e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Kişi Çalışmada Gururu Ne Zaman Kullanmalıdır?

Kişi Çalışmada Gururu Ne Zaman Kullanmalıdır?

Makale No. 6, 1990

Şöyle yazılmıştır (2. Tarihler, 17): “Efendimizin yollarında onun kalbi gururluydu.” Mişna’da ise (Avot, Bölüm 4:4), “Çok ama çok alçakgönüllü ol” denmektedir. Dolayısıyla bu, ” Kalbi gururluydu” şeklinde yazılanla çelişir.

Zohar (VaYera, Madde 17), “‘Ve Efendimiz ona Mamre Meşeleri’nin yanında göründü’ diye sorar. Neden başka bir yerde değil de Mamre Meşeleri’nde? Bunun nedeni Mamre’nin ona sünnet hakkında bir öğüt vermiş olmasıdır. Yaradan İbrahim’e kendisini sünnet etmesini söylediğinde, İbrahim arkadaşlarına danışmaya gitti. Aner ona, ‘Doksan yaşını aştın; kendine eziyet edeceksin’ dedi. Marme ona, ‘Keldaniler’in seni ateşe attığı günü, dünyanın çektiği kıtlığı, adamlarının kovaladığı ve vurduğun kralları hatırla’ dedi. Yaradan seni bunların hepsinden kurtardı. Kalk ve Efendinin emirlerini yerine getir. Yaradan Mamre’ye şöyle dedi: ‘Ona sünnet lehine tavsiyede bulundun, bu yüzden ona sadece senin evinde görüneceğim’ dedi.”

Bunu anlamak zordur. Eğer Yaradan ona kendisini sünnet etmesini emrettiyse, arkadaşlarına Yaradan’a itaat edip etmemesi gerektiğini sormaya mı gitti? Ya Mamre aksini söyleseydi? Yaradan’ın sözüne değil, Mamre’nin tavsiyesine kulak verecekti. Bunu söyleyebilir miyiz?

Mamre’nin ona ne söylediğini anlamak da zordur, Yaradan’a itaat etmesini, O’nun seni ateşten kurtardığı gibi kesinlikle kurtaracağını söylemiştir. Bu, Mamre’nin ona Yaradan’a itaat etmesini söylemesinin temelinin, tıpkı onu ateşten kurtardığı gibi, onu da kurtaracağı için olduğunu ima eder. Aksi takdirde, itaat etmemelisiniz.

Aynı şeyi bilgelerimizin söylediği yerde de görürüz (RAŞİ bilgelerimizin sözlerini getirir, Yaratılış 11:28), “‘Terah ‘babasının huzurunda,’ babasının yaşamı sırasında öldü. Bazıları, Terah’ın Nemrut’a oğlu Avram’ı, heykellerini kırıp fırına attığı için şikâyet ettiğinde, babasının onun yüzünden öldüğünü söyler. Haran oturup kendi kendine şöyle dedi: ‘Avram kazanırsa, ben de onunla beraberim. Nemrut kazanırsa, ben de onun yanındayım. Avram kurtulunca Haran’a, “Sen kiminlesin?” diye sordular. Haran, “Avram’la birlikteyim” diye yanıtladı. Onu fırına attılar ve yandı.”

Haran hakkında görüyoruz ki, Yaradan’ın kendisini kurtarması koşuluyla kendisini adamayı üstleneceğini söylediği için yakıldı. Öyleyse, neden Avram’ın durumunda, Mamre ona “Yaradan’a itaat etmelisin” dediğinde, O Avram’ı yani dünkü Avram’ı fırından kurtardığına göre, O bugün kendini sünnet ettiğinde de Avram’ı kurtaracaktır? Bu tıpkı Haran ve Avram’ın ateş fırınındaki durumuna benzer. Buradaki tek fark, ikisinin de aynı olması ama aynı bedende, yani Avram’ın iki durumunda olmasıdır.

Gerçek anlamda, Haran, Avram ve ateş fırınında, Yahudi olmayanlar yani yabancıların hem Avram’ın hem de Haran’ın Yaradan’a itaat etmemesini istediklerini görüyoruz. Yaradan’ın ona öğrettiği sünnette durum böyle değildir. Demek ki, yabancıların Yaradan’a itaat etmemesini söylemesi ile Yaradan’ın ona itaat etmesini söylemesi arasında bir fark vardır.

Yabancılar bir kişinin puta tapmasını ve Yaradan’a olan inancından uzaklaşmasını istediğinde, kişinin koşulsuz adanmışlık göstermesi gerektiğini söylemeliyiz. Bu nedenle Haran, İbrahim gibi hayatta kalması koşuluyla kendini adamaya hazır olduğunu söylediğinde, bu adanmışlık olarak kabul edilmez. Bu yüzden fırında yakılmıştır.

Yaradan ona kendini sünnet etmesini söylediğinde ve o da arkadaşlarına danışmaya gittiğinde durum böyle değildir. Bunu farklı bir şekilde yorumlamalıyız, Yaradan’ın ona kendisini sünnet etmesini söylemesinin yüksek bir derece olduğunu ve kendisinin hala buna layık olmadığını düşündü, çünkü eğer Yaradan ona kendisini sünnet etmesini söylediğinde ve kendisi hala buna layık değilse, o anda içinde bulunduğu seviyeden bile düşebileceğini düşündü, zira “Ve ben toprak ve külüm” yazıldığı gibi, kendisinin alçaklık içinde olduğunu biliyordu. Bu nedenle, bu yüksek dereceye çıkmasına ve kendini sünnet etmesine izin verilip verilmediğini yoksa buna layık olana kadar beklemesi gerekip gerekmediğini sormaya gitti.

Bu nedenle Aner ona, “Doksan yaşını aştın; şimdi yüksek derecelere çıkmaya ve sünnet Mitzvası’na [emir/iyi eylem] layık olmak için daha fazla çalışmaya başlayarak kendine eziyet edeceksin” dedi. “Daha yüksek derecelerle ödüllendirilmek için şimdi büyük çabalar göstermeye başlamak için çok yaşlısın. Bu, muhteşem bir geleceği olan genç bir adam için uygundur, doksanını çoktan aşmış olan senin için uygun değil. Dolayısıyla bu sana göre değil.”

Ancak, Mamre’ye sormaya geldiğinde, Mamre ona şöyle cevap verdi: “Görüyorsun ki Yaradan senin alçaklığına bakmıyor; bırak da layık olduğun zamanı O söylesin, o zaman sana yardım edebilir, bilgelerimizin dediği gibi, ‘Arınmak için gelene yardım edilir’. Toz ve kül olduğunu hissettiğinde Yaradan sana yardım edemez, ama fırına atıldığında Yaradan’ın yine de sana yardım ettiğini görürsün, çünkü O merhametli ve bağışlayıcıdır.”

Bilgelerimizin şu ayet hakkında söyledikleri gibi: “‘Ve affettiğimi affedeceğim’, her ne kadar buna uygun ve layık olmasa da.” Bu nedenle, burada da sünnet Mitzvası ile Yaradan, layık veya uygun olmasan da daha yüksek bir seviyeye girmeni ister. Bu nedenle, git ve Efendinin emrini yerine getir ve kendi alçaklığına bakma.

Bu, Baal HaSulam’ın Yaradan’ın söylediği şey hakkında dediği gibi, “Şimdi senin Tanrı’dan korktuğunu biliyorum.” Soru şudur: Yaradan geleceği bilmiyor mu ki, “Şimdi biliyorum” dedi, yani “senin Tanrı’dan korktuğunu” şimdi mi biliyor? Demek ki, bu İbrahim’in artık Tanrı’dan korktuğunu bildiği anlamına gelir.

Soru şudur: İbrahim’in bunu bilmeye neden ihtiyacı vardı? Şunu söylemeliyiz ki, artık Tanrı’dan korktuğunu bildiğine göre, İbrahim daha yüksek bir seviyeye çıkabilir ve bunun kendisi için çok yüksek olabileceğinden korkmaz. Tam tersine, zaten yükselebilir.

Aynı şekilde Rabba’nın (Berakot 61) “Kişi kalbinde tam bir erdemli olup olmadığını bilmelidir” dediğini de yorumlayabiliriz. Burada bunu neden bilmesi gerektiğini de anlamalıyız. Gerçekten de bu sayede daha yüksek derecelerde yürümeye çalışacak ve bunun kendisi için çok yüksek olduğunu düşünmeyecektir. Bu yüzden Mamre ona, hissettiği alçaklığa, toz ve kül olduğuna bakmamasını tavsiye etti. Aksine, Yaradan sünnet Mitzvası aracılığıyla derece derece yükselmeni mi istiyor? Git ve bunu yap ve hiçbir şeye bakma. “Efendimiz yüksektedir ve alçakta olanlar görecektir” ayetinin anlamı budur, “Efendimiz alçakta olanları yükseltir” diye yazıldığı gibi.

Şimdi ne sorduğumuzu anlayabiliriz: İbrahim neden Yaradan’a itaat edip etmeme konusunda arkadaşlarına danıştı? Bunun anlamı şudur: Sünnet emrini yerine getirdikten sonra ödüllendirileceği yüksek dereceye girmek için beklemeli ve kendini nitelikli hale mi getirmeli, yoksa bunu hemen yapmalı ve toz ve kül olduğunu hissettiği alçaklığını görmezden mi gelmeli? Arkadaşlarına sorduğu şey budur, Yaradan’ın emrini yerine getirip getirmeyeceği değil.

Bununla, ateşe atıldığında neden arkadaşlarının tavsiyesine başvurmadığını, cennetin adını kutsamak için ateşe atılmayı kabul ettiğini de anlayacağız. Ancak bu, koşulsuz bağlılık göstermemiz gereken, yani “Ben çok alçağım; bu yüzden O bağlılık göstermemi istemiyor” demek anlamına gelen inanç niteliğidir.

Ancak putperestlikte kural “Öl ama ihlal etme” şeklindedir. Bu nedenle Haran, Yaradan’ı sadece Avram gibi hayatta kalması koşuluyla adanmışlıkla kutsamak istediğinde, bu açıkça “Öl ama ihlal etme” değildir, çünkü onun görüşü öldürülmemesi koşuluyla fırına atılmayı kabul ettiğidir. Dolayısıyla o, puta tapmada var olan “Öl ama ihlal etme” Mitzva’sına hiç uymamıştır. Haran’ın fırında yakılmasının nedeni budur.

Buna karşılık Avram’ın görüşü “Öl ama ihlal etme” şeklindeydi. Bu nedenle, tam Mitzva sayesinde fırından kurtuldu. Orada onunla konuşan ulusların, ondan puta tapmasını talep etmelerinin anlamı budur.

Ancak Yaradan’ın kendisini sünnet etmesini söylediği sünnet emriyle, Yaradan kesinlikle Avram’dan derece olarak yükselmesini talep etti. Nemrut’la birlikte Yaradan’ı kutsadıktan sonra, Yaradan İbrahim’den ne istedi? Kesinlikle, daha yüksek bir seviyeye yükselmesini. Bu konuda, belki de böylesine yüksek bir seviyeye yükselmeye hâlâ layık olmadığını düşündü, bu yüzden arkadaşlarına ne yapması gerektiğini sormaya gitti, zira sünnet Mitzvası’nı yerine getirerek kazanacağı Gadlut’a [yücelik/yetişkinlik] hâlâ layık olmadığını hissediyordu. Dolayısıyla burada tamamen farklı bir durum söz konusudur.

Yukarıdakilere göre, çalışmada iki koşul olduğunu görüyoruz: 1) inanç, 2) Tora.

İnanç koşulunda, kişi alçak olduğu için Yaradan’ı kutsama emrini yerine getiremez, ki bu İsrail’de genel halk tarafından yapılır, hatta sıradan insanlar arasında bile Yaradan’ı kutsamak için öldüklerini duyuyoruz.

Bu nedenle, kişi hakikat yolunda Yaradan çalışmasına başladığında, bedenindeki dünyanın tüm ulusları ona gülse bile, mantık ötesi inanç yükünü üzerine almalıdır. Kişi bedenindeki Yahudi olmayanların önünde Yaradan’ı kutsamalı ve Yaradan’a inandığını ve O’na tüm kalbi ve ruhuyla hizmet etmek istediğini söylemelidir. Ve onlar onunla aynı fikirde olmasalar bile, kişi Yaradan’ı sevmeyi üstlendiğini söyleyebilir. Kişi bunu söylerken hiçbir şey hissetmese bile, görüşüne katılmayan organlardan etkilenmemelidir. Yapabileceği şeyi yapar. Yani hem konuşmada hem de eylemde bunu zorlama yoluyla yapabilir. Ve her ne kadar içinde hiçbir şey hissetmese de, yine de aşağıdan bir uyanış gerçekleştirir.

Bu konuda “Ve yapacağın her şeyde seni kutsayacağım” denmiştir. Demek ki, Yaradan daha sonra ona yaptığı şey için kutsama gönderecektir. Kişi üstesinden geldikten sonra herhangi bir kutsama aldığını görmese de yani üstesinden gelmeden önce olduğundan daha fazla Yaradan’a yakınlık hissetmese de, beden kişiye şöyle sorar: “Bana aklının ve mantığının üstesinden gelirsen Yaradan’ın sana kutsama vereceğini yani bununla maneviyatın önemini hissedeceğini söylemiştin. Ama görüyorsun ki, bir şeyleri zorlamayla yapmaya çalıştığın zaman, çalışmadan önceki halinle aynı durumda kalıyorsun.”

Bu soruya şu yanıt gelir: “Eğer kutsamayı anında hissetseydim, o zaman bunu ödül almak için yapardım.” Bu, “İbrahim’in fırından kurtulduğunu görürsem, ben de onunla beraberim” diyen Harran’ın durumuna benzer. Burada da “Kendimi eğmeye ve bedenin arzusuna karşı iyi işler yapmaya istekliyim, ancak sonrasında iyi bir duygu, Yaradan’a hizmet etmenin ödül yani iyi bir duygu almak için ne kadar değerli olduğunu görmek şartıyla” der.

Sonuç olarak, eğer bir kişi zorlama ile çalıştıktan hemen sonra ödül almak istiyorsa, daha sonra zorlama ile çalışmak zorunda kalmamak için zorlama ile başlamış gibidir. Dolayısıyla, kişi inancı kabul ederken koşullar öne sürer. Ancak cennetin krallığını kabul etme inancı koşulsuz teslimiyet şeklinde olmalıdır. Bu nedenle, inanç söz konusu olduğunda, kişinin kendisini çok alçakta hissettiği, cennetin krallığının yükünü üstlenmenin ona göre olmadığı söylenemez. Ayrıca kişi, “Şu anda bunun için havamda değilim; daha iyi bir ruh halinde olduğum zamanı bekleyeceğim ve o zaman cennetin krallığının yükünü üzerime almaya çalışacağım” dememelidir. Aksine, bu görev her yerde ve her zaman cennetin krallığının yükünü üstlenmek için her insanın görevidir.

Öte yandan, Tora’dan söz edildiğinde, bu kişinin alçaklığını hissetmesi gereken zamandır. Bilgelerimiz, “Tora’yı putperestlere öğretmek yasaktır,” ancak sadece İsrail’e öğretilebilir dediklerine göre, kişi önce gerçekten “İsrail” olarak kabul edilip edilmediğine bakmalıdır. Bu, kişinin Tora öğrenmeye layık olup olmadığına bakması gerektiği anlamına gelir. Eğer hala layık olmadığını görürse, layık olmaya çalışmalıdır ve o zaman Tora’yı öğrenebilecektir.

Kişinin layık olmak için kendini nitelikli hale getirmesinin yolu nedir? Bunun yolu bilgelerimizin söylediği gibidir: “Yaradan, ‘Kötü eğilimi Ben yarattım; Tora’yı da bir şifa olarak yarattım’ dedi.” Başka bir deyişle, kişi önce Tora’yı öğrenmelidir, böylece Tora onu “İsrail” olarak kabul edilmeye yönlendirecektir. “İsrail” niteliğine sahip olduğunda, Tora’yı öğrenmek için derecesi yükselecek ve o zaman “Yaradan’ın isimlerinde olduğu gibi, Yaradan’ın Tora’sı” olarak adlandırılacaktır. “İsrail” olmakla ödüllendirilmeden önce, kendisini “İsrail” yapacak olan Tora ve Mitzvot ile meşgul olmaya çalışmalıdır. O zaman O’nun yarattıklarına iyilik yapmak olan “yaratılışın amacı” denilen tam bir bütünlüğe gelme zamanıdır.

Ancak, Tora ve Mitzvot’la meşgul olduğunda, kişi iki çizgi üzerinde -sağ ve sol- yürümek zorunda olduğundan, yani bir bütünlük ve bir eksiklik zamanı olduğundan, bir yandan Yaradan’a şükretmelidir ve Yaradan’dan çok fazla iyilik aldığını hisseden kişi daha fazla şükretme yeteneğine sahip olur, bu nedenle kişi Tora ve Mitzvot’la meşgul olduğunda, bu sanki Yaradan onu Kral’ın hizmetkârları arasında olmak için yakınına getirmiş gibi bütünlük içinde olma zamanıdır. Ancak kişi kendine yalan söylememeli ve böyle hissetmediği halde Kral’a hizmet ettiğini hissettiğini söylememelidir. Peki, bunu hissetmezse Yaradan’a onu yakınına çektiği için nasıl minnettar olabilir?

Kişi bunun yerine, o anda tam bir alçaklık içinde olmasına rağmen, yani hâlâ kendini sevmeye dalmış olmasına ve hâlâ mantık ötesinde bir şey yapamamasına rağmen, Yaradan’ın ona Tora ve Mitzvot’la meşgul olma düşüncesi ve arzusu verdiğini ve ayrıca kendisiyle konuşan ve argümanlarıyla aklını kurcalayan ajanların üstesinden gelebilmesi için ona biraz güç verdiğini söylemelidir. Ve hâlâ maneviyata karşı bir kavrayışı vardır.

O zaman kişi buna dikkat etmeli ve Yaradan’ın kendisiyle ilgilendiğine ve Kral’ın sarayına giden yolda ona rehberlik ettiğine inanmalıdır. Bu da Yaradan’ın onu izlediği ve ona düşüşleri verdiği için mutlu olması gerektiği anlamına gelir. Yani, kişi anlayabildiği kadarıyla Yaradan’ın ona yükselişler verdiğine inanmalıdır, zira kişi yükselişleri kendisinin aldığını kesinlikle söyleyemez, ancak Yaradan onu yaklaştırmak ister; bu yüzden ona yükselişleri verir.

Aynı şekilde, kişi düşüşleri de Yaradan’ın verdiğine inanmalıdır, çünkü Yaradan onu yakınlaştırmak istemektedir. Bu nedenle, kişi yapabileceği her şeyi sanki bir yükseliş halindeymiş gibi yapmalıdır. Bu nedenle, düşüş sırasında biraz üstesinden geldiğinde, buna “aşağıdan uyanış” denir. Kişi yaptığı her eylemin Yaradan’ın arzusu olduğuna inanır ve bu sayede daha büyük bir yakınlaşma ile ödüllendirilir, yani kişi Yaradan’ın kendisini daha da yakınlaştırdığını hissetmeye başlar.

Baal HaSulam’ın dediği gibi, kişi mutlu olduğunda, maneviyata biraz olsun tutunabildiği için ayrıcalıklı olduğunu hissettiğinde, o kişiye “kutsanmış” denir ve “Kutsanmış olan, Kutsal’a tutunur.” Yani, kişi artık Yaradan’ın onu kutsadığını hissetmeye başlar ve hiçbir eksiklik hissetmez. Ancak, bu özellikle kişi Tora ve Mitzvot ile meşgul olduğunda böyledir.

Yine de kişi zamanının bir kısmını sol çizgide çalışmaya ayırmalıdır, çünkü bu ona içindeki eksiklikler için dua etme yeri verir. Bütünlük sırasında, kişi Yaradan’a onu biraz daha yaklaştırdığı için minnettar olduğunda, bu zamanın, “sol” tarzında çalışırken hissettiği eksikliklerinin doyumunu alma zamanı olması gerekir.

Sonuç olarak, duanın cevabı kişi dua ettiği zaman gelmez, çünkü o zaman “lanetlenmiş” durumdadır, yani eksiktir ve tam olan eksik olana bağlanmaz. Aksine, kişi bütünlüğe sahip olduğunu bildiği için değil, kendini alçakta hissettiği için bütün hissettiğinde ve maneviyat üzerinde sahip olduğu tutuşu büyük bir servet olarak gördüğünde, bundan bütünlüğü türetir ve buna bile layık olmadığını söyler. Bu, “sol” tarzında çalışırken hissettiği şeyin doyumunu alabileceği zamandır.

Şimdi ne sorduğumuzu anlayabiliriz, neden bir yandan “Çok ama çok alçakgönüllü ol” derken, diğer yandan “Ve kalbi Efendimiz’in yollarında gururluydu” diye yazılmıştır, zira bunlar aynı konuda iki karşıttır. Yanıt, bunların aynı konuda ama iki zamanda iki karşıtlık olduğudur.

Başka bir deyişle, kişi cennetin krallığına girdiğinde, mantık ötesi inancı üstlendiğinde, beden buna karşı çıktığında ve ona şimdi bunun zamanı olmadığına dair birçok bahane sunduğunda ve ona mantık ötesi Yaradan’a inanç çalışmasına dikkat etmeyen diğer insanlardan kanıt getirdiğinde, bu konuda “Ve kalbi Efendimizin yollarında gururluydu” demelidir. Kişi, kimseye bakmaz ama bunun hakikat yolu olduğu konusunda kararlıdır ve kimseye bakmamalı ya da bedenin ondan anlamasını istediği şeyi duymamalıdır -“Git ve Yaradan’ın çalışmasının ne olduğunu anlayan saygın insanlara bak.” Bu konuda derler ki, “Ve kalbi gururlandı”, herkesten daha iyi anladığı için gururlandı.

Ancak kişi Tora ve Mitzvot ile meşgul olduğunda ve ne öğrendiği ya da ne dua ettiği hakkında hiçbir fikri olmadığını gördüğünde, o zaman gururlanmamalı ve eğer Tora ve Mitzvot konularını anlamıyorsa, neden kitaplara boş yere baktığını söylememelidir. O zaman bilgelerimizin dediği gibi, “Çok ama çok alçakgönüllü olmalıdır”. Başka bir deyişle, kişi alçakgönüllü olmalı ve ne kadar çok insanın maneviyatı kavrayamadığını gördüğü için, sahip olduğu kavrayıştan memnun olduğunu söylemelidir. Bu nedenle, burada kişi hiçbir şeye layık olmadığını hissetmeli ve mutlu olmalıdır.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,095