e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada, “Merdiven Diyagonaldir (Çaprazdır)” Ne Demektir?

Çalışmada, “Merdiven Diyagonaldir (Çaprazdır)” Ne Demektir?

Makale No.10,1989

Ayet şöyle der (Yaratılış 28:12), “Bir düş gördü ve yeryüzüne, tepesi göğe uzanan bir merdiven inşa edildi. Ve işte, Tanrı’nın melekleri onun üzerinde inip çıkıyorlardı.” Merdivenin çapraz olarak durması gerektiğinin ne anlama geldiğini anlamalıyız, çünkü görüyoruz ki eğer bir merdiven dik bir şekilde duruyorsa, ona tırmanmak imkânsızdır. RAŞİ, bilgelerimizin açıklamasını şu sözlerle getiriyor: “Rabi Elazar, Rabi Yosi Ben Zimra adına dedi ki, ‘Bu merdiven Beer Sheba’da duruyor ve eğiminin ortası Tapınağın tam karşısına ulaşıyor.’” Bu, merdivenin çapraz olarak durması gerektiği anlamına gelir. Bu, bize çalışmada ne anlatır? Ayrıca bu metni yorumlayanların sorusunu da anlamalıyız, “Neden ‘Tanrı’nın melekleri yükseliyor’ ve sonra ‘iniyor’ denilmiştir? Oysa bunun tam tersi yazılmalıydı.”

Bütün bunları anlamak için, önce Tora ve Mitzvot’un [emirlerin/iyi eylemlerin] gözetilmesiyle, bize verilen, yaratılıştaki çalışmanın ne olduğunu anlamalıyız. En nihayetinde, yaratılışın amacı, O’nun yarattıklarına iyilik yapmasıydı. Öyleyse neden bu çalışmaya ihtiyacımız var, şöyle yazıldığı gibi, “Çaba gösterdim ve buldum, inan; çaba göstermedim ama buldum, inanma.” Bu çaba, bu emek neden ve O’nun yarattıklarına iyilik yapması olan yaratılışın amacında bize ne katıyor?

Hayat Ağacı kitabının (başlangıcında) yazılanlara göre, “O’nun eylemlerinin mükemmelliğini ortaya çıkarmak” için Tzimtzum [kısıtlama] ıslahı vardı. Yani, “almak için almak” olarak adlandırılan Malhut’un yerine gizlilik ve saklanma yerleştirildi ve Aviut [kalınlık] olarak adlandırılan alma arzusunun yerinde Masah’ın [perdenin] ıslahı yapıldı. Bu, kişinin ihsan etme amacıyla alabileceğinden fazlasını almayacağı anlamına gelir. Çalışmamıza neden olan ve bilgelerimizin özellikle “Çaba gösterdim ve buldum, inan!” demelerinin nedeni budur.

Fakat emek nedir? Doğası gereği insan, kendi iyiliği için alma arzusuyla doğar. O Kli’de [kapta] bir Tzimtzum ve gizlilik olduğundan ve kişinin ihsan etmek için çalışması gerektiğinden ve bu doğasına aykırı olduğundan emek demektir, çünkü bu zor bir iştir. Bu nedenle, eğer biri Yaradan için çalıştığını söylüyor ancak hiç çaba hissetmiyorsa, Yaradan için değil, kendi iyiliği için çalışıyor olmalıdır. Kişi Yaradan uğruna çalıştığında bunun işareti “alma arzusu” olarak adlandırılan bedenin buna direnmesidir. Bu nedenle, Yaradan’ın yardımını almamız gereken noktaya kadar, ihsan etmek için kendi başımıza çalışmak çok zordur. Bununla ilgili şöyle denmiştir: “İnsanın eğilimi onu her gün yener. Yaradan’ın yardımı olmasaydı, asla üstesinden gelemezdi.” Bu, Yaradan için yapmamız gereken çalışma olarak adlandırılır.

Sanki Yaradan’ın kişinin çalışmasına ihtiyacı varmış gibi O’nun hatırı için değil, ancak gerçekten yalnızca Yaradan için çalışmalıyız. Daha doğrusu, bu, O’nun eylemlerinin mükemmelliğine uyar, çünkü kendisi için değil de Yaradan için çalışan bir kişi, haz ve memnuniyeti utanmadan almaya uygun hale gelir, buna “utanç ekmeği” denir, çünkü kişi kendisi için değil, ihsan etme niyetiyle alır.

Ancak, çalışma sırasında, kişinin Dvekut [bir olma] derecesini elde etmesi gerektiğinde, yazıldığı üzere “ve O’na tutunmak için”, kişi tek ayak üzerinde yükselemez, iki ayağa ihtiyaç duyar – sağ ve sol. Bilgelerimizin söylediği gibi (Sotah 47), “Sol daima uzağa itmeli ve sağ yakına çekmelidir.” Bunu şöyle yorumlamalıyız, kişi, bir yandan Yaradan’dan uzaklaştırıldığını yani “ihsan etmek” olarak adlandırılan Yaradan ile Dvekut’tan ne kadar uzak olduğunu ve kendini sevmeye daldığını görmelidir.

Ve ihsan etme çalışmasını artırmak istedikçe bir o kadar geri çekildiğini yani içindeki kötülüğün her geçen gün daha da yoğunlaştığını görür. Sonunda kendini sevmekten kurtulmasının imkânsız olduğuna karar verir ve Yaradan kendisine yardım etmedikçe kaybolduğunu söyler. “Şimdi artık Yaradan’ın yardım ettiğine inanmaya ihtiyacım yok.” der. Bilakis, şimdi, Yaradan ile Dvekut ile ödüllendirildiğinde, Yaradan’ın kendisine yardım ettiğini mantık çerçevesinde gördüğünü söyleyecektir.

Bu, şöyle yazıldığı gibidir (Mezmurlar 127), “Rab bir ev inşa etmedikçe, onu yapanlar evin içinde boşuna çalışır.” Yaradan’dan, alma arzusunun kontrolünden çıkmasına yardım etmesini istemekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktur.

Bazen Yaradan’dan kendisine yardım etmesini isteme gücüne bile sahip değildir. Ne kadar kusurlu ve yozluklarla dolu olduğunu görme yolunda yürüdüğünde buna “sol bacak” denir. Bilindiği üzere çalışmada “Sol” düzeltme gerektiren bir şeyi ifade eder. Buna “Sol her zaman itmeli.” denir.

Diğer bacağa “sağ” denir, çünkü çalışmada düzeltme gerektirmeyen bir şeye “sağ” denir. Yani kişi, Kralın hizmetkârları arasında olmakla büyük bir ayrıcalığa sahip olduğunu bilmelidir. Yani, Tora ve Mitzvot ile meşgul olmak için kendi ihtiyaçları uğruna çalışmaktan ayıracağı az bir zaman için ki buna “Yaradan çalışması” denir, bu kutsal çalışmayı yapmak istemesinin kendi gücünden kaynaklandığını söylemez. Aksine, Yaradan ona Tora ve Mitzvot’u biraz olsun kavrayabilmesi için bir düşünce ve arzu vermiştir ve o, Kral için bir hizmet yapma ayrıcalığı ile ödüllendirildiği için mutludur.

Bunun için Yaradan’a şükreder, çünkü dünyada birçok insanın böyle bir ayrıcalığa sahip olmadığını görür ve Yaradan’a yakın olduğunu hisseder. Bu “ve sağ yaklaştırır” sözlerinin anlamıdır, yani sağ bacak, kişinin kendini Yaradan’a yakın hissetmesidir.

Tam olarak iki bacak üzerinde yukarı ve tekrar yukarı çıkarak, Kral’ın sarayına ulaşabilir miyiz? Bununla şu yazılanları yorumlayabiliriz “Ve işte, tepesi göğe ulaşan bir merdiven yeryüzüne konuldu.” Yani Kral’ın sarayına tırmandığımız merdivenin iki ucu vardır. 1) “Yeryüzüne bir merdiven konuldu.” Bu, “toprak” olarak adlandırılan sol çizgidir. Kişi, dünyeviliğin ortasına yerleştirildiğini, kendini sevmeye battığını, “sol iter” sözlerinde olduğu şekliyle görmelidir. İşte o zaman kalbin derinliklerinden dua etmek için bir yer vardır, çünkü o zaman kişi, Yaradan için hiçbir şey yapamayacağını kendi aklının, mantığının içinde görür ve onu içindeki kötülüğün yönetiminden ancak O kurtarabilir. Bununla ilgili, “Yaradan’ın yardımı olmasaydı, kişi bunun üstesinden gelemezdi.” denilir. 2) “Tepesi gökyüzüne uzanıyor.” diye yazılmıştır. Merdivenin diğer ucu “cennettedir”, kişi sanki tam bir bütünlük içindedir çünkü o kendi kaderinden memnundur, Yaradan çalışması ile olan ufacık temasından, kendi payına düşenle mutludur. Krala hizmet etmek ve Onunla günde bir an bile olsa konuşmakla ödüllendirilmek büyük bir ayrıcalık olduğu için, bundan mutlu olduğunu hisseder; bu, kişinin moralinin yüksek olması için yeterlidir ve bunun için Kral’a teşekkür eder ve O’nu över.

Kral’ın sarayına tırmandığımız bu merdivenin çapraz olarak durduğu anlaşılıyor. Yani, “yeryüzüne kurulmuş bir merdiven” olan bu merdivenin alt kısmı, aslında dik bir şekilde duran bir merdiven gibi aşağıya doğru değildir, aksi halde ona tırmanmak imkânsız olurdu, tıpkı dünyevi hayatta gördüğümüz gibi. Bu, maddesel dünyada bile merdivenin çapraz olarak durması gerektiğini gösterir ve eğim ise “yukarının” gerçekten yukarıda olmadığını gösterir.

Ve aynı şekilde, “aşağıda” da aslında “aşağıda” değildir. Bilakis, söylendiği üzere, “tepesi göğe ulaştığında”, kişi bütünlük olan sağ çizgide yürüdüğünde, bu son değildir. Bunun yerine, hâlâ yeryüzünde olduğunu görmek için “yerde” de yürümesi gerekir. Ve sol olan “yerde” yürürken, “tepesi göğe uzanır” denilen sağda da yürümesi gerektiğini bilmelidir. Yani her iki koşul da çelişkili ve zıt olmasına rağmen birbirlerinden o kadar da uzak değiller, bir uçtan diğer uca yürümek için uzun bir mesafe yaratıyorlar. Yani her iki çizgide de yürümemiz gerekir ve buna “eğim” denir, yani bu, iki çizgide yürümemiz gerektiğini gösterir.

Bu, merhamet niteliğinin yargı ile ilişkilendirilmesi olan Tzimtzum Bet [İkinci Kısıtlama] adı verilen ıslahtan uzanır, bilgelerimizin söylediği üzere; “O, dünyayı muhakeme/yargı niteliği ile yarattı”, buna “’yüksek önem’ olarak adlandırılan, yukarı ve aşağının olduğu düz çizgi denir ve bu en saf olanıdır. Sefira Keter olarak kabul edilir, en saf ve hiçbir eksiği olmayandır. Aşağıdaki demek, önemsiz, düşük öneme sahip olan, en kalın olan demektir, alma arzusu olan Sefira Malhut olarak kabul edilir. Dünyanın var olamayacağını gördü, bu nedenle onu yargı niteliği ile ilişkilendirdi.” “Alma arzusu” olarak adlandırılan yargı niteliğinin Malhut’u yaratılmış varlıkların kökü olduğundan, onu ihsan etmek için çalışmaya dönüştürmek zordu. Buna “dünya var olamazdı.” denir.

“Kabala Bilgeliği Önsöz’de” (Madde 58) söylediği üzere, “’Dünyanın var olamayacağını gördü.’ yani bu, bu yolla, Behina Dalet’ten [Dördüncü Aşama’dan] yaratılacak olan Âdem’in, ihsan etme eylemlerini elde etmesinin imkânsız olduğu anlamına gelir. Bu nedenle O, ‘Midat ​​Ha Rahamim’i [merhamet niteliğini] ilk sıraya koydu ve onu Midat ​​Ha Din [yargı niteliği] ile ilişkilendirdi.’ Yaradan, Sefira Malhut’ta yapılan nihai gücü, Midat ​​Ha Din’i kaldırdı ve onu Bina’ya yükseltti – Midat ​​Ha Rahamim. Onları birbirleriyle ilişkilendirdi ve böylelikle Behina Dalet’ten çıkan Âdem’in Guf’unun [bedeninin] ihsan etme niteliği ile bütünleşmesini sağladı.”

Bundan, dünyanın, özellikle Malhut’un Bina’ya yükselişiyle var olabileceği sonucu çıkar. ARİ, Malhut’un Bina’ya yükselişini “çapraz bir çizgi” olarak adlandırır. (On Sefirot Çalışması, Bölüm 6’da) yazılanların anlamının bu olduğunu söyler, “’Suyun ortasında bir gök kubbe olsun ve su ortadan ikiye bölünsün.’ sözlerinin anlamı olan Tzimtzum’un kendisi bir parsa [kısım] yerleştirdikten sonra.”

Alef [harfinin] anlamı budur, Alef’in çizgisi diyagonaldir, (On Sefirot Çalışması, Bölüm 6’da) söylediği gibi, “Tzimtzum’daki iki noktanın bağlantısı Alef’in çizgisidir. Ve her derecenin birinci niteliği bir Yod’dur. Yukarıdan gelen çizginin üzerinde, derecenin Keter ve Hohma’sını içerir, “üst sularda” olduğu gibidir, bu Yod’a benzer. Dolayısıyla merhamet niteliğinin yargı ile ilişkilendirilmesine “diyagonal/çapraz” denir.

Bu köktür ve neden, maddesellikte de bir merdivene ancak Tzimtzum Bet olarak kabul edilen çapraz bir şekilde durduğu zaman tırmanabiliriz. Merdiven dik bir şekilde durduğunda “Yargı niteliği” olarak kabul edilir, var olamaz.

Ancak bilmeliyiz ki bu iki uç, “üçüncü yazı gelip aralarında hüküm verinceye kadar birbirini inkâr eden iki yazı” olarak kabul edilir. Yani, iki çizgi gereklidir, çünkü orta çizgiye her ikisi ile ulaşırız, çünkü önünde iki çizgi olmadıkça orta çizgi var olamaz. Bu nedenle, bir anlaşmazlık olduğunda, “Üçüncüsü gelir, aralarında karar verir ve barış yapar.” denilebilir. Ancak anlaşmazlık olmazsa barışmaya da gerek olmaz. Yani barış istiyorsak, önce bir anlaşmazlık üretmeliyiz, yoksa barış yapacak bir yer olmaz.

Ancak soru şu: Neden barışa ihtiyacımız var? Daha iyi olurdu ki böylece, anlaşmazlık olmasaydı, barışa ihtiyaç olmasaydı daha iyi olurdu bunu anlayalım. Buna sağduyu denilir.

Cevap, doğamızda bu iki zıtlık olduğundan, yani doğa bizi bu şekilde yarattığı için buradan, bu anlaşmazlığın gerçek olduğu sonucu çıkar. Yani, yaratılış amacı açısından, Yaradan’ın haz ve mutluluk alma arzusu verdiği bir doğaya sahibiz. Ve yaratılışın ıslahı açısından, biz tam tersi yöne doğru gitmeliyiz, yani ihsan etmeye, tıpkı Yaradan gibi, “O merhametli olduğu gibi, sen de merhametlisin.”

Buradan, bu iki uç noktanın içimizde olduğu sonucu çıkar. Ve söylediğimiz o ki, anlaşmazlık gereklidir, bilgelerimizin söylediği üzere, “Kişi daima kötü eğilimi iyi eğilime ezdirmelidir.” RAŞİ’nin yorumladığı üzere, “Kişi onunla savaşmalı.” Bu, kişi içindeki kötülüğü ortaya çıkarmalıdır anlamına gelir. Kişi, tartışma yoluyla kötülük üretmez. Aksine, içimizdeki kötülük gizlenmiştir ve eğer oraya Keduşa’nın [kutsallığın] ışığı girerse, içimizdeki alma arzusu derhal uyanır ve her şeyi kendisi için alır. Bu derhal Tuma’a [kirlilik] ve Klipot [kabuklar] tarafına gidecektir.

Bu nedenle, bir savaş yapmalıyız, bununla kötülük saklandığı yerden çıkacak ve iyi eğilimle savaşacaktır.

Bu, özellikle savaş yoluyla ortaya çıkar, çünkü iyi eğilimle savaşmak ister. Gerçek yüzünü gösterdiğinde, kişi onun ne kadar “yüksek bir dağ” olduğunu görür ve tek yolunun Yaradan’dan kötülüğü yenmesi ve yalnızca ihsan etmek amacıyla çalışabilmesi için yardım etmesini istemek olduğunu anlar.

Bununla “Üçüncü yazı gelip aralarında hüküm verinceye kadar birbirini yalanlayan iki yazı.” sözlerinin manasını anlayacağız. Merdivenin iki ucu birbirine zıt olduklarını gösterir. Bir yandan, “yeryüzüne konulmuştur”, bu alçaklığı gösterir, öz-sevgiye dalmış olduğu için Yaradan’dan ne kadar uzak olduğunu mantıklı bir şekilde gördüğü zaman ki buna form eşitsizliği denir. Öte yandan, “tepesi göğe ulaşır”, sanki tam bir bütünlük içindedir ve kendi payına düşenden memnundur ve cennetteymişçesine mutludur ve maddesellikle hiçbir bağı yoktur. Bu, çapraz duran merdiven olarak kabul edilir. “Üçüncü yazı gelip aralarında hüküm verinceye kadar birbirini yalanlayan iki yazı.” sözlerinin anlamı budur.

Bu, orta çizgidir. Yani bu iki satır, “orta çizgi” denilen, Yaradan olarak adlandırılan üçüncü bir yazı doğurur. Bu, bilgelerimizin (Nida 31a) da söylediği gibidir, “İnsanda üç ortak vardır: Yaradan, babası ve annesi. Babası beyazı; annesi kırmızıyı eker ve Yaradan onun içine bir ruh ve bir can yerleştirir.”

“Beyazı babası verir.” sözlerini yorumlamalıyız. Babası, çalışmadaki ilk anlayıştır, bütünlük adı verilen sağ çizgidir. İkincisi, bir eksiklik anlamına gelen sol çizgidir. Bu “kırmızıyı verir” yani eksikliği verir demektir. İşte o zaman, Yaradan can ve ruh verir çünkü o zaman Yaradan kişiye gerekli yardımı verir, Zohar’da yazıldığı üzere, “Kutsal bir ruh tarafından yardım edilir.” Buna “Yaradan ruh verir ve can verir.” denilir. Bu, RAŞİ’nin söylediklerini yorumlar, “Bu merdiven Beer Şeba’da durur ve eğiminin ortası Tapınağın tam karşısına ulaşır.” Yani, orta çizgi Tapınağın tam karşısındadır, zıttadır, bu Yaradan’dır.

Şimdi, neden “Ve işte, Tanrı’nın melekleri yükseliyordu.” ve sonra “indiler” diye yazıldığını yorumlamalıyız. Önce “indiler”, sonra “yükseliyordu” yazılmalıydı. Bunu çalışmada açıklamalıyız: Kendileri için değil, yalnızca Yaradan için çalışmak isteyenlere “Tanrı’nın melekleri” denir yani onlar bu dünyaya Tanrı’nın elçileri olarak yani Tanrı’ya hizmet etmek için gelmişlerdir.

Bilgelerimizin söylediği gibi (Sukkah 72), “Onlar bir Mitzva’nın [emrin/iyi eylemlerin] elçileridir.” Ve RAŞİ orada yorumlamıştır, topluluğun başkanını selamlamaya gittiklerinden ve kişinin Ravını [büyük öğretmenini] yürüyerek selamlaması gerektiği için, yani Mitzvot [Mitzva’nın çoğulu] ile meşgul olduğumuzda “bir Mitzva’nın habercileri” yani Komutanın habercileri olduğumuz anlamına gelir. Başka bir deyişle, onlar dünyaya Yaradan’ın elçileri olmak için geldiler ve hepsi Yaradan’ın yapmalarını emrettiği her şeyi yapmalı ve bunlara uymalı, şöyle yazıldığı gibi, “Tanrı’nın yapmak için yarattığı şey.” Sulam’da [Zohar’ın Merdiven Tefsiri’nde] (“Zohar Kitabının Giriş bölümünde”) şöyle açıklanmıştır, “yaratılmış” yokluktan varlık, var oluş anlamına gelir. Bu, Yaradan’dan gelen alma arzusunu ifade eder. “Yapmak” yaratılmış varlıklarla ilgilidir, yani Yaradan için çalışmaları gereklidir. Yaradan için çalışanlara “Yaradan’ın melekleri”, daha önce söylendiği gibi “Yaradan’ın elçileri” denir.

Bununla yazılanları yorumlamalıyız (Moed Katan 17a), “Eğer Rav Yaradan’ın bir meleği gibiyse, ondan öğrenmeye çalışsınlar. Eğer değilse, ondan öğrenmeye çalışmasınlar. Bununla ilgili sorarlar, Rav’dan öğrenmek isteyen kişi önce Yaradan’ın meleğini mi görmeli? Yaradan’ın meleğinin suretini gördükten sonra, Yaradan’ın meleğine benzeyen bir Rav aramanın zamanı o zaman mıdır?”

Yukarıda yazılanlara istinaden bunu şöyle yorumlamalıyız, Rav öğrencilerine ihsan etmek için yapılması gereken çalışmayı öğretiyorsa, yani kişinin bu dünyaya neden geldiğini, Yaradan için yapması gereken çalışmayı, kişinin Yaradan’ın bir elçisi olduğunu ve bu dünyada toprak sahibi olmadığını tam aksine Yaradan’ın hizmetkârı olduğunu. “Yaradan’ın elçisi”, “Yaradan’ın meleği” anlamındadır. “Rav, Yaradan’ın bir meleği gibiyse, ondan öğrenmeye çalışsınlar.” sözlerinin anlamı budur.

Şimdi neden önce “Ve işte, Tanrı’nın melekleri yükseliyordu.” yazıldığını anlayabiliriz. Bunun nedeni, çalışmada Yaradan’ın meleği olmak, Yaradan için çalışmak demektir, bu da ilk önce merdiveni çıkmamızı gerektirir, buna “sağ” denir, “Başı göğe uzanır.” olarak adlandırılır ve sonra iniş gelir, buna sol denir, “yeryüzüne kurulmuş” olarak adlandırılır ve sonra tekrar yeniden. Buna “yükseliş ve düşüş” denir. Daha sonra orta çizgi ile ödüllendirilirler, yani Yaradan ruhu verir ve sonra Yaradan’la Dvekut ile ödüllendirilirler.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,093