e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Tanrı’nın Sana Bahşettiği Topraklara Geldiğin Zaman

Tanrı’nın Sana Bahşettiği Topraklara Geldiğin Zaman

18. Makale

“Tanrı’nın sana bahşettiği topraklara geldiğinde, onları miras alacak ve içinde yaşayacaksın,” ayetiyle ilgili yorumcular şunu sorar, “Tanrı’nın sana verdiği nedir?” Her şeyden önce İsrail halkı bunu savaşla elde etmiştir. Şöyle açıklarlar, kişi kalbinden bilmelidir ki, kendi gücü ve becerisiyle toprakları miras almamıştır. Daha ziyade bu Yaradan’ın armağanıdır, şöyle dedikleri gibi, “Tanrı’nın sana miras olarak verdiği.”

Yukarıda yazılanı anlamak için Eretz kelimesinin (toprak) Ratzon (arzu) olduğunu bilmek zorundayız, yani insanın kalbindeki arzuya toprak denir. Dünya ulusları insanın kalbi denilen bu topraklarda yaşar ve İsrail halkı da bunun içindedir. Ancak, burada beraberce yaşayamazlar. İsrail halkı ve dünya ulusları bir arada olamaz. O topraklarda ya dünya ulusları hükmü ya da İsrail hükmü vardır.

İkisinin aynı yerde olamamasının gerçek sebebi O’nun Yarattıklarına iyilik yapma arzusudur. Bu sebeple O, haz ve memnuniyet almak için alma arzusunu yaratmıştır. Bu demektir ki, O, yarattıklarını haz eksikliğinde yaratmıştır, çünkü yaratılanlar arzularına göre haz hisseder.

Bu Yaradan tarafından yaratılan kaptır ve yaratılanlardaki ilk anlayış budur. Eğer yaratılanlar bu arzuya sahip olmasaydı, yaratılan varlıklar olarak adlandırılmayacaklardı. Öyle anlaşılıyor ki, alma arzusunun olmadığı yerde hiçbir anlayıştan bahsedemeyiz. Bizim bahsettiğimiz yaratılış budur, haz almak için Kap.

Fakat atalarımızın “utanç ekmeği” dediği utanç sebebiyle kişi form eşitliği denilen ihsanı amaçlamadıkça almak için alma kısıtlaması vardır. Bu demektir ki, kişi Yaradan’a memnuniyet ihsan etme niyetinde olduğunda hazzı alır. Aksi takdirde almak istemez. Buna İsrail denir, yani Yaşar-El (Yaradan’a doğru), yani düşündüğü her şey sadece Yaradan’a ulaşmak içindir ve asla kendini düşünmez. Daha ziyade tüm düşüncesi sadece Yaradan içindir.

Buna “İsrail toprakları,” denir, yani onun Yaradan’a doğru bir arzusu vardır. Kendini-sevme arzusu değil, başkalarını sevme arzusu vardır. Tüm yapmak istediği Yaradan’a ihsan edecek araçlara sahip olmaktır, bedenine yaptığı tüm bakım yalnızca ihsan etmek için ona güç kazandırmak içindir.

Bu atına su ve yiyecek veren birinin durumuna benzer. Bu demektir ki atını sevdiği için değil, onunla çalışmak zorunda olduğu için ona bakmaktadır. Dolayısıyla, atı hoşnut etme düşüncesi sevgiden değil, basitçe atı kendi faydası için kullanmak istemesinden gelir. Buna “İsrail toprakları” denir, yani tüm düşüncesi sadece Eretz (Ratzon, arzu) için.

Ulusların toprakları için ise bu böyle değildir. Bu “toprağın insanı” denilen kendini-sevme topraklarıdır. Bu demektir ki, onları Yaradan yaratmış olmasına rağmen arzu ve niyetleri Yaradan için değildir. Şöyle yazar, “Yeryüzünün tüm ulusları Tanrı’nın adının seni çağırdığını bilecek ve senden korkacak.” Ayrıca şöyle yazılıdır, “İbrahim kalktı ve Heth’in oğulları, halkın önünde eğildi.” Bu demektir ki, onlar kendini-sevmeden başka bir şey hissetmez ve bilmezler.

Fakat İsrail halkı böyle değildir. Onlar kendilerini ve yokluktan varlık olarak yaratılan alma arzularını, varlıklarını iptal etmek isterler. Bu sebeple kutsamayla ilgili “Her ulusun içinden bizi seçen,” deriz.

Bu iki hüküm bir arada olamaz. Ya ihsan etme arzusu hükmeder ya da alma arzusu, çünkü birbirleriyle çelişirler ve zıt iki şey aynı yerde olamaz.

Burada eğilim savaşı başlar, öyle ki kişi arzuların kılıflandığı, alma arzusunun hükmü altındaki kalbini yatıştırmak için savaşmalı ve hükmü Yaradan’a ihsan etme arzusuna vermelidir. Kişi amacın Yaradan’a yönelik olduğu kutsal çalışmaya başladığında, ikisi arasında savaş başlar. Sonra büyük çabayla kişi üstesinden gelme ile ödüllendirilir ve savaşı kazanır. Bu sırada Yaradan’a ihsan etme yasası kalbine girer ve kişi şöyle der, “Elimin gücü ve becerisi beni bu zenginliğe getirdi” ve sadece çalışması vasıtasıyla “İsrail toprakları” denilen kalbe hükmeder, çünkü arzusu direkt Yaradan’a doğrudur.

Bu bağlamda ayet şöyle der, “Topraklara geldiğinde Tanrı’n sana verir.” Bu demektir ki, onu kendi gücünle fethedemezsin, daha ziyade “Tanrı’n sana verir,” yani kişi dünya uluslarına verdiği savaş vasıtasıyla kalbini fethetmek için gerekli çabayı gösterir ve onu yenerse, “İsrail toprakları” denilen kalbi miras alır. Yine de bilmelidir ki toprakları kendi fethedemez, fakat “Tanrı’n sana verir” ve “elimin gücü ve becerisi beni bu zenginliğe ulaştırmadı.”

Bununla Yaradan’ın İbrahim’e söz verdiğiyle ilgili zorluğu anlayabiliriz, şöyle yazdığı gibi “ve O, Ben seni Ur topraklarından çıkarıp miras alman için bu topraklara getiren Tanrı’yım, dedi.”

Dolayısıyla, neden önce toprakları dünya uluslarına verdi ve sonra İsrail halkı savaşıp onları bu topraklardan çıkarmak zorunda kaldı? Tüm dünya şikâyet eder, “Neden asla sizin olmayan bir toprağı fethettiniz ve sadece savaşla elde ettiğiniz bu topraklara bizim topraklarımız dediniz?” Herkes bilir ki, O, bu toprakları dünya uluslarına vermeseydi kesinlikle daha iyi olacaktı, çünkü bu şekilde dünya uluslarının yaşayacağı bir yer olmayacaktı.

Fakat olan şey bu değildir. Daha ziyade önce yedi ulus krallarıyla beraber orada oturmuştur, İsrail halkı onlarla savaşmak ve onları dışarı atmak zorunda kalmıştır. Tüm dünya ulusları İsrail halkına bağırır, “Siz hırsızsınız! Yedi ulusun topraklarını işgal ettiniz!” Raşi şöyle yorumlar, “Bereşit (başlangıçta) ile başlamasının sebebi nedir? O’nun amellerinin gücü nedeniyle, O halkına ulusların mirasını verdi, çünkü puta tapanlar İsrail’e ‘Siz hırsızsınız, yedi ulusun topraklarını çaldınız,’ dediklerinde, onlar şöyle dedi, ‘Tüm yeryüzü Yaradan’a aittir. O, onu yarattı ve O’nu memnun edene verdi. Önce Arzusu gereği toprağı onlara verdi ve sonra Arzusu gereği onlardan alıp bize verdi.’”

Bu kafa karıştırıcıdır. Buna ne gerek vardı, yani neden O, toprakları bize vermeden önce dünya uluslarına verdi ve yerleştiklerinde dedi ki, “İbrahim’e söz verdiğim için onları bu topraklardan sürün.”

Bu meseleyi kök ve dal konusuyla yorumlayabiliriz. Bilinir ki Eretz’e (arzu), varlıkların kökü olan Malhut, “almak için almak” denir. Bu köktür, yani Ayn Sof dünyası denilen ilk alıcı. Sonrasında ıslahlar kendine-alma için değil, Yaradan’a ihsan etmek için yapılır. Bu demektir ki, iptal olmak için alma arzusunu kendisi için ister, yani kullanmamak için ve tüm çalışması sadece Yaradan’a memnuniyet ihsan etmek için olur.

Yukarıda söylenene göre maddesel dünyanın yaratılışının düzeninde de maneviyattaki düzen olmalıdır. Bu demektir ki, önce bu topraklar dünya uluslarına verildi ve sonra üstesinden gelme ve savaşlar vasıtasıyla dünya ulusları bu topraklardan atıldı ve İsrail halkı onu fethetti ve miras aldı.

Bu böyledir, çünkü dünya uluslarının kökü kısıtlamanın olduğu orta noktadır. İlk anlayış dünyada ortaya çıktığında almak için bir alıcı olmak zorundadır, aksi takdirde alma arzusunun üstesinden gelme arzuyla bağlantılı olduğundan, kişi kendini almaktan kısıtlayamaz, sonrasında bu tutkunun üstesinden gelir ve form eşitliği ister.

Dolayısıyla dünya ulusları önce yaratılışın özü olan alma arzusunun doğduğu kökü, bu toprakları almak zorundaydı, sonrasında ıslah gelir. Nitekim dünya ulusları bu toprakları aldığında İsrail halkı gelir ve toprağı tamamen Yaradan için ıslah eder. Buna “İsrail toprakları” denir, şöyle yazdığı gibi, “Tanrı’nın daima talep ettiği topraklar; Yılın başlangıcından sonuna kadar Tanrı’nın gözleri onun üzerinde.”

İsrail toprakları için “Tanrı’nın daima talep ettiği topraklar; Yılın başlangıcından sonuna kadar Tanrı’nın gözleri onun üzerinde,” yazılmasının nedenini anlamalıyız. Bu demektir ki, Yaradan’ın rehberliği onun üzerinde. Fakat Yaradan’ın rehberliği tüm dünyadadır, şairin dediği gibi, “Efendi’nin gözleri her yerde gezinir.” Bu nedenle O’nun rehberliğinin sadece İsrail toprakları için olduğunu söyleyebilir miyiz?

İsrail toprakları ne demek yorumlamalıyız. Bu demektir ki, toprak ulusların otoritesinden çıktı ve İsrail otoritesi altına girdi. Ayetin bilmemizi istediği şey budur, onlar İsrail topraklarında mı yoksa hala ulusların topraklarında mı?

Bunun işareti şöyle yazdığı gibidir, “Tanrı’nın talep ettiği toprak.” O’nun talebi nedir? Ayet şöyle yazar, “Yılın başlangıcından sonuna kadar Tanrı’nın gözleri onun üzerinde,” çünkü Yaradan’ın rehberliğine “Efendi’nin gözleri,” denir. Dolayısıyla eğer kişi O’nun rehberliğini “yılın başlangıcı” denilen zamanın başlangıcından sonuna kadar görürse buna “İsrail toprakları” denir.

Fakat ulusların toprakları demek Yaradan’ın tüm dünyayı seyrettiğini yalnızca Yaradan biliyor demek değil, aynı zamanda dünya ulusları bunu görmüyor demektir. Bu sebeple O, İsrail topraklarında mı yoksa dünya uluslarının topraklarında mı olduğumuzu bilmemiz için bize işaret vermiştir.

Öyle anlaşılıyor ki önce dünya ulusları alma arzusunu işaret eden bu topraklara girmelidir, sonrasında alma arzusuyla savaşırlar ve onu kutsallık otoritesine altına sokarlar, yani yaptıkları her şey Yaradan’ın talebine göre olur.

Bununla “Tanrı’nın sana bahşettiği topraklara girdiğin zaman her şey geride kalacak,” sözünü yorumlayabiliriz. Bu demektir ki, kişi eğilimle yaptığı tüm savaşlardan sonra başardığı şeyi kendi gücüyle elde ettiğini düşünmemelidir. Daha ziyade Yaradan bu savaşı kazanmasını sağlamıştır.

Bu “O’nun sana verdiği,” sözünün anlamıdır. “O sana verir,” sözüyle ilgili iki anlayış söz konusudur: 1) inanç olan Mitzva (Emir). Buna “el Tefillin” denir. El Tefillin ile ilgili atalarımız der ki, “diğerleri için değil, senin için bir işaret.” Bu sebeple el Tefillin örtülmelidir, bu inanca “Tanrı’n ile ilgili alçakgönüllü ol” denir ve bu mantık ötesidir.

2) Tora, baş Tefillin. Baş Tefillin’le ilgili atalarımız der ki, “Yeryüzünün tüm ulusları Yaradan’ın adının size seslendiğini görecek ve sizden korkacaklar.” Bu baş Tefillin’dir, yani “tüm uluslar görecek,” çünkü baş Tefillin hepsine ifşa olmalıdır. Bu “Tora” olarak algılanır ve Tora’ya özellikle ifşa olan denir.

Fakat el Tefillin örtülmelidir, bu mantık ötesi demektir. Dolayısıyla, bir başkasına söylenemez çünkü kişinin bir başkasına söylediği şey yalnızca mantıkla ilgilidir, bu nedenle mantık ötesi şeyde söylenecek şey yoktur. Şöyle denir, “diğerleri için değil, senin için bir işaret.” Öyle anlaşılıyor ki, bu verme—Yaradan’ın İsrail halkına toprakları vermesi—ondan meyve elde etmek içindir.

Yukarıda açıkladığımız gibi toprak “kalp” demektir ve Yaradan kalbe iki anlayış vermiştir: 1) inanç, 2) Tora. Her ikisi vasıtasıyla kişi bütünlüğü elde eder. Her ikisi de kişinin kendisinden gelse de, her ikisi de Yaradan’dan gelir, bu nedenle kişi “Benim gücüm ve becerimle bu zenginliği elde ettim,” dememelidir.

Bununla yorumlayıcıların sorduğunu anlayabiliriz, “Neden ilkdoğanla ilgili yazıldı ve ‘Sen yüksek sesle söyleyeceksin,’ denildi, oysa onda bir ile ilgili şöyle yazılıdır, ‘Sen söyledin.’” Dolayısıyla onda bir ifşası yumuşak sesle yerine getirilir.

Onda bir Mitzva (Emir) olarak kabul edilir ve burada el Tefillin, alçakgönüllü olma konusu vardır, bununla ilgili atalarımız şöyle der, “diğerleri için değil, senin için bir işaret.” Dolayısıyla Mitzva (Emir) olan onda bir ile ilgili alçakgönüllülük işareti olarak dışardan duyulmayacak şekilde yumuşak sesle “Sen söyledin,” yazılıdır.

Fakat ilkdoğan baş Tefillin’i ima eder, bununla ilgili şöyle yazılıdır “Ve dünya ulusları Yaradan’ın adının seni çağırdığını görecek ve senden korkacaklar.” Bu sebeple ilkdoğanla ilgili “Sen cevap verecek ve yüksek sesle söyleyeceksin,” denir. Bu demektir ki, Tora herkese ifşa olması için yüksek sesle olmalıdır, yani Yarattıklarına iyilik yapma tüm dünyaya ifşa olmalıdır.

İKİNCİ BÖLÜM

  1. Makale

KÖK VE DALIN ANLAMI

İsrail toprakları Malhut’tan uzanan daldır. Malhut’a, Yaradan’ın Yarattıklarına vermek istediği bereketi alan Kap denir.

Düzen şudur, önce almak için alma kabı vardır, sonra ihsan amaçlanmadıkça kabın içine alınması yasak olan ıslah gelir, ıslahın sonrasında ise bereket Kaba iner. Bu ıslah, bereket, yaratılan varlıklara indiğinde onlarda “utanç ekmeği” denilen eksiklik yaratmayacak şekilde yapılanmıştır.

Böylece yaratılanlar bereketi sınırsız alabilirler, çünkü içlerinde bereketi alma utancı yoktur. Daha ziyade haz ve mutluluğu sadece Yaradan için almayı amaçlarlar. Sonrasında sürekli olarak bereketi büyütürler, çünkü Yaradan’a yeteri kadar vermiş olduklarını ve artık ihsan etme ihtiyaçları olmadığını söylemezler. Dolayısıyla bereketi büyütmek için daima bir sebepleri vardır.

Eğer bereketi kendileri için alırlarsa bu böyle olmaz. Utanç yüzünden sınırlandırılmak zorunda kalırlar. O’nun verdiği haz ve mutluluğun yeterli olduğunu söylerler. Bu nedenle ihsan etmedikçe Malhut’un Kabına ışık almamak için kısıtlama denilen ıslah vardır.

Malhut’un kökünden aşağıya maddesel dal Eretz (toprak) uzanır. Bu toprağa Kutsal Topraklar denir. Kutsal Topraklarda özel ıslahlar, yani onda bir ve bağış gibi yeryüzüyle ilgili emirler söz konusudur.

Ve ayrıca orada Ürdün, Suriye, Babil ve geri kalan topraklar için de özel kökler vardır. Fakat kök ve dal gereği Tapınak yeri özellikle İsrail toprakları, Kutsal Topraklardır.

İsrail halkı kutsal topraklara gelmeden önce burası yedi kutsal Sefirot’ta karşılık gelen yedi ulusun topraklarıydı. Onlar ihsan etme niyeti Masah (perde) olmadan Malhut’tan uzananlardı. Bu sebeple önce dünya ulusları oraya geldi. Maneviyat düzeni şu şekildedir: 1) alma arzusunun gelişi 2) onu ihsana dönüştüren ıslah. Bu sebeple Kutsal Topraklar için: 1) önce dünya ulusları oraya gelmeliydi çünkü onlar Masah’la ıslah olmamış Malhut’a aittiler. 2) Sonrasında İsrail geldi ve onları hükmü altına aldı.

Öyle anlaşılıyor ki, Kutsal Topraklar Malhut’tan uzanır, aynı zamanda insandaki alma arzusu da Malhut’tan gelir. Bu sebeple oraya 1) önce dünya ulusları 2) sonra İsrail geldi.

İnsanın kalbinde de durum budur: 1) Önce kötü eğilim gelir; 2) sonra iyi eğilim gelir. Her şey üst köklerden uzanır.

Ancak içsellik ve dışsallığı ayırt etmemiz gerektiğinden, Malhut’tan uzanan insanın kalbiyle, Malhut’tan uzanan İsrail toprakları arasında fark olduğunu söylemeliyiz. Dışsallıkta, dal köke karşılık gelmelidir. Fakat içsellikte dalın köke karşılık gelmesi gerekmez.

Malhut’un kökünden İsrail toprakları uzanır fakat kişi cennettin krallığı ile ödüllendirilmek için özellikle İsrail topraklarında olmak zorunda değildir. Dışsal olarak kişi, Şehina’nın (kutsallık) özünden uzakta olsa bile ödüllendirilir, tıpkı uzaklarda yaşamış yüce hocalarımız gibi.

Nitekim İsrail topraklarında yaşayanlar en kötü suçlu da olabilir. “Kutsal Topraklar” denilen İsrail toprakları hiçbir şekilde onları Tora ve Mitzvot yerine getirmeye mecbur kılmaz, çünkü içsellik kalpteki çalışmadır ve dışsallıkla kesinlikle bağlantılı değildir.

Fakat dışsallıkla ilgili on insan bir arada olmadıkça Kaddiş demenin yasak olması kuralı vardır. Fakat biz bu on adamın korku içinde olup olmadığını kontrol edemeyiz, bu nedenle on basit adam bir araya geldiğinde Kaddiş diyebilir ve Tora’yı okuyabilir. Ancak, eğer dokuz erdemli varsa, onların Kaddiş demesi yasa gereği dışsallığa göre ifşa olduğu için yasaktır.

Bu nedenle şunu sorarız, “O zaman neden ifşa edilen Tora’daki birinci emirle hemfikir olmamak yasaklanmıştır?” Mitzva’nın (Emir) pratik kısmı söz konusu olduğunda durum bunun tersidir: İlki sonuncusundan daha bütündür. Çünkü eylem Sefirot’ların kutsal kabından uzanır (Buna dışsallık denir, çünkü ışıklara dair kaplara ‘dışsallık’, ışıklara ‘içsellik’ denir.) Tora ve Mitzva’nın Taamim’lerinin (tatlar) sırları Sefirot’taki Işıklardan uzanır. Zaten Işık ve kap arasında zıt ilişki olduğunu biliyorsunuz.

Öyle anlaşılıyor ki, ifşa olan, yani pratik kısım dışsallığa aittir. Dolayısıyla pratik kısımla ilgili Tapınağı İsrail topraklarından uzağa inşa etme yasağı gibi yaptırımlar vardır.

Olam, Şanah, Nefeş’in (dünya, yıl, ruh) kısaltılması olan OŞHAN’ın birleşmesi vardır yani birleşme özellikle bu üç koşula göre olmalıdır: Olam (dünya-özellikle Kutsalların Kutsalının yeri); Şanah-zaman söz konusu olduğunda özellikle Yom Kippur’da olmalıdır ve Nefeş özellikle yüce rahip vasıtasıyla olmalıdır.

Dolayısıyla içsellikle ilgili olarak, insan Yaradan’a hizmet etmeye başladığında, yani kendini-sevmeden çıkmaya çalıştığında ve amacı sadece Yaradan sevgisi olduğunda, o zaman gün ve gece söz konusudur.

“Gün” demek ıslaha ihtiyaç duymadan yüce bir maneviyata sahip olmak demektir, örneğin güneş parladığında insan güneşin parlaması için ıslah yapma ihtiyacında olmaz, o zaten parlıyordur. Ancak, kişi güneşin parlaması gereken yerde parlamasını engellememek için müdahalede bulunmamalıdır, örneğin penceresi olmayan bir eve girmek gibi.

“Gece” ise kişinin ıslah yapması gereken zamandır. Örneğin maddesellikte gece evin karanlık olduğu zamandır. Islahlar vasıtasıyla, yani mum ya da lamba yerleştirildiğinde orada ışık olur. Islah denilen çaba olmadan kişi için hiçbir şey parlamaz. Tersine nereye baksa siyah camların arkasından bakar gibidir, her şey karanlıktır.

Gece kişinin şimdiki aşamasını, maneviyattan uzaklığını, kendini-sevmeye daldığını ve bu durumundan kendi kendine çıkma şansının olmadığını yansıtan zamandır. Bu durumda gerçek aşamasını hiçbir şey yapamadığını görmelidir. Atalarımız şöyle der, “Yaradan’ın yardımı olmazsa, üstesinden gelemez.”

Ancak bilmeliyiz ki, Yaradan geceyi yarattı ve bunu kesinlikle amaçlı olarak yarattı. Dolayısıyla insan sorar: Neden O karanlığı yarattı? Her şeyden önce yaratılış amacına göre O geceyi değil, gündüzü yaratmalıydı. Ayet der ki “Ve orada akşam ve sabah vardı, bu bir gün oldu.” Özellikle her ikisiyle bir gün olur.

Ancak, gece özellikle ıslah olmadan parlamayacak şekilde, kişinin ıslah yapması için yaratılmıştır. Bu böyledir, çünkü Kaplar karanlık hissiyatı üzerine inşa edilir. Yaradan’ın yardımı ihtiyacı nedeniyle geceye gereksinim vardır. Aksi takdirde, Yaradan’ın kurtarışına, “içindeki ışık ıslah eder” olarak kabul edilen Tora’ya ihtiyaç olmaz.

Bu nedenle “Tora ve Mitzvot” denilen ıslah gelir. Tora bize Mitzvot’u nasıl yerine getireceğimizi öğretir.

Ancak bilmeliyiz ki, Tora’da gizli bir kısım vardır, yani o kısım bizden gizlidir. Tüm Tora Yaradan’ın adlarıdır, yani “Tora’nın sırları” denilen, kişinin Lişma ile ödüllendirildikten sonra edinmeye başladığı Tanrısallığın ifşası.

Rabbi Meir şöyle der, “Tora Lişma’ya bağlanan herkes pek çok şeyle ödüllendirilir, Tora’nın sırları ona ifşa olur ve o sonsuza kadar akan bir şelale olur.” Öyle görünüyor ki Tora’daki ifşa olmuş kısım bizi Lişma’ya, yani her düşünceyi, kelimeyi ve eylemi ihsana yönlendirme becerisine getirendir.

Sonrasında kişi Lişma ile ödüllendirildiğinde gizli Tora ve Mitzvot’un tatlarına bağlanmaya başlar. Bunları yerine getirerek üst bereketi aşağıya indirir.

Zohar’a Giriş’te şöyle yazılıdır, “Zohar, Tora’daki Mitzvot’u “emanetler” adıyla çağırır. Onlara ayrıca “613 öğüt” denir. Aralarındaki fark şudur, her şeyde bir ön ve bir de arka vardır. Bir şeye hazırlığa “arka,” o şeyi edinmeye “ön” denir.

Anlaşıldığı üzere gizli kısma “ön” denir ve kişi bununla Lişma’yı edindikten sonra ödüllendirilir.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,073