e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada “İsrail Yaradan’ın Arzusunu Yerine Getiriyor” Ne Anlama Gelir?

Çalışmada “İsrail Yaradan’ın Arzusunu Yerine Getiriyor” Ne Anlama Gelir?

Bilgelerimiz şöyle der (Midraş Rabbah, Nasso, Bölüm 11:7): Bir ayet “Efendimiz seni kayıracak” derken, başka bir ayet “taraf tutmayacak” der. Bu iki ayet nasıl bir arada var olabilir? İsrail, Yaradan’ın arzusunu yerine getirdiğinde, O onları kayırır. Yaradan’ın arzusunu yerine getirmedikleri zaman, O “taraf tutmayacaktır”.

Bu kafa karıştırıcıdır: 1) Eğer Yaradan’ın arzusunu yerine getiriyorlarsa, neden bir tarafgirliğe ihtiyaç duysunlar? Ne de olsa iyidirler, iyi olmak için başka ne yapmaları gerekebilir? 2) Ayet (Tesniye 10), “taraf tutmayacak ve rüşvet almayacak” diyor. Ama eğer Yaradan’ın arzusunu yerine getireceksek, bundan daha büyük bir rüşvet olmaz. İnsanlar arasında olduğu gibi, birisi bir davada yargıcın kendi tarafında olmasını istediğinde, yargıcın istediğini yapar ve karşılığında yargıç davada ona destek olur ve onu beraat ettirir. O halde Yaradan’ın arzusunu yerine getirirlerse, sanki Yaradan rüşvet alıyormuş gibi taraf tutmuş sayılacağı yönündeki cevap nedir?

Bu iki soruyu anlamak için aşağıdakileri anlamamız gerekiyor:

1) “Yaradan’ın yüzü” nedir [İbranice’de “yüzü birine çevirmek” ona karşı taraf tutmak anlamına gelir] ve “yüzünü kaldırmayacak [taraf tutacak]” nedir?

2) Yaradan’ın arzusunu yerine getirmek nedir ve Yaradan’ın arzusunu yerine getirmemek nedir?

3) Bilgelerimiz şöyle der: “Yaradan, ‘Kötü eğilimi Ben yarattım; Tora’yı da bir şifa olarak yarattım’ dedi.” Kötü eğilimin ne olduğunu ve şifanın ne olduğunu anlamalıyız.

4) Bilgelerimiz ayrıca, ” Çabaladım ve buldum, inan; çabalamadım ama buldum, inanma” demişlerdir. Çaba göstermenin ne anlama geldiğini anlamalıyız. Neticede neden özellikle Tora ve Mitzvot’ta [emirler/iyi işler] emek olduğunu ve emek olmadan hiçbir şey verilmediğini söylediler? Buradaki yenilik nerede? Sonuçta, Yaradan çalışmasıyla hiçbir bağın olmadığı maddesel dünyada da çalışma ve emek olmadan hiçbir şey verilmez. Gördüğümüz gibi, gelenek bir kişinin işe gitmesidir, şöyle yazıldığı gibi, “Kişi akşama kadar işine gitmeli ve çaba göstermelidir.” Dolayısıyla, Tora ve Mitzvot’un çaba gerektirmesi ve çaba olmadan ödül verilmemesinin, “Buldum ama çabalamadım, inanma” diyecek noktasına kadar getirdiği yenilik nerede? Sonuçta, maddesel gerçeklikte de kişinin çaba harcamadan bir şey elde etmesi diye bir şey yok. Dolayısıyla neden “Çaba göstermedim ama buldum, inanma” dediklerini anlamamız lazım.

Önümüzde iki mesele olduğunu biliyoruz: 1) yaratılışın amacı, 2) yaratılışın ıslahı.

Yaratılışın amacı yaratılanların haz alması, memnuniyet duymasıdır. Yaratılışın ıslahı ise Yaradan’ın hoşnut olmasıdır. Yani, Yaradan yaratılanların haz almasını istediğinden, yazıldığı gibi, dünyanın yaratılması O’nun yarattıklarına iyilik yapma arzusundan kaynaklandığından ve Yaradan veren ve yaratılanlar alan olduğundan, yaratılanlar da Yaradan’a memnuniyet vermelidir. O zaman bilgelerimizin dediği gibi, yaratılanların görünüşte verdiği ve Yaradan’ın aldığı kabul edilir, “İsrail cennetteki babalarını donatır.” Buna “ıslah” denir. Demek ki, Yaradan’la form eşitliğine sahip olmak için, “O’nun niteliklerine tutunmak” gerekir.

Ancak, insan kendi iyiliği için alma arzusuyla doğarken, kişi her şeyi kendi iyiliği için değil, Yaradan’ın iyiliği için yapmak istediği bir duruma nasıl ulaşır? Öğrendiğimiz gibi, bu arzu -Yaradan’ın yaratılanları mutlu etmek istemesi- Yaradan yaratılanlarda bu arzuyu yarattı, alma arzusu, isteme ve eksikliklerini gidermek için özlem duyma arzusu. Demek ki Yaradan yaratılanlarda bir eksiklik yaratmıştır. Bu eksiklik tatmin edilmeyi talep eder ya da bu eksiklik içimizde acıya yol açar, bu da kişiyi eksikliğini tatmin etmek için elinden gelen her şeyi yapmaya zorlar.

Dolayısıyla, bir kişi eksikliğini tatmin etmek için bir arzu ve özlem duyduğunda, eksikliğinin tatmininden nasıl vazgeçebilir ve doyumu Yaradan’ın arzusunu tatmin etmek istediği için aldığını söyleyebilir? Yani, kişi, Yaradan yaratılanların bolluktan zevk almasını istediği için, bu nedenle sadece bu nedenle alır. Bu, Yaradan’ın doğayı yaratma şekline aykırıdır!

Buna cevap şöyle gelir: “Yaradan dedi ki, ‘Kötü eğilimi Ben yarattım; Tora’yı da bir şifa olarak yarattım’.” Bu, kişinin kendisi için alma arzusuna “kötü eğilim” denildiği anlamına gelir, çünkü bizi Yaradan’la “form eşitliği” denen Dvekut’a [bütünleşme] ulaşmaktan alıkoyar. Tora aracılığıyla, kendisi için alma arzusunun üstesinden gelme ve her şeyi Yaradan rızası için yapma gücüne sahip olması için kişiyi ıslah eden Tora’nın ışığı vardır.

Bu nedenle, bir kişiyi Tora ve Mitzvot ile meşgul olmaya zorlayan sebep, “yaratılışın ıslahı” olarak adlandırılan ihsan etme kaplarını edinmektir. Kişi bu niyetle Tora ve Mitzvot ile meşgul olduğunda, bu “Lişma [Onun rızası için] çalışmak” olarak kabul edilir. Yani, kişi doğada var olmayan bir şeyi edinmek için çalışır ve çaba gösterir. Bu nedenle, Yaradan’ın yardımı olmadan kendi başına elde edemeyeceği bu Kelim’i [kapları] edinmesi için Tora ve Mitzvot’un Segula’sına [çare/erdem] ihtiyacı vardır. Bu Segula Tora ve Mitzvot’ta bulunur ve buna “içindeki ışık kişiyi ıslah eder” denildiği gibi “Tora’nın ışığı” denir.

Ancak bilgelerimiz şöyle der: “Kişi Lo Lişma [O’nun rızası için değil] olsa bile her zaman Tora ve Mitzvot ile meşgul olmalıdır, çünkü Lo Lişma’dan Lişma’ya [O’nun rızası için] gelir.” Yani, insanın çalışmasının başlangıcı Lo Lişma’dır, Zohar’da şöyle yazıldığı gibi, “ya bu dünyada bir ödül ya da öbür dünyada bir ödül için” ödül almak anlamına gelir. Bir kişi bir ödül için çalıştığında, ödül ve cezaya inanmalıdır. Eğer buna inanırsa, çalışması “doğasına uygun” kabul edilir, yani beden Tora ve Mitzvot’taki çalışmasına direnmez çünkü o sırada kendi iyiliği için çalışmaktadır.

Buna “doğal yol” denir, tıpkı bedensel işlerde olduğu gibi, çalıştığımızda ödül alırız. Yine de kişi bedensellikte ödülü aynı yerde görür, bu nedenle ödül çalışmayı zorunlu kılarken, Tora ve Mitzvot’ta ödüle inanması gerekir, bu nedenle ödüle ve cezaya inanmak için çalışmak gerekir. Ancak kişi ödül ve cezaya inandığında, beden kutsal çalışmayı yapabilir.

Ancak kişi Tora ve Mitzvot’a ödül almamak üzere bağlanmak istediğinde, bu doğasına aykırı olduğu için bedeni buna karşı çıkar. Kişi doğası gereği sadece kendi iyiliği için çalışabilir. Bu nedenle, Yaradan’ın rızası için çalışmak istediğinde, beden buna karşı çıkar.

Bilgelerimizin dediği gibi, çaba burada başlar: “Çaba sarf ettim ama bulamadım, inanma; çaba sarf etmedim ama buldum, inanma.” Gerçekten de bir insanın kendini kandırıp nasıl “çaba sarf etmedim ama buldum” diyebildiğini anlamak zordur. Ne de olsa maddiyatta bir insanın çaba harcamadan rızık bulduğunu göremeyiz. Ve burada, bilgelerimizin “Bir odaya bin kişi girer ve öğretmek için bir kişi çıkar” dediği çalışmada, Tora’yı edinmenin maddeselliği edinmekten daha zor olduğunu görürüz. Ve maddesellikte, çaba harcamadan hiçbir şey elde edemeyiz, öyleyse bir kişi çaba harcamadan bir şey elde ettiğini nasıl söyleyebilir?

“Çaba gösterdim ama bulamadım” sözlerini de anlamalıyız. “İnanma” denilen kişi “bulamadım” dediğinde yalan mı söylemiş olur? Sonuçta, Tora’da bir şey edinmek isteyen bir kişiden bahsediyoruz, böyle bir kişi yalan söyler mi?

Mesele şu ki, bir kişi çalışmak ve Yaradan’ın yaratılanlara ihsan etmek istediği Dvekut, yani form eşitliği derecesine ulaşmak istediğinde, insan da Yaradan’ın arzusunu yerine getirebilecek hale gelmek ister. Yani, Yaradan ihsan etmek istediğinden, insan da ihsan etmek için her şeyi yapmak ister. Ancak ihsan etmek insanın doğasına aykırı olduğu için, insan bu arzuyu edinemez, çünkü Yaradan insanı alma arzusuyla yaratmıştır, o halde insan Yaradan’ın onu yarattığı doğaya nasıl karşı gelebilir? Bilgelerimizin şöyle dediği gibi (Taanit 25), “Yağa ‘Yak!’ diyen, sirkeye de ‘Yak!’ diyecektir.” Sadece Yaradan insan doğasını değiştirebilir, ama insan değiştiremez.

Dolayısıyla burada da çalışma konularında, “Yaratılanlarda kendisi için alma arzusunu yaratan, yaratılanlara ihsan etme arzusunu verecektir” demeliyiz. Bu demektir ki, sadece Yaradan doğayı değiştirebilir, insan değil. Doğanın üzerinde olduğu için buna “yukarıdan bir mucize” denmesinin nedeni budur. Buna Yaradan onları Mısırlıların kontrolünden, yani alma arzusunun kontrolünden kurtardığında “Mısır’dan çıkış mucizesi” denir.

Buna göre, “Çaba sarf ettim ama bulamadım” demek, ihsan etme arzusuyla ödüllendirilmek için büyük çaba sarf ettim demektir, yani elimden gelen her şeyi yaptım ama içimde ihsan etme arzusunu bulamadım ve ihsan etme arzusunu edinmek için çalışmaya başladığım zamandan bile daha fazla kendim için alma arzusuyla kaldım, ki bu arzusu sadece ihsan etmek olan Yaradan’ın arzusudur. Çaba sarf etmeye başladığımda, her seferinde kendimi kendim için alma arzusunun daha derinlerine dalmış bulduğumu gördüm. Sonra, çaba sarf ettiğimin ama bulamadığımın doğru olduğuna karar verdim, ama Yaradan içimde ihsan etme arzusunu bulmama yardım etti. Zohar’ın şöyle dediği gibi, “Arınmak için gelene yardım edilir.” Ve sorar, “Ne ile?” “Kutsal bir ruhla” diye yanıtlar. Doğduğunda kişiye bir ruh verilir. Daha fazla ödüllendirilir…”

Dolayısıyla Yaradan kişiye ruhunu, her seferinde daha yüksek bir dereceyi verir ve buna “Yaradan’ın yüzü” yani Yaradan’ın ışığı denir, bu tam bir derece olduğunda NRNHY olarak adlandırılır. Bu kişinin yukarıdan aldığı yardımdır.

Bu nedenle, bir kişi “çaba sarf etmedim” dediğinde, bunun anlamı çabanın ona hiç yardımcı olmadığıdır ki böylece çaba sayesinde içinde ihsan etme arzusunu bulduğunu söyleyebilsin. Eğer Yaradan ona “kutsal ruh” olarak adlandırılan yüzünün ışığını vermemiş olsaydı, kendisi için alma arzusunda kalırdı ve daha fazlası olmazdı. Dolayısıyla, kişi “Çabaladım ama bulamadım” dediğinde doğruyu söylemektedir, yani çabasının ona hiçbir faydası olmamıştır.

Burada şunu sormalıyız: Kişi eğer “Çaba sarf etmedim” derken haklıysa, neden “İnanma” dediler? Cevap şudur: Kişiye ihtiyacı olmayan bir şey verilmez, çünkü ihtiyacı olan ve Yaradan’dan ihtiyacının karşılanmasını talep eden kişi, yukarıdan ihtiyacı için bir doyum alır. Bu nedenle, kişinin çabası ve ihsan etme kaplarıyla ödüllendirilme arzusu ve bunun için, Yaradan’ın arzusunu elde etmek için gösterdiği çaba ve gayret, “ihsan etme arzusu” olarak adlandırılır, bu Kli’dir [kap] ve ışığa “ihsan etme arzusu” denir. Sadece Yaradan bu arzuyu verebilir. Diğer bir deyişle, nasıl ki insana doğduğunda alma arzusunu verdiyse, daha sonra da ihsan etme arzusunu verebilir. Ancak bir kişi ihsan etme arzusunu edinmek için çaba göstermezse, o zaman buna ihtiyacı yoktur. Ve bu arzuyla ödüllendirilmek için çaba sarf etmeye ve uğraşmaya değmediğinin kanıtı, doğanın işleyişini değiştirecek bu arzuyu yukarıdan alamamasıdır.

Bununla bilgelerimizin söylediklerini yorumlayabiliriz (Avot, Bölüm 2:21), “İşi bitirmek senin elinde olmadığı gibi, bundan kaçmakta da özgür değilsin.” Eğer kişi ihsan etme arzusunu edinemeyeceğini, sadece Yaradan’ın ona verebileceğini biliyorsa, o zaman bunu edinemeyeceğine göre neden boşuna çaba harcasın ki? Dolayısıyla şunu sormalıyız: Neden bu çalışmaya ihtiyacım var? Çünkü kişi bunu zaten kendi başına edinemez.

Bilgelerimiz bu konuda şöyle der: “Kendini bundan kurtarmakta da özgür değilsin.” Bu böyledir çünkü insanın çabası, ihsan etme arzusunu edinmesi için gerekli değildir, çünkü “Arınmak için gelene yardım edilir” diye yazıldığı gibi ihsan etme arzusu “ışık” olarak adlandırılır ve Zohar’a göre yardım, Neşama’nın ışığıdır, çünkü kişiye kutsal bir Neşama [ruh] verilerek yardım edildiği yazılmıştır. Bizim daha ziyade, Kli için yani eksikliği edinmek için emek harcamaya ihtiyacımız vardır -kişinin, kendisine yardım etmesi ve ona Neşama’nın ışığını vermesi için Yaradan’ın yardımına ne kadar ihtiyacı varsa

Ancak, kişi Yaradan’ın arzusunu, yani ihsan etme arzusunu, tıpkı Yaradan’ın ihsan etmek istediği gibi, edinmek için çalışmaya başladığında ve kişi bunu kendi başına edinmesi gerektiğini düşündüğünde, çalışma sırasında, her seferinde daha fazla kendini sevmeye kapıldığını görür. O zaman kişi mücadeleden kaçar çünkü ilerleyemediğini görür. O zaman kişi kendine Yaradan’ın arzusunu edinme çalışmasının kendisi için olmadığını söyler. Neden mi? Çünkü her seferinde daha da kötüleştiğini görüyordur.

Yine de eğer kişi ihsan etme arzusunu sadece Yaradan’ın verdiğine inanıyorsa, o zaman neden mücadeleden kaçsın ve bunun daha yetenekli insanlar için olduğunu söylesin? Sonuçta, Yaradan bu konuda yardımcı olur, öyleyse bir kişiyi diğer insanlardan ayırmak Yaradan için neden önemlidir?

Yaradan için küçük ve büyüğün eşit olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, bir kişi sadece ihsan etmek için çalışmanın sadece seçilmiş birkaç kişi için olduğunu ve sıradan insanlar için olmadığını söylediğinde, bu, ihsan etme arzusunu edinmenin insanın elinde olduğunu düşündüğünün bir işaretidir. Bu nedenle, kişi güçlü bir zihne sahip olmalı ve bu arzuya ulaşmasının gerekli olmadığına inanmalıdır. Aksine, ihsan etme arzusunu edinmek için bir ihtiyaca sahip olması gerekir. Ve bunu başarmak için gerçek bir arzuya ve ihtiyaca sahip olduğunda, “Arınmaya gelene yardım edilir” diye yazıldığı gibi, Yaradan kendisine yardım edecektir. Kişinin sarf etmesi gereken tüm çaba, sadece ihsan etme ihtiyacını ve arzusunu edinmek içindir, başka bir şey için değil.

Yine de bir soru var: Bir kişi, alma arzusunun Dvekut’u edinmesini engellediği ölçüde kötü hissettiğinde ve Yaradan’a ona yardım etmesi ve ihsan etme arzusunu vermesi için dua ettiğinde, neden bir kişinin ihsan etme arzusunu edinmek için harcadığı birçok çabadan sonra, Yaradan’ın ona ihsan etme arzusunu vermesi mantıklıdır? Peki ama sonunda kişi ne elde eder? Kişi, Yaradan’ın ona ihsan etme arzusu vermesiyle yardım almadığı gibi, bunun yerine gösterdiği çabanın karşılığında daha da güçlü bir arzu alıyor. Yani, her seferinde, alma arzusunun daha da arttığını görüyor. Dolayısıyla burada olması gerekenin tam tersi bir çalışma görmektedir.

Cevap şudur ki, Zohar’da “Günah kapıda çömelir” ayeti hakkında yazıldığı gibi, bir kişiye içinde ne kadar kötülük olduğu, yani kişinin doğuştan sahip olduğu kötülüğün tam ölçüsü gösterilemez; kişi rahimden çıkar çıkmaz, “günah” adı verilen kötülük de onunla birlikte gelir. Eğer kişi içindeki tüm kötülüğü görseydi, hemen Yaradan rızası için her şeyi yapma çalışmasının kendisine göre olmadığını söyler ve çalışmaya başlamak bile istemezdi. Peşinen vazgeçerdi.

Bu nedenle, kişiye sadece birazcık kötülük gösterilir ve bu birazcık kötülük için kişi Yaradan’dan kendisine yardım etmesini istemeye başlar. O zaman, kişiye biraz daha fazla kötülük gösterilir ve kişi Yaradan’dan bir kez daha yardım istemeye başlar. Bu nedenle, her yardım talebinden sonra, kişiye biraz daha kötülük gösterilebilir ve böylece kişi taleplerini ekler ve içindeki kötülüğün daha fazla ifşası ona eklenir. Sonunda, kişi içindeki tüm kötülükler için tüm duaları eder ve sonra talep ettiği iyiliği, yani arzusu sadece ihsan etmek olan Yaradan’ın arzusu olan ihsan etme arzusunu alır ve bu arzuyu edinmek için çalışmaya başlar.

Buradan şu sonuç çıkar ki, eğer bir kişi birazcık kötülüğün üzerine ihsan etme arzusunu alırsa, bunun kendisi için yeterli olduğunu düşünecektir. Eğer kişi çalışmada tatmin olursa, o zaman içinde kalan ve ihsan etme arzusunun ıslahını almadığı tüm kötülükler onun içinde ıslah edilmeden kalacaktır. Bunun tersine, yukarıda kişinin içinde her gün ifşa olan kötülük için yardım talep ettiğini gördüklerinde, o zaman kişinin içindeki tüm kötülük, yani kendisine ifşa olan kötülük için yukarıdan yardım talep eder ve duaları aracılığıyla aldığı yardım şimdi kötülüğün kendisine ifşa olmasıdır, böylece içindeki tüm kötülük bu şekilde ifşa olur.

Kişi sonrasında yukarıdan yardım aldığında, tüm kötülükler ihsan etmek üzere ıslah edilecektir. Çalışmanın ortasında ihsan etme arzusunu almadığı için, tatmin olacağı hiçbir şey de yoktur. Bu nedenle kişi her seferinde kendisine ihsan etme arzusu verilmesi için dua eder. Sonra duaları aracılığıyla Yaradan’dan kendisine yardım etmesini istediğinde, içinde kötülüğün ifşa olması için yer vardır çünkü ayakta durmakta ve ihtiyacı olan yardımın kendisine verilmesi için haykırmaktadır.

Bu, ülkeye gelen ve dünyadaki tüm insan hastalıklarını iyileştiren uzman bir hekimin durumuna benzer. Ancak, kişi onu yalnızca bir kez görebilir. Ona gelen herhangi bir hasta, hasta ona hangi hastalıktan bahsederse bahsetsin, iyileştirir. Bir hasta ona mide sorunlarıyla gelir ve doktor onu iyileştirir. Daha sonra hasta örneğin kalp hastası olduğunu öğrenir ve doktora gitmek ister. Ancak daha önce doktora gittiği ve doktor hastaları iki kez görmediği için, hayatının geri kalanında kalp hastalığıyla baş başa kalır. Başka bir hasta içeri girer ve “Kalp hastalığım ve artritim var, ayrıca safra kesem de beni rahatsız ediyor” der, çünkü diğer doktorlar ona da bu hastalıktan muzdarip olduğunu söylemişlerdir. Kişi uzman doktora gitmiş ve o da her şeyi bir anda iyileştirmiştir. Ancak hastalıklarını bilmeyen diğer hastalar, sahip oldukları hastalıklarla öylece kalmışlardır.

Daha sonra, hastalıklarını bilmeyen tüm hastalar doktora gelip, onlara ilaç verdiğinde tüm hastalıklarını nasıl bilebileceklerini ve böylece tüm hastalıklarını nasıl iyileştirebileceklerini danıştılar. Bunun üzerine doktor, kendisini görmek isteyen herkese randevu alırken bir hap vereceğini ve doktorun verdiği bu hapın onlara tüm hastalıklarını göstereceğini söyledi. Sonrasında kendisine geldiklerinde onları iyileştirecekti. Böylece, her birinin sahip olduğu tüm hastalıklar aynı anda iyileştirilmiş olacaktı.

Ancak hastalar doktorun onlara ne söylediğini anlamadılar. Ondan randevu aldıklarında doktorun verdiği hapı içtiler. Böylece her biri biraz olsun hasta olduğunu gördü ve doktor onlara bir şifa verdi ve iyileştiler. Artık kişi doktorun uzmanlığını, şimdi eskisinden daha hasta olduğunu görmektedir. Önceden tek bir hastalıktan muzdaripti ve şimdi her seferinde durumunun daha da kötüleştiğini görüyor. Şöyle ki, bazen baş ağrısı çekiyordu ama şimdi kalp ağrısı, mide ağrısı vs. var. Herkes aracılara bu doktora gitmelerini tavsiye ettikleri için bağırıyor, çünkü doktora gittiklerinden beri durumları daha da kötüleşti ve yine de doktorun kendisi onları tedavi etmedi, sadece doktoru görmek için randevu aldığında doktorun sekreteri. Sekreter ona bir hap vermiş ve durumu her geçen gün daha da kötüleşmiştir.

Buradan çıkarılacak ders şudur: Bir kişi Yaradan’ın arzusunu, ihsan etme arzusunu edinmek olan kutsal çalışmayı yapmak amacıyla kaydolduğunda, kendisine doktorun tüm hastalıkları bir kerede iyileştirdiği söylenir ve bizim hastalığımıza “kendimiz için alma arzusu” denir. Alma arzusunun insanın içinde tam anlamıyla ifşa olması için, aksi takdirde, Yaradan’dan alma arzusunun üstesinden gelebilmek ve ihsan etmek için eylemlerde bulunabilmek için yardım isterse, o zaman o kişi ihsan etme arzusunun çalışmasından memnun olacaktır.

Böylece, kötülük kişinin içinde kalacak ama ifşa olmayacaktır, tıpkı maddiyatta bir kişinin hasta olduğu ama hastalığını bilmediği ve hastalığını bilmek için testler yaptırması gerektiği gibi. Aynı şekilde, Yaradan’ın arzusunu yerine getirebilmek için çalışmak ve emek sarf etmek isteyen bir kişi hastalığını bilmez ve sadece Tora ve çalışma yoluyla hastalığını bilebilir.

Bilgelerimizin şöyle dediği gibi: “Eğer kişinin başı ağrıyorsa, bırakın Tora ile meşgul olsun.” Baal HaSulam bunu, kişinin yabancı düşüncelere sahip olduğu şeklinde yorumlamıştır. “Eğer karnı ağrıyorsa,” bu da bağırsaklarındaki alma arzusunun onu kontrol ettiği anlamına gelir, vb. Dolayısıyla, öncelikle kişinin içindeki tüm kötülüklerin ifşa olması gerekir ve kişi çaba gösterdikten hemen sonra ihsan etme arzusuna kavuşmaz. Aksine, bu, içindeki tüm kötülükler ortaya çıkana kadar devam eder. Sonrasında, kişi ihsan etme arzusunu aldığında, içindeki tüm kötülükler bitmiş olur.

Kişinin her seferinde daha kötüye gittiğini görmesi, hakikat yolunda yürüdüğünün bir işaretidir. Kanıt, yürüdüğü yolun hakkını vermesidir. Bu tıpkı bir kişinin bir hastaya bir kez ilaç vermesi ve bu kişinin doktora gidip “Şimdi senin ilacın sayesinde hastalık daha da kötüleşti” demesi gibidir. Bunun üzerine doktor ona şöyle der: “Tam tersine, şimdi ilacımın işe yaramaya başladığını görüyorum. Basitçe, önce bir şekilde işe yarıyor ve sonra sağlığına kavuşana kadar başka bir şekilde işe yarıyor.”

Yukarıdakilere göre, sorduğumuz şu soruyu anlayacağız: “Yaradan’ın arzusunu yerine getirmek” nedir? Bunu, ihsan etme arzusu olarak yorumlamalıyız, yani O’nun arzusu yarattıklarına iyilik yapmaktır ve O yaratılan varlıkların haz almasını ister. Aynı şekilde, insan da bu arzuyu edinmek ister çünkü Yaradan’a bağlanmak ister ki bu da form eşitliği anlamına gelir. İnsan zıt bir arzuyla yaratıldığından -sadece alma arzusu ve ihsan etme arzusu değil- bu nedenle bunu edinmek için çok çaba sarf eder.

Diğer taraftan, bir kişi çalıştığında ve maddesellikte ödül aldığında, bu “emek” olarak görülmez, çünkü yaptığı her şey kendi yararına olduğu için doğasına aykırı değildir.

Yaradan’ın arzusunu, yani ihsan etme arzusunu edinmek için yapılan çalışmalarda durum böyle değildir; burada kişi sadece Yaradan’a fayda sağlayan şeyleri yapar, kendisine değil. Bu emektir, çünkü doğasına aykırıdır. Böyle bir kişi bu arzuyu kendi başına edinemez, ancak Yaradan’ın ona vermesine ihtiyaç duyar. Buna Yaradan’ın “onu kayırması” denir, çünkü mucizevi bir şekilde, doğanın üzerinde olmadıkça bunu elde etmek mümkün değildir.

Bundan da bu arzuyu edinmek için kendisine lütfedilmedikçe başka bir yol olmadığı sonucu çıkar. “‘Efendi seni kayıracak’ sözlerinin anlamı budur.” Midraş, Yaradan’ın arzusunu yerine getirdiklerinde, bu arzuyu edinmek için çalıştıklarında, Yaradan’ın insana Neşama [ruh] denilen Yaradan’ın Panim’ini [yüz/ön] vermesi gerektiğini açıklar. Yani, Yaradan’ın yüzü olan kutsal bir ruh vererek ona yardım edilir, çünkü Yaradan’ın yüzü [lütfu] dışında Yaradan’ın arzusuyla ödüllendirilmenin başka bir yolu yoktur. ” Efendi sizi kayıracak” ifadesinin anlamı budur.

Yaradan’ın arzusuyla ödüllendirilmek için Tora ve Mitzvot’la meşgul olmayan, ancak bir ödül için Tora ve Mitzvot’la meşgul olan kişiler için durum böyle değildir. Onlar doğaya karşı gelmedikleri için Yaradan’ın “ruh” adı verilen yüzüne ihtiyaç duymazlar. Dolayısıyla, ödül ve cezaya inandıkları ölçüde, Tora ve Mitzvot ile meşgul olabilirler çünkü ödül onları çalışmaya teşvik eder. Yaradan’ın arzusunu yerine getirmediklerinde, yani Tora ve Mitzvot’la meşgul olmadıklarında, çalışmaları için ödül istemezler -Yaradan’ın onlara ihsan etme arzusu vereceğini değil, alma arzusu için bir ödül vereceğini düşünürler. Onlar hakkında “önyargılı olmayacağı” yazılmıştır, çünkü onlara vereceği bir ruha ihtiyaçları yoktur, çünkü Yaradan’ın yüzü, bir kişinin kendisini ıslah etmek için aldığı ve “yukarıdan yardım” denen “kutsal ruh” olarak adlandırılan Yaradan’ın ışığıdır.

Bu nedenle, Yaradan’ın arzusunu yerine getirmediklerinde, Yaradan’ın onları kayırmayacağını söylemelerinin nedeni, iyi olduklarını, Tora ve Mitzvot’u tüm detayları ve incelikleriyle yerine getirdiklerini düşündükleri için, Yaradan’ın onları ıslah edecek ruhu vermesine ihtiyaç duymamalarıdır. Peki Tora ve Mitzvot’la meşgul olmalarının sebebi nedir? Ödüldür. Onlar ödül ve cezaya inandıkları ölçüde, kutsal çalışmayı yapabilirler, çünkü bu ödül alma arzusuyla çelişmez.

Bu nedenle, tam olarak Yaradan’ın arzusunu yerine getirdiklerinde, yani Tora ve Mitzvot’taki çalışmaları “kötü eğilimi Ben yarattım; Tora’yı bir şifa olarak yarattım” olduğu zaman, o zaman “kötü eğilim” olarak adlandırılan alma arzusunun kontrolünden çıkmak için Tora öğreniyorlar demektir. Onların Tora’nın ışığına ihtiyaçları vardır, çünkü bu sayede Yaradan’ın arzusu olan ihsan etme arzusu ile ödüllendirileceklerdir. Bununla sorduğumuz şeyi anlayacağız: “Yaradan’ın yüzü” nedir? Cevap, Yaradan’ın bir kişiye onu ıslah etmesi için verdiği bir ışık, kutsal ruhtur.

Şimdi ne sorduğumuzu da anlayabiliriz, “Kim… rüşvet almaz”? Ne de olsa, Yaradan’ın arzusunu yerine getirmek başlı başına bir rüşvet gibi görünmektedir. Cevap, Yaradan’ın onu kayırmasını, yani ona kutsal bir ruh vermesini istemesidir, kendi iyiliği için değil. Tam tersine, Yaradan’ın onu kayırmasını ister ki böylece kendi çıkarlarını gözetmekten kurtulabilsin ve kendi iyiliği için değil, sadece Yaradan’ın iyiliği için çalışabilsin.

Dolayısıyla, kişi Yaradan’ın kendisine kendi iyiliği için, kişinin Yaradan’a rüşvet verdiğini söyleyebileceğimiz bir şey vermesini istemez, tıpkı hediye alan kişinin hediye verene, kendi iyiliği için bir şey vermesi amacıyla birine hediye vererek rüşvet verdiği gibi. Tersine, burada Yaradan’ın arzusunu yerine getiren kişi, Yaradan’ın arzusunu yerine getirebilmeyi istediği ve Yaradan’ın iyiliği için yaptığı her şeyi yapabilmesi için O’ndan kendisini kayırmasını istediği anlamına gelir.

Bununla anlıyoruz ki “kötü eğilim” alma arzusudur ve “şifa” alma arzusunun kontrolünden çıkma gücüdür ve Tora’ya “Tora’nın ışığı” denir ki bu Tora’nın içidir, Tora’nın ruhudur.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,095