e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada Sevilenin Oğlu ve Nefret Edilenin Oğlu Nedir?

Çalışmada Sevilenin Oğlu ve Nefret Edilenin Oğlu Nedir?

Makale No. 46, 1991

Midraş, (Baal HaTurim’de sunulan) “Bir adamın iki karısı varsa, biri sevilir diğerinden nefret edilir” diye yazılanlar hakkında şöyle der. Diyor ki, “‘Eğer bir adamın iki karısı varsa’ Yaradan’dır. ‘Sevilenler’ O’nun yüzünü gösterdiği putperestlerdir, ‘nefret edilenler’ ise O’nun yüzünü gizlediği İsrail’dir.”

Bunu anlamalıyız, çünkü Yaradan’ın kendi halkı olan İsrail’i sevdiğini yazan tüm yerlerle çelişmektedir, çünkü şöyle yazılmıştır (Malaki 1:2-3), “‘Seni sevdim’ diyor Efendi. Ama siz, ‘Bizi nasıl sevdin’ diyorsunuz.” “Esav Yakup’un kardeşi değil miydi?” diye soruyor Efendi. ‘Yine de Yakup’u sevdim, Esav’dan nefret ettim.” Ayrıca, “Kendi halkı olan İsrail’i sevgiyle seçen” diyoruz.

Bunu çalışma içinde yorumlamalıyız: Bilindiği gibi bu çalışmada her şeyden tek bir beden içinde söz ediyoruz. Bu nedenle “iki eş” ifadesini, onların aynı bedende oldukları şeklinde yorumlamalıyız. Bu, insanın içinde iki güç olduğu anlamına gelir: 1) kişinin kendi yararı için alma arzusu, 2) ihsan etme arzusu, her şeyi Yaradan’ın rızası için yapma arzusu.

Bu ikisine “iki eş” denir. Başka bir deyişle, insanın içindeki “dünyanın yetmiş ulusu” ve “İsrail” niteliğini tespit etmeliyiz. “Dünya uluslarını” kişinin kendi çıkarı için alma arzusuna atfederiz ve “İsrail’i” Yaradan’a ihsan etme arzusuna atfederiz.

Bu iki arzunun yukarıdan geldiğini bilmeliyiz, yani onları sadece Yaradan verir ve onları kendi başına almak insanın elinde değildir. Aksine, “kendisi için alma arzusu” olarak adlandırılan ilk güç, kişiye herhangi bir çaba sarf etmeden gelir. Kişi doğar doğmaz bu güce sahip olur. Ancak ikinci güç olan “ihsan etme arzusu” emek sarf etmeden yukarıdan gelmez. Bu demektir ki, kişi önce bunu edinmenin yollarını aramalıdır ve ancak o zaman yukarıdan ihsan etme arzusunu alır. Ancak bu arzu emek sarf edilmeden verilmez.

İhsan etme arzusunun emek olmadan verilmemesinin ve alma arzusunun emek olmadan verilmesinin nedenini anlamalıyız. Bu böyledir çünkü yaratılış amacına, yani yarattıklarına iyilik yapma amacına ulaşmak için, O’nun haz alma arzusunu içeren bir yaratılış yaratması gerekiyordu, zira arzu olmadan hiçbir şeyden haz almak mümkün değildir. Dolayısıyla, Yaradan, yaratılışın içine haz alma arzusunu yerleştirmiştir.

Bu demektir ki, eğer insan doğduğunda buna sahip olmasaydı, “yaratılan” olarak adlandırılması imkânsız olurdu, çünkü bu bize yaratılışın “yokluktan var olma” meselesini gösterir, yani kişinin ihtiyacını tatmin etmek istediği bir arzu ve ihtiyaç yaratılmıştır. Bu nedenle bu arzu, herhangi bir çaba sarf etmeden hemen gelir. Başka bir deyişle, alma arzusu olmasaydı, hiçbir gelişme olmazdı, dolayısıyla dünyada hiçbir şey olmazdı, zira bizler her şeyi yalnızca bizi ilerlemeye iten alma arzusunun gücüyle öğreniriz. Bu nedenle bu arzu bize herhangi bir çaba sarf etmeden gelir.

Ancak ihsan etme arzusuna gelince, Yaradan bunu bize herhangi bir çaba sarf etmeden vermez. Bu demektir ki, yaratılışa sahip olduğumuzda ve Yaradan’ın yaratılanlara doyum vermesi gerektiğinde, Yaradan onlara onların talep ettikleri ve ihtiyaç duyduklarını söyledikleri şeyi verir. O zaman Yaradan onların eksikliğini doldurur. Bu nedenle, bir kişinin Tora ve Mitzvot’ta gösterdiği tüm çaba, ihsan etme arzusunun eksikliğini edinmek içindir. Demek ki, insan haz alma arzusu olmadan bu dünyada yaşayamayacağını anlar, yani kişi haz alabilmesi için alma arzusuna verecek hiçbir şeyi olmadığını görürse, dünyada var olamayacağını bilir, zira kişi canlılık olmadan yaratılışın amacı olan Yaradan’ın yarattıklarına iyilik yapma amacına ters düşer.

Aynı şekilde, kişi Yaradan’la Dvekut’u [bütünleşme] edinmesini sağlayacak ihsan etme arzusuna sahip olmadıkça, bu dünyada ne yaşamı ne de hazzı olmayacağını hissetmelidir. Başka bir deyişle, hayatta hiçbir tatmini olmadığını görür. Bu nedenle, bütünlüğü edinmek ister, çünkü yaratılışta haz ve mutluluk olmalıdır. Ancak, ihsan etme arzusu olmadan kişi bütünlüğe ulaşamaz. Bu duruma “eksiklik ve ihtiyaç” denir ve kişi böyle bir eksikliğe sahip olduğunda, yukarıdan, Yaradan’dan “ihsan etme arzusu” adı verilen ikinci arzuyu alır.

Bu nedenle, kişi ihsan etme arzusu için bir eksiklik edinmek amacıyla elinden gelen her şeyi yapmalıdır. Ancak, kişi bilmelidir ki, ihsan etmek için her şeyi yapmak istemesine rağmen, beden kendi yönetiminden çıkmasına izin vermez ve bu da kişinin düşüşlerine ve yükselişlerine neden olur. Bu demektir ki, alma arzusu ihsan etme arzusuna galip geldiğinde, yani alma arzusu kişiye kendisinin haklı olduğuna dair arzular ve düşünceler getirdiğinde, yani ona kendini sevme konusunda daha büyük bir tat verdiğinde, bu demektir ki “dünya milletleri” olan alma arzusu her seferinde daha fazla tat alır ve böylece daha fazla güç kazandığında, ihsan etme arzusuna duyulan ihtiyacı ortadan kaldırır.

Dolayısıyla, kişinin ihsan etme arzusuna olan ihtiyacı edinmek için verdiği tüm emek kendisinden ayrılır ve kişi düşüş sırasında kendisi için alma arzusuyla hemfikir olur. Bununla birlikte, daha sonra kişi iyileşir ve ihsan etme arzusu ihtiyacını edinmek için bir kez daha çalışmaya ve emek harcamaya başlar ve ardından alma arzusu bir kez daha galip gelir. Dolayısıyla yükselişlerin ve düşüşlerin nedeni budur.

Bu durum, kişi O’nun yardımı olmaksızın gerçek ihsan etme arzusuna değil ama ihsan etme arzusuna duyulan ihtiyaca bile ulaşmanın imkânsız olduğu kararına varıncaya kadar devam eder; öyle ki birkaç kez zaten sahip olduğundan daha fazla çaba sarf edemeyeceğini gördüğü bir duruma gelmiştir. Bu nedenle çalışmadan kaçmak ister.

Ancak şunu sormalıyız: Yaratıcı neden yükselişler ve düşüşler olmasını sağladı? Yukarıda söylendiği gibi, insanın ilerlemesi ve azla yetinmemesi için. Bu nedenle kişi yukarıdan bir düşüş alır. Başka bir deyişle, kişinin derecesi düşürülerek ilerlemesine yardımcı olunur. Bu, onun düşünmesine ve yukarıdan kendisinden neyin istendiğini ve bunun için derecesinden indirildiğini görmesine neden olur.

Bu da kişinin yardım için Yaradan’a dua etmesine neden olur. Kişinin yukarıdan aldığı yardım, ona Zohar’da yazıldığı gibi, “kutsal bir ruh” tarafından yardım edildiği, bir ruh edineceği hazırlıktır. Buradan hem yükselişlerin hem de düşüşlerin yukarıdan geldiği sonucu çıkar. Demek ki, düşüşler de kişiye yardım eder ve onlar sayesinde ulaşması gereken hedefe ulaşır.

Bununla Zohar’ın söylediklerini yorumlamalıyız (VaYishlach, Madde 4), “Eğer bir insan arınmak için gelirse, kötü eğilim onun önünde teslim olur ve sağ solu yönetir. Ve hem iyi eğilim hem de kötü eğilim, insanı gittiği tüm yollarda tutmak için birleşir, zira şöyle yazılmıştır: ‘Çünkü O, sizi tüm yollarınızda tutmaları için meleklerini üzerinizde görevlendirecektir.”

Kötü eğilimin insanı doğru yolda yürümekten alıkoyduğunun nasıl söylenebileceğini anlamamız gerekir. Ne de olsa, kişiye Tora yolunda yürümemesini öğütler, onu tüm yollarında başarısızlığa uğratır ve onu Yaradan’ın rızası için çalışmaktan alıkoyar ama sadece kendi çıkarı için çalışır. Bu nedenle, kötü eğilimin kişiye nasıl yardımcı olduğunu bilmeliyiz.

Kötü eğilim kişiye Tora’nın ruhuna yabancı düşünceler verdiğinde, kişinin aldığı düşüşler onun düşüşüne neden olur. Kişinin düşüncesine göre, kötü eğilim ona kendisini sevmenin Yaradan’ı sevmekten daha önemli olduğu hissini vermiş olmalıdır ve düşüşlerin nedeni de budur.

Fakat gerçekte, kişi her şeyi Yaradan’ın yaptığına inanmalıdır. Başka bir deyişle, bu düşüşleri kişiye Yaradan gönderir ki, insana çalışmasında ivme kazandırsın ve böylece azla yetinmesin. Kişi Tora ve Mitzvot’ta elinden geleni yaptığını hissettiğinde, niyetinin Yaradan’ın rızası için mi yoksa kendi çıkarı için mi olduğunu ayırt edemez, zira kişi genel halk tarzında çalıştığında, bir aydınlatma kişinin üzerinde Saran Işık olarak parlar ve ona tatmin verir, böylece çalışmasında herhangi bir eksiklik hissetmez.

Ancak kişi bireyler tarzında çalışmak istediğinde, yani amaç özellikle eylem değil de Yaradan’ın rızası için olduğunda (Madde No. 45, Tav-Shin-Nun-Aleph’te söylendiği gibi), o zaman yukarıdan iyi olmadığı kendisine bildirilir ve bundan dolayı bir düşüşe geçer. O zaman kişi gerçek durumunu görür ve kendini sevmenin kontrolünden çıkmak için bir yol aramaya başlar.

Dolayısıyla, kendisine düşüş koşulunu getiren kötü eğilim olmasaydı, kişi yükseliş durumunda kalır ve Yaradan’la Dvekut hedefine ulaşmaya ihtiyaç duymazdı. Buradan kötü eğilimin kişinin “cansız Keduşa [kutsallık]” koşulunda kalmasını engellemek ama daha ziyade ilerlemesini sağlamak için Yaradan’ın bir meleği, bir habercisi olduğu sonucu çıkar. Bu nedenle şöyle der: “Çünkü O, sizi her yolunuzda tutmak için meleklerini üzerinizde görevlendirecektir.” Dolayısıyla, kötü eğilim de kişiyi koruyan Yaradan’ın bir elçisidir.

Yukarıdakilere göre, Midraş’ın sözleriyle ilgili olarak sorduğumuz şeyi yorumlamalıyız: “‘Eğer bir adamın iki karısı varsa’ Yaradan’dır. ‘Sevilenler’ puta tapanlardır.” Yaradan’ın puta tapanları sevdiği nasıl söylenebilir? “Bir adamın iki karısı varsa” dendiğinde, Yaradan’ın bir kişiye iki eş verdiği, yani iki arzu verdiği, birinin sevildiği, yani kişinin kendi iyiliği için alma arzusu anlamına geldiği şeklinde yorumlamalıyız. Buna “puta tapanlar” denir, yani Yaradan’ın rızası için değil, kişinin kendi çıkarı için.

Bu arzuya “sevilen” denir, yani yaratılanlar bu arzuyu severler çünkü Yaradan onlara yüzünü göstermiştir. Başka bir deyişle, Yaradan dünyayı yarattıklarına iyilik yapma arzusu nedeniyle yaratmıştır. Bu, Yaradan’ın onlara yüzünü, yani alma arzusunu gösterdiği şeklinde değerlendirilir, çünkü hazza duyulan bir özlem yoksa haz almak imkânsızdır. Bu nedenle, Yaradan haz alma arzusuna yüzünü gösterir. Yani, kişi kendisi için yaptığı her şeyden zevk alır ve bu da O’nun kişiye yüzünü göstermesi olarak kabul edilir.

Peki, buna neden “puta tapanlar” deniyor? Bunun cevabı, utanç meselesinden kaçınmak için, almak için almanın yasak olduğuna dair bir ıslah olduğu içindir. Almak için alan kişi çalışmada “puta tapan” olarak adlandırılır. Başka bir deyişle, Yaradan’ın rızası için değil, kendi çıkarı için çalışır. Çalışmada buna “yabancı çalışma”, “puta tapma” denir. Her ne kadar eylemler açısından kişi, “İsrail” ve “Yaradan’ın hizmetkârı” olarak kabul edilse de ihsan etmek olan çalışma açısından buna “puta tapma” yani bize yabancı olan çalışma denir.

Kişi sadece kendi çıkarı için çalışma doğasıyla doğduğundan, ki kişi buna “sevilen” der, Yaradan onlara yüzünü gösterdiğinden, kişi kendi çıkarı için çalıştığı sürece çalışma arzusuna sahiptir, zira doğası gereği alma arzusu için çalışmayı sever. Ama kişi Yaratan’ın rızası için çalışmak istediğinde, yani kendisine değil Yaratan’a fayda sağlamak istediğinde, bu arzu kişideki “İsrail” niteliğine aittir ve bu arzuya “nefret” denir, zira Yaradan onlardan yüzünü gizler.

Başka bir deyişle, kişinin “İsrail” ile ödüllendirilmesi için, Yaradan yüzünü onlardan gizler, çünkü kişi ihsan etmek amacıyla alabilmek için, tüm eylemlerinin Yaradan’ın rızası için olduğu bir şekilde yürümek istediğinde, Tora ve Mitzvot [emirler/iyi işler] üzerinde bir gizleme ve Tzimtzum [kısıtlama] olmalıdır, böylece Tora ve Mitzvot’u herhangi bir ödül olmaksızın, sadece Yaradan’ın rızası için yerine getirdiklerini söyleyebileceklerdir. Bu doğasına aykırı olduğu için, beden bu çalışmadan nefret eder. Ve eğer bir kişi özellikle Yaradan’ın rızası için çalışmak istiyorsa, alma arzusunun üstesinden gelme ve ona boyun eğdirme gücü vermesi için Yaradan’a dua etmekten başka çaresi yoktur

“Arınmak için gelene yardım edilir” diye yazıldığı gibi, kişi bu gücü yukarıdan alır. Yani, ona yukarıdan bir ruh verilir. Bir kişide özellikle “İsrail” niteliğine karşı nefret olması halinde, beden ihsan etmekten nefret ettiği için bunun üstesinden gelemez. O zaman, yukarıdan yardım isteyerek kişinin gerçekten “İsrail” derecesi ile ödüllendirilmesi için yer vardır.

Söylenenlerin anlamı şudur: insanda var olan iki güçten -kötü eğilim ve iyi eğilim- kişi amacın tamamlanmasına ulaşabilir, çünkü her ikisi de onu doğru yoldan ne sağa ne de sola sapmaktan alıkoyar, ancak Yaradan’ın yaratılanlara vermek istediği hazzı ve mutluluğu almak olan amacın tamlığına ulaşmaya gelir.

Bu nedenle “sevilen eş” puta tapanlar, “nefret edilen eş” ise İsrail’dir. Buna, bu iki gücün, alma arzusu ve ihsan etme arzusunun, “insan” ve “hayvan” olarak da adlandırıldığını eklemeliyiz. Demek ki, insandaki alma arzusu, içinde sadece kendi çıkarı olan hayvanların niteliğine ait bir “hayvan” olarak kabul edilir ve “konuşan”, insanın başarması gereken ve yukarıdaki nedenden dolayı sadece büyük çabalarla başarabileceği ihsan etme arzusu olan “insan” niteliğidir, çünkü kişi doğası gereği Yaradan rızası için nasıl bir şey yapacağını anlayamaz.

Bu demektir ki, kişi kendi “hayvanının” taleplerini tatmin etmekle ilgilenir, ancak içindeki “insanın” talep ettiği şeyi kişi tatmin edemez. Aksine, bu Yaradan’dan ona ” hayvanını” yenme gücü vermesini istemeyi gerektirir, çünkü Yaradan’ın yardımı olmadan, yönetim “insan” niteliğinden ve “İsrail” niteliğinden nefret eden düşünce ve arzulara verilir, ki bu da “insan” niteliğidir, bilgelerimizin şöyle dediği gibi, “Size ‘insan’ denir ve puta tapanlara ‘insan’ denmez” (Yevamot 61). Dolayısıyla, “nefret edilen kadın”, Yaradan’ın yüzünü gizlediği “İsrail “dir.

Yukarıdakilere göre, bilgelerimizin söylediklerini (Avot 1:15), “Her insanı hoş karşılayın” şeklinde yorumlamalıyız. Bunun bize çalışmada ne anlattığını anlamalıyız. Bir kişi “insan” niteliği için bir şey yapmak istediğinde ve “insan” niteliğinden nefret edildiğinden, insanın tüm kaygıları sadece “hayvanının” taleplerini karşılamak olduğundan ve beden hayvan niteliğini sevdiğinden, ancak “insan” niteliği olan “İsrail “e gelince, beden ondan nefret ettiğinden; bu nedenle bilgelerimiz gelip “Her insanı hoş karşılayın” diye uyardılar; burada “her”, “insan” olarak algılanan her şey anlamına gelir.

Başka bir deyişle, eğer “insan” niteliğiyle ilgiliyse, küçük bir şeyi bile takdir etmeliyiz. Bilgelerimiz bize “insan” niteliğini hoş karşılamaya çalışmamız gerektiğini ve Yaradan yüzünü onlardan gizlediği için bize nefret ediliyormuş gibi görünmediğini söylediler. Aksine, mantık ötesi gitmeli ve her insanı bedenimizin aklının bize söylediğinin ötesinde hoş karşılamalıyız. Yani, “insan” niteliğine uygun şeyler yapmalıyız.

Her ne kadar içimizdeki “hayvan ” bağırıp çağırsa ve insan niteliği için yapmak istediğimiz işlerin aklı başında insanlar için uygun olmadığını söylese de talepkâr bir hayvan olduğumuz için bu kabul edilebilir ve kanıt da bedenin bu çalışmayı sevmesidir. Ancak “insan” niteliği için çalışmak istediğinde, bedenin bundan nefret ettiğini görürsünüz. Açıkçası akıl mantıklıdır, çünkü “hayvan” niteliği için çalışmanın makul ve akıllı bir kişi için uygun olduğunu, “insan” niteliği için yapmak istediğiniz çalışmanın ise bir “hayvan” eylemi olduğunu, yani akılsız olduğunu söyler.

Bilgelerimiz bize bu konuda bedenin söylediklerine kulak asmamamız gerektiğini, onun bir “insan” iddiasında bulunduğunu, bunun yerine her “insan niteliğini” hoş karşılamamız ve “Akla ve mantığa göre insan niteliğinden nefret edilse de bilgelerin sözlerine inanıyor ve onları hoş karşılıyorum” dememiz gerektiğini söyler.

Bilgelerimizin “İnsanı ve hayvanı Sen kurtarırsın, ey Efendimiz” sözünü bu şekilde yorumlamalıyız. Bunlar, akıllarında insanlar kadar kurnaz olan ve hayvan gibi davranan insanlardır. Yani, rasyonel olarak bakıldığında haklısınız ve bir insan sevdiği yolda yürüse de, yine de “hayvan gibi davranır”, akılsızdır ve mantık ötesi bir inançla hareket eder.

Ancak, Tora ve Mitzvot’u uygulamada her detayı ve hassasiyetiyle gözlemleyerek, eylemler sayesinde, Yaradan’ın bize yukarıdan yardım etmesiyle ödüllendirileceğimize inanmalıyız, böylece ilerlemek için güce sahip olacağız ve insanın yaratılış amacında var olan hazzı ve mutluluğu alması olan hedefi edinmekle ödüllendirileceğiz. Bu böyledir çünkü Tora ve Mitzvot’u koşulsuz olarak, sadece Yaradan’ın emri nedeniyle yerine getirdiğimizde, buna aşağıdan uyanış denir. Bu sayede, ışık ve bolluğun yukarıdan yayılması sağlanır ve onlar kötülüğün yönetiminden çıkabilir.

Bu, bilgelerimizin (Machilta adına RASHI) “Kanı gördüğümde, sizin üzerinizden geçip gideceğim ve sizi yok edecek hiçbir bela başınıza gelmeyecek” (Çıkış 13:12) yazılı olan şey hakkında söyledikleri gibidir. (“Kanı gördüğümde mi?” diye sorar. Ama O’nun huzurunda her şey ifşa olur! Ama Yaradan dedi ki, ‘Emirlerimle meşgul olduğunuzu görmek için bakarım ve üzerinizden geçer giderim.”

Bilgelerimizin, başlarına bir bela gelmesin diye, yani “ölüm” denilen kötülüğün kontrolünden çıkmak için, “Hayatlarında kötü olanlara ‘ölü’ denir” dedikleri gibi, bize uygulamada çalışma verildiğini görüyoruz. Yaptığımız çalışma sayesinde, “Ve bu sizin için bir belirti olacaktır” dediği gibi, Yaradan bize ifşa olur. Ne öğreniyoruz? “Gerçekleştirdiğiniz Mitzva’ya karşılık olarak, size merhamet edeceğim.” Böylece Mitzvot uygulaması sayesinde kişi, “kötü eğilim” olarak adlandırılan alma arzusunun hükmünden kurtulur ve ihsan etme arzusunu edinmekle ödüllendirilir.

Ancak, tek bir çizgide yürüyen, uygulamayla yetinen kişi, Yaradan’ın rızası için çalıştığında ve niyetin de Yaradan’ın rızası için olacağını düşünmediğinde, Dvekut [bütünleşme] denilen ihsan etme arzusunu edinemez. Bu böyledir zira kişinin hiçbir eksikliği yoktur. Dolayısıyla, zaten bir çizgiden sağ çizgiye geçmiş olan bu insanlar, alçaklıklarını gördüklerinde, kişinin içinde Yaradan’ın rızası için bir şey yapmak isteyen tek bir organ olmadığını gördüklerinde, Yaradan’ın onları ölümden, yani kendine olan sevginin hükmünden kurtarması için özlem duyarlar. O zaman, Yaradan’ın kendisine ifşa olmasıyla ödüllendirilme yolu, yani ihsan etme arzusuyla ödüllendirilme, ki bu kişi Yaradan’a bağlı olduğunda, Tora ve Mitzvot’u gözlemlemenin ödülünün Yaradan’la Dvekut olmasını istediğinde, kişi sadece uygulama sayesinde bununla ödüllendirilebilir. “Yaptığın Mitzva’ya [Mitzvot’un tekili] karşılık olarak, sana merhamet edeceğim” ifadesinin anlamı budur. Yani, O bize merhamet eder ve bizi alma arzusunun hükmü olan ölümden kurtarır.

Bununla birlikte, insanın ıslah yolunda olmayan her şeyi yapabileceğini görüyoruz. Bunun hem yetişkinler hem de küçük çocuklar için geçerli olduğunu görüyoruz. Ve özellikle de bunu küçük çocuklarda görüyoruz çünkü yetişkinlerde her şey zaten çeşitli nedenler gerektiriyor, bu yüzden de gerçeği göremiyoruz. Ama çocuklarda bunu daha açık bir şekilde görüyoruz; çocuklar bütün gün çalışabilirler ama onlardan bir şey yapmalarını istediğimizde, bu iş için enerjilerinin olmadığını söylerler. Bunun, kapların kırıldığı Nekudim dünyasına kadar uzandığını bilmeliyiz. Bu nedenle ıslahla ilgili olmayan her şeyi yapacak gücümüz vardır. Ancak ıslahla ilgiliyse, bedenin direnci nedeniyle zaten bir emek söz konusudur.

Bu nedenle, kişi tek bir çizgide yürüdüğünde, Tora ve Mitzvot’u her şekilde gözlemleyebilir. Ancak sağ çizgide ilerlediğinde, çalışma ıslah yolunda olduğunda, kişi “doğru” yolda yürümek için büyük çaba sarf etmelidir. İşte bu yüzden güçlenmeye ihtiyacımız vardır.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,091