e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > “Ey İsrail, Tanrın Efendine Dön” Ne Demektir?

“Ey İsrail, Tanrın Efendine Dön” Ne Demektir?

Makale 2, 1991

Yazıda şöyle denir: “Ey İsrail, Tanrın Efendine dön, çünkü kendi kötülüğünde başarısız oldun. Yanına sözcükler al ve Efendine dön. O’na de ki: ‘Bütün kötülükleri kaldır, iyilikleri kabul et, biz de dudaklarımızın meyvesiyle ödeyelim.” Aradaki bağlantıyı anlamalıyız, çünkü ” kötülüklerinizde başarısız olduğunuz” için, “Tanrınız Efendinize dönün” denmektedir. Ayrıca, “O’na de ki: ‘Bütün kötülükleri kaldır'” ne demektir? Ve bilgelerimizin ne dediğini de anlamalıyız, ” Büyük bir tövbedir, çünkü ‘Tanrınız Efendinize’ denildiği üzere, o tahta kadar ulaşır” (Yoma 86).

Çalışmada iki konuda ayrım yapmamız gerektiği bilinmektedir: 1) Genel halkla ilgili olan. Onların çalışmaları uygulamadadır ve niyet üzerine, yani ihsan etmek için çalışmazlar. Bu nedenle uygulama açısından herkes kendisinin iyi olduğunu düşünür. Her biri mükemmel bir insan olmanın imkânsız olduğuna inanır, bu yüzden genel olarak kendisinin eksiksiz olduğunu düşünür ve dostlarına baktığında onların kusurlarını, iyi olmadıklarını görür.

Öte yandan kendisi iyidir. Bir eksiği olmasına rağmen, “Yeryüzünde iyilik yapıp günah işlemeyecek tek bir erdemli yoktur” ayetiyle kendini haklı çıkarır. Dolayısıyla onun da hataları vardır ve bilgelerimizin “Çok ama çok alçakgönüllü ol” dediği gibi alçakgönüllülük niteliğine dikkat eder. Kendisinin diğer insanlardan daha yüksekte olduğunu görmesine rağmen, bilgelere güvenir ve kendisinin de muhtemelen alçakta olduğuna, yani diğer insanlardan daha kötü olduğuna mantık ötesi inanır. Ancak ona göre bu, mantık ötesi inançtır.

Sonuç olarak, halkın geneline ait olanlar Tora’yla meşgul olduklarında, kendilerinde kötülük olduğunu veya diğer insanlardan daha kötü olduklarını hissedemezler. Aksine, genel olarak, yaptıkları çalışmadan mutlu olurlar. Bu nedenle, tövbe etme zamanı olan Elul ayı [İbrani takviminde son ay] ve On Kefaret Günü geldiğinde, içlerinde tövbe etmeleri gereken kötülükleri bulmak için çok çalışmaları gerekir.

Aksi takdirde, yukarıdaki mahkemede yargılanabilir ve eylemlerinden dolayı cezalandırılabilirler. Hak ettiklerini düşündükleri ödülün gerçekleşmeyebileceğini, yani daha az ödüllendirileceklerini bilirler. Peki ya cezalar? Böyle bir şey söz konusu değildir, çünkü kendileri hakkında çok fazla Tora’ya ve çok sayıda Mitzvot’a [emirlere/iyi işlere] sahip olduklarını bilirler.

Diğer taraftan, bireysel şekilde çalışanlar, Yaradan’la Dvekut [bütünleşme] ile ödüllendirilmek isteyenler ve yerine getirdikleri Tora ve Mitzvot’un sadece Yaradan’a bağlı kalmak için 613 öğüt şeklinde olduğunu anlayanlar, tek bir kaygıya sahip olacaklardır – Yaradan’ı nasıl hoşnut edecekleri ve kendileri için hiçbir kaygı duymayacakları.

Beden buna kesinlikle direnir ve kendi söylediklerinin neden doğru olduğuna dair haklı gerekçeler sunar. Kişiye tüm dünyadan kanıtlar sunmaya başlar ki hiç kimse kendisi için alma arzusunu iptal etme ve sadece Yaradan’ın rızası için çalışma yolunda yürümemektedir. Bu kişi, alma arzusunun inanca ters düşen düşünceler getirmesi nedeniyle, Firavun’un argümanı olan, “”Efendi kim ki O’nun sesine itaat edeyim?”” diyen kötülüklerin üstesinden gelmek ister.

Bu da kişinin inançsızlık suçunda başarısız olduğu anlamına gelir. Bir kişi ne kadar güçlenirse, sapkınlık o kadar çok gelir ve kişiye hükmeder. Yani kişi her ne kadar Yaradan’ın dünyayı iyi ve iyilik yapan şeklinde izlediğine inanmak istese de beden ona bunun tam tersini gösterir. Doğal olarak, kişi her zaman başarısız olur ve bunun sonsuz olduğunu ve yükselişler ve düşüşler içinde olduğunu görür ve buna karşı ne yapacağını bilemez.

Yazı bu konuda şöyle der: “Ey İsrail, Tanrın Efendine dön.” Peki neden “Tanrın Efendine dön” deniyor? Çünkü ” kötülüğünüzde başarısız oldunuz”. Yani, suçunuzda, yani inanç günahında başarısız olduğunuz için ve şimdi sahip olduğunuz düşünce ve arzular dünyanın en aşağılık arzuları olduğu için, kendinizi dünyanın en aşağılık insanı olarak görüyor ve maneviyattan tamamen uzaklaştığınızı hissediyorsunuz.

Başka bir deyişle, sekülerler maneviyattan uzak olduklarını söylemezler çünkü dünyada maneviyat olduğuna bile inanmazlar. Aynı şey Tora ve Mitzvot’a inanan dindarlar için de geçerlidir -her biri az ya da çok iyi olduğunu hissettiğinden, uzaklaştıklarını hissetmezler. Ve eğer kendilerinde bazı kusurlar görürlerse, bunun için mutlaka bir mazeretleri vardır. Ve özellikle de kişi, kendisi hatalar ve kötülüklerle dolu bir durumdayken, tüm dünyanın huzurlu bir yaşam sürdüğünü görür ve bu durumdan çıkış yolu göremez.

Bu nedenle, kişinin “Dön, ey İsrail” dışında başka bir öğüdü yoktur. Kişi Yaradan’a dönmeli ve Yaradan “senin Tanrın” olarak ödüllendirilene kadar O’ndan ayrılmamalıdır. Diğer bir deyişle, tam bir inançla ödüllendirilene kadar. Aksi takdirde, kişi başarısızlıklar içinde kalacaktır. Bu nedenle kişi, kendisine yukarıdan merhamet gelip de “ihsan etme arzusu” denilen güç kendisine verilinceye kadar elinden geleni yapmaya çalışmalıdır.

Yukarıdakilere göre, “Yanınıza sözcükler alın” diye yazılanları anlayabiliriz. Şöyle ki, bedenin sizinle konuştuğu ve Yaradan rızası için çalışmaya değmeyeceğini iddia ettiği bu sözleri, Yaradan’a döndüğünüzde yanınıza alın. O’na şöyle deyin: “Tüm kötülükleri kaldır” çünkü bedenin bize söylediği bu sözlerin üstesinden gelemeyiz. Yaradan’a döndüğünüzde bu sözleri alın. “Hepsi” diyor çünkü sadece Sen her şeye kadirsin; bize “ihsan etme arzusu” denen ikinci bir doğa verebilirsin. Kötülüğü ortadan kaldırırsın, yani kötülüğümüzü Sen kabul edebilir ve ıslah edebilirsin, çünkü kötülüğümüzün taşıyıcısı sadece Sensin, biz ise tamamen güçsüzüz.

Bununla birlikte, bedenin bizimle konuştuğu tüm bu sözlerin, ona bu sözleri Senin verdiğine ve bunları bize Senin göndermiş olman gerektiğine inanıyoruz ve bu kesinlikle bizim iyiliğimiz içindir. Bu nedenle, “O’na de ki: ‘Bütün kötülükleri kaldır ve iyilikleri al’.” Yani, bize gönderdiğin bu iyiliği al. Başka bir deyişle, bedenin Yaradan’a karşı iddia ettiği bu sözleri, Sen “ihsan etme arzusu” denilen başka bir doğa vermelisin, aksi takdirde başarısızlıklarla dolu olduğumuz için kayboluruz.

“Ve dudaklarımızın meyvesiyle ödeyeceğiz” sözlerinin anlamı budur. Dudaklarımız yerine, dudakların meselenin sonu olarak kabul edildiği, yani Keduşa’nın [kutsallığın] dışında olduğu yerde, bu nedenle arzularımız yüzünden Keduşa’nın dışında olduğumuz için, Senden “dudaklarımızın meyvesiyle ödemeyi” istiyoruz. Yani, dudaklarımızın olduğu yerde, sonunda meyvelerle bütün olmak istiyoruz, burada “meyveler” iyi işlerle döllenme ve çoğalma anlamına gelir.

Yukarıdakilere göre, bilgelerimizin ne dediğini anlayabiliriz: ” Büyük bir tövbedir, çünkü tahta kadar ulaşır.” Yani, halkın geneline ait olan kişiler, “ilk kötülük” olarak adlandırılan kötülükte başarısız olduklarını hissetmezler, çünkü inançları olduğunu ve iyi olduklarını hissederler. Açıklandığı üzere (“On Sefirot Çalışmasına Giriş,” Madde 14) sadece kısmi bir inanca sahip olmalarına rağmen, bunu hissetmezler. Bu nedenle de tam olduklarını düşünürler.

Tersine, tek bir otorite, tekil otorite olmasını isteyen, “alma arzusu” denilen kendi otoritelerini iptal etmek ve dünyada sadece Yaradan’ın otoritesinin ifşa olmasını isteyen bireylere ait olanlar, bedenin buna nasıl itiraz ettiğini hissederler. Tövbe etmek, Yaradan’a dönmek isterler ve bu tövbe tahta kadar ulaşır.

Ancak, çalışmada tahtın ne anlama geldiğini anlamalıyız. Malhut’un “taht” olarak adlandırıldığı bilinir, “Zohar Kitabına Giriş”te (Madde 31) yazıldığı gibi, “Tahtta iki fark vardır: 1) Yazıldığı gibi Kralı örter, ‘Karanlığı saklanma yeri yaptı’, bunun için Kissui [örtme/gizleme] kelimesinden Kisse denir. 2) Yazıldığı gibi, ‘Ve Kisse’nin [tahtın] üzerinde insan görünümünde bir suret vardı’, Malhut’un görkemini dünyalarda ortaya çıkarır.”

Mesele şu ki, gerçekleşen Tzimtzum [kısıtlama] ve gizlemenin yaratılanlar için bir ıslah olduğuna inanmalıyız. Başka bir deyişle, özellikle yapılan gizleme ve örtme ile yaratılanlar tamamlanacaklardır. Yaradan’ın dünyayı yönlendirdiği rehberliğin iyilik ve iyilik yapmak olduğuna mantık ötesinde inanmalıyız. İyilik ve iyilik yapma rehberliğinin bizden gizlendiğini görmememizin nedeni, gerçekte rehberliğin gerçekten iyilik ve iyilik yapma olduğuna, ancak bunun üzerinde onu örten bir örtü olduğuna inanmalıyız.

Her ne kadar beden buna ve mantık ötesi inanmaya karşı çıksa da ” Yargıç sadece gözlerinin gördüğüne sahiptir” dese de, kişi bedenin gerekçelerinin üstesinden gelmek ister. Bu zor bir çalışmadır ve yükselişler ve düşüşler içerir.

Kişi Yaradan’a bu örtüyü üzerine alabilmesi için, yani henüz görmekle ödüllendirilmediği halde, İlahi Takdirin gerçekten iyi ve iyilik yapma tarzında olduğuna inanması için kendisine yardım etmesi adına yakardığında, bu çalışma sayesinde tahta giden bir araç haline gelir. Başka bir deyişle, gerçekten bir gizleme olmasına rağmen bu tahtı kendi üzerine alır. O zaman, o sandalye [Kisse] taht haline gelir, yani tahtta oturan Şehina ile ödüllendirilir.

Bundan şu sonuç çıkar ki, daha önce bir Kisse, yani gizlenme şeklindeyken, “toz içindeki Şehina” iken, şimdi taht haline gelmiştir. “Karanlığı saklanma yeri yaptı” sözünde olduğu gibi, tahtın Kralı örttüğünü söylemenin anlamı budur. Başka bir deyişle, taht parlamaz ve karanlık bir durumdadır. Karanlığın üstesinden gelmeli ve “Onların gözleri var ama görmezler” demeliyiz.

Kisse döneminde bu duruma “çünkü kötülüklerinizde başarısız oldunuz” denir. Kisse döneminde kişi yükselişler ve düşüşler yaşar ve bu çalışmanın hiç bitmeyeceğini görür. Aksine, bu daimi bir gidip gelmedir, çünkü gizlenme sırasında kişinin üstesinden gelmesi ve Yaradan’ın iyi ve iyilik yapan bir şekilde davrandığını söylemesi zordur.

Bu nedenle, o kişi tövbe etmelidir, yani “Karanlığı saklandığı yer yaptı” olan Kisse’den, dünyada Malhut’un ihtişamını ortaya çıkardığında Kisse’nin ikinci hali görünür, şöyle yazıldığı gibi, “Ve Kisse’nin [tahtın] üzerinde, yüksekte, insan görünümünde bir suret vardı.”

” Büyük bir tövbedir, çünkü tahta kadar ulaşır” sözlerinin anlamı budur. Yani tövbe, bir kişinin Kisse, yani taht anlamındaki ikinci anlayışla ödüllendirilmiş olmasıdır. “Ey İsrail, Tanrın Efendine dön” ifadesinin anlamı budur.

“Çünkü kötülüğünüzde başarısız oldunuz” sözünün anlamını şöyle yorumlamalıyız: Kişi tövbe etmek istediğinde, yani Yaradan’dan form olarak zıt olan alma arzusu nedeniyle Yaradan’dan ayrıldığında ve Yaradan’la bağ kurmak, form eşitliğine sahip olmak istediğinde, “Gizlenen şeylerin Tanrımız Efendimize ait olduğunu” görür.

Başka bir deyişle, Yaradan için, Yaradan rızası için bir şey yapmak istediğinde, bu “gizli” bir tattır. Başka bir deyişle, işin lezzeti kendisinden gizlidir. Tersine, “bizim için ve çocuklarımız için” denilen kendi yararımız için çalıştığımızda, lezzet bize ifşa edilir. Başka bir deyişle, “gizlenen” ve “açığa çıkan” tatla ilgilidir.

Bu demektir ki, bir kişi Yaradan için çalıştığında, “Tanrımız Efendimiz için” denildiğinde, çalışmadaki tat gizlenir. Ancak kişi kendi iyiliği için çalıştığında, yani “kendimiz ve çocuklarımız için” çalıştığında, tat “ifşa” olarak adlandırılır, yani çalışmanın tadı ifşa olur. Bu da başarısızlıklarımıza neden olur, çünkü şöyle yazılmıştır: “Çünkü kötülüğünüzde başarısız oldunuz.” Dolayısıyla, Yaradan’a dönmekten başka bir yol yoktur, bu konuda şöyle denmiştir: “Bütün kötülükleri kaldır ve iyiliği al.”

Yukarıdakilere göre, yemek için yapılan kutsamada yazılanları yorumlamalıyız: “Tanrı’nın ve insanların gözünde lütuf ve iyi anlayış bulalım.” Yaradan’dan insanlar tarafından sevilmeyi neden istememiz gerektiğini anlamalıyız. İnsanların bize saygı duyması ve bizi onurlandırması ne anlama gelir? Bunun çalışmayla ne ilgisi var? Aksine, Yaradan’dan Yaradan tarafından sevilmeyi istiyoruz ve O’ndan ne istiyoruz? Bize “insan” niteliğini vermesini, çünkü insan doğası gereği alma arzusuyla yaratılmıştır, buna Malhut denir, bu da Gematria’da ” hayvan” olan BON ismidir.

Bu nedenle, Tanrı tarafından sevilmeyi isteriz, böylece bize “insan” niteliğini verecektir, bilgelerimizin dediği gibi, “Size ‘insan’ denir, dünya uluslarına değil.” İnsan, Gematria’da MA’dır ve veren anlamına gelir. Başka bir deyişle, Yaradan tarafından sevilmeyi isteriz, böylece O da bize “insan” niteliğini verir. “Tanrı’nın ve insanların gözünde lütuf bulalım” sözlerinin anlamı budur, böylece O bize insan niteliğini verecektir.

Buradan insanın tek bir şey için dua etmesi gerektiği sonucu çıkar -Yaradan’ın onu daha da yakınlaştırması için. Maneviyatta “yakınlık” “form eşitliği” olarak adlandırılır. Yani, kişi Yaradan’dan kendisine “ikinci doğa” olarak adlandırılan ihsan etme arzusunu vermesini ister.

Bununla, “kalbi kırılmış olanları iyileştiren” diye yazılmış olanı (Mezmurlar 147) yorumlamalıyız. Yaradan’ın kalbi kırık olanları iyileştirmesinin ne anlama geldiğini anlamalıyız. Mesele şu ki, bilgelerimizin “Merhametli olan kalbi ister” dediği gibi, insanın özünün kalp olduğu bilinmektedir. Kalp, Keduşa’yı yukarıdan alan Kli’dir [kap]. Kapların kırılması hakkında öğrendiğimiz gibi, eğer Kli kırılırsa, içine koyduğunuz her şey dışarı dökülür.

Aynı şekilde, eğer kalp kırılırsa, yani alma arzusu kalbi kontrol ederse, bolluk oraya giremez çünkü alma arzusunun aldığı her şey Klipot’a [kabuklara] gidecektir. Buna “kalbin kırılması” denir. Dolayısıyla, kişi Yaradan’a dua eder ve şöyle der: “Bana yardım etmelisin çünkü ben herkesten daha kötüyüm, çünkü alma arzusunun kalbimi kontrol ettiğini hissediyorum ve bu yüzden kalbime Keduşa’ya dair hiçbir şey giremiyor. Hiçbir lüks istemiyorum, sadece Yaradan rızası için bir şeyler yapabilmek istiyorum ve ben bunu yapmaktan tamamen acizim, bu yüzden beni sadece Sen kurtarabilirsin.”

Bununla, “Efendi kalbi kırık olanlara yakındır” (Mezmurlar 34) diye yazılmış olanı yorumlamalıyız. Yani, kalpleri kırılmasın ve bütün olsun diye Yaradan’dan kendilerine yardım etmesini isteyenler, bu ancak kişi ihsan etme arzusuyla ödüllendirilmişse gerçekleşebilir. Bu nedenle, kişi Yaradan’dan kendisine ihsan etme arzusu vermesini ister, çünkü dünyada Yaradan rızası için çalışma kabiliyetinden başka hiçbir şeye sahip olmadığını görür. Bu da sadece Yaradan’ın yakınlığını istediği anlamına gelir ve “ölçüye göre ölçü” diye bir kural vardır. Dolayısıyla, Yaradan kişiyi yakınlaştırır. ” Efendi kalbi kırık olanlara yakındır” sözlerinin anlamı budur.

Yukarıdakilere göre, orada ne yazdığını anlayabiliriz: “Bütün kemiklerini korur, bir tanesi bile kırılmaz.” İnsanın kemiği [İbranice’de Etzem hem “kemik” hem de “öz” anlamına gelir] kalptir, kalpteki arzudur. İnsanın kalbindeki arzular yükselişler ve düşüşler yoluyla sürekli değişir ve Yaradan, alma arzusunun Keduşa arzularına karışmaması için onların arzularını korur.

“Hiçbiri kırılmadı” sözlerinin anlamı budur. Başka bir deyişle, alma arzusu kapların kırılmasına sebep olduğu için, Yaradan onu koruduğunda, yani bir kişiye “ihsan etme arzusu” adı verilen ikinci bir doğa vererek onu “formun eşitliği” adı verilen bir yakınlığa getirdiğinde, bu Yaradan’ın koruması olarak kabul edilir, ” Efendi budalaları korur” ayetinde olduğu gibi. Başka bir deyişle, kendisinin bir budala olduğunu, akılsız olduğunu hisseden kişi, “kendisi için alma arzusu” denilen Sitra Akra’nın [diğer tarafın] kontrolüne düşmekten kendini korumalıdır. Yaradan’dan onu korumasını ister. Kişi aşağıdan uyanışı verir, buna “bir arzu” ve bir Kli denir ve sonra Yaradan ona ışığı verir.

Ama kişi yükselişteyken, artık Yaradan’ın yardımına ihtiyacı olmadığını düşünür, çünkü artık “bilgi” dediği bir his temeli vardır. Başka bir deyişle, artık hangi amaç için çalıştığını bilir. Çalışması artık mantık ötesi değildir çünkü dayanacağı bir temeli, yani bu durumun kendisi için iyi olduğunu hissettiği bir duygusu vardır. Bu temel üzerinde çalışmasını belirler.

O zaman kişi derhal yukarıdan aşağı atılır ve sanki kendisine şöyle sorulur: “Bilgeliğin nerede? Çalışmanın neye dayandığını zaten bildiğini söylemiştin.” Böylece, kişi kendisini bir budala olarak gördüğü sürece, yani çalışmanın temelinin mantık ötesi olduğunu ve Yaradan’ın yardımına ihtiyacı olduğunu düşündüğü sürece, ” Efendi evi inşa etmedikçe, ona emek verenler boşuna çalışmış olurlar” der. Özellikle bu şekilde Yaradan’a ” Efendi İsrail’in koruyucusudur” denir.

Bununla kişinin çalışmada sıkıntı içinde olmasının ne anlama geldiğini anlıyoruz. Cevap, “dar” kelimesinin Hassadim [merhametler/ Hesed’in çoğulu] eksikliği anlamına geldiğinin bilinmesidir. Dolayısıyla, kişi ihsan etmek için hiçbir şey yapamadığını gördüğünde, bu, kendi yararı için olmadığı sürece Hesed’de hareket edememek olarak kabul edilir. Kişi, içinde bulunduğu durumda, Yaradan’la asla Dvekut ile ödüllendirilmeyeceğini görür ve bundan dolayı pişmanlık duyar. Kişi ne yapabilir? Yaradan’a yakarmaktan başka bir şey yapamaz ve Yaradan da onu duyar. “Tüm sıkıntılarından [ayrıca “darlık”],” yani her durumdan, “darlık” durumunda olduğunda, ki bu Hassadim eksikliğidir, eylemlerinin üstesinden gelemediğinde, Yaradan onu kurtarır, şöyle yazıldığı gibi, “Tüm sıkıntılarından, onları kurtarır.” “Hiçbir sıkıntısı yok” yazıldığında, bu, ihsan etmek için bir şey yapamadığı için pişmanlık duymadığı anlamına gelir. Bu nedenle, Yaradan’ın onu kurtarması için Kli’si yoktur çünkü olduğu yerde iyi olduğunu hisseder.

Buna göre, bilgelerimizin söylediklerini (Hulin 133), “Değersiz bir öğrenciye öğreten herkes cehenneme düşer” şeklinde yorumlamalıyız. Bunu anlamalıyız, çünkü şöyle yazılmıştır: “Yaradan, ‘Kötü eğilimi Ben yarattım; Tora’yı da bir şifa olarak yarattım’ dedi. Böylece, kötü eğilime sahip olan ve bunun üstesinden gelemeyen kişiye, Tora’yı bir şifa olarak yarattım dedi.” Görüyoruz ki, layık olmadığımız halde bile Tora öğrenmeliyiz.

Bunu, Baal HaSulam’ın “bilgeye bilgelik verecektir” yazılı olan şey hakkında söylediği gibi yorumlamalıyız. “Aptallara” demesi gerekirdi. Cevap şudur ki, bilgeliği arayan kişi, hala ona sahip olmamasına rağmen, bilge olmayı arzuladığı için zaten “bilge” olarak adlandırılır. Burada ayrıca, layık olmak isteyene zaten ” değerli bir öğrenci” dendiğini de yorumlamalıyız.

Yani, layık olmak istediği için Tora öğrenmek isteyen kişiye zaten ” değerli” denir, çünkü Yaradan’a hizmet etmekten uzak olduğunu hissettiği için, sadece kendi iyiliği için çalışabildiği için, ki bu değersiz olmaktır ve layık olmak istediği halde başarısız olduğu için, onlara şöyle denmiştir: “Yaradan dedi ki, ‘Kötü eğilimi yarattım; Tora’yı bir şifa olarak yarattım.”

Bu nedenle, “Tora’yı layık olmayan bir öğrenciye öğretmek yasaktır” ifadesini, layık bir öğrenci olmak isteyen birinin öğrenebileceği şeklinde yorumlamalıyız.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,096