zaman Hasadim ışığı olarak anılır.

Alma arzusunun dahil edildiği Yaratıcı’dan gelen ilk genişlemeye her zaman Hohma ışığı veya O’nun Kendi ışığı olarak atıfta bulunulur. Bu iki ışık türünü ezberlemelisiniz.

Hasadim ışığı olan ikinci ışık, Hohma ışığı olan ilk ışıktan çok daha düşüktür. Bunun nedeni, yaratılan varlığın kendi kuvvetiyle yoğunlaşması/güçlenmesi ve uyanması ile genişletilmesidir, çünkü formunu Yaratıcı ile eşitlemek ister, bu nedenle kendini yoğunlaştırır/güçlendirir ve ihsan etme arzusuna doğru uyanır.

Bununla birlikte, Hohma ışığı olan ilk genişleme, doğrudan Yaratıcı’dan uzanır ve yaratılan varlığın onun uzantısında bir payı yoktur. Bu nedenle ondan çok daha yüksektir.

Bu nedenle Hohma ışığı, yaratılan varlığın özü ve canlılığı olarak kabul edilir. Hasadim ışığı ise sadece ıslahlar için, yaratılan varlığın tamamlanması için ışık olarak kabul edilir.

Şimdi her yaratılan varlıkta olması gereken dört safhayı (Behinot) ve dereceleri anlayacaksınız. İlk olarak, ışık, yalnızca “alma arzusunu” içeren Hohma ışığı olarak Yaratıcı’dan genişler. Bu birinci safhadır.

Daha sonra ihsan etme arzusu o ışıkta yoğunlaşır ve Hasadim ışığını genişletir. Bu yoğunlaştırma, ikinci safha olarak kabul edilir. Sonra bu Hasadim ışığı, yoğun bir şekilde genişler (aşağıda açıklanacaktır) ve bu üçüncü safhadır.

Yukarıdaki üç safha tamamen ortaya çıktıktan sonra, ilk genişlemeye dahil olan alma arzusunun gücü yeniden uyanır ve Hohma ışığını bir kez daha çeker. Bu, Partzuf’ta kalıcı alma arzusunu tamamlar, özlem olarak ortaya çıkar; Hohma ışığı olmadığında, Partzuf’ta Hohma ışığı olmadığı ama Hasadim ışığı olduğu zaman, üçüncü safhadan sonra yaratılan varlık Hohma ışığına özlem duyabilir.

Onun içinde, alma arzusunu belirleyen ve ilk genişlemede bulunmayan alma kaplarını tamamlayan, bu özlemdir. Bu nedenle, alma kapları ancak ikinci yoğunlaştırma olarak da adlandırılan bu dördüncü safhada tamamlanır.

Dördüncü safha, Eyn Sof’da tamamlandığında, kısıtlama onun içinde meydana geldi yani dördüncü safhadan alma arzusunun ayrılması, Eyn Sof ışığının oradan ayrılmasına neden oldu.

Bu, her yaratılan varlıkta var olması gereken dört safhanın açıklamasını tamamlar. Birinci safha, ilk genişleme veya Hohma olarak adlandırılır; ikinci safha, ilk yoğunlaştırma veya Bina olarak adlandırılır; üçüncü safhaya ikinci genişleme veya Zeir Anpin denir; dördüncü safhaya ikinci yoğunlaştırma veya Malhut denir.

İki genişleme erkek olarak kabul edilir çünkü onlar, Yaratıcı’dan uzanan bolluktur. İlk genişleme, Hohma ışığının bolluğu ve ikinci genişleme, Hasadim ışığının bolluğudur. İki yoğunlaştırma iki dişi olarak kabul edilir çünkü onlar, yaratılan varlığın uyanışı ve arzunun kendi gücüyle yoğunlaşmasıdır.

İlk yoğunlaşma,  Hasadim ışığının kökü haline gelen ihsan etme arzusunun, yaratılan varlığın içinde uyanmasıdır ve ikinci yoğunlaşma, Partzuf’ta almanın tam bir kabı haline gelen alma arzusu için yaratılan varlığın uyanışıdır. Bu, her zaman dördüncü safha olarak anılır.

Bu dördüncü safha, Eyn Sof’ta “Orta Nokta” olarak adlandırılır. ARİ’nin, “Kendisini orta Noktasında kısıtladı” derken, kastettiği budur. Böyle adlandırılır zira ölçülemez ve sınırsız olan Eyn Sof ışığı için bir alma kabıdır.

Bu nedenle ışık onun etrafında dönerken ve her taraftan ölçülemez bir şekilde ona tutunurken, o ışığın içindeki ve ortasındaki bir nokta gibidir. Ancak böylece üst ışığı ölçüsüz ve sınırsız bir şekilde sürdürebilir.

Ancak, kısıtlamadan sonra alma kaplarında ve aşağısında, yani daha düşük seviyedeki varlıklarda, kendi içlerinde, içselliklerinde (Toch) ışıklarını tutan kaplar vardır. Bu, kabın duvarlarının, dört safhası olduğu için, kalınlıkları nedeniyle içlerindeki ışığa bir sınır ve bir ölçüm yerleştirdiği anlamına gelir.

Ancak, ışık ve kabın basit bir birlik içinde yani “O Bir ve O’nun Adı Bir”  (madde 30’a bakınız) olan Eyn Sof’ta, kab, sahip olduğu ışığı sınırlamaz. Dolayısıyla içindeki ışık, Eyn Sof olarak kabul edilir.

Şimdi Eyn Sof’taki orta nokta konusunu iyice açıkladık. Onun maddesel ve somut bir yer ve alana göndermede bulunmadığını, ancak Eyn Sof’a dahil edilen dördüncü safhaya, üst ışıkla basit birliğini belirtmek için bu adla çağrıldığını gösterdik. Ayrıca, bu orta noktadaki kısıtlama, yukarıda zaten açıklanmıştır (bkz. 40. madde).

60.“Manevi mesafe” terimi 30. maddede zaten açıklanmıştır. Eyn Sof ve orta nokta arasında yani ışık ve kab arasında herhangi bir mesafe olmadığı açıklanmıştır.

Ancak, ışık orta noktadan kısıtladıktan sonra, ışıkta bir form eşitsizliği ortaya çıkardı. Bunun nedeni ışığın hiçbir alma arzusuna sahip olmamasıdır ama mesele gerçekten de ışıktan farklı olan bir alma arzusudur. Formları farklı olduğu için, aralarındaki fark kadar birbirlerinden uzaktırlar. ARİ’nin “sürüklendi” kelimesiyle kastettiği budur.

70.Yukarıda belirtilen dört safhaya, “dört taraf” da denir. ARİ bize, kısıtlamanın sadece, dördüncü safha anlamına gelen, orta noktada olmasına rağmen, ışığın yine de dört safhadan da ayrıldığını söyler. Bu maneviyatta kısmilik olmadığı için oldu ve böylece üç safhadan da ayrıldı.

Kısıtlamadan sonra kalan boşluk daireseldi.

4.Sonra orta noktadan boş bir yer (80), hava ve boş bir boşluk vardı.

Bakınız, bu kısıtlama, o boş orta noktanın (90) etrafında dengeliydi, öyle ki boşluk yer her tarafta dairesel, tamamen eşitti (100). Bir kare veya dik bir açı şekli yoktu, çünkü Eyn Sof da kendisini her tarafta eşit bir daire gibi kısıtlamıştı.

İç Işık

80.Daha önce 4. ve 5. maddelerde açıklanmıştır.

90.Anlamı, büyük ve küçük ayrımı gözetmeksizin, orta noktadaki form eşitsizliği, ışığın ondan ayrılmasıyla zaten açığa çıktığından bunu merak etmemeliyiz. Sonuç olarak, küçük ölçümler de zorunlu olarak biri diğerinden daha küçük olarak belirlenir.

Örneğin, üçüncü safha orta noktadan daha saftır çünkü alma arzusunun ölçüsü, dördüncü safhadan daha azdır. Benzer şekilde ikinci safha, üçüncü safhadan daha saftır çünkü alma arzusunun ölçüsü, üçüncü safhadan daha küçüktür ve birinci safha hepsinin en saf olanıdır çünkü form eşitsizliği en az belirgin haldedir.

Bu nedenle, derecelerde büyük ve küçük bir farklılaşmamız/ayrımımız vardır. O halde, ARİ neden kısıtlamanın bu noktanın etrafında eşit olduğunu söylüyor? Cevap şu ki, kısıtlama orta noktayı bir Sof’a [son/sonuç] dönüştürmemiştir. Başka bir deyişle, ışık onun form eşitsizliği nedeniyle noktayı terk etmiş olsaydı, o zaman kesinlikle en düşük derece anlamına gelen bir Sof olur.

O zaman, önceki üç safhayı da orta noktadan daha önemli, birbirinin üstünde olarak kabul ederdik. Ancak, böyle değildir çünkü kısıtlama, o noktadaki form eşitsizliği nedeniyle gerçekleşmemiştir. Bu olamaz çünkü biz hala, onunla ışık arasında hiçbir form eşitsizliğinin olmadığı Eyn Sof’un Malhut’u ile ilgileniyoruz; ikisi de basit bir birlik içindedir yani O Birdir ve O’nun Adı Birdir.

Kısıtlama, sadece O’nun basit arzusu dünyaları vb. yaratmak istediği için meydana geldi (bkz. Madde 40). Bunun anlamı şudur ki O, dünyaların yaratılmasıyla ortaya çıkmaya yazgılı olan form eşitliğinin yani alma formunun, Yaradan’a memnuniyet vermek formunda olmasını ister.

Bunda büyük bir erdem vardır: bir yandan, bu tam bir ihsan etmedir çünkü arzu, kişinin “kendisi” için değil sadece Yaradan’a memnuniyet vermektir. Bu, formu, Yaratıcı’nın üst ışığına tamamen eşit ve O’na tam bir yapışma halinde kılar.

Öte yandan, alma kabını süresiz ve sonsuz olarak derinleştirmek ve arttırmak mümkündür. Bunun nedeni, şimdi alma formu, ihsan etme arzusunun içinden geldiği için, herhangi bir form eşitsizliği oluşturmamasıdır.

Bilgelerimiz şöyle söylemişlerdir; eğer o, önemli bir kişiliğe sahipse, eğer evlilik sermayesini verirse ve “Bununla seni kutsallaştırıyorum” diyorsa, o zaman kutsallaştırılır. Tora’da “ve onun eline verir” şeklinde yazılıdır yani evlilik sermayesini verecek olan kocadır.

Ancak, önemli olduğu için, kadının ondan aldığı memnuniyet vermekle, tam olarak aynıdır. Ondan para alan önemli bir kişinin, ona para vermesine benzer. Tora’da “ve onu onun eline verir” diye yazılıdır çünkü erkek sadece kadına memnuniyet vermek, onu almakla onurlandırmak için alır.

Yukarıdan, kısıtlamanın birincil nedeninin, dünyaların yaratılmasıyla ortaya çıkacak olan ihsan etmek için yeni alma formuna duyulan arzu olduğunu öğreniyoruz. (bkz. madde 40). Ancak, bu orta noktada hissettiği kalınlıktan dolayı değildi çünkü orada hiçbir kalınlık ve farklılık yoktu.

Dolayısıyla orta nokta, kısıtlama nedeniyle bir Sof haline gelmedi. Bu nedenle, küçük bir maddeyi büyük olandan ayırt etmek imkânsızdır. Bu yüzden ARİ, kısıtlamanın “tamamen eşit” olduğunu yazar.

100.Bu, herhangi bir form eşitsizliği nedeniyle değil, kısıtlama eşit olmasına rağmen, kısıtlama nedeniyle yapılmış olması gereken bir görüntü olduğu anlamına gelir. Kısıtlamadan ve ışığın bu orta noktadan ayrılmasından sonra, artan alma formu nedeniyle üst ışığın ona tutunmaya uygun olmadığı anlaşılır.

Bu bilinir hale geldiği için, o Eyn Sof’daki derecesinden düştü ve şimdi mümkün olan en düşük kalınlık anlamına gelen Sof olarak kabul edildi. Sadece bu orta nokta, ışığı giydirmek için uygun olmayan boş bir boşluk olarak kaldı (madde 6’ya bakın) ve erdem ve saflıktaki üç eski safha, kısıtlamadan sonra bile ışığı giydirmek için hala uygundu.

Yukarıda (önceki maddede) belirtilen nedenden dolayı onun bir Sof haline gelmediğini açıkladık. “Boşluğun yeri, her tarafta dairesel idi, tamamen eşit” dediğinde, ARİ’nin kesinliğinin anlamı budur. Onun gerçek bir Sof olmadığını, Sof’u ortada olan dairesel bir resimdeki Sof’a benzediğini söylemek ister.

Bu dört safhayı soğan kabuğu gibi iç içe dört daireye benzetebilirsiniz. Merkez daire dördüncü safhadır, üçüncü safha ile çevrilidir, o ikinci safha ile çevrilidir ve o da birinci safha ile çevrilidir. Bu şekilde yukarı veya aşağı, sağ veya sol yoktur.

Örneğin, birinci safha bir yarısında hepsinin üstünde, diğer yarısında hepsinin altındadır ve tüm safhalarda böyledir. Bu nedenle burada yukarı veya aşağı, sağ veya sol yoktur. Onların erdemleri arasında hiç bir fark yoktur ve hepsi tamamen eşittir.

Kısıtlamanın nedeninin form eşitsizliği olmadığı, daha önce açıklanmıştır (yukarıdaki maddede). Bu aynı zamanda ARİ’nin “her tarafta dairesel, tamamen eşittir” kesinliğinin/hassasiyetinin de anlamıdır.

Eyn Sof’un ışığı eşit olduğu için kısıtlama da eşitti. Dairenin anlamı budur.

5.Bunun nedeni, Eyn Sof’un ışığı tamamen eşit olduğundan, kendisini her yönden eşit olarak sınırlaması ve bir tarafta diğerlerinden daha fazla kısıtlamaması gerektiğiydi.

Geometri biliminde, dairenin görüntüsü (200) kadar hiçbir imgenin dengeli olmadığı bilinmektedir. Bununla birlikte, kare (300), şişkin dik açı, üçgen (400) ve diğer tüm görüntüler için durum böyle değildir. Bu nedenle kısıtlamanın bir daire formuna sahip olması gerekiyordu.

İç Işık

200.Bir önceki maddede daha önce açıklanmıştır.

300.Orada yukarı ve aşağı, sağa ve sola bir ayrım olsaydı, Bu aşamaların dört adı olan bu dört tarafı içeren bir kare görüntüsünde görünecekti. Ancak öyle değildi ama bu ayırt edişleri içermeyen bir daire şeklindedir.

400.Ancak üç safhası olan, dördüncü safhası olmayan, yani yukarı, sağ ve sol olmak üzere üç tarafı olan bir dereceyi belirtir. Alt tarafı yoktur, bu nedenle adı üçgendir.

Kısım İki

Eyn Sof ışığının oluşturulan ve yaratılan dünyalara nasıl bir çizgi yaydığını ve kısıtlanan alan yerine nasıl ortaya çıktığını açıklar; beş konuyu içerir:

1.Eyn Sof’dan boşluğa uzanan bir çizgi. 2. Çizginin başı, Sium’a [Sof ile aynı (son/sonuç)] değil Eyn Sof’a dokunur. 3. Eyn Sof ışığı, çizgi üzerinden dünyalara doğru genişler. 4. Tüm dünyalar, kısıtlanmış olan alanın yerindedir. 5. Kısıtlamadan önce O Bir’di ve Adı Bir’di ve akıl O’nu edinemezdi.

Eyn Sof’dan boşluğa uzanan bir çizgi

1.Yukarıdaki kısıtlamadan sonra Eyn Sof(1) ışığının ortasında bir boş bir alan ve boşluk, boş hava kaldı. Sonra yaratılan varlıklar ve yaratılanlar ve yaratımlar ve şekillenmişler için bir yer var oldu.

Daha sonra düz bir çizgi Eyn Sof (2) ışığından, O’nun dairesel ışığından(3) yukarıdan aşağıya(4) doğru genişledi ve o boşluğa asıldı.

İç Işık

1.Orta noktadan gelen ışığın kısıtlanmasının Eyn Sof’ta herhangi bir değişikliğe neden olduğu düşüncesine kapılmayın. Maneviyatta, hele ki böylesine yüce bir yerde, hiçbir değişiklik ve noksanlık yoktur.

Yukarıdaki kısıtlama, Eyn Sof’a ek olarak yeni bir öz haline geldi. Böylece Eyn Sof, kısıtlamadan önce olduğu gibi, tamamen sade birliğinin içinde, “O Birdir ve O’nun Adı Birdir” şeklinde, olduğu gibi kaldı.

Orta noktadaki kısıtlama, ışık ayrıldığı ve yukarıda açıkladığımız gibi boş bir alan bıraktığı için, yeni bir dünya olarak algılanır. Boşluğun yerinde bütün dünyalar ortaya çıktı.

2.Bu eylemi, – birisinin bir şey yaptığı, sonra başka bir şey yaptığı ve artık ilk eylemi yapmadığı,- insani bir eylem olarak, yüzeysel anlamda algılamamalıyız. Bundan daha büyük bir maddileştirme olamaz çünkü O, değişime ve olaylara maruz kalmaz.

Şöyle yazılmıştır: “Ben Efendiyim, değişmem.” Bizler, O’nun Kendisini değil yalnızca, O’ndan genişleyen ışığı tartışıyoruz. Bununla birlikte, O’nun Kendisinde bir değişiklik, olay ve hareket olmadığı ve O kayıtsız şartsız, tamamen sükûnet içinde olduğu için, yaratılan varlığa ulaşmadığı yani kabı giydirmediği sürece, O’ndan genişleyen ışık da böyle olmalıdır.

Ancak o zaman, O’nun Kendisinden çıkıp, yenilenip, O’ndan alan bir varlık haline gelir. Bu yenilemenin, öncelikle yaratılan varlığın kabında yani yaratılan varlığın alma arzusu üzerinde olduğunu açıklamıştık. Bu arzu manevi olmasına rağmen yine de yeni bir form ve bir olaydır çünkü O’nun Kendisinde zaruri değildir.

Bununla birlikte, onu giydiren ışık yeni değildir, çünkü varoluştan varoluş olarak Kendinden uzanır. Üst ışığın harekete geçirilmesi, kabın ölçüsüne göredir yani kab etkilenir ve üst ışıktan bir yenilik olarak alır ki bu gerekli bir olaydır.

Şunu bilmelisiniz ki; tüm bu yenilikler ve derecelerin basamaklandırılması, sadece kabı ve onun üst ışıktan alışını etkiler çünkü sadece bu değişime ve çoğalmaya tabidir. Ancak, ışığın kendisi, O’nun Kendisinden genişlediğinden, her zaman tamamen sükûnet içindedir. Bunu iyi anlayın ve ilmin geri kalanını öğrenirken her kelimesini hatırlayın.

Yukarıdakilere göre, üst ışığın, bir an bile yaratılanlar için parlamayı bırakmadığını iyice anlayabilirsiniz. Değişim ve yeniliklere tabi değildir, ancak tam bir sükûnet içindedir. Tüm kısıtlama meselesi ve yukarıda bahsedilen ışığın ayrılması, sadece kab üzerindeki etki ve onun alımı yani orta nokta ile ilgilidir.

Başka bir deyişle, üst ışık parlamayı bırakmasa da kab, kap kendini küçülttüğü için onun aydınlatmasından hiçbirini almadı. Orta noktası olan dördüncü safhada almamak ama sadece alma arzusu zayıf, ihsan etme arzusu baskın olan, önceki üçüncü safhasında almak için alma arzusunu azalttı. (bkz. Madde 50)

Böylece üst ışık, kısıtlamadan etkilenmedi ve yolunu değiştirmedi. Tıpkı Eyn Sof’da olduğu gibi, kısıtlama sırasında ve kısıtlamadan sonra ve tüm dünyalarda hatta Assiya dünyasında bile aydınlandı. Bir dakika bile parlamayı bırakmadı ama tüm bu değişiklikleri yapan kablardır çünkü sadece kendi ölçülerine göre alırlar, bu alma arzusun ölçüsüdür.

Artık ARI’nin “Eyn Sof ışığından uzanan düz bir çizgi” sözleriyle ne demek istediğini anlayabilirsiniz. Bunun anlamı şudur; boşluğun yerinin kendisi yani Eyn Sof ışığından boşaltılan kab, alma arzusunda yenilenen azalma nedeniyle,  Eyn Sof’ta çizginin uzamasına neden olur.

Dördüncü safhanın kısıtlanmasından sonraki mevcut alımının ölçüsüne, çizgi denir yani dördüncü safhada tüm yeri dolduran, önceki alımıyla ilgilidir. Ancak, şimdi bu büyük alma arzusuna değil ama sadece alma arzusu zayıf olan arzunun, sadece önceki üç safhasına sahiptir. Bu, kabın, Eyn Sof ışığının çoğunu değil sadece bir ışık çizgisini alması olarak kabul edilir.

Kabın tüm yeri boş ve ışıktan yoksun kalır çünkü şimdi aldığı o küçük ışık, kabın her yerini doldurmak için yeterli değildir. Bu, dördüncü safhanın kendini azaltmak istemesi nedeniyle olmuştur.

Üst ışığın, kısıtlama tarafından tamamen durdurulmadığını ve ışığı tek bir çizgi olarak genişletecek şekilde değiştirmediğini görüyoruz. Bunun yerine, tüm bu büyük değişiklik, arzusunun ölçüsüne göre, Eyn Sof ışığından, çizgi denen, çok küçük bir ölçüden daha fazlasını alamayan, alma kapları nedeniyle olur. Çünkü o, bu ölçüden daha fazlasını istemez.

3.Dairesel (yuvarlak) görüntünün anlamını daha önce açıklamıştık (Bölüm 1, madde 100). Bize, kısıtlamadan sonra bile, üst ışığın dereceleri ayırt etmeden, daire şeklinde kaldığını söylüyor. Orada, onun dört safhası eşit erdemdedir ve üst ışığın değişime ve olaylara maruz kalmamasının nedeni budur. Yukarıdaki bu yeniliklerin ortaya çıkışları sadece kaplarla ile ilgilidir.

4.Maddesel terimleri hiçbir şekilde tartışmadığımızı unutmayın. Bunun yerine, daha fazla saf daha yüksek ve daha fazla kalın daha düşük olarak adlandırılır. Yaratıcı’dan gelen ışığın genişlemesi olarak algılanabilen ve yaratılan varlığa nüfuz eden her şey öncelikle yaratılan varlıkta bulunan, form eşitsizliğinin yenilenmesi olarak kabul edilir. Başka bir deyişle, Yaratıcı’da bulunmayan ve onun içinde yenilenen alma arzusuna gönderme yapar.

Bu nedenle yaratılan varlık, Yaratıcı’dan çok uzak, kalın, düşük ve aşağı olarak kabul edilir. Tüm bunları yapan, onun yaratıcı olmak yerine yaratılan varlık olmasına ayıran şey, form eşitsizliğidir.

Ayrıca, bu form eşitsizliğinin yani alma arzusunun, tek bir anda ortaya çıkmadığını, fakat dört safha üzerinde yavaşça tasarlandığını da bilmelisiniz. Formu sadece dördüncü safhada tamamlandı.

Bu nedenle alma arzusunun tüm formunun, en zayıf olanının, dört safhanın ilk safhası olduğu ortadadır. Bu safha, Yaratıcıya en yakın, daha önemli, daha saf ve daha yüksek olarak kabul edilir çünkü onun form eşitsizliği, takip eden üç safhanınki kadar büyük değildir.

Arzusu birinci safhadan daha büyük olan ikinci safha, Yaratıcı’dan daha uzak, daha kalın, daha düşük ve gerçekten de ilk safhadan daha aşağı olarak kabul edilir. Son olarak, dördüncü safha Yaratıcı’dan en uzak olanıdır, daha düşük, daha fazla kalın ve hepsinden daha aşağıdır.

Bu yüzden ARİ, çizginin yukarıdan aşağıya doğru uzandığını, yani ilk aşamadan dördüncü aşamaya (tamamen değil) yani en düşük olana kadar uzandığını yazar. Yukarı ve aşağının yukarı meselesi, çizgini ortaya çıkmasıyla yenilenmiştir. Çizgi aydınlanmadan önce yani kısıtlama sırasında, orada yukarı veya aşağı yoktu (bakınız Bölüm 1, madde 100).

Ancak, ışığı sadece bir çizgi olarak yani dört safhanın tamamında değil, sadece ilk üç safhasında aldıktan sonra, dördüncü safha, ışık olmaksızın karanlık kaldı. Ancak şimdi, dördüncü safhanın düşük, kalın ve aşağı olduğu ve saflıklarına ve Yaratıcı’ya yakınlıklarına göre önceki üç safhanın, onun üzerine dikilmiş olduğu bilinir hale gelir. Bununla birlikte, kısıtlama sırasında, ışık, dört safhanın hepsini aynı anda bıraktığında, dereceler arasındaki bu ayrım henüz gerçekleşmemişti.

Çizginin başı, sona değil Eyn Sof’a dokunur.

2.Çizginin(5) üst başlangıcı Eyn Sof’un kendisinden uzandı ve ona dokundu(6), ancak bu çizginin sonu, onun sonunda (7), Eyn Sof’un ışığına dokunmaz.

İç Işık

5.Dört safhanın, ilk Behina’sı anlamına gelir (yukarıdaki maddeye bakınız).

6.Üst Roş olan birinci safha, Yaratıcı’ya yani Eyn Sof’a en yakın olanıdır. Bu nedenle O’na dokunuyor olarak kabul edilir çünkü birinci safhadaki form eşitsizliği, onu Yaratıcı’dan ayıracak kadar belirgin değildir.

7.“Sonuna kadar aşağı”, en uzak ve en alçak olan dördüncü safhayı ifade eder (Bölüm 2, madde 4). Üst ışığı almaz ve bu nedenle Eyn Sof ışığına dokunmaz ve ondan ayrı olarak kabul edilir.

Eyn Sof ışığı çizgi üzerinden dünyalara doğru genişler

3.Eyn Sof ışığı bu çizgi boyunca uzanıp genişledi.

Tüm dünyalar, kısıtlanmış olan alanın yerindedir.

4.O, oradaki alanın yerinde tüm dünyaları oluşturdu, yarattı ve şekillendirdi. (8).

İç Işık

8.Bu, Atzilut, Beria, Yetzira, Assiya diye adlandırılan, sayısız içsel dünyaları içeren dört dünyayı ima eder. Bu dört dünya, yukarıdaki dört safhadan uzanır: Birinci safhadan Atzilut; İkinci safhadan Beria; Üçüncü safhadan Yetzira ve Dördüncü safhadan Assiya.

Kısıtlamadan önce O Bir’di ve O’nun Adı Bir’di ve akıl O’nu edinemez.

5.Bu dört dünya (9) öncesinde, Eyn Sof harika ve gizli birlik içindeydi, O Bir ve O’nun Adı Bir (10) idi. O’na yakın olan açılar (20) bile Eyn Sof’un gücüne ve edinimine sahip değildir, çünkü O’na ulaşabilecek yaratılmış bir akıl yoktur, çünkü O’nun yeri yoktur, sınırı yoktur, adı yoktur (30).

İç Işık

9.Tüm dünyaları içeren Atzilut, Beria, Yetzira, Assiya (yukarıdaki maddeye bakınız) olarak adlandırılır. Bütün bunardan önce yani kısıtlamadan önce, bu dört safha birbirinin üzerinde (bkz. Bölüm 2, madde 4) ama Basit Birlik (Bölüm 1, madde 30) olarak kabul edilirdi. Basit birliğin anlamı, ışık ve kab arasında bir ayrım ya da bir derece ayrımı olmamasıdır, O Birdir ve O’nun Adı Birdir (bkz. Bölüm 1, madde 30).

10.“O”, üst ışığı ima eder. “O’nun Adı”, mutlaka orada olması gereken alma arzusunu ifade eder (bakınız Bölüm 1, madde 30). O’nun Adı arzudur (Gematria’da), alma arzusunu ifade eder.

20.Bunun anlamı şudur, şimdi, dünyalar oluşturulduktan sonra, manevi olarak en yakın yaratışlar olan açılar bile Eyn Sof’a erişemezler.

30.Eyn Sof’da, O Bir ve O’nun Adı Bir olduğu, hiçbir yer olmadığı ve kap belirgin olmadığı için, yaratılanın aklı O’na erişemez, zira kap olmadan edinim olmaz.

İç Gözlem

İlk olarak, zaman, mekân ve hareketle hiçbir ilgisi olmayan manevi meselelerle uğraşırken ve dahası, Tanrısallıkla uğraşırken, bunu ifade ve tasavvur edecek sözlerimiz olmadığını bilmelisiniz. Tüm kelime dağarcığımız, hayali duyuların hislerinden alınır. Peki, hissetmenin ve hayali duyguların hüküm sürmediği yerlerde bize nasıl yardımcı olabilirler?

Örneğin, kelimelerin, ışıklar gibi, en incesini ele alırsanız, bu az çok güneşin ışığına veya duygusal bir tatmin ışığına benzer ve bunları ödünç alır. Öyleyse, Tanrısal meseleleri ifade etmek için nasıl kullanılabilirler? Kesinlikle okuyucuya doğru bir şey sağlayamazlardı.

Herhangi bir ilmi araştırmada yapıldığı gibi, bu kelimelerin yazılı ilmi müzakereleri ifşa ettiği yerde, bu daha da doğrudur. Tek bir yetersiz kelime bile başarısız olursa, okuyucu anında yönünü kaybedecek ve tüm bu konuda, elini koyacak ve yürüyecek bir yer bulamayacaktır.

Bu nedenle Kabala bilgeleri, “dalların dili” diyebileceğimiz, özel bir dil seçtiler. Bu dünyada, üst dünyadaki kökünden başlamayan hiçbir öz ya da hal yoktur. Dahası, bu dünyadaki her varlığın başlangıcı, üst dünyadan başlar ve sonra bu dünyaya sarkar.

Böylece, bilgeler sorunsuz bir dil bulmuş ve edinimlerini ağızdan ağza ve yazılı olarak kuşaktan kuşağa birbirlerine iletebilmişlerdir. Bu dünyadaki, kendi kendini açıklayan, dalların isimlerini, -sanki üst dünyadaki sistemin içindeki üst kökünü işaret ediyormuş gibi- aldılar.

Bu, Kabala kitaplarında sıkça bulduğumuz şaşırtıcı ve hatta insan ruhuna yabancı bazı ifadelerle ilgili olarak zihninizi rahatlatmalıdır. Çünkü kendilerini ifade etmek için, bu dili yani dalların dilini seçtikten sonra, artık daha düşük derecesi nedeniyle bir dalı kullanmayı bırakamazlardı.  Dünyamız, bunun yerine başka bir dalın alınmasını önermedikçe, istenen kavramı ifade etmek için bunu kullanmaktan kaçınamazlardı.

İki kılın aynı kıl-kökünden beslenmemesi gibi, aynı kök ile ilgili iki dalımız da yoktur. İlmin içindeki, o aşağı ifade ile ilişkili, bu nesneyi imha etmek de imkânsızdır. Böyle bir kayıp, bilgeliğin tüm alanında bozulma ve karışıklık yaratacaktır, çünkü dünyada meselelerin neden ve sonuç yoluyla, bu kadar birbirine geçtiği başka bir bilgelik yoktur. Kabala bilgeliğinde, meseleler tek bir uzun zincir gibi yukarıdan aşağıya bağlantılı ve bağlıdır.

Dolayısıyla, kötü isimleri daha iyi isimlere çevirme ve değiştirme iradesi yoktur. Her zaman, tam olarak üst kökü işaret eden dalı sağlamalıyız ve incelemekte olan okuyucuya, kesin doğru tanımı sağlayana kadar özen göstermeliyiz.

Gerçekten de, gözleri cennetin manzaralarına açılmamış olan ve bu dünyanın dallarının üst dünyalardaki kökleri ile bağlantılarında yetkinlik kazanmamış olanlar, duvarlara çarpan kör gibidirler. Tek bir kelimenin bile gerçek anlamını anlamayacaklar, çünkü her kelime köküne bağlı bir dalın adıdır.

Ancak kişi, kendisini sözlü dilde açıklamaya hazır, gerçek bir bilgeden yorum alırsa, -bu gerekli olan, bir dilden diğerine yani dalların dilinden konuşulan dile çeviri gibidir- ancak o zaman manevi terimi olduğu gibi açıklayabilir.

Bu yorumda, açıklamakta sorun yaşadığım şey, bu On Sefirot’u, Tanrısal bilge ARİ’nin bize öğrettiği gibi, manevi saflıklarında, maddesel terimlerden ari olarak açıklamaktır. Böylece, herhangi bir acemi, herhangi bir maddileşme ve hata yapmadan bilgeliğe yaklaşabilir. Bu On Sefirot’tu anlayarak, bu bilgelikteki diğer meseleleri nasıl inceleyeceğini ve nasıl kavrayacağını bilecektir.

Kısım Bir

“Bilin ki oluşumlar oluşmadan ve yaratılanlar yaratılmadan önce, Basit Üst Işık tüm gerçekliği doldurmuştu.” Bu sözler açıklamayı gerektirir: Dünyalar oluşmadan önce basit ışığın doldurduğu bir gerçeklik nasıl var olmuştu? Ayrıca, kitapta belirtildiği gibi, O’nun işlerine ve ışığına mükemmellik getirmek üzere, kısıtlama için arzunun ortaya çıkması, orada zaten bir istek vardı anlamına gelir.

O’nun içinde, kısıtlamanın meydana geldiği orta nokta meselesi de oldukça şaşırtıcıdır, çünkü daha önce ne baş ne de son olmadığını söylemiştik, peki orta nasıl oluyor? Aslında bu kelimeler denizden daha derindir ve bu yüzden onların yorumlarını ayrıntılı olarak açıklamalıyım.

Tüm realitede, Eyn Sof’da bulunmayan, tek bir şey yoktur. Dünyamızdaki çelişkili terimler, O’da Bir, Eşsiz ve Birleşik formda bulunur.

1.Şunu bilin ki, bu dünyada, duyularımız tarafından algılananlar ya da zihnimizin gözü tarafından algılanan ve Yaradan’a dahil olmayan tek bir varlığın bile özü yoktur, çünkü hepsi bize O’ndan gelir. Kişi, içinde olmayanı verebilir mi?

Bu konu zaten kitaplarda ayrıntılı olarak anlatılmıştır ama bizim için ayrı veya zıt olan kavramları anlamalıyız, örneğin, “bilgelik” terimi, “tatlılık” teriminden farklı olarak kabul edilir çünkü bilgelik ve tatlılık iki ayrı terimdir. Benzer şekilde, operatör terimi, kesinlikle operasyon teriminden farklıdır. Operatör ve onun operasyonu zorunlu olarak iki ayrı kavramdır ve dahası tatlı ve acı gibi zıt terimlerle ifade edilir. Bunlar kesinlikle ayrı ayrı incelenir.

Ancak O’nun içinde, bilgelik, zevk, tatlılık ve acılık, operasyon ve operatör ve diğer farklı ve karşıt formların hepsi, O’nun basit ışığında tek ve bir olarak bulunur. Aralarında “Bir, Eşsiz ve Birleşik” terimi gibi hiçbir ayrım yoktur.

“Bir” tek bir eşitliği belirtir. “Benzersiz”, O’ndan uzanan her şeyin, tüm bu çoklukların O’nun içinde, O’nun Kendisi kadar yegâne olduğuna işaret eder. “Birleşik”, birden fazla eylemde bulunmasına rağmen, hala bunları gerçekleştiren tek bir güç olduğunu ve hepsinin Bir olarak geri döndüklerini ve birleştiklerini gösterir. Gerçekten de bu tek form O’nun operasyonlarında görünen tüm formları yutar.

Bu çok ince bir meseledir ve her akıl buna tahammül edemez. Nahmanides bize O’nun biricikliği konusunu “Bir, Eşsiz ve Birleşik” olarak açıklamıştı. Yaratılış Kitabı, Bölüm 1, 47’deki tefsirindeki sözleri şöyledir: Bir, Eşsiz ve Birleşik arasında bir fark vardır: O, tek bir kuvvet ile hareket etmek için birleştiğinde, “Birleşik” olarak adlandırılır. O, Eylemini gerçekleştirmek için bölündüğünde, O’nun her bir parçasına “Eşsiz” denir. O, tek bir dengede iken O’na “Bir” denir. Şimdiye kadarı O’nun sade sözleridir.

Yorum: Yorum: “Tek bir kuvvetle hareket etmek için birleşir”, O’nun operasyonlarının birbirinden farklı olduğu ve O’nun iyi ve kötü yapıyor gibi göründüğü anlamına gelir. O zaman O’na “Benzersiz” denir, çünkü O’nun tüm farklı operasyonlarının tek bir sonucu vardır: iyilik yapmak.

O’nun her bir eylemde benzersiz olduğunu ve O’nun çeşitli operasyonlarıyla değişmediğini görüyoruz. “Tek bir dengede iken” yani “Bir”dir, bu O’nun Kendisini işaret eder, çünkü O’nda tüm zıtlıklar yukarıda yazıldığı gibi “tek bir denge” içindedir. Maimonides’in yazdığı gibi: “O’nda, bilen, bilinen ve bilgi birdir, çünkü düşünceleri düşüncelerimizden, yolları bizim yollarımızdan çok daha yüksektir.”

İhsan etmede iki anlayış: onu edinmeden önce ve onu edindikten sonra.

2.Manna’yı yiyenlerden öğrenmeliyiz. Manna “Cennetten Ekmek” olarak adlandırılır, çünkü bu dünyada kıyafetlenirken gerçekleşmez. Bilgelerimiz, herkesin tadına bakmak istediği her şeyi tattığını söylemiştir.

Bu, içinde zıt formlara sahip olması gerektiği anlamına gelir. Birisi tatlı tadı, diğeri ise buruk ve acı tadı aldı. Bu yüzden, manna kendisinde her iki zıttı da bir arada barındırmak zorundaydı, çünkü kişi kendinde olmayanı verebilir mi? Dolayısıyla bir maddede iki zıtlık nasıl bulunabilir?

Bu nedenle, basit olması ve her iki lezzetten de yoksun olması gerekir, ancak sadece maddesel alıcı ona, istediği tadı ayırt edebileceği şekilde dahil edilir. Aynı şekilde manevi olan her şeyin kendi içinde benzersiz ve basit olduğunu, ancak dünyadaki tüm sayısız formları içerdiğini anlayabilirsiniz. Maddesel, sınırlı alıcı söz konusu olduğunda,  alıcı, onda, o manevi özde birleşmiş sayısız formdan ayrı bir form yapar.

Bu nedenle O’nun ihsanında daima iki farkındalığı ayırt etmeliyiz: Birincisi; hala o henüz basit ışığa dahil iken, edinmeden önceki üst bolluğun özünün formudur. İkincisi; bolluk alındıktan sonra, bu sayede alıcının özelliklerine göre ayrı bir form edinmiştir.

Ruhu Tanrısallığın bir parçası olarak nasıl algılayabiliriz?

3.Şimdi Kabalistlerin ruhun özünü hakkında yazdıklarını anlamaya başlayabiliriz: “Ruh, yukarıdaki Tanrı’nın bir parçasıdır ve ruhun Bütün değil bir parça olması dışında, ‘Bütünden’ değiştirilmiş değildir. Bir dağdan oyulmuş bir taş gibidir. Dağın özü ve taşın özü aynıdır ve taş ve dağ arasında, taşın dağın bir parçası olması ve dağın Bütün olması dışında hiçbir ayrım yoktur, onların sözlerinin özü budur.”

Dağdan oyulmuş bir taşa benzer olarak, Tanrısallığın bir parçası olmak ve O’ndan ayrı olmak nasıl oluyor, bunu anlamak çok şaşırtıcı ve çok zor görünür.  Taş, bir balta ve balyozla dağdan oyulur. Ancak Tanrısallık ile uğraşırken, onları birbirinden nasıl ve ne ayıracaktır?

Maddi olan bir baltayla bölündüğü gibi, manevi olan da form eşitsizliği ile bölünür,

4.Konuyu açıklığa kavuşturmadan önce, maneviyattaki ayrılığın özünü açıklayacağız: Manevi varlıkların sadece form eşitsizliği ile birbirinden ayrıldığını biliniz. Başka bir deyişle, bir manevi varlık ikinci bir form edinirse, o zaman artık bir değil, iki olur.

Bunu size, manevi olan insanların ruhlarında açıklayayım: Manevi yasanın formunun basit olduğu bilinmektedir. Kesinlikle ruhların parladığı bedenler kadar çok ruh vardır. Ancak, her biri bir diğerinden form eşitsizliği ile ayrılırlar. Bilgelerimizin dediği gibi, “Yüzleri aynı olmadığı gibi, fikirleri de aynı değildir,”. Beden, ruhların formunu ayırt eder ve belli bir ruhun iyi bir ruh mu yoksa kötü bir ruh mu olduğunu söyler; ayrılmış formlar için de bu aynıdır.

Şimdi görüyorsunuz ki, fiziksel bir madde bölünür, kesilir ve her bir parça arasındaki mesafeyi arttırmak için bir baltayla ve hareketle ayrılırken, manevi bir madde, form eşitsizliği tarafından parçalarına bölünür, kesilir ve ayrılır. Parçalar arasındaki mesafe, farklılıkları kadardır, bunu iyi hatırlayın.

Eyn Sof’la ile ilgili olarak, yaratılışta form eşitsizliği nasıl olabilir?

5.Bu dünyada, insanların ruhlarında, yukarıda Tanrı’nın bir parçası olduğu söylenen ruhla ilgili olarak, onun Tanrısallıktan, “Tanrısal bir parça” diyebileceğimiz noktaya kadar nasıl ayrıldığı hala belirsizdir. “Form eşitsizliği” yoluyla dememeliyiz çünkü Tanrısallığın, basit ışık olduğunu zaten söylemiştik, ki O, Bir, Eşsiz ve Birleşik olarak, formların tüm çeşitliliğini ve dünyadaki formların karşıtlığını içerir. Bu durumda, ruh içinde, onu Tanrısallıktan ayırabilen ve O’nun bir parçası yapabilen, form eşitsizliğini nasıl tasvir edebiliriz?

Gerçekten bu soru, kısıtlamadan önce Eyn Sof [sonsuz/sonu olmayan ]ışığı için geçerlidir çünkü önümüzdeki realitede tüm dünyalar, üst ve alt dünyalar, iki anlayış ile ayırt edilir: İlk anlayış, kısıtlamadan önce olduğu gibi, tüm gerçekliğin formudur. O zaman her şey sınırsızdı ve sonu yoktu.  Bu anlayışa “Eyn Sof ışığı” denir.  İkinci anlayış, kısıtlamadan aşağıya doğru tüm gerçekliğin formudur. O zaman her şey sınırlı ve ölçülü hale geldi. Bu anlayışa dört dünya Atzilut, Beria, Yetzira, Assiya denir.

O’nun Kendisinde, hiçbir düşünce ve algı olmadığı bilinmektedir; edinmediğimiz hiçbir şeyin adı ve unvanı yoktur, onu nasıl bir adla tanımlayabiliriz ki? Her isim, edinim gerektirir. O ismi edindiğimize işaret eder. O’nun Kendisinde herhangi bir isim ve unvan olmadığı ve bütün isimler ve sıfatların ancak O’ndan yayılan O’nun ışığında olduğu muhakkaktır. Tüm realiteyi dolduran kısıtlamadan önce O’nun ışığının sınırsız ve sonsuz genişlemesine Eyn Sof denir.

Bu yüzden,  Eyn Sof ışığının nasıl kendi içinde tanımlandığını ve ruh hakkında söylediğimiz gibi, onu bir adla tanımlayabileceğimiz noktaya kadar O’ndan ayrıldığını anlamalıyız.

Bilgelerimizin şu sözü hakkında açıklama: “Bu nedenle, çalışma ve emek ruhların ödülü için hazırlanmıştır, çünkü ‘Kendisine ait olmayanı yiyen, başkasının yüzüne bakmaya korkar.’”

6.Bu ulvi yeri biraz anlamak için, daha fazla ayrıntıya girmeliyiz. Önümüzdeki bütün bu gerçekliği ve genel amacını araştıracağız. Amacı olmayan bir operasyon var mı? Ve O’nun üst dünyalarda ve alt dünyalarda tüm bu realiteyi bizim önümüzde icat etmiş olmasının amacı nedir?

Gerçekten de bilgelerimiz bize, birçok yerde, tüm dünyaların, yalnız Tora ve Mitzvot’u yerine getiren İsrail için yaratıldığını öğrettiler ve bu çok iyi bilinir. Ancak, bilgelerimizin şu sorusunu anlamalıyız; “Dünyaların yaratılmasının amacı, O’nun yaratıklarını memnun etmek ise, neden bu maddesel, bulanık ve ızdırap dolu dünyayı yarattı? Bu olmadan, kesinlikle ruhları istediği kadar memnun edebilirdi, öyleyse O, ruhu neden böyle iğrenç ve pis bir bedenin içine getirdi?”

Bunu, “Kendisine ait olmayanı yiyen, başkasının yüzüne bakmaya korkar,” ayeti ile açıkladılar. Bu, herhangi bir bedava hediyede, bir utanç kusuru olduğu anlamına gelir. O, ruhları bu lekeden kurtarmak için çalışma olan, bu dünyayı yarattı. Ve onlar gelecekte emeklerinin tadını çıkaracaklar, çünkü çalışmalarının karşılığında tüm ödüllerini alırlar ve böylece utanç lekesinden kurtulmuş olurlar.

Bundan daha büyük bir bedava hediye olmadığına göre, yetmiş yıl çalışmakla sonsuz haz arasındaki bağlantı nedir?

7.Bu sözler, baştan sona şaşırtıcıdır. Birincisi, ilk amacımız ve duamız “Bize bedava bir hediyenin hazinesini bağışla” dır. Bilgelerimiz, bedava bir hediye hazinesinin sadece dünyadaki en yüksek ruhlar için hazırlandığını söylediler.

Cevapları daha da şaşırtıcıdır: Bedava hediyelerde, büyük bir kusur olduğunu yani bedava bir hediyenin her alıcısının, utanç ile karşılaştığını söylediler. Bunu düzeltmek için, Yaradan, çalışma ve emeğin olduğu bu dünyayı, bir sonraki dünyada emekleri ve çalışmaları için ödüllendirilecekleri şekilde hazırladı.

Ama verdikleri cevap çok tuhaftır. Bu neye benzer? Bu, kişinin arkadaşına: “Benimle bir dakika çalış, ben de sana hayatının geri kalanında, dünyadaki her zevki ve hazineyi vereceğim.” demesi gibidir. Gerçekten bundan daha büyük bir bedava hediye yoktur çünkü ödül, çalışma ile tamamen kıyaslanamaz. Çünkü çalışma bu dünyadadır, ebedi dünyadaki ödül ve zevke kıyasla geçici, değersiz bir dünyadır. Sonsuz dünyaya kıyaslandığında, geçici dünyanın ne değeri var ki? Ödülün kalitesine kıyasla, değersiz olan emeğin kalitesi için bu daha da böyledir.

Bilgelerimiz şöyle deri: “Yaradan, her bir erdemli kişiye 310 dünyayı miras vermeye yazgılıdır.” Yaradan’ın ödüllerin bir kısmını çalışmalarının karşılığında, geri kalanını ise karşılıksız bir hediye olarak verdiğini söyleyemeyiz, o zaman bu ne işe yarar ki? Utanç lekesi, hediyenin geri kalanında kalacaktır! Gerçekten de onların sözleri sözlük anlamıyla alınmamalıdır, çünkü burada derin bir anlam vardır.

Tüm gerçeklik, tek bir düşünce ile doğdu ve yaratıldı. O, operatördür; operasyonun kendisidir, aranan ödüldür ve emeğin özüdür.

8.Onların sözlerini açıklamadan önce, O’nun dünyaları ve önümüzdeki gerçeği yaratma düşüncesini anlamalıyız. O’nun operasyonları, bizim yolumuz gibi pek çok düşünce tarafından ortaya çıkmadı çünkü O, Bir, Eşsiz ve Birleşiktir. Ve O, basit olduğu için O’ndan yayılan ışıklar da -form çokluğu olmaksızın- basit ve birleşiktir. Şöyle yazıldığı gibi, “Düşüncelerim, sizin düşünceleriniz değildir, yollarınız da Benim yollarım değildir.”

Bu nedenle tüm isimlerin, tüm unvanların ve tüm yukarı ve aşağı dünyaların hepsinin, tek bir eşsiz ve birleşik basit ışık olduğunu anlayın ve farkına varın. Yaradan’da, uzanıp gelen ışık, düşünce, operasyon, operatör ve kalbin düşünebileceği ve tasarlayabileceği her şey, O’nun içinde tek ve aynı şeydir.

Böylece, tüm realitenin, üstte ve aşağıda olanların, ıslahın son halinde, tek bir düşünce ile ortaya çıkmış ve yaratılmış olarak muhakeme edip anlayabilirsiniz. Bu tek düşünce tüm operasyonları gerçekleştirir; tüm operasyonların özü, emeğin amacı ve özüdür. Nahmanides’in “Bir, Eşsiz ve Birleşik” diye açıkladığı gibi, bunun kendisi, tam bir mükemmellik ve ardından koşulan ödüldür.

Kısıtlama meselesi, nasıl mükemmel bir operatörden eksik bir operasyonun ortaya çıktığını açıklar.

9.ARİ, bu kitabın ilk bölümlerindeki, kısıtlama meselesini ayrıntılı bir şekilde açıklar, zira bu çok ciddi bir konudur çünkü tüm bozuklukların ve tüm farklı eksikliklerin, O’ndan uzaması ve gelmesi gerekliliği vardır.

Şöyle yazılmıştır; “Işığı oluşturan ve karanlığı yaratan,” fakat o zaman, bozukluklar ve karanlık tamamen O’nun zıddıdır, peki nasıl olur da birbirlerinden kaynaklanabilirler? Ayrıca, yaratılış düşüncesindeki ışık ve zevkle nasıl bir araya gelebilirler?

Bunların iki ayrı düşünce olduğunu söyleyemeyiz; Tanrı korusun bunu düşünmemeliyiz bile. Peki, bunlar nasıl, O’ndan, bu alçaklık, eziyet ve pislikle dolu olan dünyaya inip geliyor ve tek bir düşünce altında var oluyor?

Kısım İki

Yaratılış düşüncesini açıklar.

10.Şimdi yaratılış düşüncesini açıklığa kavuşturacağız. Kesinlikle “Eylemin sonu başlangıçtaki düşüncededir”. Maddesel insanlarda bile, birçok düşünceleriyle, eylemin sonu ilk düşüncededir. Örneğin, kişi evini inşa ettiğinde, bu uğraşıdaki ilk düşüncesinin, içinde yaşayacağı evin şekli olduğunu biliyoruz.

Bu nedenle, bu ön-tasarım, bu şekil tamamlanana kadar olan, birçok düşünce ve işlemden önce gelir. Bu şekil, tüm eylemlerinin sonunda ortaya çıkan şeydir. Böylece, görüyorsunuz ki “Eylemin sonu başlangıçtaki düşüncededir”.

Hepsinin yaratıldığı eksen ve amaç olan son eylem, Zohar’da yazıldığı gibi, yarattıklarını memnun etmektir. Bilinir ki, O’nun düşüncesi hemen sona erer ve hemen harekete geçer, çünkü O, harekete zorlanan bir insan değildir. Aksine, düşüncenin kendisi tüm işi bir kerede tamamlar.

Bu nedenle, O, yaratıklarını memnun etmek için, yaratılışı düşünür düşünmez, bu ışığın, tam ölçüde, O’ndan uzandığını ve genişlediğini ve O’nun düşünüp tasarladığı hazları biçimlendirdiğini görebiliriz.  Bu tamamen “Yaratılış Düşüncesi” dediğimiz düşüncenin içine dahildir ve bilgelerin özetlediğini burada derinlemesine inceliyoruz.

Bu yaratılış düşüncesini, “Eyn Sof [sonsuz/sonu olmayan] ışığı” adıyla adlandırdığımızı bilin. Çünkü O’nun Kendisini, O’nu herhangi bir isimle tanımlamak için, tek bir sözümüz, söyleyecek şeyimiz yoktur.

Yaratan içindeki ihsan etme arzusu,  zorunlu olarak, yaratılan varlıkta alma arzusunu doğurur ve bu, yaratılan varlığın O’nun bolluğunu aldığı kabdır.

11.Ari, başlangıçta, üst basit bir ışığın tüm gerçekliği doldurduğunu söyledi.Bu demektir ki, Yaradan, yaratılmış varlıkları memnun etmeyi düşündüğü ve ışık O’ndan genişlediği ve görünüşte O’ndan ayrıldığı için, O’nun hazzını alma arzusu bu ışıkta hemen damgalandı.

Ayrıca, bu arzunun genişleyen ışığın tam ölçüsüne göre olduğunu da belirleyebiliriz. Başka bir deyişle, O’nun ışığının ve bolluğunun ölçüsü, O’nun haz verme arzusunun ölçüsündedir, ne daha az ne de daha fazladır.

Bu nedenle, O’nun düşüncesinin gücüyle bu ışıkta damgalanmış olan alma arzusunun özüne “yer” adını veriyoruz. Örneğin, bir kişinin bir kiloluk ekmek yiyebilecek kadar büyük bir midesi olduğunu söylediğimizde, başka bir kişi yarım kilodan fazla ekmek yiyemezse, hangi yerden bahsediyoruz? Bu bağırsakların büyüklüğü değil, iştahın ölçüsüdür. Ekmeğin alınacağı yerin ölçüsünün, ölçüye ve yeme arzusuna bağlı olduğunu görüyorsunuz.

Bolluğu alma arzusunun bolluğun yeri olduğu ve bolluğun arzunun yoğunluğu ile ölçüldüğü maneviyatta daha da fazla böyledir.

Yaratılış düşüncesinde yer alan alma arzusu, Ein Sof adını almak için onu O’nun Kendisinden çıkardı.

12.Bununla, Eyn Sof ışığının, hiçbir kelime söyleyemediğimiz O’nun Kendisinden neden ayrıldığını ve “Ein Sof ışığı” adıyla tanımlandığını öğrenebiliriz. Bu yukarıdaki ayırt ediş nedeniyle, bu ışığın içine, O’nun kendisi tarafından alma arzusunun dahil edilmesi nedeniyledir.

Bu, O’nun Kendisinde hiçbir şekilde bulunmayan yeni bir formdur; zira O kimden alacaktır ki? Bu form da, bu ışığın tam ölçüsündedir. Bunu iyice öğrenin çünkü bunu burada detaylandırmak mümkün değil.

Kısıtlamadan önce, form eşitsizliği alma arzusunda ayırt edilemezdi.

13.O’nun yüceliği içinde, bu yeni form, O’nun ışığından gelen bir değişim olarak tanımlanamazdı. Pirkey de Rabbi Eliezer’de yazıldığı gibi, “Dünya yaratılmadan önce O, Birdir ve O’nun Adı Birdir.”

“O” Eyn Sof içindeki ışığı belirtir ve “O’nun Adı”, Eyn Sof ışığında bulunan Kendisinden alma arzusu olan “yer” anlamına gelir. Bize O’nun Bir ve Adının Bir olduğunu söyler. “O’nun adı” Eyn Sof’un Malhut’udur, alma arzusu denen bu arzu, yaratılış düşüncesinde yer alan tüm gerçekliğe kazınmıştır.

Kısıtlamadan önce, O, O’nun ışığı ve “yer” arasında herhangi bir değişim ve farklılaşma olduğu düşünülmemektedir ve ışık ve “yer” gerçekten birdi. Işık ile karşılaştırıldığında, “yerde” herhangi bir farklılık ve eksiklik olsaydı, o zaman orada kesinlikle iki anlayış olurdu.

Kısıtlama, Ein Sof’un Malhut’unun, onun içindeki alma arzusunu azalttığı anlamına gelir. Sonra ışık kayboldu çünkü kab olmadan ışık olmaz.

14.Kısıtlama hakkında: Işıkta bulunan alma arzusuna Eyn Sof’un Malhut’u denir, bu yaratılış düşüncesidir ve tüm yaratılışı içerir, yükselip O’nun Kendisi ile form eşitliğine gelmek için, kendisini süsleyip güzelleştirir. Kısıtlamanın anlamı şudur ki, Eyn Sof’ta yaratılışın düşüncesi olan Eyn Sof’un Malhut’u denilen ve tüm realiteyi içeren Eyn Sof’un ışığında bulunan alma arzusu, yükselmek ve formunu O’nun Kendisi ile eşitlemek için kendini süsledi. Bu nedenle, O’nun bolluğunu alma arzusunu, dördüncü safhadaki arzu içinde azaltır. Böyle yapmaktaki niyeti, dünyaların yayılması ve aşağıda bu dünyaların yaratılmasıdır.

Böylece alma arzusunun formu düzeltilecek ve ihsan etme formuna geri dönecektir ve bu onu, Yaradan ile form eşitliğine getirecektir. Böylece, alma arzusunu azalttıktan sonra, ışık oradan ayrılır, bilindiği üzere ışık arzuya bağlıdır ve ışığın yeri arzudur, bu yüzden maneviyatta hiçbir zorlama yoktur.

Kısım Üç

Ruhun kökeninin açıklaması

15.Şimdi ruhun kökeni konusunu açıklayacağız. Yukarıda onun Tanrı’nın bir parçası olduğu söylenmişti. “Ruhun formu, onu Bütünden ayırana kadar O’nun basit ışığından nasıl ve ne şekilde farklıdır? diye sorduk. Artık, gerçekten de içinde büyük bir form eşitsizliği olduğunu anlayabiliriz. Her ne kadar akla gelebilecek, hayal edilebilecek bütün formları içeriyor olsa da, yukarıdaki sözlerden sonra O’nun içinde olmayan bir formu yani alma arzusunun formunu görürüz, O kimden alacaktır ki?

Ancak, yaratılış düşüncesi olan, onları memnun etme istediği için yaratılmış olan ruhlar, O’nun bolluğunu almak için bu istek ve özlem yasasıyla zorunlu olarak damgalanmıştır. Burası yaratılanların O’ndan farklı olduğu yerdir, çünkü formları O’ndan farklıdır. Maddesel özün, hareketin gücüyle ve yerin uzaklığı ile ayrılıp bölündüğünü ve manevi bir özün, form eşitsizliği ile ayrılıp ve bölündüğünü zaten açıklamıştık. Birbirlerinden form eşitsizliği ölçüsüne göre, aralarındaki mesafenin ölçüsü de öyledir. Eğer form eşitsizliği, bir uçtan diğer uca kadar, tamamen zıt hale gelirse, onlar o zaman tamamen kesilip ayrılırlar ve birbirlerine yabancı olarak kabul edildikleri için artık birbirlerinden beslenemezler.

Kısım Dört

Alma arzusunun üzerine yapılan kısıtlama ve perdeden sonra, artık o alma arzusu kabı olmaya uygun değildir ve Keduşa (kutsallık) sisteminden ayrılmıştır ve Yansıyan Işık alma kabı gibi hizmet eder ve alma arzusunun kabı, saf olmayan Tuma’a (kirlilik) sistemine verilir.

16.Kısıtlama ve perde, kabın üzerine yerleştirildikten sonra, o “alma arzusu” diye adlandırıldı, iptal edildi ve Keduşa sistemden ayrıldı ve onun yerine yansıyan ışık alma kabı haline geldi, (Bölüm 3’te yazıldığı gibi).

Biliniz ki, Keduşa’nın ABYA’sı ile Tuma’a’nın ABYA’sı arasındaki tüm fark budur. Keduşa’nın ABYA’sının alma kabı, Eyn Sof ile form form eşitliğinde olan yansıyan ışıktan gelir, Tuma’a’nın ABYA’sı ise Eyn Sof’un zıt formu olan kısıtlanmış alma arzusunu kullanmaktadır. Bu onları “yaşamların yaşamından” yani Eyn Sof’dan kesip ayırır.

Adam, Klipot’un [kabukların] mayasıyla beslenir ve böylece alma arzusunu onlar gibi kullanır.

17.Şimdi, O’nun yarattıklarını memnun etmek olan yaratılış düşüncesine derhal dahil edilen bozulmaların kökenini anlayabilirsiniz. Beş genel dünyanın, Adam Kadmon ve ABYA’nın basamaklandırılmasından sonra, Klipot, Tuma’a’nın dört ABYA dünyasında da ortaya çıktı”Tanrı onları birbirine zıt yaratmıştır.”da olduğu gibi. Bu durumda, bulanık maddesel beden önümüze konur, bunun hakkında “insanın kalbinin eğilimi gençliğinden itibaren kötüdür,” denir. Bu böyledir çünkü onun tüm rızkı, gençliğinden itibaren Klipot’un mayasından gelir. Klipot ve Tuma’a’nın tüm meselesi, yalnızca onların sahip oldukları alma arzusunun formudur ve ihsan etme arzusuna sahip değillerdir.

Bununla, onlar O’na zıttırlar çünkü O’nun hiçbir şekilde alma arzusu yoktur ve tek istediği memnuniyet vermek ve ihsan etmektir. Klipot’a “ölü” denmesinin nedeni budur, çünkü formlarının Hayatların Hayatına zıt oluşu, onları O’ndan koparır ve O’nun bereketinden hiçbir şeye sahip değillerdir.

Dolayısıyla Klipot’un mayası ile beslenen beden de hayatın hayatından kopar ve pislikle dolar. Ve tüm bunlar sadece alma arzusu ve ihsan etmemekten kaynaklanmaktadır ki bu onun içine nakşedilmemiştir. Onun arzusu, tüm dünyayı midesine almaya her zaman açıktır. Bu nedenle, “kötüler, yaşamlarında ‘ölü’ olarak adlandırılırlar” çünkü ihsan etme niteliğinden hiçbir şeye sahip olmadıkları köklerindeki temel form eşitsizliği onları O’ndan ayırır ve onlar gerçekten ölü hale gelir.

Her ne kadar günahkâr da sadaka vb. verirken ihsan etme formuna sahip gibi görünse de, Zohar’da onlar hakkında şöyle söylenmiştir; “Yaptıkları her lütfu, kendileri için yaparlar çünkü birincil amaçları, kendileri ve kendi ihtişamlarıdır.”

Ancak, Tora ve Mitzvot’la [emirleri] ödül almak için değil ama Yaradan’larını memnun etmek amacıyla meşgul olan erdemliler, böylece bedenlerini arındırırlar ve alma kaplarını ihsan etme kaplarına dönüştürürler.

Hocamızın dediği gibi, “Bilinir ve ortaya çıkar”, “Küçük parmağım bile zevk almadı.” (Ketubot 104). Bu, onları O’na tamamen bağlı kılar çünkü formları, hiçbir form eşitsizliği olmaksızın Yaratıcı’ları ile aynıdır. Bilgelerimizin ayet hakkında  “Zion’a söyle: ‘Sen benim insanlarımsın,’” dediler. Bu, “Zohar Kitabının Girişi”, Madde 67’de Benimle ortaksınız şeklinde yorumlanmıştır. Bu, O’nun yaratmaya başladığından beri erdemlilerin Yaradan ile ortak olduğu ve erdemlilerin alma kaplarını ihsan etmeye çevirerek bunu bitirdiği anlamına gelir.

Bütün gerçeklik, Eyn Sof’da kapsanır ve varlıktan varoluşa uzanır. Sadece alma arzusu yenidir ve yoktan var oluşa uzanır.

18.Biliniz ki, bilgelerimizin O’nun yokluktan varlığı ortaya çıkardığını söylediği, Yaradan’ın bu yaratılışla yaptığı tüm yenilik meselesi, sadece her yaratılan varlıkta damgalanmış olan haz alma arzusunun formu için geçerlidir. Yaratılışta başka hiçbir şey yenilenmedi ve bu, “ışığı oluşturan ve karanlığı yaratan” ın anlamıdır. Nahmanides, “Yaradan” kelimesini yenilenmenin bir göstergesi olarak yorumlar, yani daha önce var olmayan bir şey.

Gördüğünüz gibi, “ışığı yarat,” demiyor, çünkü bunda yoktan varoluş yoluyla hiçbir yenilik yoktur. Bunun nedeni şudur, ışık ve ışığı içeren her şey, dünyadaki tüm hoş hissiyatlar ve algılar, varlıktan var olmaktan uzanır. Bu, onların zaten O’na dahil oldukları anlamına gelir; bu nedenle, onlarda yenilik yoktur. İşte bu yüzden, onun içinde hiçbir yenilik ve yaratma olmadığına işaret eden “Işığın yaratıcısı” diye yazılıdır.

Bununla birlikte, her türlü hoş olmayan his ve anlayışı içeren karanlık için “ve karanlığın yaratıcısı” denir. Çünkü O bunları tam anlamıyla yokluktan icat etti. Başka bir deyişle, bu, O’nun gerçekliğinde hiçbir şekilde mevcut değildir, ama şimdi yenilenmiştir. Hepsinin kökü O’nun ışıklarının içinde bulunan ve O’ndan yayılan “haz alma arzusunun” formudur.

Başlangıçta üst ışıktan sadece daha karanlıktır ve bu nedenle ışığa kıyasla karanlık denir. Ama sonunda, Klipot [kabuklar], Sitra Ahra [diğer taraf] ve kötüler onun sayesinde ortaya çıkarlar ve bu da onları yaşamın kökünden tamamen koparır.

Bu, “bacakları ölüme iner,” ayetinin anlamıdır. Bacakları bir şeyin sonunu belirtir. Sonunda, ölümün, Malhut’un bacaklarından (O’nun ışığının genişlemesinde var olan zevk alma arzusu) Sitra Ahra’ya ve ondan beslenen ve onu takip edenlere doğru aktığını söyler.

Bizler Eyn Sof’tan uzanan dallar olduğumuz için, kökümüzün içinde bulunan şeyler bize keyif verir, kökümüzde olmayanlar ise külfetli ve acı vericidir.

19.Şunu sorabiliriz, “Alma arzusunun bu form eşitsizliği yaratılan varlıklarda olması gerektiğine göre, nasıl olup da O’ndan uzanacak ve Yaradan olmaktan yaratılan olmaya dönüşecek? Bu sadece yukarıda belirtilen form eşitsizliği ile mümkündür.

Dahası, haz alma arzusunun bu formu, yaratılışın birincil özü, yaratılış düşüncesinin eksenidir. Ayrıca, yukarıda söylediğimiz gibi, yer olarak adlandırılan zevk ve hazzın ölçüsüdür.

O halde, ona “karanlık” denildiğini ve ölüm anlayışına kadar uzandığını nasıl söyleyebiliriz, çünkü o, alttakilerde, Hayatların Hayatından ayrılık ve kopukluk yaratır. Aynı zamanda, O’nun Kendisinden form eşitsizliği nedeniyle alıcılara gelen bu büyük endişenin ne olduğunu ve neden ona karşı büyük gazabın olduğunu da anlamalıyız.

Bu ince meseleyi yeterince açıklamak için önce dünyamızda hissedilen tüm zevklerin ve ıstırapların kökenine açıklık getirmeliyiz. Şunu bilin: Her dalın doğasının köküne eşit olduğu bilinmektedir. Bu nedenle dal, kökteki her davranışı arzular, sever ve imrenir ve kökte olmayan hiçbir davranışa tahammül etmez ve ondan nefret eder.

Bu, her dal ve kökü için geçerli olan, çiğnenemez bir yasadır. O, tüm yarattıklarının kökü olduğu için, O’ndaki ve O’ndan doğrudan uzanan her şey bizim için zevkli ve hoştur, çünkü doğamız kökümüze yakındır. Ayrıca O’nda olmayan ve doğrudan O’ndan bize uzanmayan, aksine yaratılışın kendisine zıt olan her şey doğamıza aykırı olacak ve tahammül etmemiz zor olacaktır.

Örneğin, dinlenmeyi severiz ve dinginlik bulamasak bile tek bir hareket dahi yapmadığımız noktaya kadar, hareketten nefret ederiz. Bunun sebebi kökümüzün hareketsiz ve dingin olmasıdır; O’nda hiçbir hareket yoktur. Bu nedenle, hareket doğamıza aykırıdır ve bizim tarafımızdan nefret edilir.

Aynı şekilde, bilgeliği, gücü, zenginliği ve tüm erdemleri severiz çünkü onlar, kökümüz olan O’nun içinde bulunurlar. Ahmaklık, zayıflık, yoksulluk, iğrençlik ve benzeri gibi karşıtlarından nefret ederiz çünkü onlar, bizim kökümüzde yoktur ve bu da onları bizim için aşağılık ve iğrenç yapar.

Yine de doğrudan O’ndan değil, ama yaratılışın zıttından gelen uzantının nasıl olduğunu incelemeliyiz. Bu, fakir bir arkadaşını çağıran ve her gün bir önceki günden daha fazlasıyla, onu yediren, içiren, gümüş ve altın veren zengin bir adam benzer.

Bu adamın, zengin adamın harika armağanlarında aynı anda iki farklı tadı tattığına dikkat edin: Bir yandan, armağanlarının bolluğundan dolayı ölçülemez bir zevkin tadına varır. Öte yandan, bol nimetlere tahammülü zordur ve onu alırken utanır. Bu mesele, her defasında üzerine yağan bol nimetlerden dolayı onun tahammülsüzlüğüne sebep olur.

Hediyelerden aldığı zevkin, doğrudan varlıklı hayırseverden uzandığı, ancak hediyelerden hissettiği huzursuzluğun varlıklı hayırseverden gelmediği ama alıcının özünden geldiği kesindir. Almaktan ve bedava hediye yüzünden, onun içinde utanç uyanır. Gerçek şu ki, bu da zengin adamdan gelir, ama dolaylı olarak.

Alma arzusu kökümüzde olmadığı için, bundan utanç ve tahammülsüzlük duyarız. Bilgelerimiz şöyle yazmıştır, “O,  bunu düzeltmek için bize bu dünyada Tora ve Mitzvot için çalışmayı hazırladı; alma arzusunu ihsan etmeye çevirmek için.”

20.Yukarıda söylenenlerin hepsinden, O’ndan bize dolaylı olarak uzanan tüm formların sabrımızı zorladığını ve tabiatımıza aykırı olduğunu öğrenmekteyiz. Böylece alıcının içinde oluşturulan yeni formun yani “haz alma arzusunun”, O’ndan daha düşük ya da daha önemsiz olmadığını göreceksiniz. Dahası, bu O’nun yaratımının birincil eksenidir. Bu olmadan, hiçbir yaratılış olamazdı. Ancak, bu formun taşıyıcısı olan alıcı, kökünde bu form olmadığı için “ben”inden kaynaklanan hoşgörüsüzlüğü hisseder.

Bununla, bu dünyanın “kendisinin olmayanı yiyen birinin, başkasının yüzüne bakmaktan korkması” yüzünden yaratıldığını söyleyen bilgelerimizin cevabını anlamayı başardık. Görünüşte şaşırtıcı ama şimdi onların bu sözleri, bize çok hoş geliyor çünkü haz alma arzusunun form eşitsizliği konusundan, bunun ruhlarda var olmasının zorunluluğundan söz ediyorlar çünkü “kendisinin olmayanı yiyen kişi, başkasının yüzüne bakmaktan korkar.” Yani, bir hediyeyi alan herhangi bir alıcı, kökün bu alma formuna sahip olmadığı için, Kökten gelen form eşitsizliğinden dolayı onu alırken utanır. Bunu düzeltmek için, O, ruhun gelip bir bedende kıyafetlendiği bu dünyayı yarattı. Yaratıcısına memnuniyet getirmek için Tora ve Mitzvot’a [emirlere] bağlılık yoluyla, ruhun alma kapları ihsan etme kaplarına dönüştürülür.

Bu nedenle, kendisi için mükemmel bolluğu istemez, yine de bolluğu, ruhların O’nun bolluğundan haz almasını isteyen Yaratıcısına memnuniyet getirmek için alır. Kendisi için alma arzusundan arındığı için, artık onun yüzüne bakmaktan korkmaz ve böylece yaratılanın tüm mükemmelliğini ortaya çıkarır.

Alma formunu ihsan etme formuna dönüştürmeye yönelik bu büyük emeğin ancak bu dünyada kavranabileceği, bu dünyaya uzun bir geçişin gerekliliği ve zorunluluğu aşağıda açıklanacaktır.

Kötüler iki misli kaybeder ve erdemliler iki misli miras alır.

21.Gelin ve kötülerin ipin iki ucunu tuttukları için iki kat kaybettiğini görün. Bu dünya, iyi bolluğun eksikliği ve ihtiyacı ile yaratılmıştır, bunu elde etmek için hareket etmeye ihtiyacımız vardır. Hareket çokluğunun insana acı verdiği bilinir çünkü bu O’nun özünden dolaylı bir uzantıdır. Ancak maldan ve varlıktan mahrum kalmak da imkansızdır, bunun için de köke zıttır, çünkü kök bollukla doludur. Bu nedenle, servet elde etmek için hareket etmenin azabını seçeriz.

Ancak, tüm malları ve servetleri yalnız kendileri için olduğundan ve “yüzü olan iki yüz ister” olduğundan “kişi, arzusunun yarısı elinde ölür.” Böylece her iki taraftan da acı çekerler: artan hareketin ızdırabından ve yarısından yoksun oldukları malların eksikliğinin üzüntüden dolayı acı çeker.

Ancak “Erdemliler, topraklarında iki misli miras alacaktır.”  Başka bir deyişle, bir kez alma arzusunu, ihsan etme arzusuna dönüştürdüklerinde ve aldıklarını, ihsan etmek için aldıklarında, iki misli miras alırlar. Onlar sadece zevkin ve servetin mükemmeliyetine kavuşmakla kalmaz, Yaratan’ları ile form eşitliğini de elde ederler. Böylece gerçek yapışmaya gelirler ve bolluk kendilerine, herhangi bir hareket ya da çaba olmadan kendiliğinden geldiği için de sükûnet içindedirler.

Kısım Beş

Yaratılış düşüncesi, ıslahın sonuna kadar, gerçeklikteki her öğeyi birbirinden türemeye/kaynaklanmaya zorlar.

22.Şimdi, yukarıdakilerin tümü ile ödüllendirildiğimize göre, O’nun benzersizliğini, düşüncelerinin bizim düşüncelerimiz olmadığını ve önümüzde duran bu realitede algıladığımız tüm madde ve formların bolluğunun, O’nun yarattıklarını memnun etmek için yaratılışın düşüncesi olarak tek bir düşüncede, O’nda birleştiğini biraz anlayacağız. Bu tek düşünce, ıslahın sonunda mükemmel bir birlik içinde gerçekliğin tamamını kapsar çünkü yaratılışın bütün amacı budur ve operatör de budur, tıpkı işleyen kuvvet gibi.Bu nedenle O’nda sadece bir düşünce olan şey, yaratılmış varlıklarda bağlayıcı bir yasadır. O, bizi memnun etmeyi düşündüğü için, O’nun iyi bolluğunu almamız zorunlu olarak içimizde gerçekleşti.

Bu operasyondur. Bunun anlamı şudur, haz alma arzusunun bu yasası içimize damgalandıktan sonra, kendimizi “operasyon” adıyla tanımlarız. Bu böyledir çünkü bu form eşitsizliği yüzünden Yaradan olmayı bırakıp yaratılan varlık haline geliriz ve Operatör olmaktan operasyon haline geliriz.

Bu çaba ve çalışmadır. Bu, işletilende işleyen kuvvet nedeniyle, dünyalar aşağıya doğru basamaklandıkça, bu dünyadaki bedenden ayrılana kadar içimizdeki alma arzusu artar, kendi dışındakine asla ihsan etmeyen, hayatların hayatına zıt forma geliriz ve bu, bedenlere ölüm ve ruha her türlü azap ve meşakkati getirir.

Bu Tora ve Mitzvot’ta Yaradan’ın çalışmasının anlamıdır. Kısıtlanmış yerdeki çizginin aydınlanması yoluyla, kutsal isimler – Tora ve Mitzvot – yayılır. Yaradan’a memnuniyet vermek için Tora ve Mitzvot’ta çalışarak, alma kaplarımız yavaş yavaş ihsan etme kaplarına dönüşür ve bu, tüm aranan ödüldür.

Alma kaplarımız ne kadar bozuksa, form eşitsizliği korkusuyla, O’nun bolluğunu almak için ağzımızı açmamız da o kadar imkânsızdır. Bu, “kendisine ait olmayanı yiyen, başkasının yüzüne bakmaya korkar,” örneğindeki gibidir çünkü ilk kısıtlamanın nedeni buydu. Ancak alma kaplarımızı ihsan etmek üzere çalışacak şekilde düzelttiğimizde, kaplarımızı Yaratıcıları ile eşitler ve O’nun bolluğunu sınırsızca almaya uygun hale geliriz.

Böylece görüyorsun ki önümüzdeki yaratılışın bütünündeki tüm bu zıt formlar, yani işletenin ve işletilenin formu, bozulma ve ıslahların formu, emeğin formu ve onun ödülü, O’nun tek düşüncesine dahildir. Basit bir ifadeyle, “O’nun yarattıklarını memnun etmektir”, tam olarak budur, ne eksik ne fazla.

Hem kutsal Tora’mızdaki hem de dış öğretilerdeki kavramlar olmak üzere tüm kavram çeşitliliği de bu düşünceye dahildir. Aşağıda uygun yerlerde açılayacağım gibi her birindeki tüm yaratılışlar, dünyalar ve çeşitli davranışlar, bu tekil düşünceden kaynaklanır.

Eyn Sof’un Malhut’u, Malhut’un oraya herhangi bir Sof [son] yerleştirmediği anlamına gelir.

23.Yukarıdakilere göre, Eyn Sof’ta bir Malhut’u tanımanın mümkün olduğuna dair şüphelilerin çığlıklarından kapıların titrediği, Eyn Sof’un Malhut’u ile ilgili Tikkuney Zohar’da [Zohar’ın bir parçası] sunulanı anlayabiliriz.Çünkü eğer yapabilirsek, bu, ilk dokuz Sefirot’un da orada olduğu anlamına gelir! Sözlerimizden, Eyn Sof’un ışığına zorunlu olarak dahil olan alma arzusunun Eyn Sof’un Malhut’u olarak adlandırıldığı çok açık hale gelir.

Ancak Malhut, orada Ein Sof’un ışığına bir sınır ve bir son koymadı çünkü alma arzusundan kaynaklanan form eşitsizliği onda henüz belirginleşmemişti. Bu yüzden ona Ein Sof denir, yani Malhut oraya bir son koymaz. Tersine, kısıtlamadan aşağıya doğru, Malhut’un gücüyle her Sefira ve Partzuf’ta bir son yapılmıştır.

Kısıtlama’dan aşağıya bir son koyar. Yalnız bundan sonra Malhut’un gücü, Partzuf’un her Sefira’sına bir Sof koyar.

Kısım Altı

HaVaYaH’ın dört harfi olan dört aşama dışında, alma arzusunun herhangi bir özde ortaya çıkması imkansızdır.

24.Malhut’ta meydana gelen sonu tam olarak anlamak için bu konuyu biraz detaylandıralım. İlk olarak, Kabalistlerin neyi belirlediklerini ve Zohar ve Tikkunim’de bize sunduklarını açıklayacağız: Dört harfli HaVaYaH adının sırasına göre düzenlenmemiş üst dünyalarda veya alt dünyalarda büyük veya küçük hiçbir ışık yoktur.

Bu, Hayat Ağacı’nda sunulan, bir kapta kıyafetlenmeyen dünyalarda ışık olmadığı yasasıyla el ele gider. O’nun Kendisin ile O’ndan genişleyen Işık arasındaki farkı zaten açıklamıştım. Bu sadece O’nun genişleyen ışığında bulunan haz alma arzusundan kaynaklanır, Kendisi’den form eşitsizliği vardır, çünkü O’nda böyle bir arzu yoktur.

Bu, genişleyen ışığı “yayılmış varlık” adıyla tanımlar, çünkü bu form eşitsizliğinden dolayı ışık, Yaratıcı olmaktan çıkar ve yaratılan bir varlık haline gelir. O’nun ışığında bulunan haz alma arzusunun da ışığın büyüklüğünün ölçüsü olduğu anlatılır. Bu, ışığın “yeri” olarak adlandırılır, yani onun bolluğunu alma arzusunun ve özleminin ölçüsüne göre alır, daha fazla veya daha az değil.

Aynı zamanda bu alma arzusu meselesinin, yokluktan var olma yoluyla dünyaların yaratılmasında yaratılan yenilik olduğunu da açıklar. Tek başına bu form, O’nun Kendisine hiçbir şekilde dahil değildir ve Yaradan ancak şimdi onu yaratılışın amacı için yaratmıştır. “Ve karanlığı yaratır” ın anlamı budur, çünkü bu form, içindeki form eşitsizliği nedeniyle karanlığın köküdür. Bu nedenle içinde ve onun yüzünden genişleyen ışıktan daha karanlıktır.

Şimdi, O’ndan anında yayılan her bir ışığın iki anlayıştan oluştuğunu görüyorsunuz: İlk idrak, içinde “haz alma arzusu” formu ortaya çıkmadan önce, genişleyen ışığın kendisidir. İkinci idrak, içinde “haz alma arzusu” ortaya çıktıktan sonradır, bu sırada form eşitsizliğinin edinilmesi nedeniyle daha kalın ve biraz daha karanlık hale gelir.

Böylece, birinci anlayış ışıktır ve ikinci anlayış kaptır. Bu nedenle, her bir genişleyen ışık, kap üzerindeki izlenimde dört safhadan oluşur. Bunun nedeni, “genişleyen ışığa bir kap” olarak adlandırılan alma arzusunun formunun bir anda değil, işletilen ve işleyen yoluyla tamamlanmasıdır. İşletende iki idrak ve işletilende iki idrak vardır. İşletende bunlara “potansiyel” ve “gerçek”, işletilende “potansiyel” ve “gerçek” denir ve bunlar dört idrak oluşturur.

Alma arzusu, yaratılan varlıkta kendi isteğiyle almak için uyanışı aracılığıyla oluşur.

25.Kab, karanlığın kökü olduğundan, ışığın zıttı olduğu için, neden ve sonuç yoluyla yavaş, kademeli olarak işlemeye başlaması gerekir. “Su gebe kaldı ve karanlığı doğurdu” (Midraş Raba, Şemot, 80; 22) ayetinin anlamı budur.

Karanlık, ışığın kendisinin bir sonucudur ve tıpkı gebe kalma ve doğumda olduğu gibi, potansiyel ve fiili anlamında, onun tarafından işletilir. Bu, alma arzusunun her genişleyen ışığa zorunlu olarak dahil olduğu anlamına gelir. Bununla birlikte, bu arzu açıkça aydınlığa kavuşturulmadan önce bir form eşitsizliği olarak görülmez. Ancak, bu Arzu, Işığın içine açıkça yerleştirilmeden önce bir Form eşitsizliği olarak kabul edilmez.

Yaratıcı tarafından ışığın içinde birleştirilen alma arzusu bunun için yeterli değildir. Tersine, yaratılan varlığın kendisi, eyleminde, alma arzusunu kendi seçimi anlamında, bağımsız olarak göstermelidir. Bunun anlamı şudur ki kişi, Yaratıcı tarafından kendi içindeki genişlemenin ışığının ölçüsünden daha fazla, kendi iradesiyle bolluğu yaymalıdır.

Yaratılan varlık, arzusunun ölçüsünü artırmak için kendi seçimiyle çalıştırıldıktan sonra, özlem ve alma arzusu onda sabitlenir ve ışık bu kabı kalıcı olarak giydirebilir.

Eyn Sof ışığının görünüşte dört safhanın tümüne yayıldığı doğrudur, dördüncü olan yaratılan varlık tarafından arzunun tam ölçüsüne ulaşır çünkü hiçbir şekilde O’ndan çıkıp kendine Eyn Sof anlamına gelen bir isim almayacaktı.

Ancak, O’nun yüceliği içinde, form alma arzusu nedeniyle hiç değişmedi ve orada, ışık ile haz alma arzusu olan ışığın yeri arasında hiçbir değişiklik yoktur; onlar bir ve aynı şeydir.

Pirkey de Rabbi Eliezer’de şöyle yazılmıştır; “Dünya yaratılmadan önce, O Birdi ve O’nun Adı Bir idi”. Bu çifte referansı, “O” ve “O’nun Adı”nı anlamak gerçekten zordur. Dünya yaratılmadan önce O’nun Adının orada ne işi var? “Dünya yaratılmadan önce O Bir idi,” demesi gerekirdi.

Ancak bu, kısıtlamadan önceki Eyn Sof ışığına atıfta bulunur. Orada bir yer ve O’ndan bolluğu alma arzusu olsa da, yine de ışık ile “yer” arasında bir değişiklik ve ayrım yoktur.

“O birdir”, Eyn Sof’un ışığı anlamına gelir. “O’nun adı birdir” hiçbir değişiklik olmaksızın orada bulunan haz alma arzusu anlamına gelir. Bilgelerimizin ne ima ettiğini anlayın, “O’nun adı” Gematria’da arzu, yani “haz alma arzusu”dur.

Yaratılış düşüncesindeki tüm dünyalara “Ein Sof ışığı” denir ve orada alıcıları içeren şeye Eyn Sof’un Malhut’u denir.

26.“Eylemin sonu ilk düşüncededir” ile ilgili olarak, O’nun yarattıklarını memnun etmek için Kendisinden genişleyen yaratılış düşüncesi olduğu zaten açıklanmıştır. O’nda, düşüncenin ve ışığın bir ve aynı şey olduğunu öğrendik. Bu nedenle, O’nun Kendisinden genişleyen Eyn Sof ışığı, çalışmanın sonu olan gelecekteki ıslahın sonuna kadar önümüzdeki tüm gerçekliği içerir. O’nda, tüm yaratılanlar, O’nun kendilerine bahşetmek istediği tüm mükemmellikleri ve sevinçleri ile zaten eksiksizdir.Tamamen eksiksiz olan bu realiteye “Ein Sof ışığı” denir ve onları içerene de Eyn Sof’un Malhut’u denir.

Kısım Yedi

Sadece dördüncü safha kısıtlanmış olmasına rağmen, ışık ilk üç safhadan da ayrıldı.

27.Yaratılış düşüncesinin kapsayıcı noktası olan orta noktanın, yani onun içindeki haz alma arzusunun, Yaratıcı ile form eşitliğini artırmak için kendisini süslediği daha önce açıklanmıştır. Yaratıcı’nın bakış açısından, O’nun Yüceliğinde hiçbir form eşitsizliği olmamasına rağmen, arzunun noktası, zengin adam hakkındaki hikâyede olduğu gibi, O’nun özünden bir tür dolaylı uzantı olarak hissetti. Bu nedenle, alma arzusunun tam Gadlut’u [büyüklüğü/yetişkinliği] olan son safhadan, O’nun özünden doğrudan uzatma/genişleme yoluyla yapışmayı artırmak için arzusunu azalttı.

Sonra ışık, her yerden yani o yerde var olan dört dereceden hepsinden boşaltıldı. Arzusunu yalnızca dördüncü safhada azaltmasına rağmen bölünemez olmak, maneviyatın doğasıdır.

Daha sonra, ilk üç safhadan bir ışık çizgisini yeniden uzattı ve dördüncü safha boş bir alan olarak kaldı.

28.Daha sonra Eyn Sof ışığı boşalan yere bir kez daha yayıldı. Dört safhada da tüm yeri doldurmadı ama kısıtlama noktasındaki arzu gibi, sadece üç safhayı doldurdu. Bu nedenle, kısıtlanan orta nokta boş ve boşluk olarak kaldı çünkü ışık sadece dördüncü aşamada aydınlandı, ama tam olarak değil ve Eyn Sof ışığı orada durdu.

Bundan sonra üst dünyalarda uygulanan safhaların birbiri ile bütünleşmesi konusunu açıklayacağız. Şimdi görüyorsunuz ki dört safha, dört safhanın kendisinde de olacak şekilde birbirine dahil edilmiştir. Böylece, Eyn Sof ışığı, dördüncü safhada da içindeki ilk üç safhaya ulaştı ve sadece dördüncü safhadaki son safha boş ve ışıksız kaldı.

Kısım Sekiz

Hohma’ya “ışık” ve Hasadim’e “su” denir. Bina’ya “üst su” ve Malhut’a “alt su” denir.

29.Şimdi alma arzusunun formunu tamamlamak için gerekli olan dört neden ve sonuç aşamasının anlamını, “Su gebe kaldı ve karanlığı doğurdu” bölümünde olduğu gibi açıklayacağız. Atzilut’taki ışıkta iki anlayış vardır.İlk anlayışa “ışık” denir ki bu Hohma’dır ve ikinci anlayışa Hasadim olan “su” denir.

İlk anlayış, aşağıdan herhangi bir yardım almadan, yukarıdan aşağıya doğru uzanır. İkinci anlayış, aşağıdakinin yardımı ile genişler, dolayısıyla su adını alır, çünkü bu temeli yukarıda olan ışığın ve temeli aşağıda olan suyun doğasıdır.

Ayrıca suda da iki anlayış vardır: Üst Su, dört anlayışın, ikinci anlayışı ve Aşağı Su, dört anlayışın, dördüncü anlayışı.

Alma arzusu olan kabı ortaya çıkarmak için Ein Sof ışığının dört safhaya genişlemesinin açıklaması.

30.Bu nedenle, Eyn Sof ışığının herhangi bir genişlemesi on Sefirot’tan oluşur, çünkü kök ve Yaratıcı olan Eyn Sof’un ışığına Keter denir. Genişlemenin ışığının kendisine Hohma denir ve bu, yukarıdan, Eyn Sof’tan gelen ışığın genişlemesinin tam ölçüsüdür.

Alma arzusunun yukarıdan gelen ışığın her genişlemesine dahil olduğu daha önce söylenmişti. Bununla birlikte, alma arzusunun formu, yaratılan varlıkta, genişlemesinin ölçüsünden daha fazla ışık yayma arzusu uyanmadan önce fiilen görünür hale gelmez.

Bu nedenle, alma arzusu genişlemenin ışığına hemen potansiyel olarak dahil edildiğinden, ışık potansiyeli gerçeğe getirmek zorunda kalır. Sonuç olarak, ışık, Ein Sof’tan genişlemesinin ölçüsünden daha fazla ek bolluğu genişletmek için uyanır. Bununla, alma arzusu pratikte o ışıkta ortaya çıkar ve hafif bir form eşitsizliği yoluyla yeniliğin formunu alır, çünkü yeni form tarafından daha kalın hale geldiği için bu onu ışıktan daha karanlık yapar.

Daha kalın hale gelen bu parçaya Bina denir. Bu, “Ben Bina’yım [anlayış], güç (Gevura) benimdir,” sözünün anlamıdır.  Gerçekte Bina, Hohma’nın bir parçasıdır, yani Ein Sof’un genişlemesinin gerçek ışığıdır. Bununla birlikte, arzusunu arttırdığı ve Eyn Sof’tan içindeki genişlemenin ölçüsünden daha fazla bolluk çektiği için, böylece form eşitsizliği elde etmiş ve ışıktan biraz daha kalınlaştı. Böylece Sefira Bina olan kendi adını aldı.

Arzunun yoğunlaşmasının gücüyle Eyn Sof’tan yaydığı ek bolluğun özüne “Hasadim ışığı” veya “yukarı su” denir. Bunun nedeni, bu ışığın Hohma’nın ışığı gibi doğrudan Eyn Sof’tan değil, arzuyu yoğunlaştıran yaratılan varlığın yardımıyla uzanmasıdır. Bu nedenle o, “Hasadim ışığı” veya “su” olarak adlandırılmak için kendi adını hak eder.

Şimdi Sefira Bina’nın üç ışık anlayışından oluştuğunu görüyorsunuz: İlk anlayış, Hohma ışığının bir parçası olan Bina’nın kendi ışığıdır. İkincisi, onun giderek kalınlaşması ve arzunun yoğunlaşmasıyla elde edilen ondaki form eşitsizliğidir. Üçüncü kavrayış, Ein Sof’tan kendi uzantısı yoluyla kendisine gelen Hasadim’in ışığıdır.

Ancak bu yine de tüm alma kabını tamamlamaz, çünkü Bina’nın özü çok yüce olan Hohma’nın ışığıdır, Eyn Sof ışığından doğrudan bir genişlemedir. Sonuç olarak, Bina’da yalnızca alma kaplarının kökü ve kabın işleyişinin operatörü ortaya çıkar.

Sonrasında, yoğunlaşmasının gücüyle yaydığı aynı Hasadim ışığı bir kez daha ondan yayıldı ve Hohma’nın bir miktar aydınlanması eklendi. Hasadim ışığının bu genişlemesine Zer Anpin veya HGT denir.

Bu genişlemenin ışığı, Bina’dan genişlemesinde Hohma’nın aydınlanma ölçüsünden daha fazla, yeni bir bolluğu yayma arzusunu da arttırdı. Bu genişleme aynı zamanda iki safha olarak kabul edilir, çünkü genişlemenin ışığının kendisine ZA veya VAK, içindeki yoğunlaşmaya ise Malhut denir.

On Sefirot’a şu şekilde geliriz: Keter Eyn Sof’tur; Hohma, Ein Sof’tan gelen genişlemenin ışığıdır; Bina, bolluğu artırmak için yoğunlaşan Hohma’nın ışığıdır, onun sayesinde daha da kalınlaşır. HGT NHY’den oluşan ZA, Bina’dan genişleyen Hohma’nın aydınlanması ile Hasadim’in ışığıdır ve Malhut, Hohma’nın ZA’dan daha fazla aydınlanmasını eklemek için ikinci yoğunlaştırmadır.

Arzu’daki dört safha, KHB TM olan HaVaYaH’ın dört harfidir.

31.Dört harfli İsimdeki dört harfin anlamı şudur: Yod’un ucu Ein Sof’tur, yani işletim gücü, O’nun yarattıklarını memnun etmek olan yaratma düşüncesini, yani Keter’in kabını içerir. Yod Hohma’dır yani Eyn Sof’un genişleme ışığında bulunan potansiyelde fiili olan birinci safhadır. İlk Hey Bina’dır ikinci safha anlamına gelir, potansiyelin gerçekleşmesi olarak kabul edilir, yani Hohma’dan daha kaba büyüyen ışıktır.

Vav Zer Anpin veya HGT NHY, Bina aracılığıyla ortaya çıkan Hasadim ışığının genişlemesi anlamına gelir. Bu, üçüncü safhadır, operasyonu ifşa etme potansiyeli, HaVaYaH’daki en alttaki Hey. Malhut dördüncü safha anlamına gelir, Bina’dan genişleme ölçüsünden daha fazla bolluk yaymak için yoğunlaşan alma kabındaki eylemin tam tezahürüdür. Bu, alma arzusunun formunu ve kabını giyinen ışığı tamamlar, alma arzusu daha önce değil ama ancak bu dördüncü safhada tamamlanır.

Şimdi şunu kolayca görebilirsiniz ki dört safha olan dört harfli İsim altında düzenlenmeyen üst ve alt dünyalarda ışık yoktur. Bu olmazsa, her ışıkta olması gereken alma arzusu eksik kalacaktır, çünkü bu arzu o ışığın yeri ve ölçüsüdür.

HaVaYaH’ın Yod ve Vav harfleri incedir çünkü onlar sadece potansiyel olarak algılanır

32.Bu bizi şaşırtabilir, çünkü Yod, Hohma’yı ve Hey, Bina’yı ima eder ve On Sefirot’ta var olan ışığın tamamı Hohma’nın Sefira’sındadır, Bina, Zeir Anpin ve Malhut Hohma’ya göre sadece giysilerdir. Bu nedenle Hohma, dört harfli İsimdeki büyük harfi almalıydı.

Mesele şu ki, dört harfli İsim’in harfleri on Sefirot’taki ışığın ölçüsünü ve miktarını ima etmez veya belirtmez. Bunun yerine, kabın izlenim ölçülerini gösterirler. Tora parşömenindeki beyaz, ışığı ima eder ve Tora parşömenindeki siyah olan harfler, kabların niteliğini gösterir.

Bu nedenle, Keter yalnızca kabın kökünün kökü olarak algılandığından, yalnızca Yod’un ucunda ima edilir. Gerçekte ortaya çıkmayan güç olan Hohma, harflerin en küçüğü olan Yod ile ima edilir.

Gücün eylemle uygulandığı Bina, en geniş harf olan Hey ile gösterilir. ZA, yalnızca eylemin icrası için güçtür ve bu nedenle uzun ve dar bir harf olan Vav ile ima edilir. İnceliği, kabın özünün henüz gizlendiğini ve potansiyelde kaldığını gösterir. Çizginin uzunluğu, genişlemesinin sonunda tüm kabın onun içinden göründüğünü gösterir.

Hohma, genişleme yoluyla tüm kabı tezahür ettirmeyi başaramadı çünkü Bina, hala eksik bir kabdır; daha ziyade kabın operatörüdür. Bu nedenle Yod’un bacağı kısadır, bu da onun hala kısa olduğunu ve içinde gizlenen güç ve genişlemesi yoluyla tam bir kab ortaya çıkarmadığını ima eder.

Malhut da, Bina gibi, Hey harfiyle ima edilir, geniş bir harftir ve tam formunda görünür. Bina ve Malhut’un aynı harflere sahip olması sizi şaşırtmamalı çünkü ıslah dünyasında onlar gerçekten benzerdirler ve kaplarını birbirlerine ödünç verirler, “Ve ikisi gitti” ayetinde olduğu gibi.

Kısım Dokuz

Manevi hareket, yeni bir form değişikliği anlamına gelir

33.Bu bilgelikteki neredeyse her kelimede karşılaştığımız, zaman ve hareketin anlamını yine de incelemeliyiz. Aslında, manevi hareketin bir yerden diğerine somut bir hareket etmek gibi olmadığını bilmelisiniz. Bu yeni bir forma atıfta bulunur. Her yeni formu “hareket” başlığıyla adlandırıyoruz. Maneviyatta meydana gelen yeni bir form değişikliği anlamına gelen bu yenilik, önceki bu genel manevi formunun aksine, o, maneviyattan ayrılmış ve uzaklaşmış kabul edilir. Kendi adı ve otoritesi ile ortaya çıktığı, bununla tıpkı bir kısmının ayrılan ve başka bir yere taşınan maddesel bir öz haline geldiği kabul edilir. Bu nedenle, yeni forma “hareket” denir.

“Manevi zaman”, birbirinden kaynaklanan belirli sayıda yeni form değişikliği anlamına gelir. Önceki ve sonraki, neden ve sonuç anlamına gelir.

34.Zamanın manevi tanımıyla ilgili olarak, bizim için tüm zaman kavramının yalnızca bir hareket hissi olduğunu anlayın. Hayal gücümüz, birer birer algıladığı belirli sayıda ardışık hareketi resmeder ve tasarlar ve bunları belirli bir “zaman” miktarı olarak yorumlar. Dolayısıyla kişi çevresiyle tam bir dinlenme halinde olsaydı, zaman kavramının farkında bile olmazdı. Maneviyatta da böyledir: Sebep ve sonuç olarak birbirine karışan belirli bir miktar yeni form “manevi hareketler” olarak kabul edilir ve bunlara maneviyatta “zaman” denir.Ayrıca “önce” ve “sonra” her zaman “neden ve sonuç” anlamına gelir.

Kısım On

Yaratılan varlığa atfedilen tüm madde, alma arzusudur. İçindeki herhangi bir ekleme, Yaratıcı’ya atfedilir.

35.Bilin ki, yaratılan varlıktaki alma arzusunun, onun kabı olduğu açıklığa kavuşturulmuştur. Ayrıca bilin ki o, yaratılan varlığa atfedilen tüm genel özdür. Bunun dışında var olan her şey Yaratıcı’ya atfedilir.

Alma arzusu, her özün ilk formudur. Özde bir edinim olmadığı için ilk formu  “madde” olarak tanımlarız.

36.Alma arzusunu özde bir olay ve bir form olarak algılamamıza rağmen, onu özün maddesi olarak nasıl algılıyoruz? Doğrusu, bize yakın olan özlerde de durum aynıdır. Beş duyumuzun tamamı buna uygun olmadığı için, herhangi bir özde herhangi bir edinim veya algımız olmadığı için, özdeki ilk forma “özdeki ilk madde” adını veriyoruz. Görme, işitme, koku alma, tatma ve dokunma, dikkatle inceleyen akla, duyularımızla iş birliği yoluyla formüle edilen özün “olaylarının” yalnızca soyut biçimlerini sunar.

Örneğin, kimyasal bir işlemle ayrılmış herhangi bir özün en küçük elementlerindeki en küçük, mikroskobik atomları bile alırsak, bunlar da sadece göze bu şekilde görünen soyut formlar olur. Daha doğrusu onları, içlerinde bulduğumuz alma ve alma arzusunun yollarıyla ayırt eder ve far ederiz.

Bu işlemlerden sonra bu çeşitli atomları ayırt edip o özün ilk maddesine ayırabiliriz. Bununla birlikte, o zaman bile, bir madde değil, özdeki güçlerden başka bir şey olmayacaklardır.

Böylece, maddesellikte bile, ilk maddenin, onu takip eden diğer tüm olayları ve formları taşıyan ilk madde olduğunu varsaymaktan başka, ilk özü anlamak için başka bir yolumuz olmadığını görürsünüz. Bu, maddi ve hayali olanın geçerli olmadığı üst dünyalarda çok daha fazladır.

Kelimelerin Anlamına İlişkin Soru Tablosu

Not: Bir konudaki bir kelimenin anlamını unutmak, o kelimeyi konudan silmekten daha kötüdür. Bunun nedeni, yabancı bir algının konuyu tamamen bulanıklaştırmasıdır. Bu nedenle kendinizi, Sorular ve Cevaplar Tablosu’na alıştırın, ta ki bunları ezbere ve sorunsuzca cevaplayana kadar.

  1. Işık Nedir?
  2. Işık ve Kab Nedir?
  3. Dairesel Işık Nedir?
  4. Basit Işık Nedir?
  5. Hohma Işığı Nedir?
  6. Hasadim Işığı Nedir?
  7. Boş Hava Nedir?
  8. Sonrasında Nedir?
  9. Orta Nedir?
  10. Bir nedir
  11. Yaradan Nedir?
  12. Yapışma Nedir?
  13. Eşitlik Nedir?
  14. Genişleme Nedir?
  15. Rafine Nedir?
  16. Zaman Nedir?
  17. Karanlık Nedir?
  18. Hohma Nedir?
  19. Boşluk Nedir?
  20. Önce ve Sonra Nedir?
  21. Benzersiz ve Birleşik Nedir?
  22. Birleşme Nedir?
  23. Sağ ve Sol Nedir?
  24. Yapıcı Nedir?
  25. Kab Nedir?
  26. Yukarı Nedir?
  27. Yaratıcı Nedir?
  28. Ruhun Kökeni Nedir?
  29. Aşağı Nedir?
  30. Birleşik Nedir?
  31. Eyn Sof’un Malhut’u Nedir?
  32. Yukarıdan Aşağıya Nedir?
  33. Yerine Getirmek Nedir?
  34. Yukarı Aşağı Nedir?
  35. Yer Nedir?
  36. Kare Nedir?
  37. Üçgen Nedir?
  38. Dokunmak Nedir?
  39. Orta Nokta Nedir?
  40. Sof Nedir?
  41. Daire, Daireler Nedir?
  42. Üst Nedir?
  43. Ayrılık Nedir?
  44. Boş Nedir?
  45. Basit Nedir?
  46. Kısıtlama Nedir?
  47. Çizgi Nedir?
  48. Yakın Nedir?
  49. Roş Nedir?
  50. Rüzgar Nedir?
  51. Basit Arzu Nedir?
  52. İsim Nedir?
  53. Toch Nedir?
  54. Hareket Nedir?

 

1. Işık (1. Kısım, İç Gözlem, 18)

Kelim’in özü dışında her şey olan “varoluştan varoluş” olarak mevcut olan, dünyalardaki her şey. (bkz. Madde 2 ve 24)

2.Işık ve kab (Kısım 1, Bölüm 1, İç Işık, 6)

Yaratılan varlıktaki alma arzusuna kab denir ve aldığı bolluğa ışık adı verilir.

3. Dairesel Işık (Bölüm 1, Bölüm 1, İç Işık, 100)

Dereceleri ayırt etmeyen bir ışık.

4. Basit Işık (Bölüm 1, Bölüm 1, İç Işık, 30)

Kli’yi, ışık ve kabın ayırt edilemez olduğu noktaya kadar içinde barındıran bir ışık.

5. Hohma Işığı (Bölüm 1, Bölüm 1, İç Işık, 50)

İlk genişlemede yaratılan varlığa uzanan bir ışık, yaratılan varlığın genel canlılığı ve benliğidir/kendisidir.

6. Hasadim Işığı (Bölüm 1, Bölüm 1, İç Işık, 5)

Hohma ışığını giydiren ve ilk yoğunlukta yaratılan varlığa uzanan bir ışık.

7. Boş Hava (Bölüm 1, Bölüm 1, İç Işık, 5)

Hohma ışığında giyinmeden önce Hasadim ışığıdır.

8. Sonrasında (1. Kısım, İç Gözlem, 34)

Önceki safhadan kaynaklanan şey. (Bkz. Madde 20)

9. Orta (Bölüm 1, Kısım 2, İç Işık, 2)

Madde 39’a bakın.

10. Bir (Bölüm 1, Kısım 2, İç Işık, 1)

O’nun Kendisinden genişleyen üst ışık Bir’dir ve O’nun Kendisin kadar basittir. Eyn Sof’ta olduğu gibi, herhangi bir değişiklik ve form ilavesi olmaksızın Assiya dünyasında da öyledir ve bu yüzden ona Bir denir.

11. Yaradan (1. Kısım, İç Gözlem, 18)

Yaradan adı yalnızca mevcut yenilik ile ilgilidir yani her özde “alma arzusu” olarak tanımlanan Kelim’in özü olan “yokluktan varoluş” anlamına gelir. Bu, yaratılıştan önce Kendisinde zorunlu yoktu.

12. Yapışma (Bölüm 1, Bölüm 1, İç Işık, 30)

Manevi olanları bir araya getiren ve birbirine bağlayan form eşitliğidir, form eşitsizliği ise onları birbirinden ayırır.

13. Eşitlik (Bölüm 1, Bölüm 1, İç Işık, 10)

Alma arzusunun dört safhası arasında herhangi bir ayırt ediliş olmadığında, onların eşdeğer ve eşit oldukları söylenir.

14. Genişleme (Bölüm 1, Bölüm 1, İç Işık, 1)

Yaratıcı’dan kaynaklanıp yaratılan varlığa uzanan ışığa, ışığın genişlemesi denir. Aslında, üst ışık bundan hiçbir şekilde etkilenmez. Bu, bir mumu diğerinden yakmak gibidir, bu sırada birinci mum bununla azalmaz. İsim sadece yaratılan varlığın alışını gösterir.

15.Saflık (Bölüm 1, Bölüm 1, İç Işık, 90)

Alma arzusundaki birinci safha, onu takip eden üç safhadan daha çok saf olarak kabul edilir.

16. Zaman (Bölüm 1, İç Gözlem, 34)

Günler, aylar ve yıllar gibi bir neden-sonuç düzeniyle birbirine karışan ve birbiri ardına gelen safhaların belirli bir toplamıdır.

17. Karanlık (Bölüm 1, İç Gözlem, 24)

Kısıtlamanın gücüyle içindeki üst ışığı almayan arzunun dördüncü safhası, karanlığın kökü olarak kabul edilir.

18. Hohma (Bölüm 1, Bölüm 1, İç Işık, 50)

Bu, yaratılan varlığın kendisinin ve canlılığının ışığıdır. (bkz. 5. madde)

19. Boşluk (Bölüm 1, Bölüm 1, İç Işık, 6)

Işıktan boşalan arzunun dördüncü aşaması, ışığa kıyasla karanlık olarak kabul edilir. Kaba gelince, o bir boşluk olarak kabul edilir çünkü Dördüncü safha, kısıtlama tarafından kendisinden yaratılan varlıktan mahrum bırakılmamıştır, ancak içinde ışık olmayan, boş bir hava vardır.

20. Önce ve Sonra (Bölüm 1, İç Gözlem, 34)

Yaratılan varlıkların neden ve sonuç ilişkisinden bahsederken, nedenini “Önce” terimiyle ve bu sonucun sonucunu “Sonra” terimiyle ifade ederiz. (bkz. madde 16)

21. Benzersiz ve Birleşik (Bölüm 1, İç Gözlem, 1)

Benzersiz, tüm dereceleri farklı formlarında parıldayan ve yöneten, onları O’nun eşsiz formuyla eşitleyeceği ölçüde yöneten üst ışığı gösterir. Birleşik, bu kuralın sonunu gösterir yani O, zaten onları eşitledikten ve formlarını O’nun kadar benzersiz hale getirdikten sonrasını gösterir. (bkz. Madde 14)

22. Birleşme (Bölüm 1, Bölüm 1, İç Işık, 6)

Formlarında birbirleriyle eşitlenen iki farklı safha birleşerek bir olur. (bkz. Madde 12)

23. Sağ ve Sol

Bazen,  üst olanın kendi tamamlanması için ona ihtiyacı olduğunda, bir alt derece, üst olanla eşit bir seviyeye yükselir. Bu durumda, alttaki “sol” ve üstteki “sağ” olarak kabul edilir.

24. Yapıcı (Bölüm 1, İç Gözlem, 18)

“Yapıcı” unvanı, özellikle ışığın dünyalara dökülmesiyle ilgilidir, bu da Kelim’in özü hariç her şey anlamına gelir. (yukarıdaki 11. ve 1. maddelere bakın)

25. Kap (Kli) (Kısım 1, Bölüm 1, İç Işık, 6)

Yaratılan varlıktaki alma arzusu kabdır.

26. Yukarı (Bölüm 1, Kısım 2, İç Işık, 3)

Aşağıdakinin yukarıdaki ile form eşitliği, “yukarı yükseliştir”.

27. Yaratıcı

Her bir neden, etkilenen derecenin yaratıcısı olarak kabul edilir. Yaratıcı unvanı, hem ışığın uzantısını hem de ışığı alan kabı içerir.

28. Ruh’nın Kökeni (Bölüm 1, İç Gözlem, 15)

Ruhlara damgalanmış olan alma arzusu, onları ayıran ve onları üst ışıktan “kesen” şeydir. Çünkü bu, maneviyat ile ayıran form eşitsizliğidir (bkz. Madde 12) Ruhun kökeni meselesi, Atzilut dünyası ile Beria dünyası arasındaki geçişe atıfta bulunur ki bu da yeri gelince açıklanacak.

29. Aşağı (Bölüm 1, Bölüm 2, İç Işık, 3)

Daha az erdemli biri “aşağı” olarak kabul edilir.

30. Birleşik

Benzersiz ve Birleşik tanımına bakın.

31. Eyn Sof’un Malhut’u (Bölüm 1, İç Gözlem, 14)

Muhakkak orada olan alma arzusudur.

32. Yukarıdan Aşağıya (Bölüm 1, Kısım 2, İç Işık, 3)

Birinci safhadan, dördüncü sayhaya kadar anlamındadır. Işıksız bırakılan dördüncü safha, diğer tüm derecelerin “altında” olarak kabul edilir. Alma arzusu ne kadar zayıf ise o kadar yüksek kabul edilir. Bu nedenle birinci safha, hepsinin “en yükseği” olarak kabul edilir.

33. Yerine Getirme (Bölüm 1, 1)

Herhangi bir isteğin olmadığı yerde, var olan bütünlüğe bir ekleme yapılması düşünülemez.

34. Yukarıda, Aşağıda (Bölüm 1, Bölüm 2, İç Işık, 3)

Daha önemli olan “Yukarıda” ve daha kötü olan “Aşağıda” olarak kabul edilir.

35. Yer (Bölüm 1, İç Gözlem, 11)

Yaratılan varlığın içindeki alma arzusu, bolluk ve oradaki ışık için “Yer” dir.

36. Kare (Bölüm 1, Kısım 1, İç Işık, 200)

Bu, arzunun dört sahasının hepsinden oluşan bir derecedir.

37. Üçgen (Bölüm 1, Kısım 1, İç Işık, 400)

Arzunun sadece ilk üç safhası olan bir derecedir.

38. Dokunma (Bölüm 1, Kısım 2, İç Işık, 5)

Derecenin kökten form eşitsizliği, kökten ayrılacak kadar belirgin değilse bu, köke “dokunmak” olarak kabul edilir. Aynı şey her iki bitişik derece için de geçerlidir.

39. Orta Nokta (Bölüm 1, Kısım 1, İç Işık, 50)

Bu, Eyn Sof’taki dördüncü safhanın adıdır. Adını Eyn Sof’un ışığıyla birleşmesinden alıyor.

40. Sof (Bölüm 1, Kısım 1, İç Işık, 20)

Her yaratılan varlığın Sof ve Sium’u, üst ışığı almadığı için orada parlamayı bıraktığı dördüncü safhadaki alıkoyma kuvveti tarafından yapılır.

41. Daire, Daireler (Bölüm 1, Kısım 1, İç Işık, 100)

Alma arzusunun dört safhası arasında yukarı ve aşağı ayrımı olmadığında, bir daire olarak kabul edilir. (yukarı veya aşağı ayrımının olmadığı cisimsel bir dairenin görüntüsü gibi). Bu nedenle, dört safha, yukarıyı aşağıyı ayırt etmenin imkânsız olduğu iç içe eşmerkezli daireler olarak kabul edilirler.

42. Üst (Bölüm 1, Bölüm 2, İç Işık, 3)

Daha önemli olan.

43. Ayrılık (Bölüm 1, İç Gözlem, 12)

Herhangi bir taraftan form eşitliği olmayan iki derece, birbirinden tamamen ayrılmış kabul edilir.

44. Boş (Bölüm 1, Kısım 1, İç Işık, 4)

Bu, ıslahı ve bütünlüğü almaya hazır bir yerdir.

45. Basit (Bölüm 1, Kısım 1, İç Işık, 9)

Derecelerin ve tarafların ayırt edilmediği bir yer.

46. ​​Kısıtlama (Bölüm 1, Kısım 1, İç Işık, 40)

Arzusunu zapt eden kişidir. Başka bir deyişle, almaktan kendini alıkoyan ve büyük alma arzusuna rağmen almayan kişi, arzusunu kısıtlayan (kısıtlama yapmak) sayılır.

47. Çizgi (Bölüm 1, Bölüm 2, İç Işık, 1)

Daha önce orada olmayan bir yukarı ve aşağı algısını gösterir. Aynı zamanda eskisinden çok daha zayıf bir aydınlatmaya işaret eder.

48. Yakın (Bölüm 1, Kısım 1, İç Işık, 3)

Birinin formu diğerine ne kadar yakınsa, onlar o kadar yakın kabul edilir.

49. Roş (Bölüm 2, Kısım 2, İç Işık, 6)

Yaratılan varlıkta köke en çok benzeyen kısma Roş denir..

50. Rüzgar (Bölüm 1, Kısım 1, İç Işık, 5)

Hasadim’in ışığına rüzgar denir.

51. Arzu

Madde 45’e bakınız.

52. İsim (Bölüm 1, İç Gözlem, 5)

Kutsal İsimler, ima ettikleri ışıklara nasıl ulaşıldığının tasvirleridir. Derecenin adı, o derecedeki edinimin davranışını belirtir.

53. Toch (Bölüm 1, Kısım 1, İç Işık, 50)

İçeride alan kişi, ölçülen ve sınırlandırılan ışık olarak kabul edilir. Ancak, dışarıda alan kişi, aldığı ışığın üzerine herhangi bir sınır koymuş sayılmaz.

54. Hareket (Bölüm 1, İç Gözlem, 33)

Her yeni form, önceki formdan ayrıldığı ve kendine ait bir isim kazandığı için manevi bir hareket olarak kabul edilir. Hareket eden ve önceki yerinden çıkan maddesel bir nesneden ayrılan bir parça gibidir.

Bölüm Bir

Konular İçin Soru Tablosu

  1. Kabala bilgeliğinde hangi terimler yoktur?
  2. Kabala bilgeliğindeki alışılagelen dil nedir?
  3. Kabala bilgeliğinde ne ayırır ve farklılaştırır?
  4. “Alma arzusu” nun kökeni nedir?
  5. Işığın Yaratıcı’dan çıkıp yaratılan varlık olmasını sağlayan nedir?
  6. Her yaratılan varlığın ilk maddesi nedir?
  7. Hangi zamandan itibaren yaratılan varlık olarak kabul edilir?
  8. Bir form eşitsizliğini kabul eden ve bununla bir parçasının ayrılıp farklı bir safha haline gelmesini kabul eden manevi biri, bu yüzden bir şey kaybetmiş midir?
  9. Dünyalarda, nasıl ve kimlerde birçok form ve değişiklikler vardır?
  10. Yenilik ve hareket ışıkta nasıl tasvir edilir?
  11. O’ndan dünyalara uzanan bütün zıt ve çok sayıdaki formlar, O’nun doğal birliğinde nasıl yer almaktadır?
  12. Eyn Sof’dan uzanan çizgi kim ve ne tarafındandır?
  13. Kısıtlamadan sonra Eyn Sof’da da değişen bir şey oldu mu?
  14. Dördüncü’ safhadaki kalınlık ne zaman ortaya çıktı?
  15. Alma arzusundaki dört safha nedir?
  16. HaVaYaH’nın dört harfi nedir?
  17. Eyn Sof’a dokunan çizginin ​​üst başlangıcı nedir?
  18. Gerçekliğin tamamında tüm formları ve zıtları içeren tek düşünce nedir?
  19. Kabala bilgeleri nerede çalışmaya başlar?
  20. Her şeyi içeren iki temel ilke nedir?
  21. “O, Birdir ve O’nun Adı Birdir” sözünün anlamı nedir?
  22. “Eyn Sof” adı nedir?
  23. Eyn Sof’da bulunan alma arzusundan ne kadar uzanır?
  24. Işığın kısıtlanmasının nedeni nedir?
  25. Hangi tür alma ihsan etme olarak kabul edilir?
  26. Kısıtlamanın amacı nedir?
  27. Işık, neden orta noktayı terk etti ve bir daha geri dönmedi?
  28. Kısıtlama neden bir Sof yaratmadı?
  29. Kısıtlama sırasında ışık neden tüm safhalardan ayrıldı?
  30. Kısıtlama sırasında ve çizginin ortaya çıkışından önce, dört safha neden biri diğerinin altındaki dört derece olarak bahsedilmedi?
  31. Neden dördüncü safha, ışığın kısıtlamasıyla hemen kalın haline gelmedi ve dört safhanın hepsi eşit kaldı?
  32. Hangi safha ışıktan boş kalır?
  33. Dördüncü safha ne zaman üst ışıkla dolacaktır?
  34. Dünyaların yaratılmasına ne sebep oldu?
  35. Tora ve iyi işlerin, arzulanan amacı nedir?
  36. Kutsal İsimlerin ifşasının gücü nedir?
  37. Kutsal İsimler nasıl ifşa olur?
  38. Islahın sonu nedir?
  39. Her bozukluğun kökü nedir?
  40. Alma kabını, ihsan etme kabına dönüştürmek neden yalnız bu dünyada mümkündür, Üst Dünyalarda mümkün değildir?
  41. Işığın iki safhası nedir?
  42. Yaratıcı’dan gelen ışığın genişlemesi ne içerir?
  43. İhsan etme arzusunun yoğunlaşmasıyla hangi ışık ortaya çıkar?
  44. Her yaratılan varlıkta hangi iki ışık bulunur?
  45. Hasadim ışığı neden Hohma ışığından daha aşağıdır?
  46. Alma kabı ne zaman tamamlanır?
  47. Eyn Sof’ta olduğu gibi, içeriden alan ile dışarıdan alan arasındaki fark nedir?
  48. Dairelerin Sefirot’u nedir?
  49. Çizginin ortaya çıkmasından önce dairelerdeki dereceler neden birbirinin altında sayılmıyor?
  50. Yaratılışının doğası gereği alma arzusunda kötülük var mı?
  51. Yaratıcı’dan gelen “dolaylı uzatma” ne anlama geliyor?

Konular için Cevaplar Tablosu

55. Kabala bilgeliğinde hangi terimler yoktur?

Bilgeliğin başından sonuna kadar, mekân, zaman, hareket vb. gibi somut veya hayali herhangi bir terimle ilgili tek bir kelime bile yoktur.

Ayrıca, maneviyatta hiçbir eksiklik yoktur ve herhangi bir form değişikliği, ilk formun olmadığı anlamına gelmez. Bunun yerine, ilk form hiç değişmeden yerinde kalır ve şimdi edinilmiş olan form eşitsizliği ilk forma eklenir.

(İç Işığın başlangıcı)

56. Kabala bilgeliğindeki alışılagelen dil nedir?

Bu dil, onların Üst Köklerine işaret eden “Dalların Dilidir”. Bunun nedeni, “Aşağıda, yukarıda kökü olmayan tek bir çimen bile yoktur.”

Bu nedenle, Kabala bilgeleri, Üst Köklerin dalları aracılığıyla ima etmek ve öğretmek için donatılmış bir dil oluşturdular.

(İç Işık, sayfa 1 ve İç Gözlem’in başlangıcı, madde 1)

57. Kabala bilgeliğinde ne ayırır ve farklılaştırır?

Form eşitsizliği, manevi olanı birbirinden ayırır ve farklılaştırır.

(İç Işık, madde 30)

58. “Alma arzusu” nun kökeni nedir?

Üst ışıktaki ihsan etme arzusu, yaratılan varlıkta alma arzusunun varlığını gerektirir.

(İç Gözlem, madde 11)

59. Işığın Yaratıcı’dan çıkıp yaratılan varlık olmasını sağlayan nedir?

Bu yenilenen kısım, ihsan etmek istediği için üst ışıkla yenilenen alma arzusunun formundan dolayı, Yaratıcı olarak kabul edilmeyi bıraktı ve yaratılan bir varlık haline geldi.

(İç Gözlem, madde 11 ve madde 15)

60. Her yaratılan varlığın ilk maddesi nedir?

Yoktan var oluşla ortaya çıkan yeni form, yani her özde bulunan “alma arzusu”, her yaratılan varlığın ve her özün “ilk maddesi” dir. Dahası, yaratılan varlıkta veya o özde var olan her şey, üst ışıktan “varoluştan varoluşa” uzanan ışık ve bolluk olarak kabul edilir; Yaratılan varlık, yaratılan olarak kabul edilmez.

Bir formun, bir madde haline gelmesi şaşırtıcı değildir çünkü maddesellikte de böyledir. Bizim davranışımız, özün ilk formunu ilk madde olarak kabul etmektir. Bunun nedeni, gerçekliğin tamamında herhangi bir maddede, herhangi bir edinimin olmamasıdır çünkü duyularımız, maddede yalnız olayları algılar, ki bunlar ilk maddede enkarne olan ve tezahür eden formlardır.

(İç Gözlem, madde 35)

61. Hangi zamandan itibaren yaratılan varlık olarak kabul edilir?

O, bir Yaratıcı olmayı bırakır ve arzunun dördüncü safhası olarak adlandırılan, yaratılmış varlıkta alma arzusunun oluşumunun başlangıcında, yaratılan bir varlık haline gelir.

(İç Işık, Bölüm 1, Bölüm 2, madde 3)

62. Bir form eşitsizliğini kabul eden ve bununla bir parçasının ayrılıp farklı bir safha haline gelmesini kabul eden manevi biri, bu yüzden bir şey kaybetmiş midir?

Maneviyatta eksiklik veya kayıp yoktur. Form değişikliği nedeniyle ayrılan kısım, üst ışığı hiçbir şekilde azaltmaz veya küçültmez; daha ziyade bir mumu diğerinden yakmak gibidir; ilki hiçbir şekilde azalmaz. Bu nedenle, her bir form değişikliği, ilkine bir ektir.

(Her Sefira’da On Sefirot’un entegrasyonu ile ilgili İç Gözlem, Kısım 2)

63. Dünyalarda, nasıl ve kimlerde birçok form ve değişiklikler vardır?

Tüm değişimler ve çoğalmalar, sadece ışığın onu alan kablar üzerindeki etkisiyle gerçekleştirilir. Bununla birlikte, üst ışık kendi içinde tamamen hareketsiz kalır, yani değişmeden ve herhangi bir yenilik olmadan.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 2, madde 1)

64. Yenilik ve hareket ışıkta nasıl tasvir edilir?

Üst ışıkta hiçbir hareket, yani yenilik yoktur. Bunun yerine, yaratılan varlığın üst ışıktan aldığı kısım, kaplardaki yeni formlara göre “yenilenen” ve çoğalan kısımdır (bir mumu diğerinden ilkinde azalma olmadan yakmak gibi).

Her biri,  durmadan ve ölçülemez bir şekilde birinden diğerine değişen ve birinden diğerine basamaklanan, kendi arzusunun derecesine göre alır.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 2, madde 1)

65. O’ndan dünyalara uzanan bütün zıt ve çok sayıdaki formlar, O’nun doğal birliğinde nasıl yer almaktadır?

İç Gözlem madde 18 ve madde 29’a bakınız.

66. Eyn Sof’dan uzanan çizgi kim ve ne tarafındandır?

Perde, kısıtlamadan sonra dördüncü safhaya onun içeri girmesini engellemek için yerleştirilmiş bir alıkoyma gücüdür. Eyn Sof’tan gelen çizginin ortaya çıkmasına neden olan budur, çünkü üst ışık asla değişime tabi değildir ve kısıtlamadan önce olduğu gibi kısıtlamadan sonra da parlar.

Ancak, şimdi yukarıdaki perde, Eyn Sof’taki dördüncü aşamadaki alımla karşılaştırıldığında ölçüsü çok küçük olan arzunun sadece üç safhasında üst ışığın alınmasına neden olur. Bu nedenle, Ein Sof’taki ışığın ölçüsüne kıyasla sadece ince bir ışık çizgisi alır.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 2, madde 1)

67. Kısıtlamadan sonra Eyn Sof’da da değişen bir şey oldu mu?

Eyn Sof’ta dördüncü safha kendini kısıtlasa da, maddesellikte olduğu gibi ilk yokluğunda bir form koyma veya çıkarma meselesi yoktur. Bunun yerine, manevi hiçbir şeyde yokluk olmadığı için, ilk form hiç değişmeden, birincisine eklenen yeni bir form meselesi var.

Böylece, dördüncü safhada gerçekleştirilen, ışığın hareketine dair tüm bu yenilik ve onun içine ışık girmesini önlemek için gerçekleştirilen alıkoyma gücü, yeni ve seçkin bir dünya olarak kabul edilir. Hiç değişmeden olduğu gibi kalan Eyn Sof’un ışığına eklenir. Maneviyattaki her yeni formla ilgili olarak bundan sonuç çıkarmalısınız.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 2, madde 1)

68. Dördüncü’ safhadaki kalınlık ne zaman ortaya çıktı?

Eyn Sof’tan gelen çizgi dördüncü safhada perde tarafından parlamaktan alıkonulduğu zaman. Işıksız kaldığı için içindeki kalınlık belirgin hale geldi.

(İç Işık, Bölüm 1, Bölüm 2, madde 3)

69. Alma arzusundaki dört safha nedir?

İlk olarak, Yaratıcı’dan gelen ışık, bu yaratılan varlığa ait olan genel canlılık olan Hohma ışığı olarak genişler. Bunun içinde alma arzusunun birinci safhası vardır, buna birinci genişleme veya birinci safha olarak adlandırılır.

Bundan sonra ihsan etme arzusu o ışıkta artar ve bu da Yaratıcı’dan Hasadim’ ışığını çeker. Buna ilk yoğunlaştırma veya ikinci safha denir.

Daha sonra Hasadim ışığı büyük bir genişleme gerçekleştirir yani Hohma’nın aydınlanmasıyla. Buna ikinci genişleme veya üçüncü safha denir.

Bundan sonra, ilk genişlemeden gelen ışığa dahil olan alma arzusu yoğunlaşır ve alma arzusunun ölçüsünü tamamlar. Buna ikinci yoğunlaştırma veya dördüncü safha denir.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 50)

70. HaVaYaH’nın dört harfi nedir?

HaVaYaH’ın Yod’u, birinci safha olarak adlandırılan ışığın ilk genişlemesidir (bkz. madde 69). HaVaYaH’ın ilk Hey’i, ikinci safha olarak adlandırılan ışıktaki ilk yoğunlaştırmadır. Vav, üçüncü safha olarak adlandırılan ikinci genişleme veya ışıktır ve HaVaYaH’ın son Hey’i, dördüncü safha olarak adlandırılan ışıktaki ikinci yoğunlaştırmadır.

(İç Gözlem, madde 31)

71. Eyn Sof’a dokunan çizginin ​​üst başlangıcı nedir?

Madde 49’a bakınız.

72. Gerçekliğin tamamında tüm formları ve zıtları içeren tek düşünce nedir?

“Yaratıklarına haz verme” düşüncesidir.

(İç Gözlem, madde 22)

73. Kabala bilgeleri nerede çalışmaya başlar?

Kabala, sadece O’nun Kendinden gelen ışığın genişlemesinden bahseder, ancak O’nun Kendisine dair herhangi bir söz veya söylemimiz yoktur.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 2)

74. Her şeyi içeren iki temel ilke nedir?

İlk ilke, önümüzde duran tüm realitenin önceden belirlenmiş olduğu ve Eyn Sof’ta mutlak mükemmelliği içinde var olduğudur. Buna Eyn Sof’un ışığı denir.

İkinci ilke, kısıtlamadan sonra Eyn Sof’un Malhut’undan basamaklanan Adam Kadmon, Atzilut, Beria, Yetzira, Assiya adlı beş dünyadır. İkinci ilkede var olan her şey, birinci ilkeden uzanır.

(İç Işık, Bölüm 1, Bölüm 1, madde 3 ve İç Gözlem, madde 5)

75. “O, Birdir ve O’nun Adı Birdir” sözünün anlamı nedir?

“O”, Eyn Sof’taki ışığı gösterir. “Onun Adı”, Eyn Sof’un Malhut’u olarak adlandırılan, Eyn Sof’ta alma arzusunu ima eder. “Bir”, “O” olan ışık ile “O’nun Adı” olan kap arasında tespit edilen hiç bir form eşitsizliği olmadığını gösterir. Aksine, hepsi ışıktır.

(İç Işık, Bölüm 1, Bölüm 1, madde 30 ve İç Gözlem, madde 13)

76. “Eyn Sof” adı nedir?

Kısıtlamadan önce, Ein Sof adı, dördüncü safha da ışığı aldığından, orada herhangi bir Sof veya Sium (son) olmadığını ima eder. Böylece, o yerde ışığı durdurmak ve bir Sof ve Sium oluşturmak için hiçbir neden yoktur.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 20)

77. Eyn Sof’da bulunan alma arzusundan ne kadar uzanır?

Dünyaların yaratılması ve onların tüm içerikleri. Alma formunu bir ihsan etme formuna dönüştürmenin mümkün olduğu, bu dünyaya kadar olan dünyaları ortaya çıkarmak için kendisini dördüncü safhada sınırlandırdı.

(İç Işık, Bölüm 1, Bölüm 1, madde 90 ve İç Gözlem, madde 17)

78. Işığın kısıtlanmasının nedeni nedir?

Ein Sof’un Malhut’u, Yaratıcısı ile form eşitliğini, ancak dünyaların yaratılmasıyla elde edilebilecek bir süsleme olarak gördü. Bu yüzden kendini kısıtladı.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, öğe 40 ve Bölüm 1, Bölüm 1, öğe 90)

79. Hangi tür alma, ihsan etme olarak kabul edilir?

Sadece verene memnuniyet verdiği için almak.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 90)

80. Kısıtlamanın amacı nedir?

Alma formunu, ihsan etme formuna dönüştürmek.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 90)

81. Işık, neden orta noktayı terk etti ve bir daha geri dönmedi?

İç Işık Bölüm 1, Bölüm 1 madde 40 ve İç Gözlem madde 22 ye bakın.

82. Kısıtlama neden bir Sof yaratmadı?

Kısıtlama, onu düzeltmek isteyen alma arzusunda ortaya çıkan form eşitsizliği yüzünden değildi. O, herhangi bir zorunluluk ve zorlama olmaksızın sadece süsleme sayesinde olmuştur.

83. Kısıtlama sırasında ışık neden tüm safhalardan ayrıldı?

Çünkü maneviyatta kısmilik yoktur.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 70)

84. Kısıtlama sırasında ve çizginin ortaya çıkışından önce, dört safha neden biri diğerinin altındaki dört derece olarak bahsedilmedi?

Çizginin aydınlatılmasından önce dördüncü safha kendini kalın ve alçak olarak görmüyordu (bkz. madde 83). Bu nedenle dereceler üzerindeki etkisi meselesi yoktu.

(İç Işık, Bölüm 1, Bölüm 1, madde 90)

85. Neden dördüncü safha, ışığın kısıtlamasıyla hemen kalın haline gelmedi ve dört safhanın hepsi eşit kaldı?

Çünkü kısıtlama, form eşitsizliği nedeniyle oluşmadı.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 90)

86. Hangi safha ışıktan boş kalır?

Sadece dördüncü safha.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 2, madde 3)

87. Dördüncü safha ne zaman üst ışıkla dolacaktır?

Alma kapları ihsan etme formunu edindiğinde.

(İç Işık, Bölüm 1, Bölüm 1, madde 40)

88. Dünyaların yaratılmasına ne sebep oldu?

Zorunlu olarak var olan arzu, kendini süslemek ve ışığın suretine tamamen benzemek arzusundaydı ve bu, dünyaların yaratılışının “sebebi” haline geldi.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 90)

89. Tora ve iyi işlerin, arzulanan amacı nedir?

Alma kaplarının, ihsan etmek için çalışmasını sağlamak.

(İç Gözlem, madde 22)

90. Kutsal İsimlerin ifşasının gücü nedir?

Onların gücü, özellikle alma formunu ihsan etmeye dönüştürmektir.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 90)

91. Kutsal İsimler nasıl ifşa olur?

Tora ve iyi işlere emek vererek.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 40)

92. Islahın sonu nedir?

Alma formunun bir ihsan etme formuna dönüşmesi.

(İç Işık, Bölüm 1, Bölüm 1, madde 40)

93. Her bozukluğun kökü nedir?

Yaratan’dan alma arzusunun form eşitsizliği.

(İç Gözlem, madde 18)

94. Alma kabını, ihsan etme kabına dönüştürmek neden yalnız bu dünyada mümkündür, Üst Dünyalarda mümkün değildir?

Bozukluk ve ıslah, sadece bu dünyada aynı taşıyıcıda mevcuttur.

(İç Gözlem, madde 20)

95. Işığın iki safhası nedir?

Hohma ışığı ve Hasadim ışığı.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 50)

96. Yaratıcı’dan gelen ışığın genişlemesi ne içerir?

İhsan etme arzusu ve alma arzusu.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 50)

97. İhsan etme arzusunun yoğunlaşmasıyla hangi ışık ortaya çıkar?

Hasadim ışığı.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 50)

98. Her yaratılan varlıkta hangi iki ışık bulunur?

Hohma ışığı ve Hasadim ışığı.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 50)

99. Hasadim ışığı neden Hohma ışığından daha aşağıdır?

Çünkü o, yaratılan varlığın arzusunun yoğunlaşmasıyla genişler.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 50)

100. Alma kabı ne zaman tamamlanır?

Büyük alma arzusu olan, arzunun dördüncü safhası ortaya çıktığında

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 50)

101. Eyn Sof’ta olduğu gibi, içeride alan ile dışarıda alan arasındaki fark nedir?

İçeride alan kişi, kabın sınırlılığından dolayı sadece sınırlı miktarda ışığı tutabilir. Dışarıda alırken, kap sahip olduğu ışığı sınırlamaz ve miktarsızdır.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 50)

102. Dairelerin Sefirot’u nedir?

Arzudaki dört evre arasında yukarı ve aşağı ayrımı olmadığında, soğan kabuğu gibi iç içe dört daire olarak kabul edilirler.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 100)

103. Çizginin ortaya çıkmasından önce dairelerdeki dereceler neden birbirinin altında sayılmıyor?

Çünkü kısıtlama, form eşitsizliğinin değerce düşük olması nedeniyle meydana gelmemiştir.

(İç Işık, Bölüm 1, Kısım 1, madde 100)

104. Yaratılışının doğası gereği alma arzusunda kötülük var mı?

Yaratılışının doğası gereği onda bir bayağılık yoktur ve eğer kısıtlanmasaydı içinde görünmeyecekti.

(İç Gözlem, madde 19)

105. Yaratıcı’dan gelen “dolaylı uzatma” ne anlama geliyor?

Bkz. İç Gözlem, madde 19

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,100