e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada “Sabotajcı Selde Kaldı ve Öldürüldü,” Ne Demektir?

Çalışmada “Sabotajcı Selde Kaldı ve Öldürüldü,” Ne Demektir?

Makale No 4, 1991

Zohar’da şöyle yazar, Nuh: “Bir sel vardı ve sabotajcı içinde oturuyordu.” Baal HaSulam sabotajcının öldürülmesi ile selin öldürmesi arasındaki farkın ne olduğunu sordu. Selin bedensel acıya neden olduğunu, sabotajcının ise manevi acıya neden olduğunu söyledi. Başka bir deyişle, bedensel ıstırabın içinde kişinin maneviyatını öldüren bir sabotajcı vardır, yani bedenin işkenceleri kişiye yabancı düşünceler getirir, ta ki bu düşünceler maneviyatı sabote edip öldürene kadar.

Onun sözlerini yorumlamalıyız. Sel ve yağmura ” ifşa olan” denir, yani sabotajcının insanları öldürdüğü gözlerimizle görülebilir. Demek ki bir kişi, eğer alma arzusunun talep ettiği şeye, yani inanca değil de bilgiye sahip olsaydı, alma arzusunun gerektirdiği gibi O’nun rehberliği hakkındaki her şeyi anlayabilseydi, Yaradan’a doğru bir şekilde hizmet edeceğini düşünecekti. Ancak, bu böyle değildir ve sonuç olarak, bir kişi için acı çekmek zor olduğundan, Hayatların Hayatından uzaklaşır ve Yaradan’ın kendisine sadece haz vermesini ister. İşte bu yüzden uzaklaşır.

Bununla birlikte, bedensel ıstırabın içinde, yani kişinin O’nun rehberliğini anlayamaması, Yaradan’ın ona alma arzusunun vermesi gerektiğini düşündüğüı şeyi neden vermediğini anlayamaması ve acı çekmesinden, bundan maneviyatta ölüm yani maneviyatta ölüme neden olan manevi ıstırap uzanır. Başka bir deyişle, kişi sapkınlığa düşer.

Gerçek şudur ki, kişi bedensel acı çeker çünkü Yaradan ona düşündüğünü vermemiştir ve bu ona acı vermiştir, bu acılar da bedensellikte ölüme neden olur, “Ölü de ölü kadar önemlidir, oğlu olmayan da ölü kadar önemlidir” diye yazıldığı gibi. Ancak daha sonra manevi ıstıraba gelir yani kişi inancın üstesinden gelemez ve Yaradan’a, dünyayı iyi ve iyilik yapan rehberliği ile yönettiğine inanmaz. İşte o zaman sapkınlığa düşer.

Kişi Sitra Ahra’nın [diğer tarafın] boş alanına düştüğünde buna “manevi ölüm” denir. Daha sonra, kişi çalışmaya yeniden girdiğinde, bu “ölülerin dirilişi” olarak kabul edilir. O zaman kişi çalışmaya bir kez daha başlamış olmasının, kendi gücüyle olmadığına, aksine yukarıdan “diriliş damlacığını” aldığına inanmalıdır. Bu, yukarıdan bir uyanış aldığı için ödüllendirildiği “ölülerin dirilişi” olarak kabul edilir. Bu nedenle kişi her gün, “Ölü bedenlere ruhlarını geri veren Tanrım, Sen kutsalsın” demelidir. Ayrıca, kişi (On Sekiz Dua’da), “Sen ölüleri mutlaka diriltirsin” demelidir.

Dolayısıyla, burada acı çekmekle ilgili iki şey vardır: 1) Bedensel ıstırap, kişi ihtiyaç duyduğu şey yüzünden bedensel konularda acı çektiği ve bu yüzden ölümle karşılaştığı zamandır, “Ölü de ölü kadar önemlidir, oğlu olmayan da ölü kadar önemlidir” vb.de olduğu gibi. Buradan bu ölümün maneviyatla ilgili olmadığı sonucu çıkar. Ancak, daha sonra, Yaradan’ın dünyayı iyi ve iyilik yapan bir şekilde yönettiğine inanamadığı için bu, kişinin manevi ölümüne neden olur.

Bunun, bedensel ölüm değil, manevi ölüm olduğu sonucu çıkar. Bu, bedensel ıstırap olan yağmur selinde, daha sonra İlahi Takdiri haklı çıkaramadığı zaman manevi ıstıraba geldiğini ve bu nedenle manevi ölüme düştüğünün söylemesinin anlamıdır.

Bu, “Zohar Kitabı’na Giriş “de (Madde 138) yazıldığı gibidir, “Islahın sona ermesinden önce, Malhut’a ‘iyilik ve kötülüğü bilme ağacı’ denir, çünkü Malhut Yaradan’ın bu dünyadaki rehberliğidir. Alıcılar, O’nun tüm lütfunu alabilecek şekilde tamamlanmadıkları sürece, rehberlik iyi ve kötü, ödül ve ceza formunda olmalıdır. Bu böyledir çünkü alma kaplarımız hala kendi için almakla lekelenmiştir. Bu nedenle, İlahi Takdir’in bizimle ilgili faaliyetlerinde zorunlu olarak kötülük hissederiz. Yaratılanın, Yaradan’dan ifşa edilmiş kötülüğü alamayacağı bir yasadır, çünkü yaratılanın O’nu kötülük yapan olarak algılaması Yaradan’ın görkeminde bir kusurdur, zira bu tam Operatöre yakışmaz. Bu nedenle, kişi kendini kötü hissettiğinde, Yaradan’ın rehberliğini inkâr etmiş ve üs Operatör de aynı ölçüde ondan gizlenmiş olur. Bu, dünyadaki en kötü cezadır.”

Bu nedenle, kişi O’ndan kötü bir şey aldığında, bu,  O’nun gizlenmesine neden olur. Buna maneviyatta “ölüm” denir. Peki O’ndan kötülük görmesine kim sebep olmuştur? Neden kötülük görmüştür? Çünkü o Kelim [kaplar] hala kendisi için almakla kirliydi. Dolayısıyla, gizlenme ve saklanma tarzında bir rehberlik olmalıdır. Bu nedenle ıstırap maneviyatta ölüme neden olur.

Bu yüzden, kişi mantık ötesi gitmeli ve gördüğü ve kutsallıktaki çalışmasını üzerine inşa ettiği mantıktan etkilenmemelidir, ki böylece Keduşa’ya [kutsallığa] girerek ödüllendirilebilsin, zira bu mantık kötülükleri aldığı için gelmiştir ve mantığa göre, eğer Yaradan iyi ve iyilik yapan ise, neden kişiye ihtiyacı olduğunu düşündüğü şeyi vermiyor da bunun yerine Yaradan istediğini yapıyordur? Bundan, aklın, iyi ve kötünün rehberliği temelinde inşa edildiği sonucu çıkar. Bu nedenle, kişinin tek seçeneği, mantığın kendisine söylediği şeyin yanlış olduğunu söylemesidir, bunun hakkında söylendiği gibi, “Çünkü Benim düşüncelerim sizin düşünceleriniz değil, sizin yollarınız da Benim yollarım değil.” Bunun yerine, kişi mantıktan dolayı endişeye kapılmamalı ve mantık ötesi gittiğini söylemelidir.

Bununla birlikte, Yaradan’a yaklaşma hissiyle ilgili olarak, ayırt edilmesi gereken iki yol vardır: 1) Bazen ihtiyaç duyduğu bir şeyi elde etmesi gerektiği konusunda endişelenir. Normalde, bir kişi bir şeye ihtiyaç duyduğunda, ihtiyacını karşılaması için Yaradan’a dua eder. Eğer bu şeye ihtiyacı varsa ve onu elde etmenin doğal bir yolunu göremiyorsa ve bir mucize olup da istediği şeyi elde ederse, kişi o şeyi elde etmesine yardım ettiği için Yaradan’a sevgisiyle dolar ve onu elde etmeyi Yaradan’a atfeder. Bu da Yaradan’a yaklaşmanın ona haz ve memnuniyet almakla geldiğini gösterir; bu Yaradan’a yaklaşmanın sebebidir.

Aynı şey iyileşen hasta bir kişi için de geçerlidir. Zaten umutsuzdur ve aniden daha iyiye doğru bir değişim meydana gelir ve iyileşir. O da bazen Yaradan’a yaklaşır, zira Yaradan’dan gelen iyiliği almak onu Yaradan’a yaklaştırmıştır.

Bazen de tam tersi olur. Kişi acı çeker ve bu acılar onu Yaradan’a yaklaşmaya iter. Yani, eğer Tora ve Mitzvot’un [emirlerin/iyi işlerin] yükünü üzerine alırsa, Yaradan’ın onu sıkıntılarından kurtaracağı düşünür.  Buradan, ıstırabın Yaradan’a yaklaşmaya sebep olduğu sonucu çıkar. Bu konuda şunu söylemek gerekir ki, bir sıkıntı anında kişi alçaklık koşulu içindedir, zira “Efendi yücedir ve alçak olanlar görecektir” diye yazılmıştır, başına gelen sıkıntılar ve azaplardan dolayı alçaklık içinde olduğu gerçeğinden, yukarıdan yardım almaya hazırdır, yazıldığı gibi zira “Efendi yücedir ve alçak olanlar görecektir” Bununla birlikte, genellikle, ıstırabın kişiyi Yaradan’dan uzaklaştırdığını görürüz çünkü ıstırabı iyi ve iyilik yapana atfedemez. Dolayısıyla, bu onun maneviyatta ölmesine neden olur.

Bununla birlikte, aşağılık ile ilgili birçok yorum var. Başka bir deyişle, kişi kendini alçalttığı zaman soru şudur: Alçaklık nedir? Bir kişinin alçaklık içinde olduğu nasıl ifade edilir? Gerçek anlamı, alçaklığın kişinin kendini bastırması ve mantık ötesinde çalışmasıdır. Kişi kendi aklını alçalttığı ve aklının değersiz olduğunu söylediği zaman, buna “alçaklık” denir.

Başka bir deyişle, insanın mantığı, Yaradan’ın ona tüm ihtiyaçlarını karşıladığı durumda Yaradan’ı sevebileceğini belirtir, alma arzusu bunu hak ettiğini düşünür.  Yani, Yaradan onu seviyor, çünkü tüm ihtiyaçlarını karşılıyor. Eğer karşılamıyorsa, kişi kendini alçaltıp ve aklının değersiz olduğunu söyleyemez. Aksine, o zaman, Yaradan’dan uzaklaşır ve “eğer O dileklerimi yerine getirmiyorsa O’na hizmet etmenin bir değeri yoktur” der. Buna “gurur” denir, zira eğer beden talep ettiğini almazsa, kişi Yaradan’ın, “iyi ve iyilik yapar” denen yolunu anlamak ister. Yaradan böyle gururlu bir kişi hakkında “O ve ben aynı yerde yaşayamam” der.

Ama eğer kendisini alçaltır ve “Yaradan’ın yollarını anlayamam,” derse ve aklının dikte ettiği şeylerin değersiz olduğunu söyler ve mantık ötesi giderse, buna “alçaklık” denir. Bunun hakkındaki ayette şöyle denir: “Efendi yücedir ve alçak olanlar görecektir” Kişi, Yaradan’ın onu Kendisine yaklaştırmasıyla ödüllendirilir.

Buna göre, bilgelerimizin “Kim yücelik peşinde koşarsa, yücelik ondan kaçar” (İruvin 13)  sözünü yorumlayabiliriz. Kişi şöyle der: “Bana yücelik göndermesi koşuluyla Yaradan’a hizmet edebilirim. Yani eğer O’nun yüceliğini hissedersem, Yaradan rızası için çalışabilirim. Aksi takdirde, Yaradan rızası için çalışamam.” Ona “yücelik ondan kaçar” denir.

Ama kişi, “Şimdi Yaradan’ın koşulsuz bir hizmetkârı olmak istiyorum ve büyüklüğe ihtiyacım yok” dediğinde, Yaradan’a tam bir alçaklığa yani Yaradan’ın yüceliği duygusuna sahip olmamasına rağmen, “alçaklık” denen mantık ötesi hizmet etmek istiyorsa, o zaman büyüklükle ödüllendirilir çünkü o kendini alçaltır zira kendisi için değil, sadece Yaradan rızası için çalışmak ister.

Dolayısıyla, Yaradan’ın yüceliğini hissetmedikçe çalışamayacağını söylediğinde, alma arzusunun, Yaradan’ın yüceliğini mantık dahilinde anlamazsa, Yaradan rızası için çalışamayacağını söylediği sonucu çıkar. Buradan, sadece alma arzusunun işleten olduğu sonucu çıkar, ancak alma arzusu üzerinde Tzimtzum [kısıtlama] ve gizleme vardı. Bu nedenle, büyüklükle ödüllendirilmek tamamen imkânsızdır. Bunun yerine, kişi her zaman büyüklükten kaçmalıdır. O zaman, “Kim onurdan kaçarsa, onur onu kovalar” denildiği gibi denilebilir.

Dolayısıyla burada çalışmanın sıralamasında birkaç aşama olduğu sonucu çıkar: 1) Kişi önce yücelik ve onur peşinde koşmalıdır, aksi takdirde onur ve yücelik için hiçbir Kelim’e [kabı] sahip değildir, zira düşünce kişinin talep ettiği şeye göre hareket eder. Eğer mantık için Kelim’i yoksa, nasıl mantık ötesi gidebilir? Bu nedenle, bir kişi çalışmaya başladığında, Yaradan’ın yüceliğini nasıl alacağını düşünmelidir, böylece Yaradan’ın yüceliğini hissettiğinde, beden direnmeyecektir çünkü küçük olanın büyük olanın önünde iptal olması doğaldır.

Ama eğer mantık için özlem duymuyorsa yani büyük bir Krala hizmet etmek istiyorsa o zaman çalışması sadece eylemdedir ve Yaradan’ın ona yardım etmesine ihtiyacı yoktur, zira o zaman sadece ödül almak için çalışır. Ödül ve cezaya inandığı ölçüde, o ölçüde çalışabilir ve Yaradan’ın yüceliğine ihtiyacı yoktur. Başka bir deyişle, Kral o kadar büyük olmasa da, ödülü verene değil, ödüle baktığı için aldırmaz.

Eğer kişi Yaradan rızası için çalışmaya başlarsa, o zaman Kral’ın yüceliğine ihtiyacı vardır. Dolayısıyla, eğer Kral’ın yüceliğine özlem duymuyorsa, bu onun Yaradan rızası için çalışmadığının bir işaretidir. Bu nedenle, özellikle yüceliğin peşinden koştuğunda bu, onun tüm eylemlerinin Yaradan rızası için olduğunu söyleyebileceği bir duruma ulaşmak istediğinin işaretidir. Daha sonra, yüce ve önemli bir Kral’ı olduğunu bilmesi gerektiğini hissettiğinde ve bunun kendisi için ana bozguncu olan alma arzusunun üstesinden gelebilmek için ihtiyaç duyduğu şey olduğunu gördüğünde, ikinci safhaya gelir. Bu kişinin, yücelikten kaçmak zorunda kaldığı ve koşulsuz olarak Yaradan rızası için çalışmak istediği aşamadır ki buna mantık ötesi denir.

Başka bir deyişle, mantığı ona, “Görüyorsun ki sen sadece küçük bir krala inanıyorsun,” dese de kişi, yine de şunu demelidir: “Sen benim için yüce bir Kral’sın, sanki böyle hissettim. Hissettiğim gibi Senin büyük bir Kral olduğuna mantığımın üzerinde inanıyorum.” Dolayısıyla, bu aşamada, yücelikten ve onurdan kaçar ve sonra yücelik ve onur onu kovalar ve yüceliği almak istememesine rağmen onu yakalar çünkü ancak o zaman Yaradan’la eşitlik vardır.

Bu, Zivug de Hakaa [çarparak çiftleşme] hakkında öğrendiklerimizle aynıdır: Masah [perde] ışığı reddettiği ölçüde, Aviut’a [kalınlık] sahip olmasına rağmen yani ışığa karşı bir arzu ve özlem duymasına rağmen, yine de onu almaz çünkü alan değil veren olmak ister. Dolayısıyla, Masah’taki reddetmeyle, onun içinde Ohr Hozer [Yansıyan Işık] doğar ve bu, Ohr Hozer’de ışığı almak için yeni bir Kli [kap] alır.

Burada da durum aynıdır. İlk olarak, kişinin Yaradan’ın yüceliğini edinmek için bir arzu ve özlem edinmesi gerekir ve sonra kişi yüceliği reddetmek için güç edinmeli ve onu almak istememelidir çünkü kişi form eşitliği ister. O zaman Ohr Hozer’i edinir ve bu Ohr Hozer’de büyüklüğü ve gücü alır.

Burada üç aşama olduğu anlaşılmaktadır:

1) Özellikle Yaratan’ın büyüklüğünü istemek.

2) Özlem fikrini reddetmek yani Yaradan’ın yüceliğine dair gerçek bir hisse sahip olduğunda, bedenin kutsal çalışmayı yapmak için teslim olacağını anlamasına rağmen. Yine de, onurdan ve yücelikten kaçar ve Yaradan rızası için çalışmak istediğini söyler. Hiçbir hissi olmamasına rağmen, Yaradan’dan kendisine alma arzusunu yenebilmesi için güç vermesini ister, buna karşı çıksa bile.

3) Yaradan’ın yüceliğinin hissine ihtiyaç duymadığı ve Yaradan rızası için koşulsuz çalıştığı zaman. O zaman, Yaradan’ın yüceliği ve Yaradan’ın görkemi ile ödüllendirilir. O zaman, “Kim onurdan ve yücelikten kaçarsa, onur onu kovalar ve ona yapışmak ister” sözleri gerçekleşir çünkü o zaten form eşitliğine sahiptir, yani kişi ihsan etmek için çalışmak ister.

Buna göre, kişi bir kez Yaradan’ın yüceliğini hissetmenin değerli olduğunu anladığında, zira o zaman beden Kral’a hizmet etmeyi kabul edecektir ve bir kez bunun için bir talebi olduğunda, Yaradan rızası için çalışmak istediğinde ama beden buna direndiğinde, zira Yaradan’ın yüceliğini hissetmediği sürece, mantık ötesi inanmak istemez, o zaman kişinin bundan kaçması gereken bir durum gelir çünkü bu sadece alma arzusunun bir argümanıdır.

Ancak kişi Yaradan’ın yüceliğini hissetmediği zaman, beden bu çalışmayı kabul etmez ve o zaman kişi şöyle demelidir: “Ama bilgelerimiz ‘Kim yücelik peşinde koşarsa, yücelik ondan kaçar’ demişlerdir.” zira beden çalışmadan haz almasa bile kişi Yaradan’ın rızası için çalışmalıdır çünkü Yaradan’ın rızası kişinin kendi menfaatini hiçbir şekilde düşünmemesi demektir.

Bu, “Zohar Kitabı’na Giriş”de (Madde 199) yazıldığı gibidir, “Bütün sevgi, ister yargıda ister merhamette olsun, her iki tarafta da bütündür. Ve O, sizin ruhunuzu alsa bile, Yaradan’a olan sevginiz tam bir bütünlük içindedir, tıpkı O’nun size bolluk verdiği zamanki gibi. O’nu serveti, uzun ömrü, çevresinde oğulları, düşmanlarına karşı üstünlüğü ve yolunda başarısı olsun diye seven vardır. Bu yüzden O’nu sever. Eğer bunun tersi olsaydı ve Yaradan sert bir yargıyla talihini tersine çevirseydi, O’ndan nefret ederdi ve O’nu hiçbir şekilde sevmezdi. Bu nedenle, bu sevgi temeli olan bir sevgi değildir. Tam sevgi her iki tarafta da, yargıda veya merhamette ve başarılı yollarda sevgidir. Kişi Yaradan’ı, O’ndan ruhunu alsa da öğrendiğimiz gibi sevecektir. Bu sevgi tamdır.”

Kişinin Yaradan’ı yükselişte sevmesi gerektiğini yorumlamalıyız – Yaradan’ın dünyayı İyi ve İyilik Yapan olarak yönettiğini hissettiğinde, zira yükseliş sırasında kişi O’nun önünde kayıtsız şartsız iptal etmek ister – ancak bu bir meşalenin önündeki mum gibidir, kişi herhangi bir akıl veya mantık olmadan fesheder. Bu, bir ruha sahip olduğunda Yaradan’a hizmet eden bir kişi olarak kabul edilir.

Yükseliş, kişinin canlı olduğu ve yaşam nefesine sahip olduğu anlamına gelir. O zaman kişinin Yaradan’a karşı sevgisi vardır ve bu, çalışmada “iyiliğin tarafı” olarak adlandırılır.

Ancak kişi Yaradan ruhunu yani Yaradan ondan yaşam nefesini aldığında da Yaradan’ı sevmelidir. Buna kişinin canlılık hissi kalmadığında, ruhu ondan alındığında ve canlılığı kalmadığında “düşüş zamanı” denir,. Eğer kişi böyle bir durumda da Yaradan’a karşı sevgi duyuyorsa, buna “tam sevgi” denir.

Böyle bir şey ancak mantık ötesinde olabilir, çünkü kişinin mantık dahilinde üstesinden gelme gücüne sahip olacağı bir canlılığı yoktur. Bu nedenle, kişi Yaradan’ın herhangi bir yakınlığını elde etmeden önce yücelik ve onurdan kaçmak için hazırlık sırasında çalışmalıdır. Yani, sadece Yaradan ona yaşam nefesi verirse ihsan etmek için çalışabileceğini söylememelidir, ancak canlılık olmadan, yani yaşam ruhu olmadan, Yaradan rızası için çalışamaz. Tora’nın görüşü bu değildir.

Aksine, kişi Yaradan’dan ruhunu aldığında ve cansız kaldığında bile Yaradan’ı sevme gücü vermesini istemelidir ki her koşulda üstesinden gelebilsin ve Yaradan’ı sevebilsin.

Yukarıdakilere göre, “O karanlığı saklanma yeri yaptı” ifadesinin anlamını yorumlamalıyız. Bunun anlamı şudur: Yaradan Kendisini bir insandan saklamak istediğinde, ki bu kesinlikle insanın iyiliği içindir, çünkü o hala ifşaya hazır değildir, kişiye karanlığı verir. Yani, ondan yaşam nefesini alır ve kişi Keduşa’nın ışığının parlamadığı karanlık bir yere düşer.

Kişi bunun bir gizlilik olduğuna inanmalıdır. Gizlilik şu anlama gelir: Dünyayı iyi ve iyilik yapan bir şekilde yöneten yüce bir Yaradan olduğuna inanır ama bu kendisinden gizlenir. Kişi bunun sadece bir gizlilik olduğuna inanmalıdır ve eğer bunun sadece bir gizlilik olduğuna ama gerçekte gördüğü gibi olmadığına inanmayı başarırsa, o zaman bu Kisse [örtü] üzerinde parlayan ışıkla ödüllendirilir, yani ışık bu karanlığın içinde parlar.

Buna göre, kişi düşüş durumundan ve yükseliş durumundan öğrenmelidir. Yani, düşüş durumu kişiye Yaradan’la Dvekut’a [bütünleşme] ulaşmak için büyük çaba sarf etmek istediğinde gelir. Ancak, kişi başka türlü görür, sanki hiçbir şey yapmamış gibidir, ihsan etmek amacıyla çalışmaya başlamadan önceki haliyle aynı durumdadır. O zaman, kişi bilgelere ve onların söylediklerine inanmalıdır, kişinin düşündüklerine ve söylediklerine değil, çünkü bu düşüşler ona yükselmek ve Yaradan’a yaklaşmak için yer açar.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,086