e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada “Zayıf Olanın Eline Güçlüyü Verdin” Ne Demektir?

Çalışmada “Zayıf Olanın Eline Güçlüyü Verdin” Ne Demektir?

Makale No. 13, 1991

Çalışma düzeni şöyledir: Kişi, her şeyi Yaradan adına yapmak istediğinde, eylemlerini ödül almak için değil de ihsan etmek için yerine getirmesi, doğasına aykırıdır çünkü insan, kendisi için alma arzusuyla yaratılmıştır. Bu nedenle bizlere kendine-sevgiden çıkma ve Yaradan için ihsan etme çalışması verilmiştir.

Kendine-sevginin hükmünden çıkma çalışmasını gerçekleştirebilmek için, bizlere, Kabalist Akiva’nın “Tora’nın en önemli kuralı” dediği, “Dostunu kendin gibi sev” Mitzva’sı verilmiştir. Tora’nın Verilişi kitabında açıkladığı gibi, bu kural vasıtasıyla kendimiz için almanın hükmünden çıkarak, Yaradan için çalışabiliriz.

Dostunu kendin gibi sev” kuralıyla ilgili olarak iki açıklama yapmalıyız:

1. Kelime anlamıyla kişi ve dostu arasında.

2. Kişi ve Yaradan arasında, atalarımızın dediği gibi (Midrash Rabah, Yitro, 27:1) “Kendi dostunu ve babanın dostunu terk etme.” “Kendi dostun”, Yaradan’dır, şöyle yazıldığı gibi “Kardeşlerim ve dostlarım için.” Öyle görünüyor ki, “Dostunu kendin gibi sev” kuralı, kişinin kendini sevdiği gibi Yaradan’ı sevmeyi edinmesini işaret eder.

Bu nedenle “Dostunu kendin gibi sev” kuralında iki anlayış vardır:

1- Bir şifa olduğunu söylemeliyiz. Diğer bir deyişle kişinin dostunu sevmek zorunda olmasının sebebi, Tora’nın Verilişi kitabında yazıldığı gibi, onun vasıtasıyla Yaradan sevgisine gelebilecek olmasıdır. Dolayısıyla dost sevgisiyle ilgili olarak şunu söyleyebiliriz, kişi dostlarına tutunmak istediğinde, kiminle bağ kuracağını seçmiş olur. Diğer bir deyişle kişi, dostlarını seçtiğinde iyi niteliklere sahip olanları arar.

Benzer şekilde, kişi Yaradan’ı sevmek istediğinde, Yaradan’ın yüceliğini ve önemini görmeye çalışmalıdır. Bu, kişide Yaradan sevgisini uyandırır. Eğer Yaradan’ın yüceliğini ve önemini, içindeki kötülüğün Yaradan’ı kötülemesi nedeniyle göremiyorsa, Yaradan’ın yardım etmesi ve kötülüğün üstesinden gelip, mantık ötesi “O’nu sevebilmek için Yaradan’ın yüceliğine ve önemine inanmak istiyorum” diyebilme gücünü vermesi için, Yaradan’a dua etmelidir, şöyle yazıldığı gibi “Efendin Tanrını tüm kalbinle ve tüm ruhunla seveceksin.” Diğer bir deyişle dost sevgisi, Yaradan sevgisi olan amacı edinmek için bir araçtır.

Bununla atalarımızın şu söylediğini yorumlayabiliriz; “Her ikisi için çaba, kötülüğü azalttığından, doğru yaklaşımla Tora’ya sahip olmak iyidir.” Bu demektir ki, kişi ve dostu arasındaki çalışmada doğru yaklaşımla çaba göstermek, kişiyi “Tora” denilen Yaradan sevgisine ulaştıracak olan şifadır. Tora’nın özü, kişinin Tora vasıtasıyla Tora’yı Veren ile bağ kurmasıdır. Atalarımız bununla ilgili olarak şöyle der: “Yaradan şöyle dedi; ‘Kötü eğilimi Ben yarattım, şifası için de Tora’yı yarattım.’” Bu demektir ki, şifa olan Tora vasıtasıyla kişi, Yaradan’la Dvekut (bütünleşme) ile ödüllendirilir ve bu, ‘kişinin ıslahı’ olarak kabul edilir.

Her ikisi için çaba, kötülüğü azaltır” denmesinin anlamı budur. Diğer bir deyişle kişi ile dostu arasındaki ve kişi ile Yaradan arasındaki çaba vasıtasıyla yani Tora’da çaba göstermekle kötülükler azaltılır. Bu demektir ki, kötülüklerin uzandığı bilgi ağacının kötülüğü, her ikisiyle ıslah edilmiş olur.

Şöyle yazar (Mezmurlar 33, Sevin … sen Erdemli): “Bak, Efendinin gözleri, O’ndan korkanların, O’nun merhametini bekleyenlerin üzerindedir; ruhlarını ölümden kurtarmak ve kıtlık sırasında yaşamalarını sağlamak için.” “Efendinin gözleri, O’ndan korkanların üzerindedir” ne demek, anlamalıyız. Her şeyden önce, Yaradan’ın gözleri her yerde gezinir. Yaradan’ın, yalnızca O’ndan korkanları değil tüm dünyayı İlahi Yönetimde, İyi ve İyilik Yapan olarak izlediğine inanmalıyız.

Bizlerin, sadece Yaradan’ın “Sen’i eylemlerinden biliriz” perspektifinden konuştuğumuzu açıklamalıyız. Bu demektir ki, Yaradan’ın gözlerinin tüm dünyayı seyrettiğini hissedenler, özellikle O’ndan korkanlardır. Diğer bir deyişle sadece Yaradan’dan korkanlar, Yaradan’ın dünyayı İlahi Yönetimde, İyilik yapan İyi olarak izlediğini edinirler. Fakat dünyanın geri kalanı için, İlahi Yönetimde yüzün gizliliği vardır zira onlar O’nun Yönetimini İyilik Yapan İyi olarak edinemezler.

Zohar Kitabı’na Giriş” (madde 138) kitabında şöyle yazılmıştır: “Alıcı olanlar, O’nun yaratılış düşüncesinde bizim iyiliğimiz için planladığı bütün iyilikseverliğini alabilmek için tamamlanmadıkları sürece, O’nun rehberliği, iyilik ve kötülük formunda gerçekleşmelidir.”

Diğer bir deyişle alma kaplarımız, kendisi için almayı doğurduğu sürece İlahi Yönetimi, İyi ve İyilik Yapan olarak görmek mümkün değildir. Tersine, Yaradan’ın gözlerini, O’nun rehberliğinin iyi ve iyiliksever olduğunu görebilenler, yalnızca “O’nun merhametini bekleyenlerdir.” Bunun nedeni, “O’nun merhameti” nin, onların Yaradan’dan Dvekut (bütünleşme) olarak bilinen, ‘form eşitliği’ olarak adlandırılan Hesed (merhamet), ihsan etme niteliğini almaya özlem duymaları anlamına gelmesidir

Dolayısıyla ihsan etme niteliği ile ödüllendirildiklerinde, alma kapları artık çoğalmaz. Bu durumda, O’nun yönetiminin iyi ve iyilik yapan olduğunu hissetmeleri için, “Tanrı’nın gözleri” ile ödüllendirilirler. Fakat Hesed niteliğini yani ihsan etme kaplarını edinmek istemeyenler, iyilik ve kötülüğün etkisi altında olurlar.

Peki, ikinci doğa olan “ihsan etme kapları” denilen Hesed’i, Yaradan kime verir? Herkese değil. Yaradan’ın merhametini, Hesed niteliğini vermesini bekleyen pek çok insan vardır. Ancak Yaradan, Hesed meselesinin ilave bir şey olduğunu düşünen yani kendini bütün kabul eden ve Yaradan’ın, Hesed niteliğini kendilerine tamamlayıcı olarak vermesine ihtiyaç duyan insanlara Hesed niteliğini vermez.

Bu böyledir çünkü bu, yukarıdan sadece doldurulması için Kelim’e (kaplar) sahip olanlara verilir. Diğer bir deyişle eğer gerçek bir eksiklik yoksa onu doldurmak imkânsızdır. Öyleyse özellikle böyle bir ihtiyacı doyurmak ne zaman mümkün olur? Kişi, lüksü değil gereklilikleri istediğinde. O zaman kişi bunu alır çünkü lüks, eksiklik olarak kabul edilmez.

Efendinin gözleri, O’ndan korkanların ve O’nun merhametini bekleyenlerin üzerindedir” yazıldığında, O’nun merhametini bekleyen bu bahsi geçen, bu insanlar kimdir? Hangi amaçla Yaradan’a, onlara Hesed niteliğini vermesi için özlem duyuyorlar? Özellikle “ruhlarını ölümden korumak için” Hesed niteliğine ihtiyaç duyduklarını hisseden insanlar bunu isterler.

Diğer bir deyişle tam olarak Yaradan’la Dvekut’u edinmek, Yaşamların Yaşamına bağlanmak isteyen insanlar. Aksi takdirde Dvekut’a sahip değillerse, ölülerle eşdeğer olduklarını hissederler, tıpkı atalarımızın söylediği gibi; “Kötü olanlara yaşamlarında ‘ölü’ denir.” Bu sebeple Yaradan’ın, onları ölümden kurtarmasını isterler çünkü form eşitsizliği, onları Yaşamların Yaşamından ayırır.

Yaradan’la Dvekut, yaşam olarak kabul edilir, şöyle yazıldığı gibi: “Ama Efendinize, Tanrınıza bağlanan sizler, bugün her biriniz hayattasınız.” Öyle anlaşılıyor ki, Hesed niteliğini istemelerinin nedeni “Kötü olanlara yaşamlarında ‘ölü’ denir” olmamak içindir ve Yaradan, onlara Hesed niteliğini yani ihsan etme kaplarını verir.

Ruhlarını ölümden kurtarmak” yazıldığında yani Yaradan’ın, ‘Ruhlarını ölümden kurtarmak’ için Hesed niteliğini vermesi talebine “bir eksiklik” denir ki bu, dolum alan bir Kli’dir (kap). Fakat Yaradan’ın yardımına bir lüks olarak ihtiyaç duyanların gerçek Kelim’i (Kli’nin çoğulu) yoktur, Yaradan’ın onlara “Ruhlarını ölümden kurtarmak için” Kelim vermesine ihtiyaç duymazlar.

Bu nedenle sadece kendi menfaatlerini önemsedikleri alma kaplarında kalırlar. Onlar, Kelim’i lekelediklerini, Keduşa’yı bu Kelim’e eklemenin imkânsız olduğunu hissetmezler zira Keduşa ve kendine fayda sağlamak birbirine tamamen zıttır.

Dolayısıyla sadece ihsan etme eylemini yerine getiremediğinde Yaşamların Yaşamından ayrılacağını anlayanlar, Yaradan’dan ihsan etme gücünü vermesini isteyecektir. Bu ikinci doğadır, tıpkı Baal HaSulam’ın Yaradan ilk doğayı, alma arzusunu verir dediği gibi, ilk doğayı, ikinci doğaya çevirmek imkânsızdır. Bunu yalnızca Yaradan yapabilir.

Mısır’dan çıkışta olduğu gibi, Yaradan’ın kendisi, onları Mısır kralı Firavun’un hükmünden çıkardı, atalarımızın Passover Hagadah’ta (Pesah öyküsü) söylediği gibi “Bizi Mısır’dan Efendimiz çıkardı, bir melek, bir serafim ya da bir elçi değil, Yaradan’ın kendisi.”

Ancak, kişi, Yaradan’dan kendisi için almak olan Mısır’ın hükmünden çıkmak için yardımı ne zaman alır? Bu tam olarak, kişi lükse değil gerçek bir ihtiyaca sahip olduğunda gerçekleşir. Dolayısıyla eğer kişi Yaradan’la Dvekut’u edinmek isterse bu ihtiyacı için yardım alır. Diğer bir deyişle kişi, eksiklik içinde olduğunu yani bütünlükten yoksun olduğunu değil, yaşamdan yoksun olduğunu hissetmelidir zira içindeki kötülük çok büyüktür. Bu nedenle bir günahkâr olduğu ona yukarıdan bildirilir, Zohar’da bununla ilgili yazıldığı gibi “Ya da günahlarını ona bilinir kıl.” Şöyle sorar; “Kim onu bilinir kıldı?” Ve cevap verir; “Yaradan günah işlediğini bilmesini sağladı.”

Bu demektir ki Yaradan ona, Yaradan’dan ne kadar uzak olduğunu ve Keduşa’nın yaşamına gerçekten ihtiyaç duyduğunu gösterir. Dolayısıyla o zaman kişi, Yaradan’ın ona yardım etmesini ve ihsan etme arzusunu vermesini ister çünkü yaşamdan yoksundur. Ve gerçek bir ihtiyaca sahip olduğu için, Yaradan ona ikinci bir doğa, ihsan etme arzusu verir.

Yukarıdakilere göre yazılanı (‘Ve Mucizelerin’) yorumlamalıyız, “Ve Sen, büyük merhametinle güçlüyü zayıfın, çoğu azın ve kirliyi temizin eline yerleştirdin.” Bu gelir ve bize kişinin ne kadar zayıf olduğunu, içindeki kötülüğün üstesinden gelemediği bir çokluk içinde olduğunu ve nasıl da kirli olduğunu gördüğü bir safhadan önce, yukarıdan doyumu almasının imkânsız olduğunu anlatır. Bunun nedeni, kişinin henüz Kli’nin eksikliğiyle ilgili olan dolumu almak için tam bir Kli’ye sahip olmamasıdır.

Bu sebeple şöyle yazılmıştır: “Çünkü siz tüm halkın en azıydınız.” Diğer bir deyişle ‘Efendimiz size sevgisini, sizler sayıca diğer insanlardan fazla olduğunuz için değil, sizler bütün insanların en azı olduğunuz için verdi ve sizi seçti.’ Dolayısıyla kişi, bütün dünyadan daha kötü olduğunu gördüğünde, özellikle bayağılık seviyesinde, Yaradan onu seçer ve Mısır’ın tahakkümünden çıkarır, şöyle yazıldığı gibi “Sizi, … Tanrınız olmak için, Mısır topraklarından çıkaran Efendiniz Tanrınız, Benim.”

Şöyle yazılmıştır (Mezmurlar, Hanukka Şarkısı): “Beni yükselttiğin ve düşmanlarımın sevinmesine izin vermediğin için Seni yücelteceğim Tanrım.” Davud’un, ‘Ve düşmanlarımın sevinmesine izin verme’ ifadesindeki düşmanların kim olduğunu anlamalıyız. Bunu şöyle yorumlamalıyız; Davud, Malhut yani cennettin krallığı olarak kabul edilir. Bu demektir ki, yaratılanlar cennettin krallığının yükünü ödül almak ve kendi menfaatleri için değil de “O yücedir ve yöneten” olduğu için üzerlerine almalıdırlar.

Fakat tüm dünya buna direnir ve her şeyi kendisi için değil de Yaradan için yapmaktan nefret eder. Dolayısıyla Keduşa, bütünüyle ihsan etmek yani Yaradan için çalışmaktır, şöyle yazıldığı gibi “Ben Efendiniz kutsal olduğum için siz de kutsal olacaksınız.” Bu nedenle Yaradan sadece yaratılanlara ihsan ettiğinden, yaratılanlar da Yaradan’a ihsan etmelidir, buna Yaradan’la Dvekut olarak kabul edilen “form eşitliği” denir.

Öyle anlaşılıyor ki, Yaradan için değil, sadece kendisi için çalışmak isteyenlere “Yaradan’ın düşmanları” yani cennettin krallığının düşmanları denir. Bununla onlara “Davud’un düşmanları” da denir ve bu, Davud’un şu sözlerinin anlamıdır: “Ve düşmanlarımın sevinmesine izin verme.”

Genel olarak bahsettiğimiz iki anlayış vardır: 1) Yaradan 2) Yaratılanlar. Diğer bir deyişle Yaradan yaratılanları, haz ve mutlulukla doldurmak için yarattı, şöyle yazdığı gibi “O’nun arzusu, yarattıklarına iyilik yapmaktır.” Günahtan önce Adam HaRişon, Neşaması ile bütünlük içindeydi çünkü o sırada BYA’dan NRN’ye ve Atzilut’dan NRN’ya sahipti. Ancak, günahtan sonra NRN ondan ayrıldı ve sadece Nefeş ile kaldı.

Sonra, Klipot’a düşen tüm Kelim’ini yükseltmek ve onları ihsan etmek için bir kez daha O’na bağlanmak anlamına gelen, Keduşa ile tekrar birleştirmek için tövbe etmek zorunda kaldı. Buna ‘tövbe’ denir (İbranice-geri dönmek), Zohar’da yazdığı gibi “Hey, Vav’a geri dönecek.”

Hey, almak için alan Malhut demektir ve tüm ruhlar ondan gelir. Bu nedenle Malhut’a, tüm ruhları içeren “İsrail Meclisi” denir. Islah, ihsan etmek üzere çalışmasını ıslah etmek için, Malhut’un üzerine yerleştirilmiştir. Yaratılanlara, ihsan etmek için Tora ve Mitzvot’a (emirler) bağlanma çalışması verilmiştir, onlar, Atzilut’un Malhut’undaki ruhunun kökünde her birinin ihsan etmek için çalışmasına sebep olurlar. Böyle yaparak, yukarıda “Yaradan’ın ve O’nun Şehina’sının (Kutsallık) birleşmesi” denilen yani Şehina olarak adlandırılan Malhut’un, ‘HaVaYaH’ın Vav’ı’ olarak adlandırılan ZA ile birleşmesine sebep olurlar. Zohar’ın “Hey, Vav’a dönecek” dediği, “tövbe etmek” sözünün anlamı budur.

Genel olarak üç ayrım yapmalıyız: “Bir”, “Eşsiz” ve “Birleşmiş.” On Sefirot Çalışmasına Giriş kitabında (bölüm 1, madde 1) şöyle yazılmıştır: “Bir; O’nun değişmez eşitlik içinde olduğunu belirtir. Eşsiz; O’ndan geleni, O’nda olanı belirtir, tüm bu çeşitlilik içinde O, değişmez, tıpkı O’nun özü gibi. Ve Birleşmiş ise O, pek çok eylemi etkilemesine rağmen her şeyin tek bir güçle yönetildiğini ve hepsinin geri dönüp, değişmez formunda tekrar birleştiğini belirtir.”

Bir’in anlamı şudur; O, değişmez eşitlik içindedir yani O, yaratılışı tek bir arzuyla, yaratıklarına iyilik yapmak için yarattı. Eşsizin anlamı şudur; iyi ya da kötü anlamına gelen pek çok eylem olduğunu görmemize rağmen yani O, iyilik ve kötülük yapıyor gibi görünse de O’na ‘Eşsiz’ denir çünkü O’nun farklı eylemlerinin tek bir sonucu vardır -iyilik yapmak. Öyle anlaşılıyor ki O, her eylemde eşsizdir ve farklı eylemleri nedeniyle değişmez. Her eylem üzerinde tek bir form vardır -iyilik yapmak.

Kişi buna inanmalıdır. Diğer bir deyişle kişi bu eylemlerin Yaradan’dan geldiğini hissetse, bunlar onun faydasına olmasa bile yine de bu eylemlerin onu iyiye götüreceğine inanmalıdır. Bu, insanın çalışmasıdır, anlamasa bile bunun böyle olduğuna inanmak ve bunun için Yaradan’a şükretmek.

Atalarımız şöyle der: “Kişi kötüyü, iyiyi kutsadığı gibi kutsamalıdır.” Diğer bir deyişle kişi, bunun kendi iyiliği için olduğuna inanmalıdır yoksa Yaradan bu durumu hissetmesine izin vermezdi zira O’nun arzusu, yaratılış amacı bu olduğu için yarattıklarına iyilik yapmaktır

Birleşmiş” demek, kişi halen pek çok tekil şeyin, Eşsiz olanın biçimini benimsediğini görmekle ödüllenmiştir yani her bir kötülüğün halen o kötülüğe ait iyiliği ne kadar çok edindiğini görmekle ödüllenmiştir. Kişi birleşmiş olmakla sadece Kelim’ini ihsan etme amacıyla ıslah ettikten sonra ödüllendirilir. Bu aşamada, kişi bütünüyle iyi olan yaratılış amacıyla ödüllendirilir.

Mezmurlar, Davud için Evin Açılışı ilahisinde yazılanın anlamı budur. “Evin açılışı”, tapınağı işaret eder. Çalışmada bir insanın kalbi, Yaradan için bir tapınak olmalıdır, şöyle yazıldığı gibi “Ben’i, aralarında yaşayabileceğim bir tapınak yapsınlar.” Kişi Şehina’nın varlığıyla ödüllendirilmelidir, atalarımızın söylediği gibi “Merhametli olan, kalbe ihtiyaç duyar” yani Yaradan’ın tek ihtiyaç duyduğu şey, vermek istediklerini alması için kişinin kalbidir.

Ve kişi Birleşmiş olmakla ödüllendirildikten sonra, tapınağın inşası ile ödüllendirildiğini görür. Davud bununla ilgili olarak şöyle der: “Beni yükselttiğin ve düşmanlarımın sevinmesine izin vermediğin için Seni yücelteceğim Tanrım.” Bu demektir ki, Keduşa’yı engelleyen tüm düşmanlardan -kendisi için alma arzusu- onu Yaradan korudu ve onu Keduşa’ya kabulle ödüllendirdi. “Ey Efendimiz, ruhumu cehennemden kurtardın, çukura düşmemem için beni canlı tuttun” sözlerinin anlamı budur.

Şöyle deriz (Babalarımızın Yardımı); “Sen ilk olansın, Sen son olansın ve Senden başka bizi kurtaracak Kralımız yok.” Ayrıca şöyle deriz; “Dünya yaratılmadan önce de Sen vardın, bu Dünya yarıldıktan sonra da Sen varsın, Sen bu dünyanın içindesin, Sen sonraki dünya içinsin.” Bunları kelimenin tam anlamıyla Yaradan’ın yüceliğiyle ilgili olarak algılarız. Ancak, çalışmada bu bize neyi anlatır?

Bilinir ki çalışma düzeninde, kişi yaptığı her şeyi ihsan etmek için yapma gücüne sahip olsun diye alma kaplarını ıslah etmelidir. Kişi çaba göstermeli ve elinden geleni yapmalıdır. O zaman, Yaradan’ın yardımı olmadan kendisi için almanın kontrolünden çıkmasının bir yolu olmadığını anlar. Kişi, Mısır’daki sürgünden yani alma arzusunun kontrolünden çıktığında bu, ‘kurtuluş’ olarak adlandırılır.

Kişi kendi başına sürgünden çıkmanın mümkün olmadığını tam olarak gördüğünde, kurtuluşun Yaradan’la ilgili olduğunu anlar. Yine de şunu sorar; “Alma arzusundan çıkmanın yalnızca Yaradan’a bağlı olduğunu ve bunun insanın yeteneklerinin ötesinde olduğunu kişi nasıl bilir?”

Cevap şudur; kişi, kendi bakış açısına göre yapabileceklerini zaten yapmıştır ama alma arzusundan bir cm bile uzaklaşamamıştır. Tersine, tüm eylemlerinin Yaradan için olacağı dereceye ulaşmak için, çalışmaya başladığından beri tamamen farklı görür -geriliyordur!

Diğer bir deyişle kişi o an her zamankinden daha fazla kendine-sevgiye batmış olduğunu görür. Bu sebeple kişi kurtarılış ile sürgünden çıkmakla ödüllendirildiğinde, İsrail halkını, sadece Yaradan’ın Mısır’dan çıkarabileceğini söyler yani kurtarılış, Yaradan’a aittir.

Ancak, sürgüne giriş yani alma arzusunun tahakkümüne teslim olmak kesinlikle insana aittir. Diğer bir deyişle kendisi için alma arzusunun üstesinden gelememek, insanın hatasıdır. Böylece, kişi sürgüne kendi başına gider.

Bununla ilgili yazılanlar, bize bunun, bizim anladığımız gibi olmadığını söyler. Kişi, “Eğer ben kendim için değilsem, kim benim için?” dese bile, her şey insanın kararına bağlıdır, kişi yine de her şeyin İlahi Yönetim altında olduğuna yani her şeyin Yaradan’a bağlı olduğuna inanmalıdır. Bununla ilgili şöyle denir: “Sen, bu dünya yaratılmadan önceydin.” Bilinir ki Olam (dünya) sözcüğü, He’elem (yok olma) ve gizlilik kelimesinden gelir. Bilmeliyiz ki sürgünle ilgili olarak gelinecek iki anlayış vardır: 1) Kişi gizlilik ve yok oluş olduğunu hissetmediğinde ve 2) kişi gizlilik ve yok oluş aşamasında olduğunu hissettiğinde.

Sen, bu dünya yaratılmadan önceydin” sözlerinin anlamı budur. Diğer bir deyişle kişinin gizlilik içinde olduğunu hissetmemesi, Yaradan’ın yaptığı bir şeydir. Bu, insanın iyiliği içindir zira kişi içindeki kötülüğü ıslah etmeden önce, kötüyü görmeme ıslahı vardır. Bu nedenle Yaradan, insanın gizliliğe ve yok oluşa girmesinden önce gelen durumu yaratmıştır.

Sen, bu dünya yaratılmadan önceydin” sözünün anlamı budur yani gizlilik yaratılmadan önce. Sonrasında kişi, gizlilik ve yok oluş aşamasına gelir. Kişi bu aşamaya tam olarak tüm eylemlerinin ihsan etmek için olduğu dereceyi edinmek için, Tora ve Mitzvot’ta gösterdiği çabaya göre gelir.

Sen, bu dünya yaratılmadan önceydin” sözlerinin anlamı budur. Dolayısıyla kişinin yok oluşa ve gizliliğe gelmesi olayı, Sen’dendir. “Sen, dünya yaratıldıktan sonrasın” denmesinin anlamı budur. Ve sürgünden sonra kurtuluş gelir ve bu “Sen ilk olansın, Sen son olansın” demektir.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,080