Acı bizi ilerletir. İster karamsar, ister boş, kafamız karışmış hissedelim, bütün kötü hisler bizi bu acıların sebebini ve amacını düşündürmeye iter.
Kendi dünyamızda sadece gerçeğin dış kabuğunu görürüz. Doğanın, çevrenin, evrenin ya da bireyin ardındaki gizli olanı göremez ve bunların hiçbirini kontrol edemeyiz.
Tıpkı nakışlarda, resmi oluşturan iplikler, bağlantılar ancak resmin arka tarafından görülür. Aynı bu şekilde, bizde gerçekliğimizi oluşturan olaylar arasındaki bağlantıyı göremeyiz, sadece gördüğümüz ‘bazı şeylerin bir sebeple olduğudur.’
Yaptığım eylemlerin sonuçlarını nasıl bilebilirim? Birdenbire bir felaketle acı çeker ve bunun niye olduğunu ve nereden geldiğini anlamayız. “Nerede yanlış yaptım, bunu hak etmek için ne yaptım” ve hatta “Tüm bunların amacı ne?” deriz.
Kişi kendi acısının ve her ne kadar layık olduklarını düşünse de, başkalarının acısının sebebini yorumlayabilir. Ama herkes hemfikirdir ki; acı, bize acının sebebini ve amacını düşünmeye iter ki Kabala’ya göre ikisi de birdir ve aynı şeydir.
Kabala ilmi, bütün acıların bir tek amacı olduğunu söyler; hayatın kaynağını – Üst Işık, Yaradan – keşfetmek ve bu kaynakla bir olmayı edinmek. Acının nedeni ve hayatın anlamı ile ilgili bu sorular kişiyi Kabala ya getirir.
Neden hayatın her gün getirdiğinden farklı bir şey istiyorum? Kabala bu soruyu şöyle sorar: Üst bir güç için arzu nasıl doğar?
İnsanlık bir çok aşamadan geçer; önce yiyecek, barınak, aile kurma, seks arzularından geçerek zenginlik, güç, onur ve bilgi arzusuna gelir.
Gelişimin ilk evrelerinde, yiyecek, aile, seks ve barınak arzusu kişinin tek arzusudur. Tamamıyla izole edilmiş bir birey bile bu arzulara sahiptir ve bunları elde etmek ister. Toplumun etkisiyle zenginlik, güç ve onur arzuları daha sonraki safhada gelişir.
Bundan sonra bilgiyi edinme arzusu ortaya çıkar. Bilim, varlıkların nereden geldiğini ve kaynağını bulmak için gelişir. Lakin, bilgiyi edinme arzusu dünyamızla sınırlıdır.
Bir sonraki safhada insanoğlu gerçek kaynağı, kişinin özünü, hayatın anlamını sorgular. “Nereden geliyorum?”, “Ben kimim?”, “Ben neyim?” gibi sorular sorar. Bu sorular kişide huzursuzluk ve rahatsızlık yaratır.
İnsan, doğuştan egoisttir. Bütün arzularımız kendimizi mutlu etmeye yöneliktir. Bu arzular bize baskı yapar ve bizi kontrol ederler. Dünyamızdaki egoizmin tepe noktası, bizden üstün olanın bilgisinin edinilmesi arzusudur.
Bu arzunun kaynağı nedir ve nasıl ortaya çıkar? Arzunun kaynağı acı çekmektir. Bir arzudan diğerine geçmek ancak acının etkisiyle olur. Eğer dengeli bir haldeysem kendimi rahat hissederim ve her şey iyi olur. Derken yeni bir arzu belirir ve bir şey eksikmiş gibi hissederim. Sonra yeni bir deneyim isterim ve bunu elde etmeye yönelirim. Ve bu işleyiş kendini tekrar eder. Diğer bir deyişle her zaman arzularımın peşinden giderim.
Bu gezegende doğduk ve sayısız arzumuzu tatmin etmek için yaşıyor ve ölüyoruz. Ancak birçok yaşamdan sonra, tek bir arzunun kaldığı bir evreye geliriz: hayatımızın anlamı ve kaynağımıza dönme arzusu. Bu nihai ve büyük arzu uyandığında her şey bize anlamsız ve gereksiz gelir. Bu evrede kişi kendini karamsar, dünyadaki hiçbir şey ona mutluluk vermeyecekmiş gibi duygusal ve ruhsal olarak boş hisseder. Hayat amaçsız ve anlamsız görünür. Ve “Hayatımın amacı nedir?”, “Neden yaşıyorum?” gibi sorular kişiyi Kabala’ya getirir.