e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada Yarım Şekel Nedir?

Çalışmada Yarım Şekel Nedir?

Makale No. 12, 1987

Ayet şöyle der: ‘‘İsrail’in çocuklarını saymak için sayım yaptığınızda onların her biri ruhları için Efendi’ye bir kefaret verecek, onları numaralandırdığınızda ve saydığınızda aralarında veba olmayacak. Onların vereceği şey, kutsallığın Şekeli’nden yarım Şekel’dir. Zengin, ruhları için kefaret vermek üzere yarım Şekel’den daha fazla ödemeyecek ve yoksul, yarım Şekel’den daha az ödemeyecek.’’

Çalışmada bunu anlamak için öncelikle bilgelerimizin ne dediğini (Nida 31b) ortaya koymalıyız. Bilgelerimiz şöyle dedi: ‘‘Bir kişinin içinde üç ortak vardır, bunlar; Yaradan, babası ve annesidir. Babası beyazı, annesi kırmızıyı eker ve Yaradan kişinin içine bir öz ve bir ruh yerleştirir.’’

Bilinir ki bütün çalışmamız yalnızca Yaradan’la ‘’form eşitliği’’ olarak adlandırılan Dvekut’u (bütünleşmek) edinmektir. Zira bizler kendine-sevgiden haz ve memnuniyet alma arzusu ile doğduk. Bu durum, arzusu yarattıklarına ihsan etmek olan Yaradan’ın tam tersidir. Ayrıca form eşitsizliğinin ayrılık yarattığı da biliniyor.

Yaratılanlar, hayatların hayatından ayrıldıklarında onlara ‘‘ölü’’ denir. Bu nedenle Tzimtzum (kısıtlama) ve gizlilik olarak bilinen bir düzeltme vardır. Öyle ki Yaradan’a, ödül ve cezaya inanmak için inanç üzerinde çalışmalıyız. Ancak tüm gizlilik yalnızca Tora ve Mitzvot’a (emirler) kendi menfaatimiz yerine ihsan etmek için bağlanma kabiliyetine sahip olmamız içindir.

Şayet haz, memnuniyet ve Yaradan’ın yarattıklarına iyi ve iyilik yapan olarak iyilikseverlikle davrandığına dair ilahî yönetim ifşa olsaydı yaratılanların çalışmasıyla ihsan etmek için Tora ve Mitzvot’u izlemeleri tamamen imkânsız olurdu. Bunun yerine almak için çalışmak zorunda kalırlardı; çünkü Tora ve Mitzvot’ta hissedecekleri hazzın üstesinden gelmenin hiçbir yolu olmazdı. Ama gizlilik sağlandığında ve dünyanın var olması için Tora ve Mitzvot’taki haz ve memnuniyet ortaya çıkmadığında, yaşamlarımızda biraz canlılık olsun ve haz hissedelim diye bizlere Zohar’da geçen maddesel hazlarda kıyafetlenmiş olan haz ve ışık verildi.

Ancak inanmalıyız ki bu yalnızca ‘’zayıf ışık’’ olarak adlandırılan gerçekten çok zayıf bir ışıktır ve Klipot’a (kabuklar) verilmiştir. Sebebiyse böylece var olabilsinler ve insan ‘’ihsan etme kapları’’ denen diğer Kelim’i (kaplar) almakla ödüllendirilmeden önce varlığını sürdürebilsin diyedir. Çünkü üst ışığın yalnızca bu Kelim’de görünmesi mümkündür.

Bu nedenle insanın çalışmasının başlangıcı, gördüğü ve hissettiği her şeye, bunun yalnızca insanın iyiliği için kasıtlı olarak yerleştirilmiş bir gizlilik olduğuna mantık ötesi olarak inanmaktır. Ama gerçek, kişinin gördüğü ve hissettiği gibi değildir. Bu yüzden kendisine şöyle demelidir: ‘‘Gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar.’’

Bu demektir ki kişi yalnızca bu çalışma vasıtasıyla aklın ve kalbin üstesinden gelerek ihsan etme kaplarıyla ödüllendirilebilir; çünkü özellikle bu Kelim ile Yaradan’ın iyiliksever rehberliğini görebilir ve hissedebilir.

Ancak kişi kendine olan sevginin üstesinden gelmenin ve akılda ve kalpte ihsan etme derecesine gelme kabiliyetine sahip olmanın kolay olmadığını gördüğünde ne yapabilir? Bu durumda içinde kötülük olduğunu hissetmeye başladığında ve bu kötülüğün kontrolünden çıkmak istediğinde; ama onun kontrolünden çıkamayacağını, bunun kolay olmadığını, ihsan etme kaplarını edinmek için muhtemelen büyük bir çaba gerektiğini hissettiğinde çaba sarf etmeye isteklidir. Ancak bu yolun onu Kral’ın sarayına, yani Yaradan’la Dvekut ile ödüllendirilmeye götürecek olan doğru yol olduğunu açıkça anlayabilmek için yolunu ne şekilde düzenleyebileceğini bilemez. Şöyle yazdığı gibi (Deuteronomy 30): ‘‘Efendiniz olan Tanrı’nızı sevmek, O’nun sesini duymak ve O’na tutunmak için; çünkü o sizin yaşamınızdır.’’

Düzen, kişinin çalışmasını öncelikle iki zıt yola bölmesidir. Yani kişinin bütünlük yolunda yürümesi gereken bir yol vardır ve kendisinin kusurlarla dolu olduğunu görse de orada halen mutluluk vardır; eksik olmadığı için mutludur. Bilgelerimizin dediği gibi: ‘‘Kim zengindir? Payına düşenle mutlu olan’’ (Avot 4:1). Bu, kişinin Kral’ın önemini takdir etme derecesine bağlıdır.

Şöyle ki kişi Yaradan’a tutunma arzusunun ölçüsünü, yani kendisinden vazgeçip O’nun önünde kendisini iptal etmeye değip değmeyeceğini gözden geçirir. Bu, şu alegorinin bulunduğu Matan Tora (Tora’nın Verilişi, s 129) Kitabı’nda yazıldığı gibidir: ‘‘Ruh, O’nun özünden uzanan bir aydınlatmadır. Bu aydınlatma, Yaradan’ın onun içinde alma arzusu olarak kıyafetlenmesiyle Yaradan’dan ayrıldı; çünkü O’nun yarattıklarına haz vermek olan bu yaratılış düşüncesi her ruhta haz alma arzusu yarattı. Oysa alma arzusunun form eşitsizliği bu aydınlatmayı O’nun özünden ayırdı ve O’ndan ayrı bir parça haline getirdi.’’

Kişi buna ruhunun O’nun özünden geldiğine ve Yaradan’dan ayrılıp yaratılışla, yani içine yerleştirilen alma arzusu vasıtasıyla kendi başına bir otorite haline geldiğine inandığı zaman bununla ilgili şu alegoriyi verir: ‘‘Şimdi ruh, tıpkı bedenden koparılmış ve ayrılmış bir organ gibidir. Ayrılmadan önce bu organ ve bedenin geri kalanı bir olmasına rağmen düşüncelerin ve duyguların değiş-tokuşu vardı. Bu organ bedenden koparıldığında organ ve beden iki ayrı otorite haline geldiler. Bu durumda kişi bir diğerinin düşüncesini bilemez. Bu, ruh bu dünyanın bedeninde kıyafetlendiğinde daha çok böyledir. O’nun özünden ayrılmadan önce sahip olduğu bütün bağlar kopmuştur.’’ Bu nedenle kişi, Yaradan’ın bizlere O’nun emirlerini izlememiz için verdiği Tora ve Mitzvot’a bağlanmasının ne kadar önemli olduğunu gördüğünde bizlere emrettiği şeyleri yerine getirerek Yaradan’la iletişimde kalma ayrıcalığına sahip olur.

Gerçi önemin eksikliği yüzünden kişi henüz bu ayrıcalığı hissetmez, zira maddesellikte de gördüğümüz üzere kişi hayatından memnun olduğu zaman bile maddesellikten gün boyunca ne kadar bir süre haz alabilir ki? Kişi haz alma konusunda kısıtlıdır. Bunun yerine kişinin yediği, içtiği, uyuduğu ve hoş şeyler gördüğü ya da iyi müzik dinlediği ya da şarkı söylediği zamanlarda olduğu gibi zevk aldığı belli zamanları vardır. Ancak tüm gün boyunca yiyemez, içemez ve dinleyemez. Tam tersine sahip olduklarıyla yetinir, maddesel hayattaki bütünlüğü hisseder ve: ‘’Bugün tüm bu şeylerden haz alamıyorsam onlardan vazgeçerim.’’ demez. Bunun nedeni maddeselliğin önemidir.

Dolayısıyla kişi dikkatini Kral’ın önemine verirse Tora ve Mitzvot’u elinden geldiğince yerine getirme konusunda tam bir tatmine sahip olacaktır. Örneğin kimsenin gelip konuşmasına izin verilmeyen büyük bir kralla konuşma ayrıcalığı olsa bile bu böyledir. Aksine kralın sırdaşlarını kralla birkaç kelime konuşmasına izin verilmesi için çok fazla ikna etmek gerekir. Kişi pek çok insanın krala yaklaşmasına izin verilmediğini gördüğünde ve hatta kralın kasabada olduğu söylendiğinde ve O’nunla konuşabilecek insanların olduğunu gördüğünde ne kadar mutlu olurdu!

Kişi dünyada Kral’ın olduğunu bilmeyen insanlar olduğunu ve dünyada yalnızca küçük bir grup insana dünyada bir Kral olduğuna inanmaya dair bir düşünce ve arzu verildiğini görür. Kral hakkında bilgilendirilenler bile O’nunla konuşmanın mümkün olduğunu bilmezler. Ama yukarıdan bu kişiye gelip Kral’la konuşabileceğine, yani inanabileceğine dair bilgi verilmiştir.

Bunu bir alegori ile anlayabiliriz. Su içmeye gelen bir kişiye şu söylenir: ‘Hadi gel ve Kral’la konuş, O’na: ‘‘Su içmeme izin verdiğiniz için teşekkür ederim.’’ de ve ‘Ey Kutsal Efendimiz!’ diyerek şükranlarını sun.’’ Diğer bir deyişle kişi teşekkür eder ve O’na şöyle der: ‘’O’nun sözü ile yapılmış her şey için Sana teşekkür ederim.’’ Dolayısıyla kişi, ‘’Tüm yeryüzü O’nun ihtişamıyla doludur’’ şeklinde yazıldığı gibi Kral’la konuştuğuna inanırsa ve yalnızca bir an için Kral ile konuştuğuna inandığında ne kadar sevinç duyar.

Kral ile bir an bile durup konuşmanın heyecanı tam bir tatmin vermelidir ki böylece kişi gün boyunca canlılığa ve sevince sahip olsun. Kral’ı görmesek bile bizlere ‘‘Tüm yeryüzü O’nun ihtişamı ile doludur’’ ve ayrıca ‘’Sen her ağzın duasını duyarsın’’ inancı verilmiştir.

Baal HaSulam ‘’her ağzın’’, en alçak insanın bile ağzı anlamına geldiğini söylemiştir. Yaradan herkesi duyar! Dolayısıyla kişinin inancına göre Yaradan’la konuşurken, yani O’na teşekkür edip etmediğinde ya da O’ndan bir şey isteyip istemediğinde Yaradan her şeyi duyar. O kişi bu yolda yürürse tüm gün mutlu olabilir; çünkü Kral’la konuşmaktan memnuniyet duyar.

Özellikle dua sırasında sözcüklerin anlamını bilmemesinin bile bir önemi yoktur. Dua etmesi ve dua kitabında yazılanları söylemesi nedeniyle kişi bilmelidir ki bu Kral’ın bakanlarının düzenlediği sıradır. Bunlar, Kral’ın sarayına girerken söylenecek sözlerdir. Bu nedenle bu duayı eden ya da şükran duyan insan olmadığı için kişinin söylediği şeyleri bilip bilmemesi fark etmez; çünkü bu Kral’la konuşmaya gelen herkes için emirdir. Onlar düzenlediler, o değil.

Aslında kişinin istediği şey dualarda ya da dile getirdiği şükürde yazmaz. Tam tersine ettiği dua kişinin kalbine yazılmış ve kazınmıştır. Öyle ki kişi dua kitabında yazılanı değil, kalbinde yazılmış olanı ister. Dolayısıyla herkes aynı dua kitabı ile dua etse de her biri kalbindeki eksikliği gidermeyi talep eder ve bunun için dua eder.

Yeni ay kutsamalarında yazıldığı gibi: ‘’Efendi’nin kalplerimizin en iyi dileklerini yerine getireceği yaşam.’’ Bu demektir ki bilgelerimizin düzenlediği yeni ay kutsamalarında ettiğimiz tüm dualardan sonra kendi duamızla, yani kalbin duasıyla bitiririz ve Yaradan’ın kalplerimizin dileklerini en hayırlısı için yerine getireceğini söyleriz.

Neden Efendi’nin kalplerimizin dileklerini en hayırlısı için yerine getireceğini söylediğimizi anlamalıyız. Neden ‘kalplerimizin dileklerini en iyisi için’ diye ekliyoruz? İnsanın kalbinin istediği ve dua ettiği şeyin kalbinden geldiğini anlıyoruz. Ama kalbin iyi şeylere özlem duyduğunu kim bilebilir? Kalp, kötü şeyler isteyebilir. Bu nedenle bizlere ‘kalplerimiz en iyisini ister’ ilavesi verilmiştir. Diğer taraftan bilgelerimiz duaları düzenlediğinde kalpleri tümüyle Yaradan’la birlikteydi. Onların duaları kesinlikle iyi dualardır. Ama bizler öyle değiliz; bu nedenle ‘en hayırlısı için’ ifadesini eklemeliyiz.

Dolayısıyla kişi Kral ile birkaç kelime etmekle ödüllendirmekten sevinç duymalıdır. Buna ‘sağ çizgi’, yani bütünlük olan sağın yolu denir. Bu demektir ki kişi kendi içinde hiçbir eksiklik hissetmiyordur.

Bununla bilgelerimizin şu söylediklerini yorumlayabiliriz: ‘’Bir kişinin içinde üç ortak vardır.’’ Babası beyazı eker. Babasına ‘erkek’, yani tam, eksiksiz denir. Ama anne ‘dişi’, eksik olarak adlandırılır. Bu nedenle ‘Babası beyazı eker’, renkten gelen ‘beyaz’, yani lekesiz, hiçbir eksiklik olmaksızın tümüyle beyaz dediler.

Bilgelerimizin şöyle söylediği gibi (Yotze 16): ‘’Döndüğün her dönüş yalnızca sağdan olacak.’’ Bu demektir ki çalışmanın başlangıcının düzeni kişinin kendi içinde hiçbir eksiklik görmediği sağda, yani bütünlükte olmalıdır. Doğal olarak o zaman Kral’ı bütünlüğü verdiği için övmek mümkün olur ve daha sonra şöyle söylenebilir: ‘‘Kutsanmış olan Kutsal’a tutunur.’’

Ancak kişi eksiklik hissettiğinde bilgelerimiz: ‘‘Lanetlenmiş kutsala tutunamaz,’’ dediler. Bu sebeple kişi böyle bir durumda ayrılır. Bu nedenle kişi bir ölçüde hayatların hayatına tutunduğunda yaşam aldığı ‘bütünlük’ olarak adlandırılan sağ çizgide yürümelidir. Ancak kişi yaşadığı müddetçe eylemlerinin iyi ya da kötü olup olmadığını görebilir ve onları düzeltebilir.

Kişi ölürse, yani yaşamdan aldığı hiçbir canlılık kalmazsa eylemlerini düzeltemez; çünkü o zaman ölü kabul edilir. Kişinin tüm canlılığıyla bu dünyadayken yaşadığı hayattan kaçabilmesi, fiziksel bir ölümle ölmesi ya da en azından uyku hapı aldığında üç ay uyuması mümkün olabilir. Eğer kişi böyle bir uyku hapı görecek ve ondan canlılık alabilecekse; ama bu arada uyumaktan başka bir şey istemiyorsa ne yapabilir? Eğer bir şey yapması gerekiyorsa uyumak için çok geçmeden vakti olacağını hatırladığında o an için bundan canlılığını alır.

Bu nedenle kişi çalışmada aklında ve kalbinde hiçbir eksiklik olmaksızın sağ çizgide, bütünlüğün çizgisinde yürümeyi birinci ilke haline getirmelidir. Baal HaSulam Ester Kitabı’nda yazılanlar hakkında şöyle demiştir: ‘‘Ve Mordehay yapılan her şeyi biliyordu, Mordehay kıyafetlerini yırttı, çuval ve kül giydi, dışarı çıktı. Çok ve acı bir şekilde ağladı ve kralın kapısına geldi; çünkü çuval bezi giyerek krala gelmek yasaktır.’’

Even Ezra, krallığı gözden düşürmenin yolunu yorumlar. Bununla ilgili bir yorumda Tora ve Mitzvot’a bağlandığında ya da dua ettiğinde kişinin Kral’ın kapısında duruyor olarak kabul edildiğini söyler. O zaman eğer kişi kendine bakar ve doğru yolda olup olmadığını, yani Kral’ın emirlerini çiğneyip çiğnemediğini görmek isterse bu eylemi yoluyla Kral’ın yüceliğini kabul etmek istemeyenlerden biri olduğunu görmesiyle Kral’ı küçük düşürür. Onlar ki Kral’ın otoritesini kendi üstlerine almak istemezler. Tam tersine Kral’ın krallığını tanımadıklarını söyleme gücüne sahiptirler.

Tersine Kral’ın ihtişamı herkesin Kral’ın öneminin farkına varması ve herkesin tüm kalpleri ve tüm ruhlarıyla O’na hizmet etmek istemesidir. Onların durup Kral’ı övdüklerini ve O’nun ülkedeki bütün insanların refahını nasıl da umursadığını görmek güzeldir. ‘‘Kral’ın kapısına çul giyerek gelmek yasaktır.’’ ifadesinin anlamı budur ki bu kirli bir kıyafettir. Kişi, Kral’ın kapısına geldiğinde Kral’ın kapısında oturmaya uygun kıyafetler giymelidir. Aksi taktirde çuval bezi giydiğinde bu, Kral’la mutlu olmadığının, aksine oturup yaşamında kaçırdığı şeylerin yasını tuttuğunun ve akıl huzuruna sahip olmadığının göstergesidir. Dolayısıyla kişi oturur ve yas tutar ve Kral ona merhamet göstermediği ve dileklerini yerine getirmediği için Kral’ı hor görür.

Bunun yerine kişi Tora ve Mitzvot’a bağlandığında sahip olduğu şeyin çok önemli olduğuna ve daha fazlasına layık olmadığına mantık ötesi inanmalıdır. Azla yetinmeli ve O’nun verdiği küçük, yani nitelikte ve nicelikte küçük miktara rağmen maneviyatta bir anlayışa sahip olduğu için payına düşenle mutlu olmalıdır.

Kişi her şeyden, yani maneviyatta herhangi bir ölçüde sahip olabileceği anlayıştan mutlu olmalıdır. Kişi bunun ona yukarıdan verildiğine, bunun da ‘’benim gücüm ve benim elimin gücü’’ olmadığına inanır. Doğal olarak ‘’kutsanmış kutsala tutunur’’ olarak adlandırılan ölçüde Yaradan’a bağlanabilir.

Bilgelerimizin şu sözlerinin (Şabat 30) anlamı budur: ‘’Şehina (Kutsallık) yalnızca Mitzva’nın (iyi iş/emir) sevinciyle var olur’’. Şöyle söylendiği gibi: ‘’Ve şimdi beni bir müzisyene götürün. O çalgı çalan bir müzisyen gibiydi ve Efendi’nin eli onun üzerinde olacaktır.’’ Rav Yehuda dedi ki: ‘‘Yani yasanın sözleriyle…’’ Şöyle ki Dvekut (bütünleşme), form eşitliği olmalıdır. Dolayısıyla kişi lanetlendiğini hissettiğinde Dvekut için yer yoktur.

Rav Yehuda’nın neden ‘Yani yasanın sözleriyle’ dediğini yorumlamalıyız. Bilinir ki Halaha (yasa), Cennetin Krallığı’nın kabulüyle ilgili olan Hakalah (gelin) olarak adlandırılır. Yani Cennet Krallığı’nın kabulü, mantık ötesidir ve ‘Mitzva’nın sevinci’ olarak adlandırılır.

Şehina’nın aşılanması’ olarak adlandırılan daha yüksek bir derece vardır ve bu tümüyle sevinç aracılığıyla gelir. Diğer taraftan özellikle kutsal olana tutunanın kutsanmış olduğu ortaya çıkar. Ancak kişi lanetlenmiş olduğunu hissederse kutsala tutunamaz. Doğal olarak bu durumda yaşamsız kalır.

Öyle görünüyor ki: ‘’Ey duayı duyan kutsal Efendimiz…’’ dediğimizde bunun anlamı duayı duyduğu için Yaradan’a teşekkür ediyor olduğumuzdur. Ama kişi eksik ise dua için yer olmayacağından ‘lanetli’ durumundadır. Öyleyse kişi dua sırasında Yaradan’la Dvekut’a nasıl sahip olabilir? Dahası eğer eksikse O’na ne için teşekkür eder?

Bunun cevabı şudur: O bizi kesinlikle kurtaracağından, O’nun duaları zaten duyduğuna inanarak sevinç duyarız. Dolayısıyla kişi dua konusunda zaten sevinç içindedir; çünkü kendinden emin olduğu zaman bile Yaradan’ın ona yardım edeceğine ve derhal Dvekut’la ödüllendirilebileceğine dair mantık ötesi çalışmalıdır. Zira güvenin kendisi kişiye bütünlük verir ve kişi zaten ‘kutsal’ olarak adlandırılır. Yukarıda söylendiği gibi: ‘’Kutsal olan kutsala tutunur.’’

Ancak tam olarak kişi Yaradan’dan onu daha yakına getirmesini istediğinde kötü eğilim gelir ve Yaradan’ın duasını duymadığını anlamasını sağlar. Kişinin Yaradan’ın yardımına güvenmesine izin vermez ve birkaç kanıt getirerek şöyle der: ‘’Geriye bak ve sonrasında yalnızca çıplak ve muhtaç kalmak için kaç kez dua ettiğini ve Yaradan’ın sana yardım edeceğini düşündüğünü gör! Bu sana her zaman oluyor ve her seferinde diyorsun ki: ‘’Şimdi Yaradan beni kesinlikle duyuyor ve ben daimî olarak maneviyata bağlı kalacağım.’’ Sen söyle, daha sonra ne oluyor? Yine alçaklığın yerine düşüyor ve duadan öncekinden çok daha büyük bir kendine olan sevgiye batıyorsun. Bu nedenle şu an neden Yaradan’ın seni duyacağına dair bu kadar eminsin? Zaten Yaradan’a minnettardın ve ‘Ey duaları duyan Kutsal Efendimiz’ diyordun?’’

Kişi, beden geçmişte dualarının kabul edilmediğine dair kanıt getirdiğinde bedene nasıl cevap vermelidir? Neye dayanarak bunun böyle olmadığını, Yaradan’ın dualarını kesinlikle cevaplayacağından emin olduğuna mantık ötesi inandığını söylemek ister?

Cevap şudur: ‘’Tüm temel, mantık ötesinde inşa edildiğinden ve insanın bu Mitzva’yı izlemesi gerektiğinden bana geçmişten dualarımın kabul edilmediğine ve bu nedenle Yaradan’a bu sefer dualarımın kabul edileceğine dair güvenmek için hiçbir sebep olmadığına yönelik getirdiğin kanıt inancımın gücünü azaltmak içindir. Ama sana özellikle şimdi mantık ötesi inandığımı ve güvendiğimi söyleyebilirim; çünkü sen yalnızca mantık dâhilinde kanıt getiriyorsun. Bana sorduğun sorular ve getirdiğin kanıtlar için çok teşekkür ederim; çünkü bana mantık ötesini inşa etmek için bir yer veriyorsun. Bu nedenle şimdi inanç Mitzva’sını ve mantık ötesi güveni izleme fırsatı nedeniyle büyük bir sevinçle devam ediyorum.’’

Dolayısıyla kişinin, bedenin duadan aldığı neşeyi ve Yaradan’ın duasına cevap vereceğine dair güveni azaltmak için geldiği yerden mantık ötesi inancın gücünü getirmesi gerekir. Yani kişinin şimdi mantığın olduğu yere mantık ötesini yerleştirme fırsatı vardır. Eğer mantık kişiyi tam tersine getirmiyorsa bunun üzerinde gittiğini nasıl söyleyebilir?

Bu nedenle kişi daima yukarıdan her seferinde mantık ötesi gitmek için yeri olsun diye düşüşler verildiğini söylemelidir. Böylece beden ne olursa olsun kişi Yaradan’a teşekkür ettiğinde ve ‘’Ey dualar duyan Kutsal Efendimiz’’ dediğinde dua sırasında sahip olduğu inancı ve güveni azaltamaz. Beden şöyle itiraz eder: ‘’Yaradan’ın kendisine teşekkür ettiğin dualarına cevap vereceğini nereden biliyorsun?’’

Kişinin diğerlerine cevap verdiği için Yaradan’a minnettar olduğu söylenemez. Kişi normalde diğerleri için şükrettiğinde değil, kendi başına edindiği şeyleri kutsadığında bunun için O’na teşekkür eder ve O’na: ‘‘Sen Kutsalsın’’ der. Genel olarak kişi dostunun kalbinde ne olduğunu nasıl bilebilir ki?

Daha ziyade kişi Yaradan’a kendisi için teşekkür eder ve bedene şöyle der: ‘’Bana doğru argümanlarla geldiğin için teşekkür ederim, zira şimdi mantık ötesi çalışmak için bir yere sahibim.’’ Buna ‘sağ çizgi’, bütünlük’ denir ve kişinin yürümesi gereken asıl yol budur. Kişi canlılığı buradan çeker; çünkü o zaman ‘kutsal’ derecesindedir. Buna ‘Kutsal olan kutsala tutunur.’ denir.

Ancak kişi bütünlükte, ‘sağ bacak’ denen tek bir bacak üzerinde yürüyemez. Sol bacak denen başka bir bacağa da ihtiyaç duyar. ‘Sol’ demek ıslah edilmesi gereken bir eksikliğin var, bir ıslah gerekiyor demektir. Bilgelerimizin şöyle söylediği gibi (Sotah 47): ‘‘Bilgelerimiz dedi ki: ‘Sol daima reddeder ve sağ yaklaştırır.’’

Bunu yolumuza göre yorumlamalıyız. ‘Sağ’, kişi ‘sağ yaklaştırır’ şeklinde çalıştığı, yani onu Keduşa’ya (Kutsallık) yaklaştırdığı zaman söz konusudur. Kişi maneviyata nasıl da yakın olduğuna bakar ve görür. Her kısımda küçük bir anlayış olsa bile Keduşa’ya yakın olduğunu gördüğünde mutludur ve bunun için Yaradan’a şükreder ve olumsuzluklara bakmaz.

Sol reddeder’ derken de kişi sol bacak üzerinde yürüdüğü zaman söz konusudur. O zaman kişi yalnızca reddedilmelere, nitelikte ve nicelikte Keduşa’dan ne kadar uzaklaştırıldığına ve ne kadar reddedildiğine bakar. Bu demektir ki bu iki yol bir ucundan diğerine birbirinin tamamen zıddıdır. Bu nedenle sağ çizginin merhamet olduğu bilinirken, sağ Hesed (merhamet) olarak adlandırılır ve buna ‘gün’ de denir. Şöyle yazıldığı gibi: ‘O gün Efendi O’nun merhametini buyurur.’

Mesele şu ki ‘sağ’ da yürüyen biri sadece Yaradan’ın herkesle yaptığı merhamete ve kendisinin Yaradan’dan merhameti nasıl aldığına bakar. Yaradan’a tüm merhamet alımları için teşekkür eder ve doğal olarak her şeyin iyi olduğu bir günde yaşar; çünkü Yaradan’ın onunla gösterdiği merhameti hissettiğinde sevinir ve Yaradan’a teşekkür edecek bir şeye sahip olur.

Ancak kişi sol bacak üzerinde de yürümek istediğinde ise sola dair öğrendiğimiz gibi sol reddeder. Bu demektir ki kişi eylemlerini, ıslah gerektiren bir şeyler olup olmadığını sorguladığında bu yalnızca reddedilmeleri, maneviyattan nasıl uzaklaştırıldığını, düşüncelerinin, sözlerinin ve eylemlerinin kendine-sevgiye gömüldüğünü görme zamanıdır. Bütün gücüyle onu kontrol eden bedenin kontrolünden çıkabileceğine dair hiçbir ihtimal görmez.

Üstelik alma koşulunda kalmaya değmeyeceğini düşünmeye başlar başlamaz beden derhal ona genellikle itaat etmek istemediği; ancak ihsan etmek için çalışmak istediği zaman söylediğinden daha güçlü argümanlarla gelir, zira beden kurnazlaşır ve daha dokunaklı, daha etkili sorular sorar.

Kişi kendisine şöyle sorar: ‘’Nasıl olur da kutsal çalışmada daha çok çalışmaya ve daha çok çaba sarf etmeye başlamadan önce beden o kadar zeki değildi ve şimdi kutsal çalışmaya başladığımda anlıyorum ki bir insanın iyi tarafı kutsal çalışmaya bağlandığı için daha akıllı ve daha zeki olmalı?’

‘‘Bir Mitzva (iyi iş/emir), bir Mitva’yı tetikler,’’ kuralına göre anladım ki beden zayıflıyor. Şöyle ki şu ana kadar son verdiği argümanlar ve tartışmak için gücü yok; çünkü Keduşa, kutsal çalışmada her zaman yaptığım iyi işler sayesinde güçlendi. Ama şimdi tam tersini görüyorum: Beden daha akıllı hale geldi, daha güçlü ve daha mantıklı argümanlar sunuyor.

Ama kişiyi en çok umutsuz kılan şey ‘ihsan etmek için çalışmak’ denen bu çalışmayı durdurmanın ve olağanüstü olmaya bakmadan diğer insanlar gibi olmasının yani normal duruma dönmesinin onun için daha iyi olacağının söylenmesidir. Yani niyet olmaksızın Tora ve Mitzvot’u izlemenin yeterli olacağı ve bütün enerjiyi Tora ve Mitzvot’u daha titizlikle izlemeye vermek gerektiğini söylemektir, zira bu, ihsan etmeyi hedeflemekten daha kolaydır.

Özellikle sıra dışı olmak isteyenlerle karşılaştırıldığında sıradan insanların Tora ve Mitzvot’a diğer insanlardan daha özenli bağlandıklarını ve bunun onlara ünvan verdiğini görüyorum. Biri ‘erdemli’ diğeri Hasid (dindar) ve bir diğeri ‘Çok önemli bir kişi’ olarak adlandırılıyor. Öyleyse kişi bu yolda kendi menfaati yerine neden Yaradan için yürümelidir?

Bu durumda kişi mücadeleden kaçmamak için büyük bir merhamete ihtiyaç duyar. Mantık ötesi inanç olmadıkça ve kişinin o an mantık ötesi gitmesi mümkün olsun diye mantık hissiyatı yukarıdan verildiği için bedenin şimdi çok zeki hale geldiğini söylemedikçe bu durumdan çıkış yolu yoktur.

Mantık’, dışsal akıldan gelen mantıktır. Dışsallık, içinde ihsan etmenin olmadığı orijinal alma arzusudur. ‘İçsel mantık’, kökeni ihsan etmek olan ve içinde hiç alma olmayan Bina’da, içsel Kelim’de (kaplar) kıyafetlenen mantıktır. Bu nedenle dışsal akıl ihsan etme arzusunun bir gerçeklik olduğunu anlamaz. Bundan dolayı kişi ihsan etmek için bir şeyler yapmak üzere uyandığında deneyimli bir savaşçı gibi ona karşı durur ve büyük bir kurnazlıkla ona boyun eğdirmeye başlar.

Ayet, kötü eğilimin ‘yaşlı ve aptal kral’ olarak adlandırıldığını söylediği için şaşırmayın. Öyleyse neden onun zeki olduğunu söylüyoruz? Bununla ilgili farklı bir soru sormalıyız: ‘‘Manevî olan bir meleğin bir aptal olduğu nasıl söylenebilir?

Şu ayet hakkında Zohar’da yazıldığı gibi: ‘‘Çünkü O, meleklerine seni her şekilde korumayı emredecek.’’ Onun meleklerinin iki melek anlamına geldiği şeklinde yorum yapar; bunlar iyi eğilim ve kötü eğilimdir. Eğer kötü eğilim ‘melek’ olarak adlandırılıyorsa nasıl aptal olabilir ki? Bizler bunu bir meleğin eylemden sonra isimlendirildiği şeklinde yorumlamalıyız. Şöyle yazıldığı gibi (Judges 13): ‘’Ve Efendinin meleği ona şöyle dedi: ‘Neden ismimi soruyorsun?’ Çünkü o eşsizdir.’’ Bu demektir ki meleğin ismi, yapması için kendisine gönderilen göreve göre değişir. Dolayısıyla ismini eylem belirler.

Buna göre kötü eğilimin ‘aptal’ olarak adlandırıldığını söylemeliyiz; çünkü insanın aptalca şeyler yapmasını sağlamaya çalışır ve insanları büyük bir zekâ ile aptallaştırır. Bu nedenle kişi üstesinden gelmeye başladığında ve onu dinlemek istemediğinde kişiye haklı olduğunu daha akıllıca göstermelidir. Kişi kötü eğilimin argümanlarının üstesinden geldiğinde kötü eğilim ona çok daha akıllıca argümanlarla gelmelidir ki kişi mantık ötesi inanç olmadıkça ve mantığın anlamsız olduğunu ve mantık ötesi gittiğini söylemedikçe onu yenemesin.

Ancak kişi her seferinde yalnızca argüman üreten dışsal mantığın üstesinden gelirse kazanır. İnancı, kötü eğilimin kendine-sevgiden çıkmaya değmeyeceğine dair muhakemesi ile gelmeden önce sahip olduğundan daha yüksek bir dereceye çıkar. Kötü eğilimin mantığının her seferinde artması nedeniyle kişi eğer Keduşa’da kalmak istiyorsa kendisine daha büyük bir inanç çekmekten başka şansı yoktur. Yani her seferinde kötülüğünden kurtarılması için Yaradan’ın ona yardım etmesine daha çok muhtaç hale gelir. Bu demektir ki kişi yabancı düşüncelerin ölmesi için değil, tövbe etmeleri için dua etmelidir.

Bu özellikle yukarıdan mantık ötesi inanç formunda yardım alarak yapılır. Dolayısıyla kişi Yaradan’dan üstesinden gelmek zorunda olmasın diye düşüncelerin ölmesini istemez, tam tersine Yaradan’a olan inancına razı olmayı ister. Kötü eğilim Yaradan’ın yardımı olmadan cevap veremeyeceği haklı argümanlarla gelmeden önce kişi sahip olduğu inanç ölçüsünde mantık ötesi gitme gücü alır.

Ama hakikat yolunda yürümeyen, çalışmasının temeli bütünüyle akıl ve kalp olan kişi Yaradan’dan çalışmasını bozmasınlar diye bu düşünceleri ondan uzaklaştırmasını ister. Dolayısıyla kişi kendi derecesinde kalır ve ilerleyemez, zira ilerlemeye ihtiyaç duymaz. Bunun yerine mevcut durumunda temelli kalmak ister, beklediği tek şey budur ve yüceliğe ihtiyaç duymaz.

Kişi geri kalan insanlardan daha yüksek dereceleri istese de, yani eğer bilge bir öğrenciyse neredeyse onun seviyesinde olmayan insanlar olduğunu bildiğinde elbette bu çalışmada en üstte olmak ister. Bu nedenle şu anda hissettiği seviyeden daha yüksek bir seviyeye yükselmek ister. Ancak bunların hepsi fazlalıktır, gereklilik değil. Fazlalık için dua edenin duası kalbin derinliklerinden gelmez; çünkü bilir ki durumu o kadar da kötü değildir. Kişi, ondan daha kötü durumda olan insanlar olduğunu görür ve buna yalnızca fazlalık olarak ihtiyaç duyar.

Kural şudur: ‘’Işık olmadan Kli (kap) yoktur.’’ Kli demek, kişinin gidermesi gereken bir eksiklik ve bir ihtiyaç var demektir. Ancak fazlalık maneviyatta bir eksiklik olarak kabul edilmez ve bu nedenle kişi olduğu yerde kalır ve hiçbir şekilde ilerleyemez.

Ancak hakikat yolunda yürümek akıl ve kalpte çalışmak isteyen kişi için bu böyle değildir. Beden ona gelip herkesin almak için çalıştığı ortak yoldan neden sapmak istediği üzerinden saldırmaya başladığında her seferinde bunun üstesinden gelir, beden ise ona daha güçlü argümanlarla gelir. Bu durumda kişi Yaradan’dan bedenin argümanlarını uzaklaştırmasını istemez, tam tersine günahkârın sunduğu tüm bu argümanlara tövbe etmesini, yani Yaradan’ın ona mantık ötesi gitme gücü vermesini ister.

Dolayısıyla kişinin Yaradan’dan ona daha fazla güç vermesini istemesi fazlalık için değildir. Basitçe Yaradan’a inanan bir Yahudi olmayı istemektedir ve bu ona Yaradan’ın yoluna ve Keduşa’yla ilgili her şeye kara çalan düşünceler getirir. Yani kişi ne zaman ihsan etmek için bir şeyler yapmak istese o hemen Yaradan’ın hizmetkârlarıyla dalga geçen günahkârın argümanlarıyla gelir. Şöyle yazıldığı gibi: ‘’Bize değil ey Efendimiz, bize değil! Senin adına ihtişam ver uluslar neden…’

Bu nedenle kişinin her seferinde yukarıdan daha fazla güç istemesinin sebebi gerekliliktir: Ölümden kurtulmak, hayata girmek için yardım istiyordur; çünkü ‘’Yaşamlarında günahkârlara ‘ölü’ denir.’’ Beden argümanlarıyla onu günahkârların kampına koymak istediğinden bunu kişinin Yaradan ona lüksü vereceğinden yardım istememesi, günahkâr olmasın diye sadece ruhu için yardım istemesi izler.

Öyle anlaşılıyor ki kişi ona kalbinin isteklerini uygun bir şekilde, yani kötü değil iyi olmak için yerine getirmesini Yaradan’dan isteme ihtiyacını vermesiyle günahkârın sorularından daima fayda sağlar. Böyle bir duaya ‘kalbin derinliklerinden edilen dua’ denir. Bu yukarıdan hemen kabul edilir, zira bu dua ‘yoksulun duası’ olarak kabul edilir, Zohar’daki ayet hakkında olan: ‘’Yoksulun duasının tüm duaları geciktirdiğini söylediği yerde’’ yazıldığı gibi: ‘‘O zayıfken yoksul için bir dua…’’ zira onun duası tüm diğer dualardan önce kabul edilir.

Bunun sebebi onun için bunun bir lüks olmamasıdır. Sadece yaşamak ve ölü olan biri gibi olmak istemiyordur; çünkü günahkârlara yaşamlarında ‘ölü’ denir. Bu, şu yazılanların anlamıdır, ‘’Efendi O’nu gerçekten çağıran herkese yakındır.’’

‘’Efendi onu arayan ve ‘Yaradan uğruna’ denen hakikatin yolunda yürümek isteyenlere yakındır.’’ ifadesini yorumlamalıyız. Şöyle ki onlar kendilerine olan sevginin üstesinden gelemediklerini ve ihsan etmek için çalışamadıklarını görürler ve bedenin üstesinden gelmek için Yaradan’dan yardım isterler. Yani Yaradan’dan yalnızca tek bir şey için yardım isterler: Bu da Yaradan için bir şeyler yapabilmek, tüm kalpleriyle ‘Kutsal olan, bizleri bedenin menfaati için değil, O’nun ihtişamı için yaratan Tanrımızdır.’ diyebilmek içindir.

Şimdi bilgelerimizin şu söylediklerini anlayabiliriz: ‘‘Bir kişinin içinde üç ortak vardır: Yaradan, babası ve annesi. Babası beyazı verir.’’

Beyaz’, ‘sağ çizgi’ olarak adlandırılır, beyaz olarak kabul edilir, yani leke ya da kusur yoktur, yalnızca bütünlük, tamlık vardır. Ancak yukarıda söylendiği gibi bütünlük, önemin bakış açısındandır. Yani kişi hataları olduğunu görür; ama hataları olduğunu nasıl bilir? Bu ona ‘sol çizgi’ olarak adlandırılan annesinden gelir, yani annesi ‘sol reddeder’ formundadır. Bu da Nukva (dişi), yani bir eksiklik olarak kabul edilir.

Kişi manevî durumunu sorguladığında görür ki onların hepsinin ihsan etmek için olması anlamında arzu edilen tüm niyetlere sahip değildir. Aksine nasıl da kendine olan sevgiye gömüldüğünü görür. Dahası görür ki bir insan için onun kontrolünden çıkmak mümkün değildir, yalnızca Yaradan Mısır’dan kurtuluşta olduğu gibi onu sürgünden kurtarabilir. Bununla ilgili olarak şöyle yazılmıştır: ‘Benim, Efendiniz…’ ve bilgelerimiz açıklar: ‘‘Benim, bir elçi değil.’ Yani yalnızca Yaradan ‘Mısır toprakları’ denen kendine-sevginin köleliğinden kurtarabilir; çünkü Eretz (toprak), İbranice Ratzon (arzu) sözcüğünden gelir. Bir başka deyişle alma arzusu yalnızca Keduşa’yı kısıtlamak, engellemek ister ve buna ‘Mısır toprakları’ denir.

Bu nedenle kişi bütünlük olan sağ çizgi ile başladığında kesinlikle şükretmeli ve önemde bütünlük verdiği için Kral’ı övmelidir. Şöyle yazıldığı gibi: ‘’Bu yüzden Sana teşekkür etmeli, adını övmeli ve minnettar olmalıyız. Bize ne mutlu ne kadar da şanslıyız. Bizler akşamları yükseldiğimizde sinagogda ve okullarda mutluyuz. (‘Şema Sunuları’nı okumadan önce).

Daha sonra ‘eksiklik’ olarak adlandırılan sol çizgiye geçeriz. Buna eksikliği işaret eden ‘anne’, dişi denir, yani ihsan etme arzusundan reddedilmenin gerçek ölçüsü budur. Şöyle ki kişi her seferinde eyleme ihsan etme niyetini yerleştirmek istediğini, bedenin onu geri nasıl da çevirdiğini görür ve bunun üstesinden gelemez.

Bu durumda üstesinden gelmek üzere Yaradan’dan yardım istemek için duaya yer vardır. Daha sonra kişi sağ çizgiye döner ve bütünlüğe, en azından eylemlerle ilgili büyük bir ayrıcalığa sahip olduğunu söyler. Kral için yaptığı hizmet Lo Lişma (O’nun adına değil) olarak adlandırılan kendine-sevgi niyetinde olsa da bu hizmet onun için halen çok önemlidir; çünkü durum ne olursa olsun eylemlerinde Kral’a hizmet ediyordur.

Kral onun için önemli olduğundan kişi Keduşa’da sahip olduğu küçük bir anlayışla mutlu olabilir. Dolayısıyla sol çizgi aracılığıyla şimdi sağda üstesinden gelmenin bir yolunu alır ve mutlu olduğunu, Keduşa’da sahip olduğu küçük bir anlayışa minnettar olduğunu söyler. Yani sol çizgiye gelmeden önce gerçekten de bütünlüğe sahip olduğunu düşünüyordu; ama bu, eksik, tamamlanmamış bütünlüktü. Bu nedenle doğal olarak Kral’ı övecek bir şeyler vardır. Ama sol çizgi kişinin şimdi bütünlükten uzak olduğunu görmesine izin vermiştir. Dolayısıyla şu durumda mutlu değil, üzgün olmalıdır. Yine de kendisini güçlendirip şöyle der: ‘’Kral çok önemli olduğu için maneviyatta küçük bir anlayışım olsa da bu yine de benim için önemlidir.’’

Öyle görünüyor ki sol çizgi kişinin daima Yaradan’ın yüceliğini ve önemini izlemesine neden olur, aksi takdirde Kral’ı övecek hiçbir şeyi olmayacaktır; çünkü maneviyatta şükran duyacak bir şeylere sahip olmaktan daha önemli bir şey yoktur. Dolayısıyla sağ çizgi her seferinde sol çizginin kişinin içinde daha da büyümesine neden olur ve sol çizgi, sağ çizgiyi büyümeye zorlar. Böylelikle çizgiler büyür. Onlar belli bir ölçüye geldiklerinde iki çizginin birinin bir diğerinin zıttı olduğu netleştiğinde Yaradan ruhu verir ve o zaman kişi sürgünden çıkar. Buna: ‘’Arınmaya gelene yardım edilir’’ denir, Zohar’ın sözlerinde olduğu gibi ona bir ruh verilir ve kişinin Yaradan’dan aldığı yardım budur.

Şimdi yarım Şekel hakkında sorduğumuz soruyu ve çalışmada bunun neyi ima ettiğini açıklayacağız. ‘’Başları sayarken’’ ifadesini değerlendirmeliyiz. Kişi Keduşa’da kuyruk değil, baş olmak istediğinde bu, yeni yıl (Roş Haşana) arifesinde şöyle söylediğimiz gibidir: ‘‘Kuyruk değil baş olabiliriz.’’ Kuyruk demek kişinin kendisinin hiçbir görüşü yok; ama yaptığı şeyler, yani bağımsız olmayı ve eylemlerinin amacını kendisi için anlamayı istemesi üzerinde hiçbir eleştiri olmaksızın çoğunluğu takip ediyor demektir. Elbette çalışmadan sonra ödül alırız. Ancak kişinin çalışmasının karşılığında beklediği ödül nedir? Hem bedenin hem de aklın dinlenmekten vazgeçmesinin ve Tora ve Mitzvot’a bağlanmasının daha iyi olduğunu, bunun için ödül alacağını ona açıklayan hocalarından duyduğu doğru mudur? Bu neden bir ödüldür? Ödüle, bu ödülle ödüllendirilmek için çaba göstermeye kesinlikle değer olduğuna dair pek çok örnek verdiler ya da daha yüksek, daha yüce bir ödül var. Ona çalışmaya yeni başlayan biri için uygun olan ödül örneklerini gösterdiler. Şayet ona, ona söylediklerinden daha yüksek bir ödül olduğu gösterilmiş olsaydı aklının küçüklüğü nedeniyle ödülün faydasını anlamazdı. Bu nedenle kişi şimdi incelemeli ve bunun gerçekten de onlardan duyduğu ödül olup olmadığını görmelidir ya da gidip çalışmasının karşılığında alması gereken ödülün gerçekten ne olduğunu sormalı mıdır?

Üstelik şimdi sarf etmesi gereken çabanın gerçekte ne olduğunu ve çaba konusunun ne olduğunu yani uygulamada Tora ve Mitzvot’u yerine getirmesinin kendi başına yeterli olup olmadığını ya da niyetin gerekip gerekmediğini de bilmek ister. ‘’Yani ayrıca bu eylemi neden yaptığımı, bu eylemleri başkalarının yaptığını gördüğüm için yapmadığımı ve onlar insanların liderleri olduğundan onlar gibi yapmak istediğimi bilmem gerekir mi? Daha ziyade Tora ve Mitzvot’un amacını, Tora ve Mitzvot’un ne olduğuna dair dünyada bir ipucuna, Tora ve Mitzvot’u üstelendiklerinde küçük çocuklardan daha fazla hissiyata, daha fazla anlayışa sahip birinin bulunmadığını bilmenin mümkün olup olmadığını bilmek istiyorum.’’ Şöyle ki çocuklar büyüseler, Tora’nın yüceliğinde ünlü olsalar da bu yalnızca ifşa olmuş Tora’yla ilgilidir. Yani ifşa edilmiş eylemlerin nasıl ve ne şekilde yapılması gerektiğine dair daha fazla bilgiye sahipler. Ama Tora ve Mitzvot’un asıl yüceliğine hiçbir şey eklemiyorlar.

Bu demektir ki bütün yücelik Tora ve Mitzvot’un yalnızca dışsallığındadır; ama içsel bir şeylere sahip olmaya dair dünyadaki hiç kimsede bir ipucu yoktur. Ya da belki de Tora ve Mitzvot’ta içselliğin eklendiği insanlar var. Kişi, onun içini, yani her bir Mitzva’daki özel niyetin ne olduğunu bilmek ister. Tora’daki Mitzvot’un Zohar’da ‘613 teminat’ olarak adlandırıldığını ve onlara ‘613 tavsiye’ dendiğini söyleyen Zohar’da yazılanları (Sulam yorumu, bölüm 1’de sunulmuştur) duymuş ve görmüştür. Aralarındaki fark her şeyde ön ve arka olmasıdır. Bir şeyin hazırlığı ‘arka’ ve meselenin edinimi ‘ön’ olarak adlandırılır.

Benzer şekilde Tora ve Mitzvot’ta ‘yapacağız’ ve duyacağız’ vardır. Bilgelerimizin şöyle yazdığı gibi (Şabat 88): ‘‘O’nun sözlerinin sesini duymak için O’nun sözünü yerine getirenler…’’ Başlangıçta yaparlar ve daha sonra duyarlar. Mitzvot ‘613 tavsiye’ ismiyle adlandırılır ve onlar arkadır. Kişi, O’nun sözünü duymakla ödüllendirildiğinde 613 Mitzvot ‘depozito’ sözcüğünden teminat haline gelir. Bu böyledir; çünkü 613 Mitzvot vardır ve her Mitzva’ya 613 organ ve ruhun, bedenin tendonlarındaki benzersiz bir organa karşılık gelen özel bir derecenin ışığı yerleştirilmiştir.

Bununla ‘’İsrail’in çocuklarının başlarını saydığınızda’’ ifadesini yorumlayabiliriz. Yani kuyruk olmak için değil, baş olmak için uyandığınızda demektir. Yukarıda yazıldığı gibi İsrail’in çocukları kişi numaralarıyla, yani teminat olarak Mitzvot ile Yaşar-El’in (Yaradan’a doğru) ne olduğunu anlamak istediğinde demek ister. Bununla ilgili olarak: ‘‘Onların her biri, onları saydığınızda ruhu için bir kefaret verecek.’’ diye yazılmıştır. Saymak, hesaplamak kişinin Tora ve Mitzvot’un niyeti ve Tora ve Mitzvot’u izleyerek Yaradan’a yaklaşmasının ölçüsü hakkında ne kadar bildiğini saymak demektir. O zaman kişi umutsuzluğa kapılabilir ve savaştan kaçabilir. Buna ‘kusur’ denir.

Bunu düzeltmek için önce İsrail’in çocukları kutsandı ve daha sonra sonunda İsrail bir kez daha kutsandı ve içlerinde hiçbir kusur yoktu. Şöyle yazıldığı gibi (Ki Tissa, madde 2): ‘’Gel ve gör; onlar sayılan bir şeyler için yukarıda kutsama olmadığını tespit ettiler. Dolayısıyla başlangıçta kefaret alındığı zaman İsrail kutsanır. Daha sonra İsrail tekrar kutsanır.’’

(Ve madde 3’te) şöyle sorar: ‘’Sayma yüzünden neden veba ortaya çıkıyor?’’ Şöyle cevaplar: ‘‘Çünkü sayılan şeyde kutsama yoktur. Kutsama ortadan kalktığından Sitra Ahra onun üzerindedir.’’ Sayılan bir şeyde neden kutsama olmadığını anlamalıyız. Yukarıda açıkladıklarımıza göre kutsal olan kutsala tutunur. Bu nedenle kişi her şeyi zaten mantığı ile anlamaya başlayıp başlamadığını, yani çalışmada zaten ilerlediğini hissedip hissetmediğini, gerçekten de Yaradan’ın onu maneviyatla ödüllendireceğine ve alçaklıkta kalmayacağına dair inanca ve güvene sahip olup olmadığını incelemek için sol çizgiye girmeye başladığında olan bu eleştiri sırasında ona görmek istediği şeyden zıt düşünceler ve hesaplamalar gelir. Yani biraz maneviyatla ödüllendirilmek için sarf ettiği çabanın değerli olup olmadığını ve hakikat yolunda yürüyüp yürümediğini düşünmeye başladığında gerçeği geri kalan insanlardan daha iyi görebilir. Kendi gerçek durumunu aslında Keduşa’dan uzak olduğunu görür ve başlangıcından şüphe etmeye başlar. Şöyle ki boşuna çaba sarf etmiştir; çünkü şimdi kendi mantığına göre boşuna zaman harcamanın bir utanç olduğunu görür.

Başka bir deyişle hakikat yolunda yürümeye başlamadan önce maneviyat hakkında daha iyi düşüncelere sahipti. O kadar da materyalist değildi, yani maddesel şeylerde böyle iyi tatlar bulamıyordu. Ama şimdi ihsan etme çalışmasına başladığından maddesel arzu için daha fazla şehvet, arzu almıştır; çünkü onlarda daha fazla haz bulmuştur.

Dolayısıyla bu hesaplamaya göre başlangıçtan şüphe duyar. Yani şimdi ‘ihsan etmek’ denen mevcut çalışması için ve önceki çalışmasını bıraktığı için daha büyük bir pişmanlığa sahiptir. Eylemlerden memnundu ve tümüyle tamamlanmış hissediyordu; çünkü eylemin en önemli şey olduğunu ve niyeti yansıtmaya gerek olmadığını biliyordu. Şöyle söyleyen bilgelerimizden de yardım almıştı: ‘’En önemlisi öğrenmek değil, eylemdir’’ ve eylemde tamdı. Doğal olarak her şeyi memnuniyetle yapmıştı; çünkü tam bir insan olduğunu hissetmişti. Yaradan onu cezalandırırsa belki de bu cezayı hak ettiğini anlardı; çünkü ‘’Komşunu hoş görmemek, kınamak’’ emrinde çok çaba sarf etmemişti. Bilgelerimizin şöyle dediği gibi: ‘’Karşı durabilecekken karşı durmayan bunun için cezalandırılır.’’ (Şabat 54). Yalnızca bunda, bu Mitzva’da tembel olduğunu hisseder.

Daima düşündüğü şey budur. Ama şimdi ihsan etme yolunda çalışmaya başladığı için, içinde var olan kötülüğü her zamankinden daha fazla görüyordur. Dolayısıyla neden bu şekilde devam etmelidir? Bu nedenle kişi şimdi ‘lanetlenmiş’ durumundadır ve ‘Lanetlenmiş kutsala tutunamaz.’ Dolayısıyla kişi bu durumda ölü kabul edilir. Çünkü hayatların hayatından ayrılmıştır ve bu ‘veba’ olarak adlandırılır ve ölüm olarak kabul edilir.

Bununla sayılan bir şeyde kutsama olmamasının sebebini açıklayabiliriz ve ‘Kutsama kaybolduğundan Sitra Ahra onun üzerindedir’ ve zarar verebilir. Sayılan bir şey, bir kişinin maneviyatta ulaştığı kazançları saymaya başlaması olarak kabul edilir. O zaman kişi tam tersini, yalnızca kaybettiğini görür. Sitra Ahra daima kişinin mücadeleden kaçmasının daha iyi olduğuna dair kanıt getirir ve kişi her gün boşuna çaba sarf ettiği için pişman olur; çünkü bu yol ona göre değildir. Bu nedenle kişi hiçbir şeyi doğru şekilde yapamaz. Dolayısıyla ‘sayma’ olarak adlandırılan sol çizgide ölüm tehlikesi vardır.

Şayet kişi tek bir çizgide ise, yani ihsan etmek için çalışmayı seçmeden önce yürüdüğü yolda yürüyorsa, kişi Mitzvot’u yerine getirebildiği sürece yukarıdan niyetlerle çalışmayı talep edemeyeceği için yalnızca eylemlerin gerekli olduğunu ve niyetlerin gerekli olmadığını bildiğinde bu onun için gerçekten de bütünlüktür ve niyetler hakkında düşünmeye ihtiyaç duymaz. Ancak kişi bundan asla gerçeğe ulaşamayacaktır; çünkü gerçek şudur ki her eylem Yaradan uğruna olmalıdır.

Aynı şekilde sayma durumunda şimdiye kadar Yaradan çalışmasına harcadığı çabadan kazanıp kazanmadığını hesapladığında gerçeği görmek ister. Burada büyük bir tehlike vardır; çünkü kişi çalışmada ilerlemediğini gördüğünde çalışmadan uzaklaşabilir ve ‘başlangıcı düşünmek’ denilen bir duruma gelebilir.

Bu nedenle Zohar orada bir ıslahın olduğunu söyler: ‘‘Bütün kefaretler toplanıp sayılmadan önce onlar saymadılar. Dolayısıyla kefaret alındığında önce İsrail kutsandı ve daha sonra İsrail yeniden kutsandı. Böylece İsrail başlangıçta ve sonunda kutsanmış oldu ve içlerinde veba yoktu.’’

Zohar’ın sözlerinde belirtilenlerle Yaradan’la Dvekut ile ödüllendirilmeye giden yolda yürümek istendiğinde verebileceğimiz tavsiyeyi anlayabiliriz. Bir eksik olmadan dolum olmayacağından ve eksiklik bir ihtiyaç anlamına geldiğinden ve kişinin lüks olarak değil; ama gereklilik olarak ihtiyaç duyduğu şeyi hissetmesi için ihtiyacın kalbin derinliklerinden gelmesi gerektiğinden, ışık olmaksızın Kli yoktur kuralına göre kişi bir eksiklik hissettiğinde ‘lanetlenmiş’ durumundadır ve lanetlenmiş kutsala tutunamaz. Kutsanmış durumunda kişi bütünlüğe sahip olduğunu ve hiçbir şekilde eksikliği olmadığını hisseder. Aksi taktirde bütün olarak kabul edilmez. Ama eğer bütünlükteyse ve hiçbir eksiği yoksa o zaman kişinin Yaradan’ın tatmin etmesi, memnun etmesi için Kli olarak adlandırılan bir ihtiyacı yoktur.

Buna şu cevap gelir: ‘’İsrail sayımdan önce ve sayımdan sonra kutsandı ve bu nedenle İsrail’de bir veba olmadı.’’ Mesele şu ki kutsama insanın çalışmaya kabulünün düzeninin sağ ile başlaması anlamına gelir. Yani kişi Yaradan’ın emirlerini izleyerek Yaradan’a verdiği hizmeti takdir etmelidir. Kişi Yaradan’ın yüceliğini takdir ettiği ölçüde Yaradan’ın emrettiği şeyleri yapmakla ödüllendirilmekten sevinç duyar.

Yüce olanı takdir etme meselesi doğamızda vardır. Nesilde yüce olan biri varsa ve insanlar onu önemli biri olarak görüyorsa, bunun büyük bir onur kabul edildiğini görüyoruz. Herkes ona hizmet etmek ister.

Ancak hizmetin tatmini dünyanın bu yüce insana atfettiği öneme ve büyüklüğe bağlıdır. Dolayısıyla kişi kendisinin Yaradan’a hizmet ettiğini hissettiğinde ve resmettiğinde kutsanmış olduğunu hisseder ve o zaman kutsal olanın kutsala tutunduğunu belirten kural gelir.

Dolayısıyla böyle bir durumda kişi kendisini dünyadaki en mutlu kişi hisseder. Bu, kişinin Yaradan’a, O’na hizmet etmesine dair küçücük bir hizmet verdiği için şükretme ihtiyacı duyduğu zamandır. Dolayısıyla bu durumda kişi Yaradan’la bütünleşmiştir; çünkü içinde neşe vardır. Bilgelerimizin şöyle söylediği gibi: ‘‘Şehina (Kutsallık) yalnızca neşede mevcuttur.’’ Yine de kişi Yaradan’ın onu aynı zamanda gerçekten daha yakına getirmesine ihtiyaç duymak, yani niyetinin yalnızca Lişma (O’nun adına) olarak adlandırılan ihsan etmek olması için bir Kli’ye sahip değildir. Kişinin Lişma’ya ulaşmak için bir arzuya ve ihtiyaca sahip olması gerekir. Ama bütünlük hissettiği sağ çizgide eksiklik için yer yoktur.

Bu nedenle kişi kendi aklıyla gerçekten de Yaradan’ın hizmetkârı olmak ve kendisine hizmet etmek isteyip istemediğini görmek için sayma ve hesaplama olarak kabul edilen sol çizgiye, yani yaptığı her şeyde kendi menfaati dışında başka bir düşüncesinin olmadığı yere geçmelidir. O zaman gerçeği, yani solun onu reddettiğini, Yaradan için hiçbir şey yapamadığını görür.

Kişi sağ çizgide bütünlük hissettiği ölçüde kendisini iyi hisseder, Yaradan’a hizmet ettiği için mutludur. Yaradan çalışmasından uzak bir durumda olduğunu gördüğü ölçüde kendisini kötü hisseder. Şöyle ki şimdi bu kontrolden çıkma umudunun olmadığı yerde her şey siyahtır. O zaman dua edebilir ve o zaman ‘lanetlenmiş’, ‘ölü’, ‘günahkâr’ denilen durumdadır; çünkü Yaradan uğruna çalışamadığını görür. Bu kusura sahip olmamak için sayılan bir şeyle ilgili olarak dünyada iyilik yapan ve günah işlemeyen bir erdemli olmadığından kişi her zaman kusurları bulur.

Kişi sağ çizgiye geçmelidir ve o zaman Yaradan çalışmasında biraz olsun anlayışa sahip olduğu için mutlu olduğunu söyleyebilmeye dair Yaradan’ın yüceliğinde ek üstesinden gelmeye ihtiyaç duyar, zira Kral’a hizmet etmek çok önemli bir şeydir. Bu nedenle küçücük bir anlayış olsa da önem açısından bunu büyük bir şey olarak kabul eder. Gerçek şu ki Keduşa’daki bu anlayışın şimdi daha küçük olması sol çizgi yüzündendir; çünkü kişi mutlak alçaklıkta olduğunu görmüştür. Bundan dolayı şimdi tam tersini, bütünlüğe sahip olduğunu söylemesi zordur. Ancak gerçek şudur: Kişi bütünlüğe sahip olduğunu söylediğinde bu yalnızca Kral’ın yüceliğinin önemi nedeniyledir. Kurala göre bir şey çok yüksek kalitede olduğunda bu yüksek kalitenin küçük bir miktarı bile düşük kalitenin büyük bir miktarından daha önemlidir.

Öyle anlaşılıyor ki kişi her seferinde mantık ötesi yoluyla sağı yükseltmelidir. Ve her zaman, Yaradan’ın yüceliğini ve önemini üstlendiğinde, bunun az bir miktarı için bile şükran duymaya değer olduğunu söylemelidir. Kişi biraz olsun, O’na hizmet etmesine izin verdiği için Kral’ı övüp, O’na şükretmelidir. Şöyle yazıldığı gibi (Her Yaşayan Varlığın Ruhunda): ‘‘Sana yeterince teşekkür etmiyoruz Efendimiz Tanrımız.’’

Bütünlükte çalışmanın olduğu ‘kutsanmış’ olarak adlandırılan sağ çizgiye dönmeye, daha sonra bir kez daha saymaya ve hesaplamaya, daha sonra da bir kez daha entelektüel hesaplamalar için yer olmayan mantık ötesine dönmeye ‘saymadan önceki kutsama ve saymadan sonraki kutsama’ dendiği ortaya çıkıyor. Onların içinde hiçbir kusurun olmayacağı, kişinin alçaklıkta ve umutsuzlukta kalmayacağı ve sonsuza dek mücadeleden kaçmayacağı ıslah budur. ‘‘Kutsallığın şekelinden yarım şekel’’ ifadesinin anlamı budur. Bu demektir ki kutsallık çalışması çalışmayı tartarak, kutsanmış olan ‘sağ’ olarak adlandırılan çalışmanın yarısını bir kefaret olarak Yaradan’a vererek, şimdi tamamen Yaradan için çalıştığını ve içinde hiçbir eksiklik olmadığını söyleyerek doğal olarak Yaradan’ı övebilir ve O’na teşekkür edebilir. Ayrıca kutsanmışa tutunarak kutsanmış hissedebilir. Kişinin ‘lanetlenmiş’ denen ve Yaradan’dan ayrılık olarak kabul edilen solun alçaklığında kalmayacağı kefaret budur.

Çalışmanın diğer yarısı soldadır. Zohar’ın dediği gibi orada sayımdan önce kutsama olmalıdır. Bu demektir ki kişi ‘saymak’ olarak adlandırılan sol çizgide yürümeden önce ‘kutsanmış’ olarak adlandırılan ‘sağ’ durumda olmalıdır. Bu daha sonra tekrarlanır ve doğal olarak onları saydıklarında, yani kişi onun için 613 teminat olan Mitzvot ile ödüllendirilmek istediğinde kusur olmaz. Bu şu yazılanların anlamıdır, ‘’Zengin yarım Şekel’den daha fazla ödemeyecek ve yoksul yarım Şekel’den daha az ödemeyecek.’’

Zengin’ ‘sağ’, hiçbir eksiklik olmaksızın bütünlüğün yolunda yürüyen kişi demektir. Kişi daha ziyade sahip olduklarıyla mutludur. Bu nedenle şöyle denmiştir, ‘’Zengin yarım şekelden daha fazla ödemeyecek.’’ Yani kişi her zaman sağ çizgide yürümeyecek; ama ‘sayma’ ve ‘hesaplama’ denen sol çizgiye de geçmesi gerekecektir.

‘’Yoksul daha azını ödemeyecek.’’ ‘Yoksul’ demek, hiçbir şeye sahip değil demektir. Çünkü kişi çalışmasını bunun Yaradan uğruna mı kendi menfaati için mi olduğunu saymaya ve hesaplamaya başladığında bunu Yaradan uğruna yaptığını söylemek için hiçbir şeye sahip olmadığını görür. Bu nedenle yoksulun yarımdan daha az ödemeyeceği söylenir. Yani kişi kutsallık ve bütünlük olan sağa geçmelidir. Ancak çalışma dengelenmelidir. Bu iki çizgi eşit olmalı ki her biri bir diğerini yükseltsin.

Bu şu yazılanların anlamıdır: ‘‘Ruhlarınız için kefaret…’ Özellikle birbirinin zıttı olan bu ikisi ile kefaret gelir. Ruh dünya uluslarının İsrail’i kendilerine olan sevgi ile kontrol ettiği sürgünün kontrolünden çıkar. Bununla Keduşa’nın başı ile ödüllendirilirler ve bir kuyruk olmazlar.

Şu yazılanların anlamı budur: ‘‘Bir kişinin içinde üç ortak vardır… Babası beyazı eker.’’ Yani ‘babası’, ‘erkek’ denen sağ taraftan eker ve erkek bütünlük olarak ve bütünlük de hiç kir olmayan beyaz olarak kabul edilir. Anneye Nukva (dişi) denir. Kırmızıyı eker. Burada ıslah etmemiz gereken tehlikenin yerini görürüz.

Daha sonra Yaradan ruhu verir, zira yukarıdaki iki çizgiden bolluğun akışını almaya uygun olan bir Kli ortaya çıkar. O zaman bunun ‘Arınmaya gelen’ olarak kabul edildiğini söyleyebiliriz. Bu, kişi yukarıda bahsi geçen iki çizgide yürüdükten sonra gelir ve daha sonra ‘’Ona kutsal bir ruhla yardım edilir.’’

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,082