e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Hanuka Mucizesi

Makale No. 7, 1987

Hanuka şiirinde şöyle deriz: “Yunanlılar” vs. “ve kavanozların kalıntısından, güller için bir mucize yaratıldı. Bina’nın [anlayış] oğulları, sekiz gün şarkılar ve ilahiler söylediler.” Yorumcular şöyle sorar: “Hanuka günlerini neden sekiz gün yaptılar?” Nihayetinde tek bir gece için yağları vardı ve mucize, bunun yedi gün daha yanmasıydı. O halde, bu mucizeye göre sadece yedi gün için düzenlemeliydiler.

Şöyle açıkladılar, ilk gece için gerekli olan yağdan, ilk gecede kaldığı için, ilk gecedeki mucize bütün yağın yanmaması, yağın yalnızca bir kısmının yanması ve geri kalanın yedi gün daha yanmasıydı.

Bunun anlamı şudur, Yunanlıların yağ kavanozunu görememesi bir mucize olsa da buldukları yüksek rahibin mührü ile mühürlenen yağ kavanozu, mucize olarak kabul edilmez. Oysa o, doğal olmayanı ve doğaüstü olanı mucize olarak kabul eder zira yağ kavanozu bu dünyada idi ve onlar bunu görmediler.

Yağ söz konusu olduğunda bu böyle değildir. Bir gecelik aydınlatma için gereken miktar, yakılacak yağın yalnız küçük bir kısmıydı. Bu küçük miktar, kutsanmıştı ve daha uzun yandı. Bu doğal değildir yani beklenenden daha uzun süre yanması doğal değildir. Dolayısıyla ilk geceden kalanlara, yağın tamamının yanmaması durumuna “mucize” denir zira bu dünyada yoktu.

Çalışmada, Yunanlıların, yağ kavanozunun ve özellikle sekiz gün olarak belirlenen Hanuka’nın sekiz gün olmasının ne anlama geldiğini yorumlamalıyız. Sekiz gün ile kastedilen nedir? Başka bir deyişle neden bu mucize, dokuz veya on gün değil de sadece sekiz gün sürmüştür? Sözlü Tora’da Rokah adına, mucizenin daha uzun değil de sekiz gün sürmesinin sebebinin, yağın getirildiği zeytinliğe dört günde yürünmesi ve dört günde geri dönülmesi, dolayısıyla sekiz gün sürmesi olduğu söylenir. Bu, mucizenin neden sekiz günden fazla sürmediğine cevap verir.

Her türlü çabayı göstermemiz gereken çalışmanın, yalnız Dvekut [form eşitliği] denen form eşitliğine erişmek olduğu biliniyor. Ancak o zaman, yaratılışın amacını yerine getirmemiz mümkündür ki bu, O’nun yarattıklarına iyilik yapmaktır, O’nun ifşasıdır.

Fakat yaratılanlar, form eşitliğinin Kelim’ini [kaplar] edinmedikçe, yaratılışın amacı herkese ifşa olmaz. Aksine gizlenmiştir ve bizler, bunun sadece iyilik yapmak amacıyla böyle olduğuna inanmalıyız.

Herkese ifşa olan, iyiliğe zıttır çünkü herkes yaşamında yalnız eksiklik olduğunu hisseder ve yukarıdan gelen rehberliğe karşı her daim şikâyetleri vardır. Kişi, yaşamından haz aldığını söylemekte ve bütün gün “Tanrı kutsanmıştır” yani Sana müteşekkirim çünkü benimle iyilikle ilgileniyorsun, diyebilmekte zorlanır.

Bunun yerine, kişinin hayatı hep eksiklik ve acı ile doludur. Kişi, hayatının anlamı hakkında düşünmeye başlayınca yani hayat savaşında acı çektiğinde elde ettiği kazancı gördüğünde, hayatının hiçbir anlamının olmadığını görür.

Bu demektir ki, hazzın tadına baktığında haz onu sarhoş eder ve kişi, mantığını ve sağduyusunu kaybedip, hayatın amacı hakkında düşünmeyi unutur. Fakat içine battığı haz, ondan uzaklaştığında her ne sebeple olursa olsun hemen hayatın amacı hakkında düşünmeye başlar.

Kişi, vücudunu besleyecek bir şeye sahip olmadığı yani haz hissetmediği zaman, hemen hayatın anlamıyla ilgili düşünmeye başlar. Şöyle ki kişi kendine, “Hayatımın anlamı nedir? Bu dünyaya gelme amacım nedir? Yaratılış, yaratılanlar dünyada işkence ve acı çeksin diye mi yaratıldı?” diye sorar.

Bu durum, kişinin hayatın amacının ne olduğunu ve ne için olduğunu düşünmesine sebep olur. Bu, kişinin başını, bütün yaratılanların olduğu ve onların ne olduklarıyla ilgili düşünecek zamanlarının olmadığı, mevcut hayattan kaldırması olarak nitelendirilir. Onlar ki daha ziyade akışa göre giderler, su nereye akarsa oraya giderler. Ve sonunu gören yani hayatın akışının onları nereye götürdüğünü gören hiç kimse yoktur.

Sadece o görür çünkü hazzın eksikliği onun başını yukarı kaldırıp hayatın amacını aramasına sebep olur, böyle bir durumda kişi görür ve duyar sanki yukarıdan berrak bir ses ona, dünyanın, O’nun yarattıklarına iyilik yapma niyeti ile yaratıldığını söyler. Fakat kitaplar ve yazarlar ona, “yaratılışın amacı” denen bu iyiliğin tadına varabilmenin bazı koşulları olduğundan bahseder. Yaradan, onların önce bu koşulları yerine getirmesini ister, aksi takdirde onlara haz ve memnuniyet vermek istemeyecektir.

Ancak bu koşullara O’nun ihtiyacı yoktur yani Yaradan’ın insandan talebi “Yaradan hatırı” için koşuludur ve eğer yaratılanlar bu koşula uymazlarsa O, onlara vermek istemez. İnsan doğası gereği, eğer satıcının bize bir şey vermesini istersek o zaman satıcı, müşteri için koşulları belirler ki bunlara uyarsa o zaman satıcı, vermeye razı olur fakat koşullar satıcının lehinedir.

Diğer taraftan, Yaradan’da, ne eksiklik ne de aşağıda olanların kendilerinden istenen koşulları yerine getirmelerine ihtiyacı vardır, şöyle yazıldığı gibi “Eğer o haklıysa sana ne verecektir?” Tam tersine Yaradan’ın onların önüne koyduğu bu koşullar, insanın iyiliği içindir.

Görüyoruz ki bu, kişinin dostuna “Ben sana bolca gümüş ve altın vermek istiyorum fakat sen tek bir koşulu yerine getirmelisin yoksa benden hiçbir şey alamazsın” demesi gibidir. Arkadaşı şöyle sorar: “Bana gümüş ve altın vermen için, benden istediğin nedir?” O der ki: “Bana küçük ve büyük çuvallar getir, böylece onları gümüş ve altınla doldurabilirsin. Fakat bilmelisin ki, benim açımdan ne kadar alacağın konusunda bir sınırlama yok. Tam tersine, alacağın gümüş ve altının miktarı senin sınırına bağlı. Şöyle ki, sadece bana getirdiğin kapları doldururum, ne daha fazla ne daha az, tam olarak o kadar. Koşul bu.” Kuşkusuz dostunun koşulu, verenin menfaati için değil alanın menfaati içindir.

Burada, kişinin Yaradan’ın taleplerini yerine getirmesi gereken Yaradan çalışmasında, bunlar sadece insanın iyiliği içindir. Ancak kişi, bunların Yaradan için olduğunu düşünür. Ve kişi, alma arzusu ile yaratıldığı için, kendi yararına olduğunu göremediği sürece yapılması gerekenleri anlayamaz. Fakat burada ona söylenen, Yaradan’ın, O’nun adına çalışmamızı istediği ve kendi menfaatimiz için çalışmamamız gerektiğidir. Bu nedenle beden bu çalışmaya direnir. Çalışmamız budur – doğamıza karşı gitmek. Buna “çalışma” denir.

Fakat kişi çalıştığında ve çalışmanın karşılığında ödül aldığını yani bunun kendi yararına olduğunu hissettiğinde, buna “çalışma” dendiğini hissetmez bu da çalışmadan kurtulmak istediği anlamına gelir zira bu da kişinin doğasındandır: Kişi, kökümüz almadığı ve eksik olmadığı için utanç ekmeğini yemek istemez.

Bu nedenle kişi, herhangi bir karşılık vermeden bir şeyler aldığını hissettiğinde, orada utanç ekmeği vardır ve kişi almaktan utanır. Bu nedenle kişi çalışmak zorunda olmasına içerlemez. Aksine, kişi layık olduğunu düşündüğünden daha az ödeme aldığı için üzüntü duyar.

Dolayısıyla kişi, çalışmasının karşılığında ödüllendirileceğini bilirse bu “çalışma” olarak kabul edilmez. Ancak bu, Yaradan çalışmasında çalışma olarak kabul edilir çünkü kişinin herhangi bir ödül almadan çalışması gerekir, buna “ödül almamak üzere çalışmak” denir. Bu bizim doğamızda yoktur, bu yüzden buna “çalışma” denir. Bedenimizin bu çalışmaya direnç göstermesinin ve Yaradan’dan, doğamıza karşı çalışmamız gereken böylesine zor bir çalışma verdiği için, daima şikâyetçi olmasının sebebi budur.

O halde ihsan etmek üzere çalışabilmek için neye ihtiyacımız var? Tek bir şeye: Bedenimiz bize gerçeği göstermediği için bunu hemen görmesek de ihsan etmek için çalışmanın, bizim lehimize olduğuna inanmak için çaba gösterirsek alegoride olduğu gibi, bu çuvallara ihtiyacımız olduğundan hazırladığımız çuvallar, haz ve memnuniyeti almak için Kelim olurlar. Dolayısıyla ihsan etme amacıyla yapılan bütün çalışma, bolluğu almaya uygun olan Kli’nin [kap] bir parçasını oluşturur. Ayrıca, her bir çaba, ışığı alabilmek için tam bir Kli edinene kadar toplam meblağa katılır.

Bununla birlikte O’nun yarattıklarına iyilik yapmak olan yaratılışın amacındaki haz ve memnuniyeti almak için, bizlere alma kaplarını verdiğine inanmak ve kendimize bunu söylemek güçtür.

Buna göre, Yahudiliğin tam tersi olan Yunanlıların yönetimi meselesini yorumlayabiliriz. Yunanlılar meselesi, hem akılda hem de kalpte mantık dâhilinde hareket etmemiz demektir. Doğal olarak, İsrail mantık ötesi gitmek istediğinde ve dışsal aklın gerektirdiğini dikkate almak istemediğinde, bunu başaramadılar.

Buna, Yunanlılara karşı savaş denir. Gerçek çalışma o zaman yani İsrail halkı, Dvekut’a [bütünleşmek] götüren yola girmek istediğinde başlar. Bu yol “mantık ötesi inanç” olarak adlandırılır. Yunanlılar, bedeni kontrol etmek isterler böylece beden, mantık onunla mutabık olmadıkça hiçbir şeyden vazgeçmeyecektir. Bir o hüküm sürer, bir bu hüküm sürer ve bu kişinin iniş ve çıkışlarına sebep olur.

Bu, sebep, sebep ve etkendir. Bu demektir ki, kişi bir kere mantık ötesi inançla gitmesi gerektiğine karar verdiğinde, bunun sonucunda ona yukarıdan bir uyanış gelir ve Yaradan çalışmasından iyi bir tat almaya başlar. O zaman insan, doğası gereği dinlenmekten hoşlandığından şöyle der: “Tanrıya şükürler olsun ki şimdi kendimle çalışmam ve Yaradan’ın çalışmasını inanç formunda üstlenmem gerekmiyor. Daha ziyade şimdi kendimi iyi hissediyorum ve mantığım, Tora ve Mitzvot’a [emirler] bağlanmayı üstleniyor, zira şimdi memnuniyet hissediyorum.”

Kişi bu uyanışı, Yaradan çalışmasına temel ve esas alır. Şöyle ki bütün Yahudiliği, o an hissettiği tadın temeli üzerine inşa eder. Dolayısıyla inancı lekeler ve şöyle der: “Ne yazık ki bu uyanış bana çalışmaya başlar başlamaz gelmedi. Bu durumda, mantık ötesi yani bedenimin görüşünün aksine hareket etmem gerekmez. Daha ziyade kitaplardan ve yazarlardan edinilene inanmam gerekir, beden bunun bizim için iyi olduğunu kabul etmese de cennet krallığının yükünü üstlenmeliyiz ve yalnız, bedenin benimle aynı fikirde olmadığı bu durum benim için en iyi olandır.”

Başka bir deyişle kişi, sadece kalp ve akılla çalışma yolunun kendisi için iyi olduğuna yani ancak o zaman Yaradan’ın, onun için hazırladığı mutluluğu bulacağına mantık ötesi inanır. Buna inanmak çok zordur. Fakat o an, bunun böyle olduğuna inanması gerekmez. Daha ziyade Tora ve Mitzvot’u yerine getirmenin gerçekten de ona mutluluk getireceğine inanır, zira bunun böyle olduğunu hisseder ve buna inanmaya ihtiyacı yoktur.

Öyle görünüyor ki, kişinin daha sonra düşüşüne neden olan gerçek sebep budur, zira temeli ihsan etmekten ziyade haz üzerine kuruludur. Eğer bu temeli muhafaza ederse Yaradan ile Dvekut’a hiçbir zaman ulaşamayacaktır çünkü bu yolda devam ettiği müddetçe, her şey kendi için alma arzusunun Klipot’una [kabuklar] girecektir.

Baal HaSulam şöyle der; kişi yukarıdan his ve mantık edindiğinde, beden de Tora ve Mitzvot’a bağlanmaya değer olduğunu söylemeye başladığında, dikkatli olmalı ve bu his ve mantığı, esas ve temel olarak almayacağını söylemelidir, “Şimdi çalışmaya değer olduğuna karar vermemin nedeni, aldığım haz nedeniyle bedenin bu çalışmayı kabul etmesidir.”

Oysa kişi şöyle demelidir; “Şimdi mantık ötesinde olan bu yolun, doğru yol olduğunu görüyorum zira Yaradan’ın gözünde tercih edilmiş olduğumdan bunun bana verildiğini, beni yakınına getirdiğini görüyorum. Bu nedenle, şimdi Keduşa’ya (kutsallık) sevgiyle bağlıyım ve Keduşa’nın önemini yani sadece Yaradan adına çalışmanın değerli olduğunu hissediyorum. O halde şimdi ne yapmalıyım? Kendimi güçlendirmeli ve ‘mantık ötesi inanç’ olarak adlandırılan bu yolda yürümeliyim ki böylece Yaradan ile kalıcı Dvekut ile ödüllendirilirim.”

Dolayısıyla çalışmada özellikle iyi tat verildikten sonra bundan inanç yolunda destek aldılar. Öyle anlaşılıyor ki, şimdi çalışmada kişinin hissettiği haz ve memnuniyet aracılığıyla inancın temeli daha da güçlenmiştir.

Şimdi Hanuka mucizesini, onların Yunanlıları yendiğini yani inançla ödüllendirilip çalışmadan iyi bir tat aldıklarını, Yunanlılar olarak kabul edilen mantık dahilindeki çalışmada, haz ve memnuniyeti temel ve esas almadıklarını açıklayacağız. Tam tersine, onlar, çalışmada iyi tat almakla ödüllendirilmenin, inanç yolunun, Yunanlıların görüşünün aksine doğru yol olduğunun bir kanıtı olduğunu söylediler.

Eğer Yunanlıların yolundan gitmiş olsalardı yani bundan böyle haz ve memnuniyeti temel ve esas alsalardı ve çalışmayı sürdürmek için onlara bu destek olsaydı, anında derecelerinden düşerlerdi ve kişinin bulunduğu durumdan düşüşü yüzünden acı çekmesinin temel sebebi budur. Bu onun lehinedir böylece Yunanlıların Klipa’sına (kabuk) düşmez. Dolayısıyla bu düşüş, en büyük ıslahtır. Aksi taktirde, kişinin ilave ettiği her şey sadece Yunanlıların Klipa’sını inşa ederdi.

Bu nedenle “yükseliş” denen bu koşula gelmenin iki yolu vardır:

1) Kişinin, artık inancın yükünden kurtulduğunu söylemesi. Bu demektir ki kişi şimdiye dek, her seferinde cennet krallığının yükünü üstlenmek zorunda olduğu için acı çekti çünkü beden daima buna direndi.

Örneğin, kişi günlük derslere gitmek için şafaktan önce kalkmak zorunda olduğunda, gözlerini açıp kalkmak ister istemez, beden derhal gelir ve şöyle der: “Ama dinlenmekten, yatakta yatmaktan zevk alıyorsun ve bu hazdan vazgeçmek zorundasın!”

Bu, ticarette olduğu gibi yapılabilir. Bu demektir ki paradan aldığımız hazdan, daha fazla ihtiyaç duyduğumuz hazzı bize getirecek bir şeyleri edinmek için vazgeçeriz. Başka bir deyişle paraya duyduğumuz hazdan daha fazla haz alırız.

Bilinir ki, her bir hazzın değeri, ihtiyaçla ölçülür. Örneğin, kişi dinlenmeyi sever fakat para için dinlenmekten vazgeçer. Kişi parayı sever fakat yeme içme vs. için ondan vazgeçer. Kişi yemek ve içmekten haz alır fakat eğer sağlığı için kötü olduğunu bilirse bazen ondan kaçınır. Dolayısıyla kişi, sağlığını elde etmek için yemek ve içmekten vazgeçmiştir.

Bu nedenle beden, şafaktan önce kalkıp Yaradan’a hizmet etmek istediğinde, kişiye şunu sorar: “Eğer şimdi dinlenmekten vazgeçersen ne elde edeceğini düşünüyorsun?” Kişi ona, “Kral’ın emrini yerine getirerek bir sonraki dünyayı edinmek istiyorum” dediğinde beden şöyle cevap verir: “Tamam, diğer herkes gibi sabah kalkabilirsin. Diğerlerinden önce kalkmak için neden acele ediyorsun? Tora ve Mitzvot’u izlemek için bütün bir gün var önünde!”

O zaman kişi, bedenine şunu söyler: “Bil ki, genel olarak dünya var, buna ‘sıradan kişiler’ denir ve akışa göre gitmeyen kişiler var ve istisna olmak istiyorlar. Şöyle ki, yaratıldıkları amaç ile ödüllendirilmek istiyorlar, buna ‘Yaradan ile Dvekut’, Tora Lişma [O’nun adına] denir. Bilgelerimiz, Zohar’da açıklandığı gibi, Tora’yı gece yarısından sonra öğrenmek yoluyla bununla ödüllendirilebileceğimizi söylemişlerdir ve bu hayatlarında bir şeylere erişmek isteyenler arasında da kabul edilmiştir.”

O zaman beden, güçlü iddialarla gelir ve şöyle der: ‘Bu, senin yaşamında yüce bir hedefin olduğunu ve rolünü yerine getirmekte benim sana yardım etmemi istediğini söylediğin gibi olsaydı haklı olurdun. Ancak Lişma çalışmasına gelmek için, bu çalışmaya ne kadar emek ve çaba harcadığını ve bir cm bile ilerlemediğini yani ihsan etme çalışması için daha fazla arzuya sahip olmadığını görüyorsun. Dürüstçe hesaplarsan tam tersini, on derece gerilediğini göreceksin. Bu demektir ki, ihsan etme çalışmasına başlamadan öncekinden çok daha büyük bir alma arzusuna sahipsin. Dolayısıyla bir istisna olmadığını, herkes gibi olduğunu görüyorsun! Bu nedenle yatağında kalarak dinlenmenin tadına çıkarman daha iyi olur ve bana bunun saçma olduğunu, senin diğer herkesten daha iyi olduğunu söyleme.’

Bu iddialarla ki bunlar doğrudur yani mantıken bakıldığında, kişi hesap yapar ve bunun yüzde yüz doğru olduğunu görür ve buna verilecek bir cevap yoktur. Bu durumda kişi, her zaman mantık ötesi inançla bunun üstesinden gelmeyi becerip, bedene şunu diyemez: “Her ne kadar iddialarında haklı da olsan ve sağduyu senin yolunu takip etmemi gerektirse de mantık ötesi gideceğim.”

Bu çok fazla çalışma gerektirir çünkü böyle zamanlarda kişi, bedensel işkence çeker çünkü beden, mantık ötesi çalışmayı kötüleyerek onu iğneler. Bu nedenle kişi, bazı uyanışlar ona geldiğinde ve Tora ve Mitzvot’tan tat almaya başladığında, bir miktar yükseliş hissettiğinde şöyle der; “Şükürler olsun ki mantık ötesi inanç yolunda gitmek zorunda değilim, neyse ki mantık da Tora ve Mitzvot’un izlenmeye değer olduğunu söylüyor.” Ve kişi “Şimdi inancın yükünden kurtuldum” diyerek, inancını lekelediği anda bu, mevcut durumundan düşüşe geçmesinin sebep olur çünkü inancı lekelemiştir.

2) İkinci yol ise şunu söylemektir; “Şimdi görüyorum ki gerçek yol, mantık ötesi gitmektir ve Tora ve Mitzvot’a bağlanmayı üstüme almakta, haz ve memnuniyet hissetmeyi temel olarak almamalıyım. Daha ziyade, haz ve memnuniyeti temel almadan çalışmak istiyorum zira fikir, Yaradan’a memnuniyet vermek için çalışmaktır. Bu nedenle Yahudiliğimi inşa etmek için haz ve memnuniyet temeline nasıl güvenebilirim? Öyleyse, çalışmadan iyi tat aldığımda ne yapmalıyım?”

O zaman kişi, Baal HaSulam’ın dediğini demeli, iyi hissetmesini temel olarak almamalı ama bir kanıt olarak kabul etmelidir. Öyle ki kişi; ‘Şimdi mantık ötesi inancın, Yaradan’ın hizmet edilmesini istediği gerçek yol olduğunu görüyorum. Ve bunun kanıtı, gizliliği benden kaldırarak beni daha yakınına getirmesi ve O’nun merhamet ve iyiliğinin bana verilmesidir – O, yarattıklarına haz ve memnuniyet vermek ister çünkü bu yaratılışın amacıdır.’ demelidir.

Ancak, haz almak O’nunla form eşitsizliği olduğundan, O’ndan haz ve memnuniyet alarak ayrılığa gelmemek nedeniyle O, Tzimtzum’u [kısıtlama] ve gizliliği yaratmıştır. Fakat mantık ötesi inançla hareket ettiğimizde, bedenin hiçbir teması bulunmaz, aksine beden mantık ötesi çalışmaya direnir. Fakat şimdi mantık ötesi gittiğim için O, benim üzerimden gizliliğin bir kısmını kaldırdı. Böylece, bundan sonra daha da güçleneceğim ve sadece mantık ötesi inancın yolunda yürüyeceğim.

Bu şekilde, kişi, “Keduşa’dan ayrılık” olarak adlandırılan kendi için alma tuzağına düşmez. Tam aksine şimdi akıl ve kalple daha güçlü çalışmaya başlar ve Yaradan onu bir kez daha “almak için almak” olarak adlandırılan, dibi olmayan çukura atmaz. Aksine kişi, yükseliş halinde kalmaya devam eder. Dahası, daha da yüksek bir ifşa mertebesine yükselir çünkü inancı lekelemez, ki bu da kişinin alma kaplarına düşmemesini sağlar.

Dolayısıyla yükseliş koşulunda, kişinin iki yolu vardır. Fakat bir insan nasıl kazanabilir ve Yunanlıların yolunda değil de İsrail halkının yolunda yürüyebilir, ki Yunanlıların yolu mantık dahilinde daha büyük bir hizmetkâr olacağını görmesine izin vermiştir çünkü mantık, bu yolla inanç yolundan daha fazla hemfikirdir.

Baal HaSulam, İbrahim’in sürüsünün çobanları ile Lut’un sürüsünün çobanları arasındaki münakaşayı anlattı (Yaratılış 13:7). O dedi ki, “sürü” sahip olunanlar demektir. İbrahim’in sahip olduğu sadece inançtı. Bu, Av-Ram [Abram (Yüce Baba)] kelimesinin anlamıdır yani cennetteki baba yüksekte, mantık ötesindedir. “Çobanlar”, inanca sahip olmakla besleniyor demektir. Şöyle ki, kişi her zaman yaşamını sürdürmeye, inancı sürekli tutabilmeye çalıştı, ki böylece güç ve kudrete sahip olsun ve mantığın içine düşmesin.

Lut’un sürüsü ile aynı şey söz konusu değildir. Zohar, Lut sözcüğünün, eltlatia [Aramice] yani “lanet” sözcüğünden geldiğini söyler. Bu demektir ki Lut’un sürüsünün çobanları, bilgi ve almayı sahiplenmeyi sürdürüyorlar. Bundan kutsama gelmez, sadece lanet gelir çünkü bu, kutsama yalnızca kişinin ihsan etmeye bağlandığı yerde iken ihsan etmenin tam tersidir.

Başka bir deyişle yukarının bolluğunu alabileceğimiz tek Kelim, özellikle verme Kelim’idir. Bu Kelim’le alabiliriz. Fakat almak isteyen Kelim’e, formun zıtlığı nedeniyle yukarının bolluğu giremez. Şimdi, kişi maneviyatta bazı yükselişler aldığında, kişinin önünde bulunan iki yolu anlayabiliriz.

Yine de ‘inanç’ olarak adlandırılan iyiye yani “İbrahim’in sürüsünün çobanları” koşulunda olmaya ilişkin olarak ne karar verebiliriz? Baal HaSulam, Baal Şem Tov adına dedi ki, kişi iki zıt şeyi yapabildiğinde ve ikisi arasında karar veremediğinde, tavsiye edilen, ondan daha fazla çalışma gerektireni seçmesidir. Kişinin kendisi için seçmesi gereken budur zira çalışmanın olduğu, bedenin karşı çıktığı yer, kesinlikle Keduşa’dır. Kişi, acele etmeli ve bunu yapmalıdır ve bunu yapmayı üstlenmelidir. Dolayısıyla burada da iki yol vardır: 1) inancın yolu 2) bilginin yolu.

Kişi, kendisi için inancın yolunu seçmelidir çünkü beden buna karşı çıkar çünkü bu, beden tam tersini isterken Keduşa’ya yani ihsan etme arzusuna doğrudur. O halde belirleyici olan faktör nedir? Bedenin karşı çıkması ve konuyu gereksiz ve lüzumsuz kabul etmesidir. Şöyle ki, kişinin buna gereksinimi yoktur ve ilk etapta neden gerekli olduğunu anlamaz. Bu nedenle her zaman inanç meselesinden kurtulmak ister.

Öyle görünüyor ki, Keduşa tarafını seçebilmesi için kişiye verilen mucize, akıl meselesi değildir. Daha ziyade, bedenin gereksiz addettiği bir şeydir ki çalışma budur. Beden, ondan nefret eder ve çalışma meselesinin tamamını gereksiz kabul eder. Fakat tam olarak bu gereksizlikten yani kişinin bıraktığı, istemediği ve arzulamadığı şeyden, buradan ona Keduşa’da kalma mucizesi gelir.

Kavanozların kalıntısından, güller için bir mucize yaratıldı” ifadesinin anlamı budur. Kavanoz, yazıldığı üzere Rabbi Meir’in haşaratları yüz elli tat ile arındırmasıdır. Bunun anlamı, her şeyde iki yolun da olduğudur. Ne ile inceleyebiliriz? Kalan ile yani vücudun gereksiz gördüğü, onun hiç olarak kabul ettiği ile. Bu mantık ötesi inançtır ve ancak bununla Klipot’un tuzağına düşmekten kurtulabiliriz.

Buldukları yağ kavanozunun anlamı budur, ki bu Yüksek Rahibin mührü ile mühürlenmişti. Kohen’e (rahip), Hesed [merhamet] denir. “Yüksek”, Hohma yani “Rahip” olarak adlandırılan Hassadim’in bolluğu haline gelen Hesed demektir. Rahip, Hesed niteliğidir ve Hesed, mantık ötesi inancın göstergesidir. İbrahim’in, Hesed niteliğinin, inancın babası olmanın anlamı budur.

Yunanlılar inancı göremezler çünkü mantık ötesi ile değil sadece mantık aracılığıyla görürler. Bu nedenle mantık ötesi inançla yürüdüklerinde, Yunanlılar onlara hükmedemedi. Yunanlıların yağ kavanozunu görmemelerinin anlamı budur.

Ve sekiz gün yanmasına dair mucizeye ilişkin olarak bu, Bina’daki Hassadim’i aydınlattığına ilişkin bir göstergedir. Bina’dan Malhut’a sekiz Sefirot vardır fakat Hohma’nın Hohma’sı aydınlatmaz. Bu nedenle sekiz gün olarak belirlediler zira sadece sekiz gün aydınlatır, şöyle yazıldığı gibi “Bina’nın [anlayış] oğulları, sekiz gün şarkılar ve ilahiler söylediler.”

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,080