e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Mektup 8

26 Mayıs, Tel-Aviv

Merhaba Dostlar,

Mektubunuza cevap olarak, söylemeliyim ki şu an için ekleyecek bir şeyim yok. Daha ziyade, şöyle yazdığı gibi: “Halka yolculuk yapacaklarını söyle.” Biliriz ki yolculukla ilgili olarak A aşamasından B aşamasına gidiş anlatılır, yani bunun anlamı yer değiştirmektir, tıpkı Baal HaSulam’ın dediği gibi, “Günden sonra gelen gün yolculuğu ifade eder.” Yazdığına göre, gece aşaması olmadan yeni bir günün olması imkânsızdır, yani aralarında kopma yoktur. Aksi takdirde ona “günden güne” değil, “uzun bir gün” denirdi. Fakat çalışma düzeni tam olarak günden günedir. “Ve geceden geceye bilgiyi ifşa eder” demek aralarında gün var demektir, bunlar onun sözleridir.

Yolculuğun düzeni budur. Dolayısıyla, aşamalardan korkmayın, fakat sadece yukarıda söylediğimiz gibi, “yolculuk edin,” ilerleyin. Her seferinde yeni bir ilerleyiş olmalıdır, tıpkı şöyle yazdığı gibi: “Onlar büyük inançlarıyla her sabah yenilenir.”

Bu arada, Tiberian halkıyla ilgili ne düşündüğümü, bizi nasıl gördüklerini -içten ya da kaba-tarzım olmasa da size anlatmak istiyorum. Dahası, bu mektupta Tiberian halkında ne gördüğümü ve onları nasıl resmettiğimi size yazacağım. Tiberian’ların özünü tam olarak tarif edemesem de, yine de, düşüncelerimi yazacağım.

Şimdilerde, az biraz kendi kişisel sorunlarımdan hafiflemiş durumdayım ve başımı kaldırıp olanları görecek vakti bulabiliyorum. Burada sanki üç çeşit insan, üç farklı bedenle kılıflanmış üç siluet görüyor gibiyim.

1- Büyük bir çoğunluğun bizi değerli gördüğünü ya da saygı duyduklarını düşünmüyorum. İçtenlikle inanıyorum ki, onların gözünde dikkate değer değiliz. Diğer bir deyişle, ne bizi düşünüyorlar ne de hissediyorlar. Sanki biz bu dünyada yokmuşuz gibi davranıyorlar.

Aşlag’ın öğrencileri gibi bir şeyin olduğunu duymuş olsalar bile, bununla ilgilenmiyorlar. Tüm gün boyunca kendi -hırsları, saygınlık arayışları ya da kendi maneviyatları için- oldukça meşguller. Özellikle küçük grubumuzun içinde çekişme olduğunu duyduklarından beri, bizimle ilgilenme ihtiyacı duymuyorlar.

“Artıklar aslanı tatmin etmez.” Yani bizim iyi ya da kötü olduğumuza karar verecek olan zihinlerine girmemize izin verseler bile, küçük grubumuz onların gözünde tatminkâr olmak için çok küçük ve önemsiz. Bu onların gözünde alt seviyede olduğumuzun, bir an bile dikkate, incelemeye değer olmadığımızın göstergesi. Bu aslanın bizimle ilgili her türlü plana sahip olduğunu düşünmeme rağmen, gerçekte hiç de öyle değil.

2- İkinci grup bu dünyada bir yerimiz olduğuna inanan ve bize saygı duyanlar. Bizi değerli, saygıdeğer ve belli bir konumda görüyorlar. Boş zamanlarında düşüncelerinde ve zihinlerinde bizim için zaman ayırarak büyük iyilik yapıyorlar. Bize ilgi gösteriyor, duruşumuzun ve eylemlerimizin gerçekten erdemlilik ve dürüstlük içinde olup olmadığını görmek ve herhangi bir şey bulduklarında bizi eleştirmek için tetikte bekliyorlar.

Bizimle ilgili düşündüklerinde, görüyorlar ki bunlar günün sonunda belli bir yerde, belli bir liderin yönetimi altında olmak için bir araya gelen bir grup insan. Bu küçük topluluk insanüstü bir cesaretle onlara karşı olanlara göğüs geriyor. Gerçekte bu grup güçlü bir ruha sahip cesur insanlar ve bir adım bile geri çekilmemeye kararlılar. Birinci sınıf savaşçılar, kanlarının son damlasına kadar eğilimleriyle savaş halindeler ve tek arzuları O’nun adının zaferi için savaşı kazanmak.

Ancak, tüm bu dikkatli gözlemleriyle beraber, kendilerini düşünmeye başladıklarında -önyargılarına, saygı peşinde koşma ve egoist arzularına baktıklarında- oybirliğiyle hemfikir olup, bize karşı birleşmek zorundalar. Bu nedenle, tartışmasız bir şekilde tüm kalpleriyle bizimle birleşmemenin onlar için daha iyi olacağını düşünüyorlar. Birbirlerinden çok uzak ve farklı oldukları için hiçbir konuda hemfikir değiller. Aynı odada kalmaya bile tahammül edemeyecek derecede birbirlerinden nefret etmelerine rağmen, bize karşı olmak söz konusu olduğunda hepsi birleşiyor.

İçlerindeki alma arzuları ve tıpkı “Rüşvet bilgenin gözlerini kör eder,” sözünde olduğu gibi peşin hükümlü olduklarından, bizimle ilgili düşündükleri şeyin tersini görüyorlar. Bizde buldukları tüm erdemliğe -her birimizin takdire değer ve saygıdeğer olduğunu görmelerine- rağmen kararlarını verir vermez çarçabuk bizim için verdikleri hükmü tutkuyla ve cansiperane bir şekilde gerçekleştirmek istiyorlar. Bu nedenle, bir yandan gerçeğin bizimle olduğunu, diğer yandan yolumuzun onlar için sıkıcı olduğunu biliyorlar.

Kendilerini haklı çıkarmak için, bizi yıkmak ve adımızı yeryüzünden silmekten başka şansları yok. Bunun için çabalıyor ve dağıtmak istiyorlar, bizi nasıl başarısızlığa uğratacaklarını düşünüp, her türlü aracı -meşru ya da değil- insanın ve Maneviyatın özüne ters düşüyor olsa bile kullanarak yolumuza engeller koyup komplo kuruyorlar. İçten ve dürüst insanlara amacımızı yaydığımızda onlara gerçeği gösterme gücümüz olduğunu bilmedikleri ve arzularına direnç olmadığını gördükleri için bize aldırmıyorlar.

Kalplerindeki arzuyu yerine getirip, “neslin yüzü olmaları” onlar için daha iyi olacaktır. Bunun için geleceğimizi yıkıp, yok etmeyi planlayıp şöyle diyorlar, “Ne kadar çabuk olursa, o kadar iyi; henüz küçükken onları ezmek iyi olur böylece onlardan geriye bir iz kalmaz.”

Yine de onlara bize saygı duydukları ve en azından iptal etmemiz gereken bir şeyler olduğu fikrini kabul ettikleri için takdir etmeliyiz. Diğer bir deyişle, bizi bir toz gibi görmemezlikten gelmiyorlar, en azından onlar için gerçeğiz. İkinci gruptaki insanlar, bizi dikkate almayıp, etrafımızda olup bitenin önemli olmadığına inanan ilk grup insandan farklı. Çünkü onlar, eylemlerimizin gözlendiğini düşünüyor olmamızdan ki bu nedenle belli eylemleri yapmaktan kaçınıyoruz, etkilenmiyor, sıkıcı buluyorlar ve bu da ilk gruptaki insanların korkusu nedeniyle gruptan kaçmalarına neden oluyor.

Dürüst olmak gerekirse, hiç biri bize dikkat etmiyor. Muhtemelen bu tıpkı şöyle yazdığı gibi: “Kimse seni takip etmediğinde kaçacaksın.” Dolayısıyla, böyle insanlar var olduğu için memnun olmalıyız, bizimle alay ediyor, küçümsüyor ve kötü şeyler söylüyorlar. Yani en azından bu dünyada bir yerimiz var ve adımızı yeryüzünden silip atmak onlar için kolay değil.

3- Üçüncü grup, bizim iyiliğimizi isteyenler. Ancak sayıları çok az, tıpkı “İki çoğuldur,” dendiği gibi. Ve ben onlara BShMA nın baş harfleriyle sesleniyorum yani B…, Sh,…, M…, ve A… Kutsal dilde (İbranice) onlara Bosem (parfüm) denir. Diğer bir deyişle, onlar Panim ışığı ve tüm eylemleri Keduşa (kutsallık) içinde olmakla ödüllendirilmelidir.

Tiberias’ta yaşayan bu sevgili insanları anlatmak istesem, ne derim? Tiberias’ın hareketli bir şehir olduğunu görüyorum ve yukarıda bahsettim bu üçüncü grup insan, bir girdaba kapılmış, başka bedenlerde yani ilk ve ikinci grup insanı kılıflayan arzular ve ihtiraslar arasında gidip geliyor. Onları bulmak benim için çok zor çünkü onlar büyük saman ve ot yığınlarının içinde, insan bu geniş çoğunluğun içinde kaybolmuş iki değerli inciyi, iki buğday tanesini nasıl bulabilir? Binlercenin içinde bile bir kişinin önemli olduğu kuralına rağmen, gerçekten yaşam dolu hayvanlar olan telli turnalar gibi onlar da dayanıklı olmak ve feryat etmek zorundalar.

Buradan atalarımızın anlattığı saman, ot ve buğday kimin için ekildikleriyle değerlendirilir alegorisini anlayabiliriz. Ot ve samanın konuşması o kadar doğru ve ikna edici görünür ki, buğdayın ot ve saman yasasına teslim olacağından korkulur. Ot ve saman şöyle der: “Biz çoğunluğuz ve sen buğday, bizim sayımıza oranla bir hiçsin. Biz yüksek bir mevkideyiz ve sen bu dünyaya gelmeden çok önce doğduk. Diğer bir deyişle, sen henüz yokken biz büyüdük ve güzelleştik ve bizim yüceliğimiz herkes tarafından görüldü. Uzaklardan bile görülen tüm tarlaya yayılmış güzelliğimizle göz kamaştırıyoruz. Fakat sen, buğday, o kadar küçük, o kadar fark edilmezsin ki, yalnızca sana özellikle dikkat edildiğinde görünebilirsin. Bu senin beceriksizliğinle ilgili olsa gerek. Oysa biz yolunu kaybetmiş, yorgun düşmüş ve başını koyacak bir yer arayan insanlara bir yer, barınak sağlıyoruz. Onları ortamıza alıp, rüzgârların ve kötülüklerin görmemesi için üzerlerini örtüyoruz. Peki, sen kimi hoşnut ediyorsun?”

Hasat vakti geldiğinde saman ve ot sadece hayvan yemi olacağından şimdiki değerlerinden daha büyük olma umutları yoktur, herkes tarlanın kimin için ekildiğini bilir. Oysa buğday, birkaç ıslahtan sonra, kırıldığında, elendiğinde ve şarap ve yağla karıştırılıp, fırına verildiğinde kralların sofrasında sunulur ve Tanrı’ya sunacak kadar değerli hale gelir. Ot ve samana atfedilen tüm bu değer, besledikleri ve büyüttükleri buğdaya hizmet etmelerindendir.

Diğer bir deyişle, buğday tohumu topraktan besinini alır ve bu besini buğdaya dönüştürür. Buğdayın sırtındaki ot ve saman onun için bir yüktür ve değerleri metresine hizmet eden krala hizmet eden hizmetkârla aynıdır.

Hasattan, sonuçtan önce, gerçeğin kendi gerçekliğini ve samimiyetini açıklığa kavuşturması imkânsızdır. Daha ziyade, herkes kendinedir, kendi hislerine göre konuşur. Bayağılığa ve hoşnutsuzluğa neden olmadan gerçeğe saygılı olmak, meselenin gerçekliğini ve doğruluğu gün ışığına çıkana kadar kişinin detaylı bir şekilde her bir elementi analiz etmesi haricinde, basit bir iş değildir. Ve bu durum kendini-sevme ağına yakalanmadığı ve kolektifin akışıyla akıp gitmediği için üstten ödüllendirilmeyi gerektirir.

Buğday alegorisinde anlatıldığı gibi, herkes sizi eleştirdiğinden, benim sizi arzular içinde olmadan kendi halinizde bulmam zor.

Ancak, daha önce bahsedilen hasat zamanına benzer bir taktik buldum. Sadece geceleri, gece yarısından sonra, gecenin soğuğu ve rüzgârı saman ve otu dağıttığında ve her şeyi bir ölü gibi tarlanın yüzeyine yapıştırdığında, yani onlar yataklarında uyurlarken, iki buğday serbest kalır ve kalplerini cennetteki Babalarının önüne sererler. Dua zamanı olan sabah ışıkları çıkana kadar, Maneviyatın ateşinin alevine girerler. Bu anda Tanrı’nın sözlerini söyledikçe ruhları açığa çıkar. İnanıyorum ki, bu zaman Kurtarıcısının yardımıyla Yaradan’ı özlemleyen ateşin alevleri gibi parlayan bu değerli incilerle ilgilenmenin tam zamanı.

Sevgiyle ilgili olarak izin verin birkaç bir şey yazayım. Bilinir ki, Kli olmadan ışık yoktur, yani her haz, hazzın ışığının kılıflandığı bir kılıfa sahip olmalıdır. Örneğin, kişi saygınlık kazanmak, insanların gözünde değerli olmak istediğinde, ilk işi giysilerini değiştirmek olur. Diğer bir deyişle, saygıdeğer bir biçimde giyinmelidir tıpkı atalarımızın dediği gibi, “Kabalist Yohanan giysilerine ‘Beni onurlandıranlar’ der.”

Dolayısıyla, kişi saygıdeğer bir giysi edinmek için belli ölçüde bir çaba harcamalı ve bunu elde ettikten sonra da onu tüm zararlardan korumalıdır. Yani her geçen gün onun tozunu almalı, lekelerini ya da kirlerini temizlemeli ve ütülemelidir.

Fakat en önemlisi, onu en tehlikeli sabotajcıdan korumalıdır -güveden! Yiddiş dilinde güveye gözle görülmeyen küçük sinek benzeri olan “Mol” denir. Öncelikle eski kıyafetlere temas etmemelidir. Ayrıca bunun için “naftalin” denilen harika bir çare vardır. Ve bu şekilde kişi saygıdeğer bir biçimde kıyafetlenen hazzın ışığını almaya hazır hale gelir.

Bu durum sevgiye benzer. Sevginin ışığı ile ödüllendirilmek için kişi ışığın kılıflanacağı bir giysi bulmalıdır. Burada da aynı kurallar geçerlidir: kötülüğün “tozundan” ve özellikle güvenin (Yiddiş dilinde güve demek, “ağız” demektir) sabotajından, güzel görünen ve güzel konuşanlardan kaçınmaktır. Biliyorsunuz ki, onlar zaten kendilerini yasaklanmış kötülüğün vaatlerine “kurban etmiş,” size zarar verecek sabotajcılardır, çok yakışıklı ve güzel oldukları için onlardan kendinizi koruyamazsınız.

Bu sinek o kadar küçüktür ki, özel dikkat olmadan değerli giysileri bozacak olan bu zararlıdan gelen zararı fark etmek imkânsızdır. Aslında, bilinir ki, bu güve yüne (İbranice: TzeMeR, enerji) daha fazla zarar verir, yani çalışmayı bozar. Ve Yetuş (sinek) “Onu Yapan Tanrı’dan VaYitoş (vazgeçmek)” ya da Arami dilinde “Ve o hizmet ettiği Tanrı’ya tapmayı bıraktı,” cümlelerinden gelir.

Genellikle değerli bir yün giysisi olan kişi onu eski giysilerle temastan korumak zorundadır. Diğer bir deyişle, kişi enerjiyi bozacak “eski bağlantılardan” kaçınmalıdır çünkü onlar artık çalışma için uygun değildir, tüm sözleri sadece enerjiyi düşürmek içindir. Bir ağaç gibi -kendini savunan- güçlü sevgi giysisine sahip biri için bile, bu güve dikkatlice izlenmelidir. Eğer bu güve tahtaya düşerse, ona da zarar verir.

Tek çare, Onkelos’un Tefilah (dua) olarak açıkladığı Naftoley kelimesinden gelen Naftalindir, yani bu zararlının elbisesine zarar vermemesi için Yaradan’a dua etmek.

Kişi saygın bir elbiseye sahip olduğunda dikkatli olmalı ve eğer üzerinde horoz tüyleri varsa bunu temizlemelidir. Ayrıca, kişi bu giysileri giyindiği zaman horoz tüyleri olan yere girmemelidir. Bu tıpkı horoz dövüşünde olduğu gibi Nitzum (tartışma) kelimesinden gelen Notzot (tüyler) ile açıklanır. Bu gerçeğin yolundan ayrı ve kendini sevmeye dalmış olan insanların bağırıp çağırmasını işaret eder. Çalışma ve duaları sırasında sergilenen tüm bu şamata düşüncelerinizle savaşmaya -kimin tarafı gerçek ve doğru- başlayana kadar sadece ruhlarınızın içinde kavgaya sebep olur. Bu durum içinde sevginin yaşadığı giysiye zarar verir. Dolayısıyla, dikkatli olmalı ve horoz dövüşü yapılan yerlerden kaçınmalısınız ki sonrasında kendinizi tüylerden temizlemek zorunda kalmayasınız.

Görüyoruz ki saygınlık ışığını elde etmede zorlanan insanlar dışarıya çıktıklarında giysilerini sakınmazlarsa, dışsal şeyler derhal onlara yapışır. Diğer bir deyişle, görürler ki kişi onların otoritesini kabul edip onlara o kadar köle olmuş ki sadece giysi edinmede zorlanmıyor aynı zamanda onu korunmada da zorlanıyor. Hatta model yani giyinme biçimi bile özelikle yanında durduğu bu insanların hoşlanacağı biçimde olmalıdır. Bu nedenle kimden saygı görmek istiyorsa onlar tarafından beğenilmek için büyük çaba harcamalıdır.

Ve eğer Tanrı korusun onlara uygun şekilde hizmet etmezse, bu durum hoş olmayan sonuçlar doğurabilir. Yani kişiye istediği saygıyı göstermeyip tersine onurunu kırar, küçültür ve kendisini bayağı hissetmesine neden olurlar. Ve bu aşağılanma hissi önce ona üzüntü verir, sonra hayattan haz alma umudu kalmayana kadar tüm dünyanın karanlığa büründüğünü hisseder. Sonra tek çözümü bulur yani ölümün altıda biri uyku meleği, uykunun hazzını ona bildirine kadar eve gidip, yatağa uzanmak ve duasının kabul edilmesi için yalvarmak. Elde edebileceği tek haz budur.

Ve eğer uyku meleği ona merhamet etmez ve bundan bir çare elde edemezse, ruhunun acılığı için başkalarınca popüler olan çözümlerden haz almaktan başka çaresi yoktur. Onlar direnç gerektiren eğilimin üstesinden gelmek için savaşır ve “intihar” denilen meleğin hazzını umarlar. Bu demektir ki, sadece bu meleğin onları bu melankoliden kurtaracağını düşünürler. Açıkçası korkunç eziyetler ve korkunç duygusal savaşlar olmadan bu melekten haz elde etmek imkânsızdır.

Dolayısıyla “Bilgenin gözleri başındadır” ve o diğerlerinin koşullarını ve yasalarını yerine getirmediği takdirde ne elde edeceğini önceden görmüş olur. Bu demektir ki, dışsal insanların ondan talep ettiği her şeyi kabullenmek ve boyun eğmek zorundadır aksi halde onlar kesinlikle onu cezalandırır. Diğer bir deyişle, ödül ve ceza bu dünyada açığa çıkar ve mantık ötesi inanç gerektirmez.

Buradan sevginin ışığını kılıflayan giysileri -çok nazik ve ince kumaştan yapılmış giysi- elde etmek için gereken büyük dikkat ve özeni ve dıştan gelen etkilerin bu çok fazla kan ve terle satın alınmış değerli giysiyi bozduğunu anlayabiliriz.

İzin verin şimdi size nasıl ve ne şekilde sevgi giysisini elde etmeye başladığımı açıklığa kavuşturayım: uygun bir giysi yapmak için önce kumaşın örülmesi gerekir. Diğer bir deyişle, iplikleri alır ve onları bir araya getirir kumaşı öreriz. Atkı ve çözgü vasıtasıyla bir parça kumaş örülmüş olur.

Dolayısıyla, çözgünün içine atkı yerleştiririm. Nima (Aramice: “ip” aynı zamanda “söylemek”) kelimesi “Bununla ilgili bir kelime söyle” sözünden gelir. Shti (atkı) Taşi (unutkanlık) kelimesinden gelir, tıpkı “Sana baba olan Kayayı unuttun” cümlesinde olduğu gibi. Diğer bir deyişle, hafızamın gücüyle hareket etmeye başlar ve sonra dostlarımın benimle ilgili hoş şeyler söylemediğini ve bu sözler nedeniyle bana kötü şeyler yaptıklarını hemen hatırlar ve bu söylemin (aynı zamanda “çözgü”) dostluğu, arkadaşlığı ve kardeşliği yıprattığını görürüm.

Sonrasında, çözgü ipi (Erev) aklıma gelir, yani dostumun benimle ilgili iyi şeyler yapmasına neden olan hoş konuşmalarını duyarım ki bu bana Arevim (hoş) ve tatlı gelir. Bu demektir ki, dostumun tüm bağlantılarını, düşüncelerini ve eylemlerini sadece benim iyiliğim için yaptığını görür, duyar ve mutlu olurum. Bu iki iplik benim içimde bir karışıklık yaratır ve ben “Gerçek, atkının mı çözgünün mü yanında?” diyerek, ne şekilde karar vereceğimi bilemem.

Bilinir ki, dünyada var olan her şey, pozitif ve negatif formdadır -sağ ve sol, gerçek ve yanlış, ışık ve karanlık, Yaradan’a yönelenler ve yönelmeyen kişiler, kutsal ve bayağı, saflık ve bozukluk ve iyi ve kötü. Bu böyledir çünkü kötünün acı tadını almadan iyi tadı almak mümkün değildir. Atalarımızın “Zayıf olanın öcü ve erdemli olanın ödülü için” demesinin anlamı budur.

Para (öç) kelimesi, “Kadının başındaki saçı para (açık bırak)” sözünden gelir. Diğer bir deyişle, erdemlinin iyi bir ödülün gerçek tadını alabilmesi için zayıf olandan yardım alması olasıdır.

Bu sebeple, giysiyi örerken, şaşkın bir şekilde içimde kılıflanan zihnin zayıflığını kovacak olan sonucu beklerim. Şimdi sevginin giysini örmeye bağlandığımdan, buraya haz ışığını yerleştirmek için peşin hükümlü davranırım. Bu sebeple atkının kelimelerine, Maneviyatın bize işaret ettiği “Rüşvet bilgenin gözlerini kör eder” yasasına göre karar veririm.

Bu nedenle gerçeğin ne olduğuyla ilgilenmem; daha ziyade sevgi giysisini örerken arzuladığım amaçla ilgilenirim. Bu aşamada ortada karar verici bir çizgiye sahibim, yani amaç daima sağ ve sol arasında karar veren tek şeydir.

Ve bir kez bu giysiyi talep ettiğimde sevginin kıvılcımları içimde ışıldamaya başlar. Kalbim dostlarla birleşmeye özlem duyar ve bana öyle gelir ki, gözlerim dostlarımı görüyor, kulaklarım onların sesini duyuyor, ağzım sevgi ve neşe içinde onlarla konuşuyor, eller kavuşuyor, ayaklar daireler çiziyor ve dünyasal sınırlarımın ötesine geçiyorum. Dostlarım ve benim aramdaki geniş uzaklığı unutuyorum ve aramızda birkaç mil toprak uzanmıyor artık.

Bu tıpkı dostlarımın kalbimin tam içinde durup, neler olduğunu görmeleri gibi ve ben dostlarıma karşı yaptığım küçük eylemlerden dolayı utanıyorum. Sonra dünyasal kaplardan çıkıyorum ve bana öyle geliyor ki dostlarım ve benim haricimde dünyada başka bir gerçeklik yok. Bundan sonra, “ben” iptal oluyor ve onlarla kaynaşıyorum ta ki dostlarımın haricinde dünyada hiçbir gerçekliğin olmadığını hissedene kadar.

Kısa ve öz olmak zorundayım çünkü tatil yaklaşıyor.

Dostunuz, Baruh Şalom HaLevi

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,083