e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada “Casuslar” Ne Anlama Geliyor?

Çalışmada “Casuslar” Ne Anlama Geliyor?

Makale No. 35, 1991

Zohar’da (Shlach, Madde 82) şöyle yazar: ” Rabbi Yosi dedi ki, ‘Her şeyi karalamak için kendilerine bir danışman edindiler. ‘Her şey’ nedir? Dünya ve Yaradan’dır. Rabbi Yitzhak dedi ki, ‘Dünya, bu doğru. Peki ya Yaradan? Bunu nasıl bilebiliriz? Ona şöyle dedi: ‘Bu, ‘Yine de güçlü olan halktır’ ayetinin anlamıdır, yani ‘güçlü olan halk’ için onları kim yenebilir? Başka bir deyişle, Yaradan bile onların üstesinden gelemez. Böylelikle Yaradan’a iftira attılar.”

Çalışmada Yaradan hakkında böyle bir şeyin nasıl söylenebildiğini anlamalıyız, zira Yaradan’a yaklaşmak isteyen insanlardan bahsediyoruz. Onların, Yaradan’ın yüce olduğuna inanmadıkları nasıl söylenebilir? Zohar’da (Madde 63) şöyle yazar, “‘Ve toprakları gezmekten geri döndüler. ‘Döndüler’ demek, kötülüğün tarafına döndüler ve ‘Bundan ne elde ettik’ diyerek gerçeğin yolundan geri döndüler demektir. Bugüne kadar dünyada iyilik görmedik. Tora’da çalıştık ve ev boş. Bu dünya ile kim ödüllendirilecek? Bu kadar çaba göstermemiş olsaydık daha iyi olurdu. O dünyanın bir kısmını bilmek için emek verdik ve öğrendik. Tora’da öğrendiğimiz gibi, o üst dünya iyidir, ama onunla kim ödüllendirilebilir?”

Eğer her şeyin doğru olduğunu söyleyip “ama bununla kim ödüllendirilebilir?” diye soruyorlarsa, casusların günahının ne olduğunu anlamalıyız. Başka bir deyişle, “Tora’da bildiğimiz gibi, üst dünya iyidir, ama onunla kim ödüllendirilebilir?” diye yazıldığı gibi, iyiliğe layık olmadıklarını söylüyorlardı. Öyleyse günah neden bu kadar ağırdır?

Midraş Rabbah’ta (Şlach 15:7) şöyle der, “Rabbi Yehoşua, ‘Onlar (casuslar) neye benziyorlardı? Oğlu için iyi ve varlıklı bir aileden güzel bir kadın ayarlayan bir kral gibi. Kral oğluna, ‘Güzel bir kadın, iyi ve varlıklı bir aileden’ dedi. Oğlu babasına inanmadığı için, ‘Gidip onu göreceğim’ diye cevap verdi. Derhal, bu konu babasının kafasını karıştırdı ve sinirlendirdi. Babası şöyle dedi: “Ne yapmalıyım? Eğer ona, ‘Onu şimdi sana göstermeyeceğim’ dersem, o da kızın çirkin olduğunu ve bu yüzden onu göstermek istemediğimi söyleyecektir. Sonunda ona, ‘Onu gör, ama bana inanmadığın için, yemin ederim ki onu evinde görmeyeceksin, çünkü onu oğluna vermeyi tercih edeceğim’ dedi.”

Bu kafa karıştırıcıdır, çünkü Yaradan’ın toprakların iyi olduğunu gösterdiğini, ancak casusların orada iyi bir şey görmediklerini söyledikleri için iyi toprakları görmediklerini ima eder. Bunun yerine, orada sadece kötü şeyler gördüklerini söylediler, çünkü “Bu, sakinlerini yutan bir ülkedir” dediler. Peki, kralın oğluyla ilgili olan bu alegori nedir?

Yukarıdakileri anlamak için öğrendiklerimizi, önümüzde iki şey olduğunu anlamalıyız: 1) yaratılışın amacı olan zevk ve hazzı almak, 2) zevk ve hazzı nasıl edineceğimiz.

Çünkü görüyoruz ki herkes haz ve zevk almamız gerektiği konusunda hemfikir olsa da emek olmadan hiçbir şey edinilemez. Emek, bize istediğimizi vermek istemesi için ev sahibine bir miktar ödeme teklif etmek zorunda olmamızdır. Çalışmada buna “ihsan etme arzusu” denir, çünkü sadece ihsan etme kaplarında bol miktarda Keduşa [kutsallık] elde edebiliriz, bu da öğrendiğimiz gibidir, “Ben kutsal olduğum için sen de kutsal olacaksın”, yani her şey ihsan etmek için olmalıdır.

Kişi ihsan etme kaplarını edinmeden önce, üst rehberliğe yerleştirilen Tzimtzum [kısıtlama] ve gizlilik altındadır, böylece insan gerçeği göremez. Yani, Baal HaSulam’ın kişinin ravına [öğretmenine] ravın bizim için düzenledikleri hakkında-“sağ” üzerine bir çalışma düzeni- inanması gerektiği konusunda söylediği gibi (Şamati kitabında, “Rav’a İnanç” makalesinde), kişi O’nun rehberliğini, yaratılanlara iyi ve iyilik yapma rehberliğinde nasıl davrandığını göremez. O zaman, kişi kendisine Yaradan’a tam bir inançla zaten ödüllendirilmiş gibi tasvir etmeli ve Yaradan’ın tüm dünyayı iyi ve iyilik yapan bir şekilde yönettiğini, yani tüm dünyanın O’ndan sadece iyilik aldığını zaten organlarında hissetmelidir.

Ve kişi kendisine baktığında çıplak ve yoksul olduğunu görse bile, bu konuda şöyle demelidir: “Onların gözleri var ama görmezler,” burada “onlar”, kişi “onlar” olarak adlandırılan birden fazla otorite altında olduğu sürece, gerçeği “görmezler” anlamına gelir. Peki birden fazla otorite nedir? İki arzudur.

Bu, insanın kendi iyiliği için alma arzusuna sahip olduğu anlamına gelir ki bu, arzusu ihsan etmek olan Yaradan’ınkinden farklı bir arzudur ve kişi sadece kendi iyiliği için almak ister. Dolayısıyla, kişi Yaradan’ın ona verdiklerini eleştirmeye kalktığında, sadece acı ve ızdırap görür, çünkü dünyada iki arzu vardır.

Bu nedenle, kişi Yaradan’a şükretmesi ve “Ne mutlu ‘Dünya olsun’ diyene” demesi gerektiğinde, Yaradan’ın bize bollukla dolu bir dünya verdiği için övgü ve şükran duyması gerekirken, tam tersini gördüğünde, o zaman kişi çaba göstermeli ve mantık ötesi gitmeli ve gördüğü her şeyin gerçek olmadığını söylemeli ve “Gözleri var ama görmezler” diye yazılan gerçeğe inanmalıdır.

O halde kişinin çalışması ve emek vermesi gereken her şey, ihsan etme arzusunu edinmek içindir, çünkü ancak o zaman Yaradan’ın nasıl bollukla dolu bir dünya yarattığını görebilir, öyle ki bilgelerimiz şöyle demişlerdir: “O’nun huzurunda hiçbir zaman cennetin ve dünyanın yaratıldığı günkü gibi sevinç olmamıştır.” Bu böyledir çünkü Yaradan için zaman diye bir mesele yoktur. Bu nedenle, yaratılışın amacı yazıldığı gibi, “yarattıklarına iyilik yapma arzusu” olduğundan ve O’nun için geçmiş ve gelecek aynı olduğundan, ıslahının sonunda yaratılışın bütünlüğünü anında gördü. Doğal olarak, o zaman yaratılanların aldığı hazzı ve zevki gördü.

Bununla birlikte, kişi ihsan etme arzusunu edinmek için çalışmaya başladığında, yükselişler ve düşüşler düzeni başlar, zira her şeyde biri için iyi olan ve diğeri için kötü olan şeyler vardır. Ancak her şeyin dengeli olması gerekir. Bu nedenle, çoğu zaman kişi ikisi arasındaki orta yolu tutmaz, bir tarafa diğerinden daha fazla eğilir ve her şeyi mahveder.

İhsan etme çalışmasında kişinin “sağ ve sol” olarak adlandırılan iki çizgi üzerinde yürümesi gerektiği bilinmektedir. “Sağ” bütünlük anlamına gelir ve “sol” ise çalışmada “ıslah gerektiren bir yol” olarak adlandırılır. Bu nedenle, çalışmada iki düzenimiz vardır:

1) Bütünlük durumuyla ilgili olan şarkılar ve övgüler. Bu demektir ki, kişi Yaradan’ın rehberliğinden, O’nun kendisine davranış şeklinden memnun olduğunda, Yaradan’ın kendisine verdiği iyilikler için Yaradan’a teşekkür eder.

2) Dua ve yakarış, kişi eksikliklerini gördüğünde ve Yaradan’dan ihtiyaçlarını karşılamasını istediğinde söz konusudur. O zaman kişi Yaradan’dan dileğini yerine getirmesini ister. Ancak, bu ikisi birbirinin zıddı olduğu için, yani kişi Yaradan’a şükrettiğinde ve kuşkusuz insan şükrettiğinde, kişi Yaradan’a çokça şükretmeye çalışmalıdır, çünkü şükran Yaradan’ın kişiye verdiği iyiliğin ölçüsüne göre değerlendirilmelidir. Dolayısıyla, meselenin büyüklüğünü ve önemini kendine tasvir etmek insana düşer.

Başka bir deyişle, kişi Yaradan’ın kendisine verdiği bu iyiliği hak etmediğini söyler. O halde nasıl olur da eksik olduğunu söyleyebilir? Elbette, dua kalbin derinliklerinden gelmelidir, yani kişi ihtiyacını tüm organlarında hissetmelidir, yoksa dua kalbin derinliklerinden gelmeyecektir. Dolayısıyla, kişi aldığı tüm iyilikler için Yaradan’a teşekkür ettikten sonra, eksik olduğunu söylemesi ve Yaradan’a isteklerini yerine getirmesi için dua edip ağlaması nasıl mümkün olabilir?

Dolayısıyla, bu iki şey düşüşlere ve yükselişlere neden olur, zira her biri bir diğerini iptal eder. Yine de neden her ikisine de ihtiyacımız olduğunu ve neden dua veya şükrün yeterli olmadığını, aksine her ikisinin de gerekli olduğunu anlamalıyız, ancak aynı anda aynı taşıyıcıda olamayacakları için, bunları ardışık olarak düzenleriz.

Başka bir deyişle, önce Yaradan’a şükrederiz çünkü O bizi tüm ulusların arasından seçti, O’nun yüceliğine kıyasla alçak ve aşağı olmamıza rağmen, yine de bizi bütün ulusların arasından seçti. Bilgelerimizin şöyle dediği gibi, “Kişi her zaman Yaradan’ı övmeli ve sonra dua etmelidir.” Dolayısıyla, kişi Yaradan’a kendisine iyi davrandığı için teşekkür ettiğinde, yani Yaradan ona ihtiyacı olan her şeyi verdiğinde, eksik olan şeyler için dua etmek ve duanın kalbin derinliklerinden gelmesi için nasıl bir yer vardır?

Bunun cevabı, bir yandan kişinin çalışma sırasında canlılık alması gerektiğidir. Kişi yaşamak için hiçbir şeye sahip olmadığında, perişan olur ve Tora ve Mitzvot’u gerektiği gibi yerine getiremez, çünkü şöyle yazılmıştır: “Bugün sana emrettiğim bu sözler kalbinde olacak. Onları oğullarına özenle öğreteceksin ve evinde otururken, yolda yürürken, yatarken ve kalkarken onlardan söz edeceksin.”

Böylece Tora ve Mitzvot’a uymada tam bir düzen vardır. Eğer kişinin aklı yerinde değilse, çalışması da olması gereken düzende yapılamaz. Dolayısıyla, kişi Yaradan’ı övdüğünde ve Yaradan’ın yüceliğini ve önemini kendine olabildiğince tasvir ettiğinde, bundan canlılık elde edebilir ve Yaradan’ın önemini, Yaradan’ın kendisine bir düşünce ve O’nunla konuşma arzusu verdiğini hissedebilir. Kişi bundan memnuniyet duymalıdır.

Kişi, tüm dünyanın övgüyle bahsettiği, neslin en yücesi olan o büyük adam kendisiyle konuşmasına izin verse nasıl bir ruh hali içinde olacağını hayal etmelidir; onunla konuşabilmenin verdiği bu hazzı hissettiğinde, dünyada hiçbir şeye ihtiyacı olduğunu hissetmeyeceği için ne kadar da mutlu olurdu. Kişinin her zamankinden daha fazla hissettiği haz ona tüm endişelerini unutturur ve tüm bedeni kendini o anda aldığı hazza bırakır. Yani, hazzı alırken o anda almakta olduğu hazdan başka bir şey düşünebiliyorsa, bu o anda almakta olduğu hazzın eksik olduğunun bir işaretidir.

Dolayısıyla, kişi kendisine Yaradan’ın O’nunla konuşmasına izin verdiğini tasvir ettiğinde, ne söylediği önemli değildir, yalnızca Yaradan’la konuşma fırsatına sahip olmasının önemi vardır, kişi bundan böyle böyle bir ayrıcalığa sahip olduğu için zevk ve haz almalıdır. Dolayısıyla, sağın çalışması kişinin Yaradan’la konuştuğuna ve o anda hiçbir şeye ihtiyacı olmadığına inanmasıdır.

Ancak kişi bilmelidir ki, inanca bağlı olan herhangi bir şey söz konusu olduğunda, özellikle bu çalışma bir ıslah olarak kabul edildiğinden ve ıslahla ilgili olan her şey bedenin direncini harekete geçirdiğinden, beden bu çalışmayı kabul etmez. Bu, Nekudim dünyasında meydana gelen kapların kırılmasına kadar uzanır. Bu nedenle, bu konuda çok çalışma vardır.

Baal HaSulam sağın çalışması hakkında, kişi sağa, yani sol çizgiye zıt bir çizgide çalışmaya başladığı için onu önemsememeye başladığında, sağın çalışmasının bütünlük ve hakikat içinde çalışmak olduğunu, yani kişinin Yaradan’ın yüce ve önemli olduğuna ve insanın tamamen alçak olduğuna inanması gerektiğini söylemiştir. Buradan her ikisinin de doğru olduğu sonucu çıkar. Bu çizgide yürümek zordur ve beden buna itiraz eder. Sağ koşulunda, kişinin kendi payıyla mutlu olduğu ve hiçbir şeye ihtiyaç duymadığı için “kutsanmış” olarak kabul edildiğini söyledi. O zaman kişi “Kutsanmış olan Kutsal Olana tutunur” yoluyla yukarıdan bolluk almaya uygundur. Bu nitelikte, kişi Yaradan ile Dvekut’a [bütünleşmeye] sahiptir. Dolayısıyla, tam da bu durumda, kişi derece olarak yükselebilir.

Bununla birlikte, kişinin ıslah edilmesi gereken kusurları nasıl gördüğünü görmenin yolu olan sol çizgide de yürümeliyiz. Başka bir deyişle, sağdaki çalışma sadece Yaradan’ın yüceliğini tasvir etmek ve O’nun yüceliğine ve önemine inanmaktır. Ancak solun niteliği kişinin içinde hiçbir kusur kalmaması için kendini ıslah etmek amacıyla özellikle kendine bakması ve içindeki kusurları görmesidir. Ancak kişinin görmesi gereken asıl kusur, içindeki kötülüktür, yani bulmamız gereken yani aramamız ve bulmamız gereken kötülüğün özünün ne olduğudur.

Kuşkusuz her insan içinde kötülük olduğunu bilir. Mesele şu ki, kötülüğün kökenini bilmeliyiz, bu da kişinin dünyada var olan iyiliği elde etmesini engelleyen şeydir.

Dünya bir amaç için yaratılmıştır ve dünyanın yaratılış amacının O’nun yarattıklarına iyilik yapma arzusu olduğu söylenmiştir. Zira insan dünyada eziyet çeker ve “Neden bize böyle görünüyor?” diye sorar. Bu nedenle kişi, hazzın alınması sırasında utanç duymamak için yaratılış amacında bir ıslah olduğunu bilmesi gerektiğini söyleyen bilgelere inanmalıdır. Bu, ancak bolluğun alınması sırasında, ihsan etmek için olacaksa olabilir. Bu durumda utanç için yer yoktur.

Dolayısıyla, kişi ancak o zaman, ihsan etme kaplarını edinmemiz gerektiğine, aksi takdirde yaratılanların alması gereken iyiliği edinmesinin mümkün olmadığına dair bilgelere inandığında, işte o zaman tüm kötülüğün yalnızca kendi iyiliği için alma arzusu olduğunun farkına varır ve insan bunun kökünü kazımak için her şeyi yapmalı ve onun yerine “ikinci doğa” olarak adlandırılan ihsan etme arzusunu edinmelidir. O zaman, yaratılış düşüncesindeki zevk ve haz ile ödüllendirilecektir.

Yukarıda anlatılanlara göre, iki şekilde çalışmalıyız:

1) Sağın yolunda, ki bu kişinin bütünlüğe sahip olduğunu ve durumundan memnun olduğunu hissedecek şekilde çalıştığı ve bunun için Yaradan’a şükredebileceği zamandır. Bu, yukarıdan bolluk alabileceği ve Keduşa’nın [kutsallık] basamaklarında ilerleyebileceği zamandır. Ancak, bu yukarıdan bolluk alma zamanı olmasına rağmen, kişinin hiçbir eksiği yoktur, yani bolluğu alacak Kelim’i [kapları] yoktur, bu yüzden “sol” olarak adlandırılan diğer çizgiye geçmelidir.

2) Bu, kişinin kendisine yönelttiği eleştiri yoluyla “sol” yoludur. Sağ çizgi, kişinin sadece Yaradan’a baktığı anlamına gelir, yani Yaradan’ın yüceliğinin ölçüsünü anlamak ve öğrenmek için, kendisi hakkında değil, neyi kaçırdığını görmek için. Daha doğrusu, sahip olduklarına, yani Yaradan’ın ona verdiklerine bakmak ve bunun için Yaradan’a şükretmek ister.

Oysa solun yolu kendini incelemek, ne kadar kötülüğü olduğunu ve içindeki kötülüğün ne olduğunu görmek ve onu ıslah etmeye çalışmaktır. İşte o zaman yeryüzünü karalayan casuslar meselesi başlar. “Yeryüzü” cennetin krallığı anlamına gelir, çünkü onlar cennetin krallığı konusunun kendileri için olmadığını söylemişlerdir.

Yukarıda yazılanlara göre, “Rabbi Yosi dedi ki, ‘Her şeyi karalamak için kendilerine bir danışman edindiler. ‘Her şey’ nedir? Dünya ve Yaradan’dır. ‘Ayetin anlamı budur, ‘Yine de güçlü olan halktır’, yani onları kim yenebilir? Başka bir deyişle, Yaradan bile onların üstesinden gelemez. Böylece Yaradan’a iftira attılar.”

“Her şeyi kendimiz için yapma doğasıyla doğduk, öyleyse Yaradan’a fayda sağlamak, yani ihsan etmek için her şeyi yapmak amacıyla cennetin krallığının yükünü nasıl kabul edebiliriz? Sonuçta, çalışmaya birçok kez başladık ve bize göre yapabileceğimiz her şeyi yaptık. Ancak Yaradan ihsan etme amacına doğru ilerlememize hiç yardımcı olmamakla kalmadı, hatta geriye bile gittik. Dolayısıyla, Yaradan’ın bile alma arzusunun kontrolünden çıkmamıza yardımcı olamayacağına karar vermeliyiz. Aksi takdirde, biraz daha ilerlemiş olurduk. Fakat ihsan etme arzusunu edinmek için verdiğimiz onca emekten sonra, bize göre bunların hepsi boşa gitmiştir. Dolayısıyla ne maddi dünyaya ne de manevi dünyaya sahip olduğumuz bir durumdayız.”

İşte bu yüzden şöyle yazılmıştır: “Biz bundan ne elde ettik? Bugüne kadar dünyada iyi bir şey görmedik. Tora’da emek sarf ettik ve ev boş. Bu dünya ile kim ödüllendirilecek?” Bu demektir ki, çalışmalarında ilerleyemediklerini gördüler. Peki günahları neydi? Yaradan’a inanmaları gerekirdi ki, çalışmada hissettikleri tüm bu düşüşler ilerlemedikleri için değil, kişinin hedeften uzak olduğunu her gördüğünde, bunun O’nun kurtarışı için gerçek bir ihtiyaç bulması için olduğuna inanmaları gerekirdi. Ve bu ihtiyaç “doyumu alacak bir Kli [kap]” olarak adlandırılır. Ancak orada eksik olan ve bu nedenle devam edemeyip mücadeleden kaçmak istedikleri şey, sağ çizginin eksikliğiydi.

“Sağ”ın anlamı, kişinin çalışma sırasında canlılığa sahip olması gerektiğidir ve canlılığı özellikle bütünlükten alırız, bunu da tam olarak kendimize değil Yaradan’a baktığımızda edinebiliriz ve tüm çaba kendimizle yani ne edindiğimizle, çalışmada biraz ilerleme kaydetmekle ilgili değil de Yaradan’ın yüceliğini düşünmektir. Daha ziyade, Yaradan’la bir miktar bağlantımız olduğu için ne kadar büyük bir ayrıcalığa sahip olduğumuzu düşünmeliyiz.

Bu demektir ki, kişi bir emri yerine getirdiğinde veya bir kutsama söylediğinde şöyle demelidir: “Yaradan’ın emirlerini yerine getirerek O’nun arzusunu yerine getirdiğime inandığım için mutluyum. Kral’ın emirlerine, Mitzvot’a [emirlere/iyi işlere] verdiğim önemden daha fazla önem vermemiz gerektiğini anlamama rağmen, eylem eksik olsa da eylemin önemini takdir edemiyorum. Yine de bu eylemler çok önemli olmasa bile, Yaradan’ın bana Tora ve Mitzvot’u gözlemleme konusunda bir şeyler yapma arzusu ve özlemi vermiş olmasından dolayı mutluyum. Yine de bu benim için önemlidir çünkü artık Yaradan’ın arzusunu yerine getirdiğimi söyleyebilirim.”

Kişi bundan canlılık ve neşe almalıdır çünkü Yaradan’ın yüce olduğu bir gerçektir. Dolayısıyla, kişi çalışmasında bir şey yapma arzusuna sahip olduğunda, bu çok önemlidir. Kişi bir şeyleri zorlamayla yaptığında bile bunun yine de önemli olduğuna inanmalıdır zira eylem açısından eklenecek bir şey yoktur ve eylem kendi işini yapar.

Bu nedenle, casuslar sağdan gitmedikleri için, onlar da mücadeleden kaçmak istediler ve Yaradan’ın bile onlara yardım edemeyeceğini söylediler. Yani, Yaradan’ın onları Tora’nın bizi zorunlu kıldığı şekilde değil, kendi anladıkları şekilde yakınlaştırması gerektiğini anladılar, yazıldığı gibi, üçüncüsü gelip aralarında karar verene kadar birbirini inkâr eden iki yazı vardır. Bu nedenle, sol çizgide yürümek için yoldan çıkan ve sağı terk eden casuslar, gelip toprağı miras alamayacaklarını gördüler. Tüm bunlar, Musa’nın onlar için ayarladığı gibi yanlış yoldan gitmelerinden kaynaklanıyordu.

Bu, oğlu için bir eş ayarlayan ve “Onu sana göstereceğim (ama) yemin ederim ki onu evinde görmeyeceksin, çünkü onu oğluna vermeyi tercih edeceğim” diyen bir kral hakkında yazılanların anlamıdır. Ama casuslar onu görmediler, o güzel ve iyi ve zengin bir aileden mi geliyor diye sorduk! Çalışmada “baba ve oğul “u “sebep ve sonuç” olarak yorumlamalıyız. Şimdiki zamana “baba”, geleceğe ise “oğul” denir. Maneviyatta “görmek” edinim anlamına gelir. Onlar yanlış yolu seçtikleri için, bunu “evinizde”, yani içinde bulundukları durumda, alma kaplarında göremediler. Aksine, “oğlunuza”, yani tövbe ettikten sonra, ihsan etme kaplarıyla ödüllendirildiğinizde, Yaradan’ın atalarımıza vaat ettiği toprakların mirasında bulunan tüm erdemleri görebileceksiniz.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,093