Kral, herkesin eğlenmek için toplandığı meydanda, söz almak için kürsüye çıkmış. Gülümsemeyen bir yüzle halkına şöyle seslenmiş: “Bu eğlence ben mutlu olabilirim umuduyla düzenlendi ama daha o başlamadan içimi büyük bir sıkıntı kapladı. Üzülüyorum halkım, sizleri bile gülerken görüyorum ama mutsuzluktan ben tebessüm dahi edemiyorum. Çarem yok… Siz eğlenir gülerken; belki sizin mutluluğunuz bana da geçer ve düzelirim…”
Gözler, “Biz daha önemliyiz,” diye iddia etmiş. “Biz olmadan ayaklar nereye gideceğini ve eller ne alacağını bilemezdi.” “Hayır, biz daha önemliyiz!” diye eller karşı çıkmış. “Elbette gözler görebilir, fakat oyuncaklarla oynayan biziz.” “İkiniz de hatalısınız. Biz daha önemliyiz!” diye bağırmış ayaklar. “Oyuncaklara ilk koşan biziz.” Çocuğun beşiği yanında, peri masallarıyla dolu bir kitap rafında yaşayan sihirli bir cin, bu tartışmaya kulak misafiri olmuş.
“Evet,” diye cevapladı dere, “çok güzelsin. Birçok arkadaşın olmalı. Ne de olsa, çok büyük olduğun için, içmek isteyen herkese sularından verebilirsin. Ancak ben küçüğüm ve hiç kimse beni fark etmiyor.” “Ha-ha-ha!” diye güldü göl. “Niye sularımı başkalarına vereyim ki? Verirsem, ben de küçülürüm.” Bir gün, bir dağ keçisi göle yaklaştı. “Ah güzel göl, yolumu kaybettim ve çok uzun zamandır hiçbir şey içmedim. Sularından içebilir miyim?” “Su için başka yere bak,” diye göl kızgınlıkla cevapladı. “Ve kirli toynaklarınla bana dokunma.”
Bir yaz günü, camdan dışarı bakıyormuş ve şatosunun yakınında gezinen bir yabancı görmüş. Yabancının etrafında bir kalabalık toplanıyormuş. Yabancı bir şeyler söylüyor ve insanlar da gülüyormuş. Kötü kral kahkaha ve neşeyi hiç sevmezmiş. Muhafızlarına bu kişiyi yakalamalarını ve zindana atmalarını emretmiş. Ve böyle de yapılmış. Gün bitmiş ve kral yatmaya gitmiş. Şık yatağında konforlu bir şekilde yatarken, gözlerini kapamış ve uyumaya çalışmış. Uykuya dalmaya başlamış ve rüyalar görmeye başlamış. Birden yabancıyı görmüş.
Her gün bir kova alırım ve suyla doldururum, sonra onu dışarı çıkarırım ve ağacın çevresinde toprağı sularım. Bir gün ağacı suluyordum ki, genç bir çocuk yanıma yaklaştı: “Ne yapıyorsun?” diye sordu. Ona ağacın büyümesine yardım ettiğimi söyledim. “Fakat sen ağacı sulamıyorsun, toprağı suluyorsun,” diye bağırdı çocuk şaşkınlık içinde.
Gezgin cevaplamış: “Gerçekten çok susadım fakat şimdi hiç zamanım yok. Bütün bu tahta kaşıkları yaptım ve onları verecek birini bulmalıyım. Lütfen tahta kaşıklarıma ihtiyacı olan birini bulmama yardım et ve işte o zaman kuyundan biraz su içerim.”