e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada Bir Başrahibin Bakire Bir Eş Alması Ne Anlama Gelir?

Çalışmada Bir Başrahibin Bakire Bir Eş Alması Ne Anlama Gelir?

Makale No. 29, 1991

Zohar şöyle der (Emor, Madde 38): “Başrahibin bir bakire ile evlenmesi bir Mitzva’dır [emir/iyi iş]. ‘Dul, boşanmış, saygısız bir kadın ya da bir fahişe, bunları almayacak, kendi halkından bir bakireyi eş olarak alacak.’ diye yazılanın anlamı budur. ‘Neden sadece bir bakireyi, kusursuz olanı, almak gerekiyor?’ diye sorar. Şöyle cevap verir: ‘Kadın bir kutsama kasesidir. Tadına bakılırsa kusurludur.’ Bu, ‘bir kutsama kâsesi’ olarak adlandırılan Malhut’a ve Yaradan’ın huzurunda kurban sunan rahibin mükemmel ve kusursuz olması gerektiğine işaret eder, zira kusurlar rahipleri lekeler. Bedeninde mükemmel, Nukva’sında mükemmel, ki bununla ‘Tamamen güzelsin, karıcığım ve sende hiçbir kusur yok’u yerine getirir.”

Bir “başrahip”, bir “bakire”, bir “dul”, bir “boşanmış”, “saygısız bir kadın” ve bir “fahişe”nin çalışmada ne anlama geldiğini ve sadece, bir bakire, bakire lekesizdir demek olan lekesi olmayanı alması gerektiğini anlamalıyız. Bir bakirede hiçbir leke olmaması neyi gösterir ve kadının Malhut olan, bir kutsama kasesine işaret ettiğini söylemesiyle bağlantısı nedir?

ARİ, Malhut hakkında, onun her gün bir kez daha bakire olduğunu söyler (On Sefirot Çalışması, Bölüm 12, Madde 144), ki bu sadece bir nokta olarak kabul edilir ve Gadlut’u [büyüklüğü/yetişkinliği] edinene kadar yeniden inşa edilmesi gerekir. Şaar HaKavanot’ta (Bölüm 2) her günün ayrı olduğu yazılıdır ve “Dünyanın yaratıldığı günden sonuna kadar bir diğerine benzeyen tek bir dua yoktur. Ve her gün, o zamana kadar daha önce hiç ayrıştırılmamış olan yeni kıvılcımlar ayrıştırılır.”

Çalışmada bunu anlamalıyız. Malhut, insanın her gün yeniden üstlenmesi gereken “cennetin krallığı” olarak adlandırılır. Dün cennetin krallığını üzerine alması yeterli değildir, aksine her gün kendi içinde yeni bir anlayıştır. Bu nedenle, cennetin krallığını üzerimize aldığımız her seferinde, Keduşa’nın [kutsallığın] dışındaki kıvılcımları ayrıştırdığımıza inanmalıyız. Buna şöyle denir (Şaar HaKavanot’ta): “Bu kıvılcımlar daha önce Klipot [kabuklar] arasında tutsaktı ve cennetin krallığını kabul ederek ve Tora ve Mitzvot [emirler/iyi işler] ile meşgul olarak Keduşa’ya yükseltildiler.”

Duada (Dünyanın Efendisi, Omer sayımından sonra) “Bununla, tüm dünyalara büyük bolluk akacak.” dediğimiz gibidir. Bu nedenle kutsal kitaplarda, bir kişinin Şema okuması sırasında cennetin krallığını kabul ederken, cennetin krallığını üzerine alması ve cennetin krallığının kabulünün adanmışlıkla olacağına niyet etmesi gerektiği söylenir. Ve her gün yeni bir anlayış olduğundan ve Gadlut’ta olması için Malhut’u inşa etmemiz gerektiğinden, her seferinde yenilenir.

Bu yüzden başrahip hakkında bir ima var. Çalışmada, Gadlut’ta Yaradan’a yakınlaşmak isteyen kişi olan Yaradan’ın hizmetkârına “başrahip” denir. “Cennetin krallığı” olarak adlandırılan bir “eş” almaya geldiğinde bir “bakire” almalıdır, çünkü bakire onun lekelenmediği anlamına gelir. Bakire, hiç ekilmemiş toprak için söylenen “bakir bir toprak” diye yazıldığı gibidir, tıpkı şöyle yazıldığı gibi: “O, bakir topraktı” (Avoda Zara 32), insanın hiç sürmediği.

Başka bir deyişle, kişi cennetin krallığının yükünü sanki cennetin krallığına daha önce hiç sahip olmamış gibi üstlenmelidir ve bu onun için yeni bir şeydir. Doğal olarak, şimdi hiç bilmediği yeni bir şey yapacağını düşünmelidir. Buradan şu sonuç çıkar ki, kendi üzerine aldığı bu kabul, cennetin krallığının kabulünün ne olduğunu ve cennet korkusunun kendisiyle olması için ne gerektirdiğini bilmek için ekstra bir inceleme gerektirir.

Bu, kişinin böylece onun için sürekli bir şey olsun diye ne yapması gerektiği üzerine tefekkür etmesi gerektiği anlamına gelir. Peki Yaradan cennet krallığının yükünü üstlenen bir kişiden ne ister. Ayet, “Tanrınız Efendi sizden Benden korkmanızdan başka ne ister” der ve korkunun ne olduğu üzerine tefekkür etmenizden başka. Fakat kişi, nedeni ne olursa olsun, cennetin krallığını kabul etme meselesini hatırlamayı bırakır ve sonra cennetin krallığını kabul etmek için yeniden uyanırsa onu kaybetmeden önce yaptığı gibi cennetin krallığını kabul etmeye devam etmesine ve “Gidip cennetin krallığını uyandırmalıyım”, yani sürekli olacaktır, demesine gerek yoktur. Aksine, çalışmaya yeniden başlamalıdır.

Bunu, ölen ve değerli şeylere sahip olan bir insana benzetmeliyiz ve çocukları gelir ve babalarının onlara bıraktığı mirası almak isterler. Bilgelerimiz bu konuda şöyle demiştir (Avot, Bölüm 2:17): “Size miras bırakılmamış olan Tora’yı öğrenmek için kendinizi hazırlayın.” Şöyle yorumlamalıyız: Eğer bir kişi her şeyi unutmuş bir duruma gelirse, yani bir düşüş yaşamışsa, sanki ölmüş gibidir. Şöyle ki, daha önce hayattaydı, yani Hayatların Hayatına yapışık olan cennetin krallığına sahipti. Bu, kişinin içinde sona erdiğinde, “Kötülere yaşamlarında ‘ölü’ denir” denildiği gibi, bu kişi ölü kabul edilir.

Maneviyatta sebep ve sonuç “baba ve oğul” olarak adlandırılır. Bu demektir ki, şimdi ona “oğul” deniyor ve babasının ölümünden sonra geriye kalanları üstlenmek istiyor. “Bu sizin mirasınız değil” şeklinde yorumlamalıyız. Aksine, kişi sanki şimdi doğmuş gibi ve şimdi cennetin krallığının yükünü üzerine almak istiyormuş ve miras alacak kimsesi yokmuş gibi, Yaradan’ın çalışmasında yeni bir sayfa açmalıdır.

Buna göre, sorduğumuz şeyi yorumlamalıyız, “başrahip” ve “sıradan rahip” çalışmada bize ne ifade ediyor? Bir “rahip”in Yaradan’a hizmet eden kişi olduğunu yorumlamalıyız. Bazı işçiler genel halka aittir. Bunlara “sıradan rahipler” denir. Ve bazıları Gadlut’a ulaşmak için bireysel tarzda çalışmak isterler, ki bu hakikat içinde çalışmaktır. Onlara “başrahipler” denir.

Başrahipler arasında, genel halktan tamamen farklı bir çalışma düzeni vardır -kişi Tora ve Mitzvot’u pratikte uygular ve niyet söz konusu olduğunda genel halka güvenir. Buna karşılık, aynı zamanda niyetle çalışmak isteyen, yani tüm eylemlerini Yaradan’ın rızası için amaçlamak isteyen insanlar vardır.

Başka bir deyişle, “sıradan rahip”, çalışmasının genel halk tarzında olduğu ve “başrahip”, çalışmasının bireyler tarzında olduğu anlamına gelir. Böylece, Zohar’ın söylediklerini yorumlayabiliriz “‘Neden sadece kusursuz bir bakire almak gerekiyor?’ O da şöyle cevap verir: ‘Kadın bir kutsama kasesidir. Tadına bakılırsa, kusurludur.'” Bir başrahibin, yani Yaradan’ın gerçek bir hizmetkârı olmak isteyen kişinin, kendisinde zaten kusurlu olan bir eşi, yani cennetin krallığını almaması gerektiği, yani yaşadığı düşüşten önce sahip olduğu cennetin krallığını devam ettirmemesi gerektiği şeklinde yorumlamalıyız, zira bu kişi artık “bakire” değildir, çünkü daha önce bu cennetin krallığına sahip olmuştur ve kadın kusurludur.

Bu demektir ki, kutsama kasesi gibi, “Eğer tadına bakılırsa, kusurludur”, yani bu Malhut, kişi düşüş yaşamadan önce zaten tadılmıştır. “Tadına bakılırsa, kusurludur”un anlamı budur çünkü zaten bir düşüş yaşamıştır. Demek ki, o bu Malhut’u zaten lekelemiştir, bu yüzden cennetin krallığının tadını hiç tatmamış gibi yeni bir cennet krallığını üstlenmeli ve çalışmada yeni bir sayfa açmalıdır.

“Dul, boşanmış, saygısız bir kadın ya da bir fahişe, bunları almayacak.” diye yazılanlar hakkında sorduklarımızı yukarıdakilere göre yorumlayabiliriz. Dul bir kadın, kişi düşüş yaşadıktan sonradır, ki o zaman ölü olarak kabul edilir. O halde, düşüşten önce sahip olduğu cennetin krallığı olan önceki karısı, o kişinin dul eşi olarak kabul edilir.

Aynı şekilde, çalışmada, boşanmış nedir? Bu, ondan hoşlanmadığı için onu boşadığı anlamına gelir, çünkü bir kişi onun önemini hissetmediği için onun için çalışmayı kabul etmediği an, bu, erkeğin karısını boşaması olarak kabul edilir. Kadın boşanmak istemese de, adama merhamet ettiği için, yani Malhut adamın kendini sevmeye dalmış olduğunu görüp onun için üzüldüğünden, kadın kendi arzusuna rağmen onu boşar.

Yargının, bir kadının arzusuna karşı boşanması olmasının anlamı budur, zira erkek kadından hoşlanmadığı anda onu boşamış sayılır. Bu nedenle, “başrahip” olarak adlandırılan Yaradan’ın bir hizmetkârı geri dönüp boşanmış olan o kadını almayacaktır. Aksine, şimdi cennetin krallığının yükünü yeniden kabul etmeye başlamalı ve olup bitenleri dikkate almamalıdır.

“Saygısız”ı, yani saygısız bir kadını almaması gerektiğini de yorumlamalıyız. Bir kişi bir kez daha Yaradan çalışmasına uyandığında, eğer bu bir başrahip tarzındaysa, bu, Yaradan’ın yüceliği üzerinde çalışmak istediği anlamına gelir. Yani bilindiği gibi, bir insan emeğinin karşılığını almak için çalıştığında kimin verdiğine, önemli bir kişi olup olmadığına bakmaz. Aksine, ödüle bakar. Bu demektir ki, eğer mal sahibi basit bir kişiyse, ancak bir fabrikası olan ve maaş ödeyen önemli bir kişinin iki katı kadar ödüyorsa, kesinlikle daha yüksek ücret ödeyen kişi için çalışacaktır.

Ancak bir kişi maaşsız ama önemli bir kişiye hizmet etmek istediği için çalışıyorsa, o kişi her zaman kimin en önemli olduğunu görmeye çalışır ve onun için çalışmak ister. Dolayısıyla, Gadlut’ta çalışmak isteyen, yani çalışması Yaradan’ın yüceliği üzerine kurulu olan kişi, herhangi bir ödül olmadan çalışmak istediği için, ona “baş rahip” denir, zira bir rahip Yaradan’a hizmet eden, Yaradan’a yaklaşmak isteyen kişidir. “Aranızdan bir adam Efendi’ye bir adakta bulunursa” ayetini yorumladığımız gibidir. “Aranızdan”, sununun “içinizden, kendinizden” olduğu anlamına gelir, yani kendisini Yaradan’a sunan kişiye “başrahip” denir.

O kişi saygısız bir kadını almamalıdır. Bu, ne zaman bir eş almaya gelse, daima bir bakire alacağı anlamına gelir, ki bakire hiç kocası olmamış biridir, yani kişi bu Malhut’u hiç kullanmamıştır. Aksine, her zaman yeni bir eş olmalıdır. Tersine, eğer bu Malhut’u daha önce kullanmışsa ve bir düşüş yaşayıp cennetin krallığını kabul etmeyi durdurduysa, bunun nedeni ona saygısızlık etmiş ve cennetin krallığını onurlandırması gerektiği gibi davranmamış ve onu hor görmüş olmasıdır. Bu nedenle, onu zaten kutsal saymamış olduğu için o anlayışı bir kez daha alamayacaktır.

Bunun yerine, bir başrahip her zaman bakire bir kadın almaya çalışmalıdır, yani kendisine şimdi kutsal çalışmayı yapmaya başladığını ve şimdiye kadar sahip olduklarının onu ilgilendirmediğini tasvir etmelidir. Aksine, bundan böyle onu koruyacağını ve ona saygı duyacağını umduğunu söyler. “Bakire bir eş alacak” sözlerinin anlamı budur.

“Dul, boşanmış, saygısız bir kadın ya da bir fahişe, bunları almayacak, kendi halkından bir bakireyi eş olarak alacak.” diye yazılanları da yorumlamalıyız. Çalışmada, fahişenin ne olduğunu yorumlamalıyız. Mesele şu ki, başrahip cennetin krallığının yükünü üstlenmek istediğinde hiç ekilmemiş bir toprak için söylenen “bakir toprak” anlamına gelen bir bakire almalıdır. Doğal olarak, bu tür toprakların yiyecek için mahsul vermesi beklenemez. Bu, bir kişinin bu topraktan geçimini sağlayamayacağı anlamına gelir. Sadece, onu ekip biçtikten ve toprağa ihtiyacı olan her şeyi verdikten sonra o topraktan geçimini sağlayabilir, daha önce değil.

Bundan şu sonuç çıkar ki, bir kişi “eş” olarak adlandırılan cennetin krallığının yükünü kabul ettiğinde kadının, Zan uMefarness [emzirme ve idame ettirme] kelimelerinden, bir Zona [fahişe] olmasını istememeye dikkat etmelidir Yani, cennetin krallığının yükünü kabul etmek onu ayakta tutacaksa, yani Tora ve Mitzvot’la uğraşırken ondan beslenecekse, o zaman onu almaya isteklidir. Aksi takdirde bu kadını almayı kabul etmeyecektir ve buna çalışmada “fahişe bir kadın” denir.

Aksine, cennetin krallığını bir yük olarak, yani “yüke koşulan bir öküz ve yük taşıyan bir eşek gibi” koşulsuz olarak kabul etmelidir. Bu, meyve vermeyen “bakir bir toprak” olan “bakire kadın” olarak kabul edilir. Eğer kişi bu koşulları kabul ederse, başrahip olmakla, yani kendisini Yaradan’a yakınlaştırmakla ödüllendirilecektir.

Yukarıdakilere göre, bilgelerimizin şu söylediklerini çalışmada yorumlamalıyız (Kiduşin 70a): “Her kim zenginlik için bir kadınla evlenirse onun layık olmayan çocukları olur, ‘Efendi’ye ihanet ettiler, zira yabancı çocuklar doğurdular.’ dendiği gibi.” Zenginlik için bir kadınla evlenmenin ne olduğunu anlamalıyız. Bu, çalışmada bir kadının “cennetin krallığı” olarak adlandırıldığı anlamına gelir ve kişi cennetin krallığının yükünü üstlenir çünkü kadının büyük bir servete sahip olduğunu duymuştur ve zenginlik, kadının onun ihtiyaçlarını karşılayacağı anlamına gelir, yani cennetin krallığı aracılığıyla Tora ve duadan iyi bir tat alacaktır. Aksi takdirde, eğitimle aldığı aynı yola devam etmesi onun için yeterlidir.

Şimdi onu ayakta tutan şey, yani bu dünyanın hazlarında şu anda bulduğu hiçbir besin onu tatmin etmiyor ve bu yüzden cennetin krallığını almak istiyorken, cennetin krallığı rızkını artırmıyor ve böylece kendini daha varlıklı bir şekilde idame ettiremiyorsa neden şimdi cennetin krallığının yükünü üstlenmesi ve çaba göstermesi gerekiyor?

Buna “zenginlik için bir kadınla evlenmek” denir, yani cennetin krallığını kabul etmesinin tek nedeni kendine-sevgiyi doyurmaktır. Buna, layık olmayan bir kadınla evlenmek de denir çünkü tüm kutsal kitaplarda cennetin krallığının kabulünün adanmışlıkla olması gerektiği yazılıdır ve bu konuda birçok yorum vardır.

Öğrendiğimize göre bunun anlamı, cennetin krallığını kendi iyiliği için değil, Yaradan’ın rızası için kabul etmesidir. Bu, cennetin krallığını kendi üzerine alarak, O’nun yüce isminin büyümesini ve kutsanmasını istediği anlamına gelir, kendi faydasını değil. Cennetin krallığını kendi iyiliği için kabul ederse, bu, “layık olmayan bir kadın” olarak kabul edilir. Buna “zenginlik için” denir çünkü “zenginlik”, bundan kendini idame ettirebileceği, yani zenginlik aracılığıyla hayattan memnun olacağı anlamına gelir. Bunun yerine, kişi bir kadını Yaradan rızası için almaya çalışmalıdır, yani “kadın” olarak adlandırılan cennetin krallığı kendisi için değil, Yaradan rızası için olacaktır.

Şimdi, bir insanın neden mantık ötesi inancı kabul etmesi gerektiğini anlayabiliriz. Bu böyledir, çünkü genellikle kişi daima kârını düşünür. Çalışmadan bir şey kazanacağını görmezse, hareketsiz kalmayı seçer ve bir şey kazanmadığı sürece herhangi bir hareket yapmayı istemez.

Bu nedenle, kişiye, Yaradan rızası için, yani O’nun adını kutsamak için cennetin krallığını kabul etmesi gerektiği söylendiğinde beden sorar: “Cennetin krallığını üzerime almaktan ne elde edeceğim? Bunda benim kazancım nedir?” Denilir ki, “Bedenin anlayabileceği hiçbir kelime yoktur. Aksine, Kral’a hizmet etme ayrıcalığına sahip olmanın sizin için harika bir şey olduğuna inanmalısınız. Buna “mantık ötesi” denir çünkü bedene buna değer olduğunu anlayabilmesi için söylenecek hiçbir söz yoktur.

Bu nedenle, kişi kârı mantık dahilinde görmediğinde, ödülün ne olduğunu bilmediği için emeğin ödülden daha büyük olduğu kabul edilir, ancak emeği görür ve emekle ilgili olarak inanma ihtiyacı duymaz. Bu nedenle, kişi Yaradan korkusu ile ödüllendirilmediği sürece, her zaman emeğe bakar çünkü çalışmanın faydasını anlayamaz, sadece mantık ötesi inanır. Bu nedenle, bu çalışmaya “zorlu çalışma” denir ve cennetin merhametini gerektirir.

Böylece, “dermansız ve bitkin olduğun zaman, ve Tanrı’dan korkmadı” diye yazılanları anlayabiliriz (Yasa’nın Tekrarı 25:18). Bu, çaba sarf ettiğini görüp ancak yine de bu çalışmanın faydasını görmediği için sadece inanması gerektiği anlamına gelir. Bundan şu sonuç çıkar ki, kişi dermansız kalır ve bitkin düşer ve bunun nedeni hala Tanrı korkusuyla ödüllendirilmemiş olmasıdır.

Kişi bilmelidir ki, inanç Kli’dir [kap]. Kli düzgün bir şekilde tamamlanıp almaya uygun olduğunda bolluk hemen mantık ötesi olan inanç Kli’sini doldurur. Bolluğa “cennet korkusu” denir ve kişi “mantık ötesi inanç” olarak adlandırılan bu Kli’yi sağladıktan sonra bu ışığı elde eder. Kişi Yaradan korkusuyla ödüllendirilmeden önce çalışmaktan acı çeker çünkü ışık onun için parlamaz.

Demek ki, cennetin krallığının yükünü üstlenmek isteyen kişi mantık ötesi çalışmalıdır, yani çalışması kendisi için değil, Yaradan rızası için olacaktır. Buna “mantık ötesi” denir çünkü beden kendi yararına olandan başka bir şey anlamadığı için bununla hemfikir olmaz.

Şimdi, bilgelerimizin , “Fakir halk yoktur.” sözlerini yorumlayabiliriz. Bilgelerimizin “Fakirlik yoktur, bilgide hariç” dediği gibi (Nedarim 41), “fakir”in “bilgide fakir” anlamına geldiği bilinmektedir. Baal HaSulam, Malhut’un “halk” olarak adlandırıldığını söyledi. Bununla, “Fakir halk yoktur”u, cennetin krallığının yükünü mantık ötesi kabul eden kişi anlamına geldiği şeklinde yorumlamalıyız, bu onun hiçbir mantığı olmadığı ve fakir olduğu ve bu yüzden cennetin krallığının yükünü kabul ettiği anlamına gelmez. Tam tersine; mantık ötesi olan, yani mantıktan bile daha önemli bir derecede durmaktadır. Çalışmada “üst” ve “alt” şöyledir: “Üst”, üstün öneme sahip olmak, “alt” ise aşağı derecede öneme sahip olmak anlamına gelir.

“Fakir halk yoktur”, cennetin krallığını mantık ötesi üstlenen kişinin “fakir”, yani mantığı olmayan kişi olarak kabul edilmediği anlamına gelir. Buradan şu sonuç çıkar ki, çalışmanın özü mantığın üzerinde çalışmaktır çünkü bir kişi Yaradan rızası için çalışmak istediğinde buna “mantık ötesi” denir, yani bedenin görüşüne karşı. Bununla birlikte, bilgelerimizin “Kötü eğilimi Ben yarattım; Tora’yı şifası olarak yarattım.” dediği gibi kişi, Tora’ya da ihtiyacımız olduğunu bilmelidir.

Bu, Bir Bilgenin Meyvesi kitabında yazdığı gibidir (Mektuplar, s. 115-116): “Ruhun, bedene girdiğinde amacı, köküne dönmeyi başarmak ve bedende kıyafetlenmişken O’na tutunmaktır, şöyle yazıldığı gibi: ‘Tanrın Efendi’yi sevmek, O’nun tüm yollarında yürümek,  O’nun emirlerini yerine getirmek ve O’na tutunmak.’ Ancak, Yaradan’ın yollarını kim bilebilir? Nitekim ‘613 yolu olan Tora’nın anlamı budur. Bu yollarla yürüyen kişi sonunda arınacak ve bedeni Yaratıcısı ile arasında demirden bir duvar olmaktan çıkacaktır, ‘Ve taştan kalbi etinizden alacağım.’ diye yazıldığı gibi. O zaman Yaratıcısına tutunacaktır. Bu nedenle, Üst Olan’ın (yani Tora’nın) emrini özlemek en iyisidir, çünkü ‘Tora’nın sırları olan, Üst Olan’ın yollarını ve Üst Olan’ın emirlerini bilmeyen, O’na nasıl hizmet edecektir?'”

Bu nedenle kişinin Tora’yı edinmek için çaba göstermesi gerektiğini görürüz. Tora’yı edinmek için kişi cennetin krallığını mantık ötesi kabul etmelidir. Bu, kişinin görüşüne karşıdır, yani kendisi için hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, sadece Yaradan’ın rızası içindir. Bununla, “Ve senin soyun yeryüzünün tozu gibi olacak” (Yaratılış 28:14) yazısını yorumlamalıyız. “Senin soyun” Banim [oğullar] anlamına gelir. Çalışmada Banim, Tora ve Mitzvot’ta Havana [anlayış] anlamına gelir. Yaradan Yakup’a Tora ve Mitzvot’ta anlayışın ancak kişi “toprağın tozu gibi” olmayı kabul ettiğinde edinileceğini vaat etti, yani kişi Tora ve Mitzvot’ta hiçbir duygu hissetmese ve sadece toz tadı alsa bile Tora ve Mitzvot’u yerine getirmeyi kabul eder, çünkü şöyle der: “Ben Yaradan için çalışıyorum. Eğer O’nun için bu şekilde çalışmamı istiyorsa, kabul ederim.” O zaman Gadlut [yücelik] ve anlayış ile ödüllendirilir.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,095