e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Kabala Kütüphanesi > Michael Laitman > Ders Öncesi Tavsiyeler

Ders Öncesi Tavsiyeler

1 – Hayatımızda iyi ya da kötü izlenimler var ama her şey Yukarıdan geliyor. Yaradan’dan başka hiçbir yerden bir şey gelmez. Kişi ya iyi şeyler görür ya da kötü şeyler görür. Kişi bunları haklı göremeye bilir ve başarısız olur. Şunu anlamalıyız ki, dünyada kötü bir şey yok. Her şey sadece amaca yönlendirmek için bize geliyor. Bu yüzden her şeyi erdemlilikle kullanmamız lazım. İnsanoğluna sunup, halka anlatarak, mesajı gerçekleştirerek yükselebiliriz, başka yolu yok.

İnsanlar Yaradan’a yaklaştıkça, Yaradan’a mutluluk verilir. Bu yüzden gelen koşulları iyi ya da kötü olarak ilişkilendirmeyin ama bunları kullanılır olarak ilişkilendirmeye çalışın. Yani bana gelen koşulun bana nasıl yardım etmek için geldiğini düşünün. Burada yapmamız gereken esas çalışma bu. Mantığın ötesinde engellerin üzerine çıkarak bunu yapmalı ve haklı görmeliyiz. Eğer bunu yapamazsak alma arzularımızın içine düşeriz ve o zaman kişi kendisine gelen koşulları bütünleştirememe koşuluna gelir ve her şeyi (tüm başına gelen olayları) Yaradan ile ilişkilendirememeye başlar. Manevi çalışmamızın özü, her şeyi Yaradan ile ilişkilendirmektir.

Bunu her an yapabilmemiz için grubun, herkese, her an bu nosyonu vermesi lazım. Herkesin sürekli grup içerisinde dikkatli olması lazım. Herkes bu nosyonu unutmamalı ve düşüncelerinin odaklanması için dikkat etmeli ki kişi gruptan geri dönüşüm alsın, bir beslenme alsın ve Yaradan’ı hiç kimse unutmasın. Bu yüzden grup, ben ve Yaradan biriz denir. Kişi kendisini gruba yönlendirmeli. Doğru inceleme ancak grupla olabilir. Bu şekilde ancak grubunun vasıtası ile ihsan etmeye gelebilir, Yaradan’a yakınlaşıp O’nun ile bütünleşebilir.

2- İnternetten çalışan arkadaşlarımız var. Sanal olarak çalışıyorlar ve bazen bir araya geliyorlar. İnsanın içerisinde oluşan bizim zamanımızdaki egoizm, insanlar arasındaki bağlantıyı desteklemeye uygun. Bu gün, egomuzun boyutlarına bakacak olursak, global olarak internetin gelişmesini anlayabiliriz. Dünyada direkt ya da endirekt olarak gelişen her şey bizlerin ıslahı için. Bu dünyanın ıslahımız dışında var olması için bir nedeni yok.

Dolayısı ile insanlar arasındaki manevi bağa en yakın olan şey sanallık. Sanallıkta sanki beden denilen şeyden kendimizi ayırıyoruz ve farklı bir bağ seviyesine çıkıyoruz. Bunu amaçla, dağıtımla, ıslahla benzer bir koşul olarak kullanabiliriz. O yüzden internete elimizden geldiğince girmeye çalışıp, kendimizi bu sanal ortamda tutmaya çalışıyoruz. Bu sanal bağ ile internette insanlara Kabalanın ne olduğunu anlatabiliriz. Bunu ne kadar basit bir şekilde yapabilirsek, insanlar kaderlerinin ellerinde olduğunu anlayabilirler. Hem genel, hem global, hem sosyal, hem de manevi kaderi, manevi gelişimi kişinin elindedir. Bizim zamanımızın çağrısı internet vasıtası ile halka ulaşmak şeklinde olmalıdır.

Bu sanal ortamda da herkes kendisi için bir yer bulabilir ve çabasını göstererek manen de ilerleyebilir. Kişinin haftada bir ya da birkaç kere derse gelmesi ya da koşuluna göre internetten çalışıp bize bağlanıyorsa, internet üzerinden dağıtımla ilgileniyorsa, dostlar toplantısına katılıyorsa kişi doğru yolda demektir.

Sanal olarak grubumuz var, derslerimiz var ve herkesin ulaşabileceği bir koşuldalar. Bu yüzden yapmamız gereken şey, internet sayesinde sıkı bir bağ içinde olmalıyız. Bu şekilde ilerleyeceğiz.

3- Kabalayı yaratılışı tüm formları ile edinmiş insanlardan öğrenmek durumundayız. Başlangıç noktamız bu. Hocalarımız bize aktarıyorlar ki, Allah önce başlangıç diye bir durum yarattı. Sonsuzluk dünyası denilen koşul o ve mükemmel olan tek koşul bu. Ancak bize göre ilk koşul olarak tanımlanıyor. Çünkü bizler duyularımızın üzerinde bir bozukluk yaşıyoruz. Yani bir koşul içerisindeyiz. İçinde bulunduğumuz koşulu hissedebilmek için Yaradan ile benzerlik koşuluna gelmemiz lazım.

İlk yaratılan varlık, sonsuzluk dünyasında bu kararı alarak (Allah’a benzemek), bir kısıtlama yapıyor ve Allah’ın kendisine verdiği koşulu utanç hissiyatı olmadan üstlenmek istiyor. Bunu yapabilmenin derecesi ise, yaratılan varlığın Allah’a benzer yani mükemmelliğe eşit olması lazım.

Bizler Yaradan’dan en uzak denilen bir algı içerisindeyiz. Yani bu dünya dediğimiz realitedeyiz. Bu dünya mükemmelliğe tam ters olan bir dünya. Bu tam terslikten mükemmelliğe gelmemiz lazım yani niteliklerimizi düzeltmemiz lazım ki, sonsuzluk denilen Yaradan’ın o mükemmelliğine benzeyebilelim.

Bu ıslahın yolu 125 basamak olarak bilinir. Bu basamaklar sayesinde yavaş yavaş Allah’a benzerlik yani sonsuzluk dünyasına benzerliği ediniriz. Bu safhaya geldiğimiz zaman, o ilk koşul denilen durumla eşitlenmiş oluruz. Bizim için bu 3. safha denilen bir koşul haline geliyor bu aşama. Neden? Çünkü ıslahtan geçtiğimiz için her şeyi idrak ve bilinç içerisinde kendimiz ihsan eden oluyoruz. Yani bu dünyanın koşulundan kendimizi inşa etmiş oluruz.

O yüzden, ilk yaratılış koşulunda ki sonsuzluk dünyasından, bizim için 3. safha olan sonsuzluk dünyasına tam bilinçle gelmek koşulu insanın bunu yapma arzusu ile olabilir. Kötülüğümüz yani algılarımızın bozukluğu içimizde tatsız hisler uyandırır. Bu hisler bize ızdırap olarak gelir. Bu ızdıraplar adamı ilerlemesi için form eşitliğine iter. Bunlar aslında doğanın güçleri ve bize bir sempatileri olmadan işliyorlar. Yani doğanın bir kanunu olan yer çekimi kanunu gibi. Hiçbir sempatik yaklaşımı olmadan objektif olarak işliyor.

Yolumuzu hızlandırıp, kısaltmak, hemen değişime gelebilmek için Kabalistler bizlere geçirdikleri safhaları yazarak aktarıyorlar. O yüzden onların tavsiyelerini kullanırsak manevi gelişimimizi hızlandırabiliriz.

Bu dünyada bazı insanların ilaç kullanıp iyileşmeyi, şifa bulmayı, keşfedilen teknikleri kullanmak istemeyerek sınırlı bir şekilde yaşarlar ama bazı insanlar da bu şifayı almanın iyi olacağını düşünerek hareket ederler. Yani kendisi için neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilen insanlar şifasını çabuk bulur. Burada adam bir inceleme yapıyor. Bizlerde bu dünyada iyi ve kötünün analizini yaparız. Maneviyatta da aynı koşul vardır ve bu koşul (iyi ve kötünün analizi) sayesinde kişi mükemmellik denilen o safhaya gelir ve bunu arzular.

4- Tapınak yıkıldı çünkü maneviyatı kutsamadılar denir. Bunun çok tanımı var. Bu, aslında temeli olmayan nefret. Ne demek maneviyatı kutsamamak? Adam maneviyatı çalışıp buna değer vermezse sokakta ki adamların elle, kolla yaptıklarından farksız bir yaklaşım olur bu. Sokakta ki adamlarda, Allah’a şükür, her şey Allah’tan diyerek, bir şeyleri kutsamak için dualar ediyorlar. Kişi önce maneviyatı neden çalışacağını kendine açıklamalı. Yaradan’ın ‘kötü eğilimi ben yarattım, Işığınızda benim’ dediği gibi.

Eğer kişi maneviyatı ıslah olmak için kullanmıyorsa yani içselliği çalışmıyorsa, kendi ıslahı için çalışmıyorsa o zaman tüm kutsallık yıkılır. Kişinin içindeki tapınakta yıkılmış olur. TES’e girişte Baal HaSulam’ın yazdığı gibi, ‘eğer adam kendisini ıslah etmek için çalışmıyorsa hayat iksiri ölüm iksiri olur’ derler. Yani kişi daha çok kendi egosuna girer. Kişi bu durumda, ben bu dünyada iyi şeyler hak ediyorum, diğer dünyada da Allah bana cenneti verecek gibi gurur içerisinde olur.

Kişi kendisini ıslah edecek aracı elinde tutarsa tapınağa gelir. Tapınak ne demek? Kişi kendisi için bir ev inşa eder. Yani arzularından ruhunu inşa eder ve adamın ruhunda Allah’ın Işığı ifşa olur. Bu yüzden manevi çalışmaya başlamadan önce her birimiz kalbimizi amaca yönlendirmeliyiz.

Kitapları neden çalışıyoruz? Bu kitaplardan ne istiyoruz? Kişi kendisini amaca yönlendirmeli. Yani ben ıslah olmak için yaratıldım yoluna yönlendirmeli.

Tora diyoruz. Tora demek maneviyat demektir. Burada bir dinden ya da bir kitaptan bahsetmiyoruz elbette. Tora dediğimiz zaman maneviyatın ifşasından bahsediyoruz. Tüm manevi basamaklardan bize gelen Işık Tora. Tüm sistemi doğru kullanacak olursak, maneviyatı Işığı almak için çalışırız ki, bu sistem vasıtası ile kişi ıslah olur ve Yaradan’ı keşfeder. Kişi böylelikle Allah’a benzediği kadarıyla O’nu ifşa eder. Bu yüzden kişi kalbini yönlendirmeyi hiçbir zaman unutmamalı.

Her ülkenin bağımsızlık günleri var. Peki bağımsızlık ne demek? Öğrendik ki, düşünceler, arzular ve bedensel hareketlerin hepsi önceden Yukarıdan tayin edilmiş şeyler. Bu dünyada Yukarıdan emir gelmeden hiçbir şey yapılmaz. Bu dünyada parmağımızı bile hareket ettirmemiz Yukarıdan kaynaklanıyor.

Kabala ilmi bunu şöyle açıklıyor, bizler yüzde yüz tüm doğamızla, fiziksel, zihinsel arzularımız ile yönetiliyoruz. Bu dünyada insan denilen şey kendi başına hiçbir şey yapmıyor. Burada gizlilik koşulu var. Üst gücün gizli olarak herkesi idare etmesi, bize bağımsızmışız hissini, illüzyonunu veriyor. Şunu unutmayın, hiçbir insan bu dünyada bağımsız değil.

Bağımsızlık, insanın tam olarak, düşünce, aklı ve bedensel hareketleri ile tümüyle Yukarıdan Yaradan tarafından kontrol edildiğini ifşa etmesi ile olur. Kişi bununla hem fikir olup aynı zamanda kendisini kontrol eden, aktivite eden gücü görmelidir. Bir makine gibi işleyen kendisini değil de kendisini işleten O Gücü görmesi ve O Güçle beraber olması gerekir. Kişinin kendi egoistlik arzusu ve bu arzusuna karşı işleyişinin farkındalığı gerekiyor ki, bu fizikselliğin üzerine çıkarak bağımsız olabilsin.

Bağımsız olmak, Yaradan ile entegre olmak demek. Yaradan ile hem fikir olup, O’nu hissederek ve Baal HaSulam’ın ‘Yaradan beni önümden ve arkamdan sardı’ makalesinde anlattığı gibi kişi ilerleyerek, bağımsızlık kazanır. Dolayısı ile kişinin bağımsızlığı Allah’a tutunmaktır.

Bizlere bu dünyada sanki bunun tersiymiş gibi geliyor. Şunu unutmayın, insan ya kutsallığa aittir ya da kötü eğilimine. Yani kişi ya Yaradan’dan ayrı egosu ile hareket eder, ya da kendisini Yaradan ile ilişkilendirerek. Kendisini Yaradan ile ilişkilendiren biri için, Yaradan’ın kendisini nasıl idare ettiği önemsiz oluyor. Böylece bu şekilde kişi bağımsızlığını elde ediyor.

Bu dünyada yapmamız gereken ıslah Âdem’in o manevi dünyada ki ruhunun parçalarını bir araya getirmek. Tekrar o bağı kurmamız lazım. O yüzden sevap denilen şey insan sevgisidir. Yani tüm ruhların Âdem denilen bir ruha ait olması.

Dolayısı ile ruhları bir araya getirmek sadece Yaradan’ın Işığıyla mümkündür. İlk yaratıldığımız haldeki mükemmelliğe dönmek istersek, o kırılmadan önceki duruma, o yüce koşula gitmeye çalışırsak Yaradan’ın Işığı bize yansır, ruhlarımızı doldurur. Bu sayede Yaradan’ın Işığı vasıtası ile bağ kurup ıslah olabiliriz. Bu şekilde saran Işıkta bizim için iç Işığa döner. Yani Yaradan’ın gücünün içimizde hissedilmesidir.

Dolayısı ile maneviyatı çalışırken saran Işığı talep etmeliyiz ki, manevi hayatın hissiyatını bize versin.

Bizden talep edilen şey, maneviyatın önemini yükseltmek, yani ihsan etmenin önemini arttırmak ve bize olan her şeyin üzerinde bunu tutmak.

Kişi hayatında birçok olaylar yaşar, hayal kırıklıkları, kafa karışıklıkları olduğu gibi, heyecanlı, haz dolu izlenimleri de olabilir hayatında. Fakat ne koşulda olursak olalım maneviyat her şeyin üzerinde olmalı. Kişiye Yaradan tarafından verilen koşulun (ki bu koşul ne olursa olsun) üzerine çıkmalı ve kendisini manevi yola yönlendirmeli. Kişi kendine gelen hisle değil bunun üzerinde kendisine bu hissi verenle ilişki kurmaya önem vermeli.

Tüm problemimiz bu. Çünkü kişi her zaman kişisel duyguları ve düşünceleri içerisine düşer. Bu durumda kişi Yaradan’dan koptuğunu düşünür fakat Yaradan’ın bu koşulları kendisi için özellikle verdiğini düşünmez. Kişinin Yaradan’dan kopup, kopmadığı burada görülür. Kişi Yaradan’dan kopmadığı zaman heyecan doludur. Aslında sınav denilen şey budur.

Adam kendisine olan her şeyin üzerinde Yaradan ile bağ kurabilmesi için bu sınavlardan geçer. Dolayısı ile kişi dünyevi arzularından sıyrılabilmek için Yukarıdan yardım alır. İnsan şunu anlamalı, kişi kendisine her an olmakta olan olayların üzerine çıkmayı beceremezse asla bu dünyanın hissiyatından maneviyata geçemez.

Son zamanlarda hemen hemen her gün televizyonda, gazetelerde dünyanın iç içe olduğunu gösteren haberler görüyoruz. Dünyada ne zaman bir şey olsa herkes etkileniyor. Bu etkiler pek olumlu değil. Dünyanın her tarafında bir terslik var. Bu terslikte globalleşiyor (küreselleşiyor). Yani bizim ne umurumuzda ki Amerika da bir bankanın batması, bir yerde bir bombanın patlaması ya da İsviçre de fizikçilerin bir deney yapması. Görüyoruz ki bu olan olayların hepsi bir şekilde bütün insanlığı etkiliyor. İnsanlar, yarında başka şeyler olacak mı, paramın değeri düşecek mi, yiyecek alabilecek miyim diye endişe etmeye başlıyorlar.

Aslında her şey birbiri ile ilişkili. Bu koşuldan şunu anlamamız gerekiyor, içinde bulunduğumuz koşulda aramızda olan ilişkide ki bozuklukları nasıl düzelteceğimize dair çözümler bulmamız ve insanların arasında ki bağı doğru yönde kurması lazım. Tüm endişemiz bu olmalı esasında.

Her insanın özel düşünceleri, özel hayatı herkesi etkiliyor. Yani dünyanın bir yerinde bir bankanın batması her insanın korkması için olmuyor elbette, burada herkesin bir şekilde birbirimize nasıl bağlı olduğumuzu görmesi lazım. Buradan hâlâ ne kadar kendimizi düzeltmemiz gerekiyor bunu da anlamalıyız. Ve bunun için maneviyat çalışan bizlerin elimizden geldiğince çaba sarf etmesi lazım ki ancak bu çaba ile insanlar arasında bozuk olan bağın düzeltilmesi gerektiğini gösterebilelim.

Allah sadece arzuyu yarattı ve insanın arzuları var. Bu dünyada ki arzularımız ıslahtan geçmek zorunda. Ancak o zaman hem manevi hem fiziksel sorunlardan kendimizi arındırabiliriz.

Yaratılışın amacına, Yaradan ile form eşitliğine ilerlemenin (gelmenin) bazı prensipleri var. Allah ile bütünleşmenin prensipleri. Form eşitliği demek kendi menfaatimiz için alma niteliğinden, Yaradan’ın niteliğini edinmek demektir. Bu da ilk başta adam için kendi iyiliği gibi gözüküyor ama aslında öyle değil.

Allah için iyi bir şeyler yapabilmemiz için önce insanlara iyi bir şeyler yapabilmemiz lazım. Bunu da adam tek başına edinemez (yapamaz). Yani bunu yapabilmek için kendi gücü yok adamın. Bu ancak bir grup ile çalışabilirse olabilir.

Maneviyatta ki bağımız gibi burada fiziksel dünyamızda da bir örnek oluşturabiliriz ama elbette bu yapılacak model zihinsel, fiziksel değil. Aslında birbirimizden fizik olarak uzak olmamız problem değil. Önemli olan o manevi arzularımızda ve niyetimizde düşünsel olarak birlikte olabilmek. O bağı kurabildikten sonra bu gözümüzün önünde olabilir.

O bağdan kişi amacın önemini kendisi için yükseltirse ve kişi yaratılışın amacını kendisi için her şeyin üzerinde tutarsa ve kendi alçaklığını görürse, yani kendi gücü ile amaca asla ulaşamayacağını net bir şekilde görebilirse o zaman Allah’tan kendisini ıslah etmesi için bir talepte bulunabilir. Yani kişinin kendi rızası için alma niteliğinden (ki bu nitelik tüm düşünce ve arzularımızda var) ihsan etme niteliğini edinip tüm arzu ve düşüncelerimin ihsan etme tarafından yönetilmesini talep edebilir. Bu kişinin isteğinin gücüne bağlıdır. Kişi o manevi halde olmayı isterse Allah’ın saran Işığı adamı etkiler denir. Kişi bu koşuldan ilerler.

Kişi kendisi için bu arzuyu bir şekilde yavaş yavaş oluşturmaya çalışmalı. Kişi böyle bir arzu geliştirdikçe Allah’ın Işığı insanı etkileyebilir. O yüzden hocalarımız ‘çaba sarf ettim ve buldum’ der. Yani insanı ancak Allah değiştirebilir ve sadece Allah insana ihsan etme niteliğini verebilir. O yüzden ihsan etmenin ne demek olduğunu bilmiyoruz. Bu sebepten dolayı hocalarımız ‘çaba sarf ettim ve buldum’ der.

Adam ihsan etme niteliğini edindikten sonra, o manevi hal ile daha net bir bağ kurabilir. Yani manevi olarak tarif ettiğimiz şey daha net bir şekilde gözükür ve adam, o manevi koşul ile sürekli bir bağ içerisinde olur. Yani altın Galgalta Eynaimi, Üstün Ahapı ile bağ içerisinde.

Bu üst seviye ile bir bağımız var demektir. Bu bağ oluştuktan sonra buna yönelik kendimizi pasifize edebiliriz. Kendimizi pasifize edebildiğimiz kadarıyla yani O’nun niteliklerini almak istediğimiz kadarıyla, bu koşulla daha çok yücelir ve yükseliriz. Kişi her defasında üstün niteliklerini edinmek için daha fazla kendisini pasifize eder (Bunu İbur (gebelik), Yenika (emzirme) ve Mohin (yetişkinlik) dönemleri olarak adlandırıyoruz). Ta ki Allah’ın tüm ihsan etme niteliğini, kendi alma niteliğimizle değiştirene kadar.

Her şey, her an insanın içinde değişir. Herkes kendisini an be an yenilemeli. Neden ben buradayım? Neden ben her sabah derse kalkıyorum? Ben bununla ne sağlayacağım? Bunların hepsini sürekli olarak insan içinde incelemek durumunda. Çünkü önemli olan şey kişinin amaca yönlenmesi. Problemimiz bu aslında ve Kabalanın da manevi çalışmamıza eklediği şey bu. Yani AMAÇ.

İnsanlar dini vecibelerini gidip binlerce yıl yapabilirler. Ama ıslah olmak için kendini doğru yönlendirmediysen bu seni tersten etkiler. Buna ölümün şurubu denir. Ancak ruhani ıslah ve ihsan etmek için yönlenmiş bir adama maneviyat şifadır. Dolayısı ile adam yönünü tayin etmek zorunda. Kişi an be an amaca yönlenmiş olduğunu bilmeli, görmeli, düşünmeli.

Dolayısı ile kişinin manevi çalışmasında, TES’te açıkladığı gibi, nitelikli bir çaba olması lazım. Neden buradayım? Neden maneviyat için çaba sarf ediyorum? Gibi sorgusu her zaman olmalı kişinin çünkü sonuca bizi bu getirecek.

İnsanın çok gücü ve çabası olabilir, hayatını adayabilir, tıpkı dinciler gibi ama ellerine hiçbir şey geçmez. Dünyamızda, yakın çevremizde sonuçları açıkça görüyoruz. Bunun nedeni kendilerini doğru yönlendirmediler. Buna manevi çalışmayı kutsal tutmadılar denir. Yani maneviyatın verilişini doğru çalışmadılar. Bu kişiler için önemli olan şey, fiziksel sevap. Bizim için önemli olan şey ise kalbin ıslahı.

İstemediğimiz adamlarla beraberiz ve maneviyatı çalışmak istemiyoruz, ne yapacağız? İçimizde netleştireceğiz ki, şifa bu. Başlangıçta bunun iyi olduğunu görmüyor ve anlamıyoruz. Hatta manevi çalışma adama acı gibi, işkence gibi geliyor. Sanki beden için zehir. Ama doğru şekilde kullanırsan yani hastalığına karşı şifa olarak alırsan ancak seni iyileştirir. Kök ve dal kanununda da böyle, bizim dünyamızda da ilaçlar hep acı. Bu yüzden amacımızı hiç unutmadan çalışmamız lazım.

TES’e girişte yazdığı gibi Yaptıklarımla kime memnunluk getiriyorum dediğimiz zaman önemli olan bu hayvansal ben mi? Yoksa Yaradan mı, saf ihsan mı? Adamın öğrenmesi gereken şey esasında bu. Buna sevabı istemek denir. Sevap ihsan etme hareketidir.

Şunu anlamalıyız ki biz sadece ihsan eden gücün içindeyiz. Seni yarattığı koşulun tersinde zıt olamazsın. Bu dünyada bir hayvan gibi, garip şeylerle uğraşan bir adam gibi ya da Yaradan gibi olabilirsin, Yaradan ile bütünleşebilirsin ve O’nun niteliğine ait olabilirsin. Bundan başka bir şey yok.

Yaradan ile bütünleşme ile ilgili kişi kafasında hiçbir ödül canlandıramaz. Çünkü kişi dünyevi ödüller dışında hiçbir şey tahmin edemez, hayalini kuramaz. Kişi bu dünyevi arzular ve ödül dışında Yaradan’dan başka bir ödül bekleyecek hayal gücüne sahip değildir. Aksiyonun kendisi ödülün kendisidir.

Biz hazzın kaynağından ve hazdan kopuğuz. Haz için çalışıyoruz ve biraz tat alıyoruz. Ödülümüz bu. Yaradan’dan ayrı olduğumuz zaman sadece bu iki koşul var. Ama maneviyatta bu koşul yok. Ne yazıyor ‘her şey bir düşüncede yaratıldı’. İşte aksiyon bu, çalışma bu ve ödül, ıslah olunan koşula gelmek. Her şey bir.

Elimizden geldiğince o genel ruh üzerine konsantre olmalıyız. Bu hissiyata yoğunlaşmalıyız. Önemli olan bu hissiyatı kaybetmemek değil, hissiyatı daha çok artırmayı düşünmeliyiz ki sürekli bu hissiyatın içinde yaşayalım.

Kişi bir önceki koşulunun içinde kalmamalı ve devamlı arttırmalı. Sanki kendisi için yeni bir mekân oluşturuyormuş gibi olmalı ki yeni bir realite keşfede bilsin ve dünyayı oradan görsün. Ancak o zaman kişiye maneviyat hükmeder ve kişi fizikselliğin üzerinde yaşamaya başlar. O zaman kişi için fizikselliğin hiçbir değeri olmaz. Maneviyatı ekleyebildiğimiz kadarıyla var olur ancak fiziksellik. Yapmamız gerekende bu.

Bütün dünyadaki dostlarımızı ilk yaratılan Adam Harişon mekanizması olarak düşünün. Gruptaki herkesi düşünmeliyiz ki, aramızdaki bağı kaybetmeyelim. Aslında dünyada ki tüm ruhları da düşünmeliyiz. Çünkü dünyada ki ruhlardan bir tanesi eksik olsa, tüm genel birliğin hissiyatı eksik kalır. Hepimiz aynı sistemdeyiz. Ben bu hissiyatı, bu gücü gruba vermek zorundayım. Eğer bunu veremezsem arkadaşlarım da bir eksiklik hissiyatı olur ve mükemmelliğe gelemem ve Yaradan ile bütünleşemeyiz. Genel amaç Yaradan ile bütünleşmek ve O’na tutunmak.

Maneviyatta sadece bir ruh var. Biz mükemmelliği hissetmediğimiz için herkes kendisini başkalarından farklı sanıyor. Kişinin bağı yok ve bu yüzden başkaları ile kopuk yaşıyoruz. Bakın dünyada herkes herkesten nefret ediyor. Baal HaSulam ‘üzerimizdeki bu sis (bu toz bulutu) bu şekilde görmemizi sağlıyor’ diyor. Eğer kendimizi kabuğumuzdan çıkarabilirsek, tüm insanoğlunu bir ruh, bir nosyon olarak görebiliriz. Altı yüz bin ruh makalesi de bu yüzden yazıldı.

Kişi maneviyatı çalışırken niyetini muhafaza etmeli ki o ortak sistemden ıslah olabilmemiz için gereken Işık gelsin.

Sadece Işık ve kab var. Işık Yaradan demek yani her zaman var olan o güç. Bunun ne demek olduğunu da tam olarak bilmiyoruz ama Allah bir yaratılan varlık yaratmak istedi ki bu yaratılan varlık O’na benzeyebilsin.

Yaratılan varlığın O’na benzeyebilmesi için, yaratılan varlığın hem Işığın dışında olması lazım, hem de bu koşuldan Işığa benzemesi lazım. Dolayısı ile Işığın mutlak ihsan etme niteliğine tamamen zıt bir karakter de yaratılan bir varlık yarattı ki, yaratılan varlığın bir fırsatı olsun.

Yaratılan varlık alma maddesinden yaratıldı ve Işıkta ihsan etme niteliği, bu yüzden ihsan etme ile alma koşulu doğaları gereği birbirine zıt, ikisi birbirine karşılıklı. Ama Işık aradaki zıtlığı yarattığı için aslında zıtlıkta var diyemeyiz. Çünkü Işık o alma arzusuna kendi başına yaratılan varlık olma fırsatını veriyor. Işık alma arzusunun içerisinde aynı zamanda bir izlenim ve bu izlenime de niyet diyoruz.

Dolayısı ile alma arzusu sadece Işığı alarak zevk almak istemiyor. Burada kendisi ile Işık arasında bir ayırım yapmıyor. Işık ihsan etmek istiyor, alma arzusu da almak istiyor. Aradaki fark alma arzusunun kendisi için istemesi. Çünkü Yaradan her şeyi yaratılan varlık için yapmak isterken yaratılan varlık her şeyi kendisi için istiyor. Dolayısı ile ihsan etme ve alma koşulları aslında doğal şeyler. Doğaları gereği birbirinden farklı değiller. Ama bu nitelikleri kullanışları farklı. Yani aralarındaki fark niyette.

Zamanla yaratılan varlık kendisinin zıt yaratıldığını görür. Yaradan’ı kendi hazzı, zevki için kullanma niyeti olduğunu görür. Yani niyeti Allah’ın niyetine ters. Bu durumu fark eden bir yaratılan varlık, kendisini bir hayli alçak hisseder. Fakat aynı zamanda ihsan etme niteliği de gözünde çok büyür ve yücelir. Ancak bu durumda yaratılan varlık kendi niyetini ihsan etmeye değiştirebilir. Eğer değiştirirse, Yaradan ile niyeti aynı olur. Bu, yaratılan varlığı Allah ile bütünleşmeye getirebilir.

Yaratılan varlık yani insan Allah ile nasıl bütünleşebilir? Aynı Yaradan’ın Işığı ile. Yaratılan varlığın kendi başına bir gücü yok. Sadece kendisi için dünyada mutlu olmak istiyor, haz duymak, zevk almak istiyor. Ancak yaratılan varlık, (insan) değişmeyi arzularsa Allah insanı değiştirebilir. Onun dışında insanın kendisini değiştirecek bir gücü yok. Bu değişimde insanın arzusuna bağlıdır.

Bu arzu elbette Allah’a yönelik olmalıdır. Yani insanın ihsan etme niteliğinde Yaradan’a benzemeye yönelik bir arzusu olması lazım. Bu nedenden dolayı insanın Allah’ın ıslah eden Işığından başka hiçbir güce ihtiyacı yoktur. Sadece Allah’ın Işığı insanı değiştirebilir. Bundan başka hiçbir yönde, hiçbir seçim hakkımız yok.

Dünyada Allah’ın ihsan etme niteliğine benzeme koşulu dışında insanın yaptığı her şey sadece hayal ve hepsi boş. Bütün dünya koşulları insanı başarısızlığa ve çaresizliğe getiriyor. Zira başka şeylerde başarılı olmak için gerekli olan bir güç yok. Sadece ihsan etme niteliğinde Allah’a benzemesinde O güç yardımcı olabilir. Dolayısı ile manevi çalışmada sadece buna yöneliyoruz biz.

İhsan etme niteliğinde Allah’a benzeyebilmek için bir arzuya gelerek ve bunu hep beraber ne kadar çok istersek, herkes birbirini etkiler ve Allah’ın Işığı ile değişime gelebiliriz.

TES’e girişte öğreniyoruz ki, manevi çalışma içerisinde olan bir insan üç, beş yıl gibi kısa bir zaman içerisinde öyle bir seviyeye gelir ki, manevi çalışmadan aldığı Işık kişinin ruhunu açar, geliştirir ve kişi içinde maneviyatı hissetmeye başlar.

Peki bu üç, beş yıl nasıl sayılır? Baal HaSulam, TES’e girişte, kişinin ıslah olmayı düşündüğü andan itibaren sayarsınız diyor. Yani ıslah olmayı düşünüp, Yaradan’ın Işığının kendisini değiştirmesini isteyerek çalıştığı zamanları sayabilirsiniz. Sadece bu zamanlar hesaba katılır.

Kişi üzerinde Yaradan’ın Işığı işler ve kişiyi Lişma’ya, manevi ıslaha, Yaradan’ın Işığı getirir. Kişi o zaman maneviyata ait olduğunu hisseder. Onun için manevi çalışmada ve geriye kalan zamanlarımızda Yaradan’ın ıslah eden Işığını düşünmemiz lazım. Manevi dünyayı bize ekleyecek tek şey bu. Bu bir nitelik, Yaradan’ın ifşası. O yüzden bunu düşünelim.

Bazı insanlar sadece bilmek istiyorlar. Bu Kabala ilmi nedir, bize ne verecek diyerek sadece bilgi edinmek istiyorlar. Yani herhangi bir arzusu olan, iyi bir hayat yaşamak isteyen insanlar gibi buraya gelip hayatımızı daha güzel kılacak ne var bu Kabalada diyerek bakmak için geliyorlar. Eğer sorularına bir yaklaşım, bir cevap bulurlarsa kalıyorlar.

Bazı kalpteki noktası olan kişilerde, neden yaşadığını, yaşamasının amacını sorgulayarak, Kabala ilminin ne demek olduğunu bilmenin ötesine geçmek istiyorlar. Yani doğada, tüm bu dünyada neler olup bittiğini sorguluyorlar. Bunları bilmeden yaşayamayacaklarını görüyorlar. Sadece bir merak değil yani.

Bizler burada bir çeşit meditasyon ya da sihirbazlık yapmıyoruz. Bu dünyada nasıl iyi bir insan olacağımızı da öğrenmiyoruz. Bende arayıştayken böyle birkaç yere girip çıktım. Sonra görüyorsun ki aradığın hiçbir şey yok buralarda.

İnsan kalpteki noktaya göre öğreten bir yere geldiği zaman bu arzusunu yani bu kalpteki noktasını geliştirmesi gerektiğini anlıyor. İnsanın bu değişim için kendisini açması lazım. Kabala ilminde kalpteki noktayı açmak için gerekli olan çalışmayı öğreniyoruz.

Bu yüzden dünyevi arzularımız ve onları açmakla hiçbir işimiz yok. Kişinin manevi çalışmada yapması gereken tek bir çalışma var. Kalpteki nokta yani o sır, ruhun başlangıç noktası. Kişi dersleri çalışırken bunu talep etmesi lazım ki Yaradan bunu insan üzerinde gerçekleştirebilsin. Burada nitel ve nicel çalışma söz konusu. Nicelik kaç saat çalıştığımız, nitelik de ne kadar dikkat ettiğimiz.

Her zaman ‘çalışmaya nasıl yaklaşacağız’ diye sorumuz var. Eğer Yaradan ‘kötü eğilimi yarattım ve şifasını da Işık olarak verdim’ diyorsa ve Işık en önemli şeyse tek silahımız bu. Kendimizi ıslah etmenin, kötü eğilimimizi düzeltip, iyi eğilime çevirmek için tek aracımız bu. Bunun dışında bir şey yok.

Allah alma arzusunu yarattı ve baştan bize kendimiz için alma niyetini verdi. Şimdi bizim bu kendimiz için alma niyetini çevirip ihsan etme niyetine getirmemiz lazım ve tüm manevi çalışma bu.

Kişinin kendi için alma niyetinden başkaları adına ihsan ve sevgi değişimi Allah tarafından yapılabilir. Bunu sadece Işık yapar, adam kendisi yapamaz. Yazdığı gibi ‘kötü eğilimi ben yarattım, şifanızda Işık’.

Şimdi bu Işığın beni etkileyeceği değişim ne zaman olacak, nasıl olacak? Hocalarımız diyor ki, sadece Kabalistik yazıları çalıştığımız zaman Yaradan’ın Işığı adamı ıslah eder. Bu nedenden dolayı kişi doğar ve ortalama 70 yıl yaşar.

Peki, adam kendini nasıl Islah edecek? Bu adamın isteme yoğunluğuna ve derecesine bağlıdır. Hocalarımız ‘adamın arzudan başka bir şeye ihtiyacı yok’ diyor. Kalbin niyetine arzu denir. Kalbi ne kadar saf ve arı bir şekilde isterse Allah adamı etkiler. O yüzden kitapları çalışıp, dersleri takip ederken adam bunun içine girmeli. Bir mağaranın derinliğine girmek gibi aynen. Mağaranın derinliğine girdikçe karanlıkta artar.

Adamın çevresinden, toplumundan, eğitimden, kültürden almadığı arzuları yani kendisine ait olan en derin arzu ve düşünceleri görmesi lazım. Bunlar, adamla beraber doğan koşullar, niteliklerdir. Bunlar eğitimden, aileden aldığı şeyler değildir. Adamın niteliklerinin derinliğini görmesi lazım.

Bu aşamadan sonra adamın o arzuları ile Yaradan’a dönmesi lazım. O ıslah eden yansıyan güce derslerde, kitapları çalışırken dönerek ıslah olmayı arzulaması lazım. Bu son derece basit ve doğal. Adamın değişmeyi istemekten başka yapacak bir şeyi yok.

Hocalarımız bize okumamız için kitapları yazdılar ama önemli olan şey okuduğumuz makaleler ve yazılarla, kalpteki o derinlikleri ilişkilendirmeye çalışmamız.

Biz Tora dediğimiz zaman maneviyattan, içsellikten bahsediyoruz. Eğer kişi maneviyatı ıslah olmak için kullanmıyorsa bu onun için zehir olur ve kişinin içinde ki tapınak ve kutsallık yıkılır denir. Yani adam daha çok kendi egosuna girer. Bu gibi durumlarda adam bu dünyada Yaradan’ın ona iyi bir hayat vereceği, diğer dünyada da cennette rahat bir yeri olacağı gibi gurur içerisine düşer.

Kişi kendisini ıslah edecek aracı elinde tutarsa tapınağa gelir denir. Tapınak ne demek? Kişi kendisi için bir ev inşa eder yani arzularından ruhunu inşa eder. Kişinin ruhunda Allah’ın Işığı ifşa olur. Bu yüzden manevi çalışmaya başlamadan önce her birimiz kalbimizi amaca yönlendirmeliyiz.

Kitapları neden çalışıyoruz? Bu kitaplardan ne istiyoruz? Adam kendisini amaca yani ben ıslah olmak için yaratıldım yoluna uydurmalı. Tora yani maneviyat Allah’ın adama ifşası, tüm manevi basamaklardan bize gelen Işıktır. Maneviyat yolunda Yaradan’ın Işığıyla her basamakta ıslah olmaya ki bu basamaklardan tekrar Allah’ın katına yükseliyoruz, bu ıslah yoluna Tora denir.

Tüm sistemi doğru kullanacak olursak ve Işığı almak istersek maneviyatı çalışmalıyız ki bu sistem vasıtası ile Yaradan’ı keşfedebilelim, O’na benzediğimiz kadarıyla Yaradan’ı ifşa edelim. İşte bu yüzden kalbimizi yönlendirmeyi hiçbir zaman unutmamalıyız.

Biz bu dünyanın doğasında yaşıyoruz ve doğa bizi kontrol ediyor. Bizim üzerimizde işleyen güçleri bilmiyoruz. Yaradan’ın bizi nasıl idare ettiğini görmüyoruz. Hatta arzularımızın ve düşüncelerimizin yabancı bir yerden geldiğini dahi hissetmiyoruz.

Fakat doğanın hükmü mutlak. Bu şu demek, düşünceler ve arzular vasıtası ile bizi sanki içimizde olan birisi idare ediyor (demek). Öyle ki, başkasının kontrolü altında olduğumuzu hissetmiyoruz. Sanki birisinin söylediklerinden etkilendiniz ve öyle düşünmeye başladınız. Dolayısı ile bizi yabancı bir güç idare ediyor. Ben ve O. O beni kontrol ediyor.

Çocuklarımızın arzu ve düşünceleri bizim gibi olsun ki onlara yardımcı olabilelim istiyoruz. Fakat doğduğumuz bu doğanın bizi nedenli kontrol ettiğini anlamıyoruz. Kabala çalışmaya başlamadan önce beni yöneten kim ve O’nsuz olmayı bana hissettirmeyen şey ne görmek istemeliyiz.

Şöyle ki Yaradan’ın ıslah eden Işığı özellikle otantik kaynaklardan manevi çalışmayı yaptığımız zaman bizi etkiler. Kişi kendi benliği ile onu kontrol eden o yabancı güç arasındaki farkı görmeye başlar. Buna Firavun, Mısırın kralı denir, adam kendini köle gibi hisseder. İşte o zaman kölelikten çıkmak ister ve özgür olur.

Manevi çalışma esnasında en azından kendimizi (bizi) neyin kontrol ettiğini bilmeyi istemeliyiz ki, adam köle olduğunu görebilsin.

Manevi çalışmanın zamanı, doğru manevi alanda, bizim Adam Harişon şablonunda olduğumuz tek zamandır. Çünkü insanlar beraber olarak, ne olduğunu bilmeseler bile amaca gelmek istiyorlar. Hayatta kendileri için önemli olan bir şeyi realize etmek istiyorlar, bunun ne olduğunu netleştirmek istiyorlar.

Burada beraber demek, tüm ruhların tek sistemde beraber olması demek yani Adam Harişon sistemi. Geçirmemiz gereken ıslahta bu. Bu ıslah sadece dışarıdan gelen, yansıyan bir güç ile olabilir. Çünkü biz kendi içimizden, kendimizi ıslah edemeyiz ve tabi grupta kendisini ıslah edemez. İnsanın bunu yapmaya gücü yok.

Bizler manevi seviyeden düştük. Şu an bu güçler, aramızda, üzerimizde işleyen ve bizi birbirimizden ayrı tutan güçler. Bunlara kırılmanın gücü, yok oluşun gücü ya da Âdemin günahının sonucu denir. Bizler bunun tersini yaparak bağ kurmak zorundayız.

Kişinin içinde iyi bir şey yok. Yani kendisini ıslah edecek hiçbir nitelik yok, araç yok, güç yok. Fakat bir bağ kurmak için yan yana oturup çalıştığımız zaman kırılmadan önceki, Âdemin günahından önceki safhaya gelmeyi istersek, o ıslah olmuş maneviyatta olan sistemdeki Işığı çekebiliriz. Bizi değiştiren, ıslah eden sadece bu Işık yani Yaradan’ın Işığıdır.

Şöyle yazar, kötü eğiliminizi ben yarattım, yani herkesin egoistik niyetini ve Işığı şifa olarak verdim. Bu insanı Âdemin günahından önceki manevi seviyeye yükseltir.

Dolayısı ile ders esnasında sadece bir tek şeyi düşünmeliyiz, manevi çalışma ile üzerimize çektiğimiz Işıkla nasıl bir bağ kurabiliriz. Ancak o zaman bu işe yarar. TES’te Baal HaSulam’ın yazdığı gibi, sadece manevi kitapları çalıştığımız zaman, beraber aynı niyetle oturduğumuz zaman, her birimiz ıslah olmayı istediğimiz zaman, Yaradan’ın gücü insana amaca gelmek istediği kadar yansır. Bu aksiyonu Işık yapar yani Adamı Işık düzeltilmiş bir seviyeye yükseltir.

Her sabah maneviyatı çalışırken içinde bulunduğumuz koşulu unutmuyoruz. Her birimiz, herkes için Işığı çekmeyi düşünmeli.

Şu anda 10 gün süren tövbe dönemi denen bir bayram var. Aslında bu manevi bir süreç. Kişinin kalpteki noktası uyandıktan sonra yani hayatımın manası ne, neden yaşıyorum diye sormaya başladıktan sonra Kabalaya gelir. Kısaca aradığımız cevap hayatın manası ne.

Kişi bu safhada bu dünyevi hayatını sorgulamaz, bu hayatın ötesini yani yaratılışımın bir amacı var mı diye sorar. Bu dünyanın ötesinde bir var olma koşulunu arar. Kişi böylece Kabalaya gelir ve manevi çalışmaya girer.

Kabala çalışmaya başlayan kişi zamanla kendi içindeki kötülüğü görmeye başlar. Bu safhanın sonunda bağışlanmak denilen bir koşula girer. Bu safhada kişi egoist doğasını görür. Yani Yaradan’ın doğasına ne kadar zıt olduğunu, ihsan etmeye ne kadar ters olduğunu görür.

Kişi bu iki zıt koşulu gördüğü zaman (yani kendi doğası ile Yaradan’ın doğasını) doğasını değiştirmesi gerektiğini anlar ve bir karara gelir. Bu karar aslında insanın gelişiminin başlangıcıdır. İşte eylül ayının başlangıcındaki bu bayram bunu sembolize ediyor. Kişi bu aşamada yeni bir yol tayin eder. Buna Roş HaŞana (yeni yıl), yani manevi gelişimin başı denir.

Kişi kendisini incelemeye başlar ve görür ki Yaradan’ın ifşasına gelmek istemektedir. Kabala ilmi, Baal HaSulam’ın söylediği gibi, Yaradan’ın yaratılana bu dünyada iken ifşasıdır. Yaradan aşama aşama ifşa olduğu zaman kişi Yaradan’a zıt olduğunu hisseder ve değişmesi gerektiği kararına böyle gelir.

Kişi kendisini nasıl çevirmeli ve nasıl ihsan etmeli gerekliliğine gelmeli ki, Yaradan’a bir şekilde benzeye bilsin. Bunun için kişi tüm arzularını inceler ki bütün arzuları Yaradan’a benzemeye, değişime odaklansın. Bu yüzden on günlük tövbe günü denir, tıpkı on Sefirot gibi.

Yukarıdan organize edilen bu koşulları kişi analiz eder yani Yaradan’ın Işığı yansıdıkça kişi bir karara gelir ve Yaradan’a yakın hiçbir niteliği olmadığını görür. Böyle bir analizden sonra Yom Kipur denilen bir bayram gelir. Yani kişi hiçbir arzusunu kullanamaz. O yüzden bu bayramda bir şey yenmez, deri giyilmez vs. Yani arzularını kullanmamaya tekabül eden koşullar vardır bu bayramda.

Kısaca kişi kendisini kısıtladıktan sonra ihsan etme denilen bir koşula gelir aynen Kabala ilmini çalışırken Yaradan’ın ıslah eden Işığını çektiğimiz gibi. Kişi manevi çalışmasına bunu ekler ki Işığı çekebilsin.

Akabinde Sukot denilen bayram gelir yani kendisini Yaradan’ın saran Işığı vasıtası ile ıslah etmiştir. Elbette bu süreç bayram sıralamasına göre değil. Yılın herhangi bir gününde olabilir.

Diğer taraftan zamanı hızlandırmak denilen bir koşul vardır. Bu tür bayramlarda Yaradan adamı özellikle uyandırır. O yüzden insanında kolektifle beraber gitmesi lazım. Bu yüzden ben halkımla otururum diye yazar.

Kişi genel uyandırılmayı kullanırsa o zaman manevi gelişiminden tat alabilir. Bu yüzden bayramlarda kişi maneviyat çalışırken çaba sarf ettiği gibi çaba sarf ederek edindiği izlenimlerle içinde o aksiyonları yapabilmelidir.

Kasıtlı olarak ya da bilmeden bazen hocama kızması için sorular sorardım. Mesela, Işığı biz mi çekeceğiz yoksa önceden tayin edilen bir süreçle mi geliyor, gibi. Bariz ki adam çabasından başka bir şey eklemiyor. Kişinin içindeki kötülüğün ifşası, kabın sırt denilen koşulu, yani bir bayağılık. Dolayısı ile adam bunla ilgili mutlu olmalı.

Nasıl mutlu olacağız? Eğer hissettiğin fenomene değil de sana bunu getirene tutunursan hissinin üzerine mantık ötesi inançla çıkabilirsin. İnanç demek ihsan edenle bağ hissedebilmek için arzu duymak demektir. Bu bağ seni öyle bir safhaya getirir ki, kendine baktığın zaman O’nun aksiyonunu görürsün. Aynı şekilde aynı süreçten geçerek Yaradan’ı haklı görürsün. Bu şekilde bir üst dereceye çıkarsın. Dolayısıyla bizde bunu yapana tutunalım. Yaptığımız çalışma bu.

Kişi karanlığa düştüğü zaman mutlu olmalı çünkü Yaradan’a tutunmak için bir fırsatı var. Bu kötü hissin üzerine kişi yükselebilir, Yaradan’ı haklı çıkartabilir ve Yaradan ile bütünleşebilir. Bu şekilde kişi üst dereceyi hissetmeye başlar. İnsan buna alıştıkça, bunu anladıkça ve buna tekabül olarak ilerledikçe hiç karanlığı olmadan mutlu olur.

Sürekli bir boş yer bulmak güzel bir şeydir çünkü bunun üzerine çıkabilmek için bir fırsat vardır. O zaman emin olur ki iyi bir moralden dolayı Yaradan’a tutunmadı, gereklilik itibari ile hep O’na tutunmaya başlamıştır. Yani karanlık hissettiği o koşulu Yaradan’a tutunmak için bir fırsat olarak kullanır.

Birde bu karanlıktan kurtulmak için mi Yaradan’a tutunuyor diye bir koşul daha var ama biz daha sonra bundan bahsedeceğiz.

Kabala ilmi bize şöyle öğretiyor; bizler Yaradan ya da doğa dediğimiz bir güç tarafından idare ediliyoruz. Baal HaSulam diyor ki; Yaradan, doğa adı önemli değil her şey bir güç tarafından idare ediliyor. Bu güç bizleri idare ediyor.

Bu gücün arzusu bizi kendisiyle eşitliğe, dengeye getirmek. Bunu ya bizleri zorlayarak yapabilir yani bize hükmederek zorla yaptırabilir. Bu şekilde bizlerde doğanın bir parçası gibi gereklilik içerisinde, bize hiçbir fikrimizi sormadan ızdırap ya da zevkle bizi an be an yönlendirir. Bize ne yapacağımızı söyler ve bununla birlikte içimizde istediği reaksiyonları yaratır. Düşünce ve arzularını içimize sokar ve bize öyle bir çevre hazırlar ki o çevre bize hükmeder.

Aynı zamanda Yaradan bu koşulu farklı bir şekilde de yapabilir. Kendi gelişimimizi kendimiz sağlayabilmemiz için bizlere bir fırsat tanır. Bizler gönüllü olarak bu gelişimde yer alırsak O’nun aksiyonlarını bilerek bizden ne istediğini bilebiliriz ve bize olan her şeyde kendi başımıza yer alabiliriz. O’ndan bir örnek alarak kendi kendimizi O’nun yerine yönlendirmeye başlayabiliriz. Yani kendi kendimize hükmetmeye başlayabiliriz. Tıpkı bir çocuğun yavaş yavaş büyüyerek kendi ayakları üzerinde yürümeyi öğrendiği, kendi başının çaresine bakabildiği, hayatını organize edebildiği gibi.

Yaradan’ın bizlere yaptıkları zorla bizleri geliştiriyor. Fakat bizler maneviyatı çalışarak O’nun yaptıklarını bilmek istiyoruz. İçimize arzuları nasıl koyuyor, içimde oluşan bir düşünce O’nun vasıtası ile ve yaptıkları ile nasıl uyanıyor, an be an çevremi nasıl değiştiriyor. Bunların hepsi sadece ben değişeyim ve O’nunla denge sağlayabilmem için.

Eğer kendim gelişmek istiyorsam Yaradan’ın bir çocuğa yaklaştığı gibi, düşüncelerimi, arzumu ve çevremi değiştirmek için bana bir fırsat veriyor. Bunun sonucu itibari ile değişebilirim. Yani tüm realitede yaptığı her şeyle bana, al ve kendin yap, kendini eğit, kendini geliştir diyor. Ben sadece sana örnekler veriyorum diyor. Yani yaptığımın sırrını sana açıyorum.

Kabala ilmi aslında bu. Şöyle ki, bizlere Yaradan’ın yaptığı her şeyi yani içimizde, çevremizde ve tüm dünyada, realitede olanları ifşa ediyor. Böylelikle bizler bu aksiyonları Yaradan’dan örnek ve güç alarak kendi başımıza yapabilelim.

Kabala ilminde bize açıkladıkları şey şu, bu dünyada yapmamız gereken şey kırılmayı düzeltmek. Bizim bu dünyada olmamızın nedeni, kırılmanın sonucu. Kırılmak demek, hepimiz bir zamanlar bir ruh olarak bağ içerisindeydik demek.

Daha sonra Kabala ilminden öğreniyoruz ki, ilk önce Ein Sof yani sonsuz haz denilen, içinde sınırı olmayan bir koşuldaydık. Daha sonra Yaradan’ın etkisi ile o bir olan sistem, o bir ruh kırıldı. Ve her kişi sadece kendisini hissetmeye başladı. Böylece tüm sistemi hissedememeye başladı. Bu dünyada kendimizi hissetme koşuluna, bu dünyada ki adam diyoruz. Aslında bu dünyada adam diye bir şeyde yok. Bu dünyada aslında sonsuzluk dünyası. Zira Yaradan’ın yarattığı o sonsuzluk dünyası sistemi değişmedi, sadece bizim algımız değişti.

Peki adam bu dünyada nasıl hissedecek? Bir Kabalist bize bu koşulu şöyle anlatıyor, bu dünyada bilinçsiz ve bir hayal âleminde olduğumuzu söylüyor. Yani adam kendisini şu andaki hayatındaymış gibi sadece hayal ediyor. Şimdi bu koşulun amacı, o hayal içinde ve bilinçsiz olduğumuz yani diğer gerçek koşuldan kopuk olduğumuz izlenimi hissiyatı, bizlerin daha önce sahip olduğumuz bağı kurabilmesi için. Bunu bilinçli, kendi gücümüzle, bir takım egzersizlerden, süreçlerden geçerek yapmamız lazım ki biz kendi başımıza Yaradan’ın yarattığı o gerçek koşula geri dönebilelim. Yani uyanıp tekrar bilincimizi edinmemiz lazım.

Bu bilince gelebilmemiz ve bize yardımcı olmak için, o safhadan geçen insanlar yani kendilerini ıslah etmiş olan insanlar, uyanmış olan insanlar, diğer ruhlarla doğru bağı inşa etmiş insanlar ve kendilerini tekrar sonsuzluk dünyasında hissetmeyi başarmış olan insanlar bize anlatıyorlar. Diyorlar ki; bu geri dönüşün sonucu olarak yani kişinin manevi çalışması ile, çabası ile, arayışı ile yaptığı tüm çalışma ile kendilerine daha yüce bir anlayış, güç, his edindiklerini söylüyorlar ki bu sonsuzluk dünyası.

Dolayısı ile o koşulun tam derinliği nedir, kim yarattı, nasıl yarattı gibi sorularına cevapları da yani sonsuzluk dünyasının ötesini de edinebiliyorlar. Yani kim şekillendiriyor, Yaradan kim. Dolayısı ile geri döndükten sonra hissettikleri o haz, doyum, ilk sonsuzluk dünyasında ki yaratıldıkları koşuldan 620 kat daha derin, daha büyük bir haz demek.

Bunları bizler hissedemediğimiz için ne demek istediklerini bilemeyiz. Dolayısı ile bizim realitemizde sonsuzluktan kopuk oluşumuz, herkesin kendisini yalnız ve kendi başına hissetmesi ve bu dünyayı görmesi koşulundan, bu dünyada bağ kurarak sonsuzluk dünyasına gelmemiz lazım. Aradaki fark burada.

Dolayısı ile insan bunun için ne kadar arzu, özlem duyarsa, o kadar çok manevi dünyaya geri döner. Ne kadar çok maneviyatı çalışırsak da o kadar çok Kabala ilmini realize etmiş oluruz.

Son zamanlarda sonsuzluk dünyasına geri dönmek yani ruhlar arasındaki doğru bağı inşa edip, kırılmayı düzeltmek tüm ruhlarda hissedilmeye başlandı. Sadece kalbindeki noktası uyanan özel insanlarda değil, tüm insanlarda hissedilmeye başlandı. Zira Reşimot, kişinin uyanışı birçok insana gelir. Ve tüm ruhlarda o bağ için gereklilik hissedilir. Elbette henüz diğerlerini hissetmiyorlar ve tam bunun içinde de değiller. Bizlere bu dünyevi kriz olarak ifşa oluyor. Eğitimde, aile hayatımızda, insanoğlunun genel çaresizliğinde, insanların dünyevi koşullarından kendilerini koparmak için uyuşturucuya dönmeleri ve son zamanlarda ki global ekonomik koşulların hepsi aramızdaki bağın eksikliğini gösteriyor. Yani aramızda doğru bağın olmadığını.

Dolayısı ile uluslararası sistemlerle, internetten vs. ne kadar çok aramızda bağ kurmaya çalışsak da bu yaptıklarımız insanlar arasında bağ kurmaya yönelik değil ki. İnsanın yaptığı her şey bir başka insanı kullanmak için. Dolayısı ile insanlar arasındaki ilişki ters işliyor, ters etki yapıyor. Ancak bu koşuldan kişi darbeler yiyerek yanlış yaptığını öğrenmeye başlıyor. Tıpkı bir çocuğun oyun oynarken, bir şeyler yaparken, ebeveyninin, annesinin, babasının tavsiyesini almadan ya da yönlendirmesini almadan bir şey yapmaya çalıştığı zaman, bakıyor istediği gibi olmuyor, kızıyor, ağlıyor, atıyor. Bizlerde aynen böyleyiz.

O sistemi inşa etmeyi arzulayarak, aramızda ki bağı inşa etmeye çalışarak içgüdüsel olarak yapmaya meyilli oluyoruz. Fakat insan egosuna göre inşa etmek istiyor. Hocalarımızın, Kabalistlerin tavsiyesini almak istemiyor.

Kabalistler diyor ki, bu oyunun bir amacı var, tüm hayatın bir amacı var. Bu oyunun genel amacı, eğer bu oyunu kurallarına göre oynarsan bu dünyada hiçbir ızdırap çekmeden, zoraki ilerleyeceğine güzel güzel ilerlersin.

Fakat insanoğlu her şeyin parçalarını bir araya getirerek kendince bu dünyada sistemler inşa etmeye çalıştığı zaman, adam sürekli bir tokat yiyor, her şey darmadağın oluyor, sonra bir inşa daha ve yine aynı şeyi yaşıyor. İşte tüm insanoğlunun yaptıklarını düşünmesi, anlaması için bizim bunu dünyaya anlatmaya çalışmamız lazım. Yani kendimizi içinde bulduğumuz bu koşul ne, niye böyle diyerek insan denilen toplumsal sistemi ortak destekle güzel bir şekilde inşa edebiliriz. Bu çok kolay bir şey.

İnsan sanıyor ki her şey zor. Ben şimdi nasıl kendimi aşıp egomun üzerine çıkacağım, başkaları ile bağ kuracağım, arkadaşımı seveceğim gibi insanlar bunu gerçekçi bulmuyorlar. Eğer adam sadece kendisini düşünüyorsa bu adam için gerçekçi değil ve adamda haklı. Fakat insan yüzde yüz değil ama yüzde on bile bunun olabileceğini düşünürse bu mümkün olabilir çünkü toplum herkesi etkileyen bir güç. Toplumun çevrenin gücü dediğimiz sosyal bir gücü var.

Gözlerimizi açarak, sonsuzluğu olmayan o bütünlüğe ulaşmamız lazım. Bir taraftan bu koşul var. Öteki taraftan da hissetmemiz gereken şey de sorumluluk. Yani olan her şey bizim için, anlayışımızı ifade etmek için bir fırsat.

Baal HaSulam’ın Bağ adlı makalede açıkladığı gibi, Kabala çalışanlar bir kapı sadece. Bu nedenden dolayı öğretiyi anlatmamız lazım. Tüm insanoğlunun parçası olduğu o genel ruhu ızdırap çekmeden bir araya getirmemiz lazım. Her şey Yaradan’ın rızasına göre. Manevi ilim bunun için var. Bu nedenden dolayı beraber çalışıyoruz. Niyetimiz şu, bir an önce, hızlı bir şekilde nasıl doğru bir bağ kurabileceğimizi anlayabilmek ki, bu rüya denilen bu hayattan bilincimizin uyandığını ve gerçek anlamıyla Yaradan’ın bizi yarattığı o manevi dünyayı hissetmeyi isteyelim. Tüm insanoğlu içinde bunu arzuluyoruz.

Baal HaSulam Bağ makalesinde yazıyor; Maneviyatı arzulayanlar bir kapı oluşturur ve ruhlarındaki kıvılcım tüm insanoğluna akar ki, tüm insanoğlu Yaradan’ını arzuladığı seviyeye gelsin ve gelişsinler ki tüm insanoğlu o insan sevgisinde var olan mükemmelliği hissetsin. Kişi o zaman kendisini Yaradan’ın rızası için çalışmaya getirebilir.

Bizler bu gün öyle bir gelişim safhasındayız ki, örnekleri Yaradan’dan alıp kendimiz yapmak zorundayız. Yaradan’ın bizleri binlerce yıldır zoraki gelişiminden ayrı olarak bunu yapmalıyız. Çünkü binlerce yıldır insanoğlu Yaradan’ın ilahi yönetiminde egoistik bir şekilde arzudan arzuya, kendisi için egoistçe daha iyi olan koşula koşuyor. Daha az çalışıp daha çok nerede elde edebilirim ona çekim duyuyor. İnsanoğlu ızdıraplardan kaçıyor ve bir ödüle, bir hazza çekim duyuyor. Bu hayvansal gelişim. Çünkü bu koşul için içimizdeki insan denilen o safhayı geliştirmeye gerek yok. Yani Allah’a benzemeye, O’nun işleyen güçlerini bilmeye böyle bir gelişim için gerek yok.

Geçmişte bu şekilde gelişiyor idik. Bizler bu gün öyle bir safhaya geldik ki artık Yaradan’a benzemek denilen bir duruma gelmemiz lazım. İnsan denilen varlığın gelişiminin son safhası ki, buna “Mesih’in Gelişi” denir yani Allah’ın Işığının adama yansıyıp adamı ıslah etmesi. O yüzden adam bilincini geliştirmek zorunda. Yani Yaradan’ı bilmek, O’nu anlamak ve gelişimimizi üstlenmek durumundayız. Tıpkı bir çocuğun büyümek istemesi gibi ve yetişkin olmanın ne olduğunu (ebeveynlerinden aldığı örneklerle) öğrenerek gelişmesi gibi.

Dolayısı ile bizlerde tüm insanoğlu olarak, gelişmemiz için Yaradan’ın yaptıklarını örnek olarak almalıyız. Kabala ilminin ifşa ettiği şey bu ve insan kendisine bunları uygulamalı. Dolayısı ile Yaradan’ın ifşası insan için bir zorunluluk. Böylelikle adamım Yaradan’dan öğrenerek gelişmesi zorunluluk haline geldi. Kişi bunu ne kadar çabuk anlayabilirse gelişimi için bu o kadar iyi ve zaman bunu bizden talep ediyor ki daha az ızdırap çekelim.

Yirminci ve yirmi birinci yüzyılda insanoğlunun çektiği ızdırap kişinin geçmişte çoktan Kabala ilmini üstlenip, manevi gelişimini yapıp Yaradan’ı ifşa etmesi gerekliliğinden kaynaklanıyor. Yani bunu geçmişte çoktan yapmamız gerekiyordu, bu yüzden yapmadığımızdan, geç kaldığımızdan insanoğlu muazzam bir ızdırapla gelişiyor. Şu an insanoğlunun çektiği ve önümüzde olan problemler, ıstıraplar manevi gelişimimizdeki gecikmeye tekabül eden darbeler olacak. Bu yüzden bizler bir an önce kendimizi geliştirmek zorundayız. Baal HaSulam şöyle söylüyor, sanki başımızın üzerinde çekilmiş bir kılıç var.

Tüm dünyada olan problemlerin nedenini ne kadar çok açıklayabilirsek, manevi amaca yönelik o kadar çabuk ilerleye biliriz. Aslında dünyada ifşa olan tüm problemler yirminci yüzyılın başında başladı. Bildiğiniz gibi Amerika da ekonomik kriz 1929‘da oldu ve başka ülkelerde de başka boyutlarda krizler oluştu.

Bizler şimdi dünyaya gelen problemlerin bir amacı olduğunu anlatabilirsek, bu güçle bir bağ kurmamız gerektiğini, aramızda egoistçe bir yaklaşım olduğunu ve bu yaklaşımın doğru olmadığını, doğanın kanunlarına uygun olarak hareket etmediğimizi ifşa edersek (global kanunlarla doğanın kanunları bir bağ içerisinde) ve eksik olan bu bağın bizde olmadığını ne kadar çabuk anlayabilirsek ızdırap yerine iyilikle ilerleyebilir, gelişebiliriz.

RABAŞ

Lo Lişma’dan Lişma’ya gelinir denilir. Lişma ihsan etmek için Lo Lişma ise almak için. İnsanların manevi çalışmasında ilk başta kendisi için almak seviyesinde başlar. Zira ihsan etmek için ilk başta çalışamaz. Ve ödülünün de Lişma yani ihsan etmeye gelmesi olması gerek. (Rabaş öğrenciye ne soruyorsun şimdi diyor)

ÖĞRENCİ

Peki, bir insan bunu istemeye nasıl gelecek?

RABAŞ

Adam Yaradan’a bir ricada bulunur, bunu istemek için bana bir arzu ver. Bu arzuyu adama kim verebilir? Sadece Yaradan. O yüzden adamın talebi; Kalbimizde ki o noktaya, duyarak, öğrenerek, çalışarak ve yapmamız gereken her şeyi, maneviyatta ki her şeyi sevgiyle yapmamıza bizi zorla.

ÖĞRENCİ

Ama tüm doğamız almak için.

RABAŞ

Zira haz var ve zira haz var. Almaktan duyulan bir haz var ki bu kötü. İhsan etmekten duyulan bir haz var ki bu iyi. Neden? Hocalarımız şöyle diyor; Allah’ın niteliklerine tutunun, O’nun merhametli olduğu gibi sende merhametli ol.

Şimdi Yaradan ihsan ediyor, O mutlu mu mutlu değil mi? Bizde istiyoruz ki ihsan ettiğimiz zaman sevgiye gelelim. Peki, bu haz değil mi? Eğer ihsan ettiğinde Yaradan gibi mutlu olamazsan, o zaman form eşitliği olmaz.

Yaradan ihsan etmekten mutlu ve bizde ihsan etmemiz gerektiğini görmezsek ızdırap çekeriz. Dolayısı ile kalbimizden sevgiyi vermemiz lazım, tıpkı Yaradan’ın ihsan ettiği gibi. Yoksa ne gibi bir form eşitliği olabilir ki.

ÖĞRENCİ

Kişi form eşitliğimi istemeli?

RABAŞ

Elbette. Neden ihsan etmeye ihtiyacın var? Form eşitliği kanunu için, Yaradan ile bütünleşmek için. Bu nedenden dolayı adam ihsan etmeyi ister, Yaradan ile bütünleşebilmek için ihsan etmek ister.

Hocalarımız der ki; şifayı ver ve iyilik yap. Allah’ı sevmek bu.

RAV

Şimdi, realitede mutluluk olmadan sevgi olabilir mi?

Burada Rabaş’ın derste niyetimizle ilgili konuştuğu bir alıntıyı okuduk. Baal HaSulam’ın bize TES (On Işığın Çalışılması) kitabında girişte söylediğine ekleyecek bir şey yok. TES’e giriş 198. sayfada bir kısım okuyacağız;

Ve kişi sormalı neden Kabalistler öğrencilerine öğretmek istedi. Zira bunu anlatmada muazzam bir şifa vardır. Her kim Kabala öğrenirse bir şifa bulur. Bir öğrenci neyi çalıştığını anlamamasına rağmen fakat anlamak için büyük bir arzusu olduğu için ve derinliğine sürekli bununla ilgilenerek arzuladığı için, kişi zamanla anlar.

Her halükarda herkes edinime gelir. Zira Yaradan’ın aktarmak istediği her şeyi edinir. Eğer kişi bu hayatında edinmiyorsa bile bir sonraki reenkarnasyonunda edinecektir. Kişi mükemmelliğe gelmemiş olsa bile kişiye gelecekte gelecek olan Işıklar saran Işık olarak bilinir. Yani Allah’ın Işığı adama hazırdır. Ve alma arzularını arındırmak için hazır bir şekilde bekler.

O zaman bu Işıklar o kabları kıvama gelince doldurur. Kişinin o kabları, arzuları henüz hazır olmasa bile, maneviyatı çalışıp, ruhu ile ilgili bu nosyonları, Işık, arzu gibi şeyleri çalıştıkça adama belli bir dereceye kadar Yaradan’ın Işığı yansır. Ancak kişiye henüz ruhunun içselliğine sarmadan yansır. Zira daha henüz Işığı algılayacak bir duyusu yok. Ancak kişi defalarca maneviyatı çalıştıkça Yukarıdan kendi üzerine Işığı çeker. Ve Yaradan’ın Işığı adama kutsallığı getirir, adamı arındırır ve bu kişiyi mükemmelliği edinmeye getirir.

RAV

Ne tür bir insana gelir girişte sayfa 159 da bize bahsediyor. TES’e önsöz madde 2;

Elbette kalbimizi çok meşhur bir soruyu cevaplamak için yönlendirecek olursak, tüm ufukta ki tereddütler kaybolur. Ve kişi bu tereddütlerin ortadan kalktığını görür.

RAV: Yani adam hayatımın manası ne sorusunu kendisine soruyorsa er ya da geç Kabalaya gelecektir.

OKUMA: Başka bir deyişle hayatımızın sayılı rakamları bize ızdıraplar ve muazzam bir yük olarak geliyor. Kim bu yükten ve bu ızdıraptan memnun ki. Hatta daha öte bir soru var. Ben bu çektiklerimle kime memnunluk veriyorum?

RAV: Adamın bunun için birçok şeyi bilmesi gerekmiyor. Zeki olması da gerekmiyor. Dolayısı ile adam bilmek istiyorsa, hayatımın manası ne, niye yaratıldım diye soruyorsa o zaman adam arayışında Kabalaya gelir. Hocalarımızın yazdığı gibi; her kim maneviyatı çalışırsa kendisine özel bir güç çeker, gözlerini Yaradan açar ve adam manevi dünyaları keşfeder.

Manevi dünyaları çalışırken Atzilut dünyasındaki Adam Harişon’un ilk yaratıldığı o sisteme yükselmeye çalışıyoruz. Bu Yaradan’ın insana yansıyan Işığı ile olabilir.

Kişi bunu ders esnasında hissetmez ama Yaradan’ın Işığı maneviyatı çalışanlara yansır. Işığın gücü, kişiye olan etkisi ve kişiyi düzeltmek için üzerine verdiği etki insanın arzusuna bağlıdır.

O yüzden kişinin maneviyatı çalışırken, amacı hatırlaması, neden öğreniyorum diye düşünmesi önemli ki, bu otantik kaynaklarla çalıştığımız koşullar, bu dünyaya gelmeden önceki kökümüze dönmeye yardımcı olsun.

Kişi ıslahını ne kadar düşünürse, ne kadar arzularsa, ne kadar unutmazsa içinde o manevi çalışmanın amacını uyandırır ve ıslah eden Işığı üzerine çeker.

Eğer bu şekilde her birimiz, hep beraber bunu düşünürsek, o zaman düşüncede birbirimizi uyandırırız ve o zaman niyetimize tutunmak daha kolay olur.

Dolayısı ile Kabala ilmi bir şeyleri anlamak için değildir çünkü maneviyat adamın anlayışına bağlı değildir. Sadece Yaradan’ın Işığına bağlıdır.

Barış makalesinde Baal HaSulam şöyle söylüyor;

Yaradan’ın ilahi yönetimi vasıtası ile ihsan etmeye gelmek durumundayız. Eğer bunu yapmakta tembel olursak doğa bizleri cezalandırmayı durdurmayacak. Geleceğe yönelik, boynumuz üzerinde çekilmiş bir kılıç var. Her halükarda doğa bizleri doğanın kanunlarını uygulamamız için zorlayacak.

SORU: Bize gelen darbelerin amaca yönelik olduğunu nasıl bilebilirim?

RAV: Manevi çalışmada kişiye anlattıkça, kalpteki noktası uyandıkça, insan hayatının manasını sorguladıkça ve hayatımın manası ne diye sormaya başlarsa adam kendi üzerinde işleyen tüm o sistemi ifşa etmeye başlar.

Fakat kişi hayatının özüne çekim duymuyorsa ve maneviyatı çalışmıyorsa, Kabala çalışmıyorsa, bir şekilde insanoğlu arasında yer alıyorsa ve hayatın formlarında tekme, tokatlar hissediyorsa (ki bunları hissedecek) bu adamın bir açıklamaya ihtiyacı var demektir.

Neden hayatta darbeler yiyorum? Neden hayatımda problemler var? Niye sürekli ızdırap çekiyoruz? Bunun nedeni ne? Gibi soruların cevabını en azından kişinin bilmesi, insana yer almak için bir fırsat verir. Ve kişi ıslahın genel sürecine girebilir.

Bu gibi kişilerin aslında gelip oturup maneviyatı çalışmasına da gerek yok. Hayatının amacının, hayatının nedenini bile duyması yeter. Çünkü maneviyatta baskı yoktur ve herkes arzusuna göre çalışır.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
18 - 0,087