e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada “Büyükleri Küçükler Hakkında Uyarmak” Nedir?

Çalışmada “Büyükleri Küçükler Hakkında Uyarmak” Nedir?

Makale No 28, 1990

Bilgelerimiz şöyle demişlerdir (Yevamot 114a), “De ki, siz de dediniz ki, büyükleri küçükler hakkında uyarmak için.” RAŞİ bunu şu şekilde yorumlar: “Harun’un oğulları kâhinlere deyin ki, siz de bu iki sözü söylediniz, ‘Neden büyükleri küçükler hakkında uyarıyorsunuz? Böylece kirletilmeyecekler.”

Büyükleri küçükler hakkında uyarmakla ilgili yeniliği anlamalıyız. Çalışmadan bahsederken, ki o zaman tek bir bedenden bahsediyoruz, büyükleri küçükler hakkında uyarmak ne anlama geliyor? Yani, tek bir beden halinde öğrendiğimizde küçük olan kimdir ve büyük olanı küçük hakkında uyarmamız gerektiğini söylemeye geldiğinde büyük olan kimdir?

Tora ve Mitzvot’ta vermemiz gereken emek ve çalışmanın, kendimiz için almak istediğimiz bir doğayla doğduğumuz için olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, yaptığımız ve alma arzusunun hoşlandığı her şeyde, emekten söz edemeyiz. Dünyamızda gördüğümüz gibi, insan açken ve güzel kokulu bir yemek yerken asla mutsuz olmaz ve şimdi yemek yiyeceği için çok çalışacağını ve büyük emek harcayacağını söyler, çünkü hazzın olduğu yerde çalışmaktan ve emekten söz edemeyiz.

Buna göre, şunu anlamalıyız, zira Tora’da “Çünkü onlar bizim hayatımız ve günlerimizin uzunluğudur” denmektedir. Peki, neden kişinin Tora’da çalışması gerektiği söylenir? Yaşamak ve hayattan zevk almak istemeyen biri var mıdır? Bu konuda şöyle yazılmıştır: “Altından ve çok saf altından daha güzel, baldan ve petekten de daha tatlı olan.” Bu nedenle, Tora ve Mitzvot’u yerine getirmek neden “emek” olarak kabul edilir?

Cevap şudur: Eğer Tora ve Mitzvot’tan alınan haz herkese açıklanmış olsaydı, tüm dünya Tora ve Mitzvot’u kesinlikle yerine getirirdi. Bu, “On Sefirot Çalışmasına Giriş “te (Madde 43) yazıldığı gibidir, “Örneğin, Yaradan yarattıklarıyla açık bir İlahi Takdir kursaydı, mesela yasak bir şeyi yiyen biri hemen boğulurdu ve bir emri yerine getiren biri, bu bedensel dünyadaki en güzel hazlara benzer harika zevkler keşfederdi. Öyleyse, hangi aptal, tıpkı ateşe atlamayı düşünmediği gibi, bu yüzden hayatını hemen kaybedeceğini bilerek yasak bir şeyi tatmayı düşünür? Ayrıca, hangi aptal, eline geçen büyük bir bedensel hazzı mümkün olduğunca çabuk almadan geri çekilemeyen veya onunla oyalanamayan biri gibi, herhangi bir emri mümkün olduğunca çabuk yerine getirmeden bırakır? Dolayısıyla, eğer İlahi Takdir önümüzde açık olsaydı, dünyadaki tüm insanlar tam anlamıyla erdemli olurlardı.”

Bu nedenle şunu sormalıyız: Neden İlahi Takdir ifşa olmuyor da bizim ödül ve cezaya inanmamız gerekiyor? Her şey ifşa olmuş olsaydı daha iyi olmaz mıydı? Cevap şudur: Yaradan ile form eşitliği olan Dvekut’a (bütünleşmeye) ulaşmamız gerektiğinden, her şeyi Yaradan rızası için yani Yaradan’a memnuniyet vermek için yapmalıyız. Eğer Tora ve Mitzvot’taki ödül ve ceza ifşa olsaydı, Yaradan’ın rızası için çalışmak imkânsız olurdu çünkü haz, kişiyi Tora ve Mitzvot’a uymaya zorlardı.

Görüyoruz ki, bedensellikte bir haz ifşa olduğunda, Tora ve Mitzvot’taki hazza kıyasla sadece “küçük bir ışık” olan bir haz olmasına rağmen, kişinin yaptığı her şeyin ihsan etmek için olduğunu veya Yaradan’a ihsan etmeyi amaçlayamazsa bedensel hazlardan vazgeçeceğini söylemesi ne kadar zordur.

Bu nedenle, Tora ve Mitzvot’ta bulunan büyük hazlarla, ihsan etmeyi amaçlayamazsa, onlardan vazgeçtiğini söyleyebilmek kesinlikle imkânsız olurdu. Bu nedenle, kişinin bedensel şeylerdeki küçük hazlar hakkında, bunları sadece ihsan etmeyi amaçlayabilmesi koşuluyla kabul ettiğini söyleyebilmesi için, Tzimtzum [kısıtlama] altına alınması ve hiçbir haz görmediği bir yerde gizlenmesi gerektiği şeklinde bir ıslah yapılmıştır. Daha doğrusu kişinin bunun böyle olduğuna inanması gerekir. Yani, kişi Yaradan’ın tüm yaratılanları İyilik Yapan İyi rehberliğiyle yönettiğine inanmalıdır.

Bu, makalede yazıldığı gibidir (Şamati, No 40, “Rav’a Olan İnancın Ölçüsü Nedir?”,1943), “Kişi, kendisini sanki Yaradan’a olan inançla zaten ödüllendirilmiş ve organlarında Yaradan’ın tüm dünyayı “İyi ve İyilik yapan” olarak yönettiğini yani tüm dünyanın O’ndan sadece iyilik gördüğünü hissediyormuş gibi görmelidir.”

Yukarıdakilere göre, kişi Yaradan’a inançla meşgul olduğunda, Yaradan’a yakın olmakla ödüllendirilirse, nasıl hissedeceğini tasvir etmeye biraz zaman ayırmalıdır ve kendisine ve tüm yaratılanlara uzanan haz ve zevki, ne kadar sevinçli ve neşeli olacağını kendi gözleriyle görecektir.

Bu tasvir devam etmeyi gerektirir -inancı bilmek ve görmek gibi olacaktır, bu demektir ki inancın ölçüsü görmek ve bilmek gibi olmalıdır. Bu çok fazla çalışma gerektirir çünkü bu bir hakikat yoludur ve “hakikat ve inanç” diye yazılmıştır, yani kişinin inancının doğru olması için, özellikle bu tasvirdeki gibi olması, inancın büyüklüğünün ölçüsüne sanki onu görüyormuş gibi, gözleriyle inanıyormuş gibi inanması gerekir.

Başka bir deyişle, gördüğü zaman nasıl ilham almışsa, görmediği, ama sadece böyle olduğuna inandığı zaman da aynı ölçüde heyecan duymalıdır. Buna “hakikat yolunda inanç” denmesinin nedeni budur. Yani, inancı sanki bunu biliyormuş gibi doğrudur. Buna “gerçek inanç” ya da yazıldığı gibi “hakikat ve inanç” denir.

Ve tüm temel, inanç üzerine inşa edilmesi gerektiğinden ve aynı zamanda sahip olduğumuz akılla her şeyi anlamamız için bize akıl ve mantık verildiğinden, inancın doğamıza aykırı olduğu sonucuna varılır, çünkü aklı takip edebiliriz ve aptalca, akılsızca şeyler yapmayız. Bir yandan biz kişiye akla göre yürümeyi ve birbirimize bu şekilde davranmayı öğretirken, ancak kişi Tora ve Mitzvot’u yerine getirmeye başladığında, ona aklı takip etmesi gerektiği halde, insan ile Yaradan arasında bize inanç verildiği söylenir. Bu demektir ki “Ve onlar Efendiye ve kulu Musa’ya inandılar” diye yazıldığı gibi, akılla çelişse de bilgelere inanmalı ve bu yolu izlemeliyiz. Başka bir deyişle, bilgelerin bize söylediklerine inanmalı ve aklımıza bakmamalıyız.

Ancak bu aklımızla çeliştiği için, inişlerimiz ve çıkışlarımız olur. Yani, bazen bilgelerin sözlerine inanabiliriz ve önümüzde gerçeğin ve inancın tasvirini tasvir edebiliriz, bu da onun inancının gerçekten inanç olduğu anlamına gelir, yani orada akıl yoktur ama her şey mantığımıza, anladığımıza aykırıdır. Bu yüzden buna “gerçek inanç” veya “basit inanç” denir, zira orada anlaşılacak bir şey yoktur ama her şey mantık ötesidir.

Dolayısıyla, her zaman aynı derecede olmak insanın gücünün ötesindedir. Daha doğrusu, Baal HaSulam’ımızın dediği gibi, kişi yükselir ve düşer: Cennetin krallığının yükünü üstlenmeye neden Emuna [inanç] denir? Bu, çocuğu yetiştirene kadar yavaş yavaş büyüten Oman [zanaatkâr] ve Omenet [dadı] kelimelerinden gelir. Dolayısıyla, inanç temelinde çalışırken, kalıcı inançla ödüllendirilene kadar, “kısmi inanç” söz konusudur.

Bu nedenle çalışma boyunca inişler ve çıkışlar yaşanır. Yani kişi bazen Tora ve Mitzvot’un büyüklüğünü ve önemini, Tora’yı Veren’in yüceliğini ve önemini tasvir edebilir. Başka bir deyişle, kişi kendisine Tora’yı Veren’in yüceliğini ve önemini tasvir edebildiğinde, yükseliş halinde olduğunu hisseder. Başka bir deyişle, bedensel dünyanın üzerinde olduğunu hisseder. Bedensel şeylerin peşinden giden insanları, hayvansal seviye için yeterli olan besinlerle yetinen hayvanlar ve canavarlar olarak görür. Ancak kendisi için, yalnızca “konuşan” seviyesine uygun olandan beslenebileceğini hisseder. Giriş bölümünde yazıldığı gibi, insandaki konuşan seviyesinin tüm erdemi, onun Tanrısallığın hissini almaya uygun olmasıdır ve bu, hayvansal seviyeye ait değildir.

Ancak daha sonra bu koşuldan bir kez daha düşer ve çoklu otoritenin içine girer. Yani, artık daha önce olduğu gibi değil, kendi otoritesi içindedir. Bu nedenle, yükseliş sırasında, dünyada Yaradan’ın otoritesinden başka kimsenin olmadığını ve kendisinin bir ismi hak etmediğini hissettiğinde, O’nun önünde koşulsuz olarak iptal olmak istediğinden, bu nedenle, yükseliş sırasında kişi tekil otoritededir ve düşüş sırasında çoklu otoritededir, yani zaten iki otoriteye sahiptir.

Ancak, bazen kişi iki otoriteden daha kötü bir koşul içine düştüğünde, kişi iki otorite olduğunu söylediğinden, en azından tek otorite olan dünyanın bir Yaratıcısı olduğuna inanır. Bu demektir ki, Yaradan ev sahibidir ve O istediğini yapar, ancak başka bir otorite daha vardır, yani insan da bir ev sahibidir ve dünyada istediğini yapar. O zaman, kişi, Yaradan’ın kendi arzusuna göre kendisine hizmet etmesini ister, bu da Yaradan’ın insanın hizmetinde olması gerektiği ve Yaradan’ın insanın emrine göre insana hizmet edeceği anlamına gelir.

Ancak daha da kötüsü, insanın dünyanın bir Yaratıcısı ve bir liderinin olduğuna inanmamasıdır. Buradan, bu kişi için kendi tekil otoritesinden başka bir şeyin olmadığı sonucu çıkar. Ancak kişi, birçok insanın bu görüşe sahip olduğunu görür ve hepsi de kendi kendilerinin efendisi olduklarını söyler. Başka bir deyişle, her biri ihtiyacı olanı yapar ve diğer insanları umursamaz. Eğer bazen birisi bir başkası için iyi bir şey yapıyorsa, bunun nedeni arkadaşının kendisine iyilikle karşılık vermesini ve nankörlük etmemesini beklemesidir.

Bu Zohar’da ve [Kabala Bilgeliği’ne “Önsöz”]”de (Madde 57) “Ulusların merhameti günahtır” ayeti hakkında yazıldığı gibidir, “Çünkü onlar yaptıkları her şeyi kendileri için yaparlar.” Başka bir deyişle, muhtemelen bu iyilik karşılığında bir şey alacaklardır. O zamanda “çoğunluğun otoritesi”, “birçok kişi” anlamına gelmektedir.

Buradan çıkan sonuç, bunun Yaradan’ın otoritesi ve insanın otoritesi anlamına gelen “iki otorite” olarak görülmediği ve kişinin hâlâ Yaradan’ın otoritesine inandığıdır. Ancak kişi birçok kişinin, birçok bireyin otoritesine girdiğinde, Yaradan’ı hiçbir şekilde içine almaz ve bu kesinlikle en kötü koşuldur.

Kişi, insanın elinde olmayan ve Tanrı’nın bir armağanı olan kalıcı inançla ödüllendirilmeden önce, her zaman yükselişler ve düşüşler içindedir. O zaman kişi, mücadeleden kaçmamak için ilahi merhamete ihtiyaç duyar. O zaman, çalışmanın düzeni sadece bir yükseliş sırasında, yani Keduşa [kutsallık] alanında olduğu zaman olabilir.

O zaman kişi çalışmalı ve düşüş sırasında içinde bulunduğu duruma dikkat etmelidir. Bu demektir ki, kişi, yükseliş sırasında, “Karanlığın içinden gelen ışığın avantajı gibi” diye yazıldığı üzere, ışık ve karanlık arasındaki farkı hesaplayabilir ve görebilir. Başka bir deyişle, o zaman kişi, bilgelerimizin (Avot, Bölüm 2:1) “Bir Mitzva’nın [emrin/iyi eylemin] ödülüne kıyasla maliyetini ve bir günahın maliyetine kıyasla ödülünü düşünün” dediği şeyi fark edebilir.

Başka bir deyişle, yükseliş sırasında kişi kendisi için almanın bir günah olduğunu, yani kendisini Yaradan’dan uzaklaştırdığını ve bundan daha büyük bir günah olmadığını anlar. Ancak düşüş sırasında, kişi ihsan etmeyi amaçlamazsa, bunun bir günah olarak kabul edildiğini ve Yaradan rızası için her şeyi yapmamız gerektiğine inanacak güce sahip olması gerektiğini anlayamaz. Bunun yerine, kişi sadece yazılı olana yani Yaradan’ın Musa aracılığıyla bize yapmamızı emrettiği 613 Mitzvot’a uyması gerektiğine inanır. Ancak Tora’da yazılı olanları çiğneyerek kesinlikle bir günah işlemez.

Elbette, bazen kişi, Yaradan’ın bize neden bu şekilde davrandığına, bize bu kadar çok şeyi yasakladığına kızar. Yani kişi, Yaradan kendisine Mitzvot’u [Mitzva’nın çoğulu] yerine getirmesini istemiş olsaydı, O’ndan bu kadar katı olmamasını ve arzuladığı pek çok şeyi yasaklamamasını isteyeceğini söyler. Yine de Mitzvot’a riayet eder.

Ancak yükseliş sırasında kişi tam tersine öfkelenir: Yaradan neden bize yemek ve içmek gibi gerekli olan şeyleri yaptırdı? Bunları hiç yaratmasaydı ve biz de bunları yapmak zorunda kalmasaydık daha iyi olurdu.

Buna göre, yükseliş sırasında kişi dünyada daha az haz almak ister ve düşüş sırasında da Tora yasaklamamış olsaydı haz alacağımız birçok şeyi Yaradan bize yasakladığı için öfkelenir. Bu nedenle, kişi Yaradan’la Dvekut ile ödüllendirilmek istediğinde yükselişler ve düşüşler olduğunu görürüz. Bu nedenle, düşüş zamanını “Katnut [küçüklük/bebeklik] koşulu” ve yükseliş koşulunu “Gadlut [büyüklük/yetişkinlik] koşulu” olarak adlandırmalıyız.

Bununla, bilgelerimizin “De ki, siz de dediniz ki, büyükleri küçükler hakkında uyarmak için.” sözünün anlamı hakkında sorduğumuz soruyu yorumlayabiliriz. Şunu sormuştuk: Bir kişi içindeki “büyük” ve “küçük” hakkında nasıl konuşabiliriz? Yukarıda anlatılanlara göre, “büyük” veya “küçük “ün iki bedeni ifade etmediği şeklinde yorumlamalıyız, zira çalışmada her şeyi tek bir beden içinde öğreniyoruz. Daha ziyade, “büyük” ve “küçük” tek bir öznede iki zamanda, yani iki zamanda bir kişi olarak yorumlanmalıdır: 1) Yükseliş sırasında bu, “büyük” olarak adlandırılır. 2) Düşüş sırasında bu, “küçük” olarak adlandırılır.

Bunu, kişi yükseliş koşulundayken dikkat etmeli ve bir düşüşe geçebileceğini düşünmelidir, şeklinde yorumlamalıyız. Peki düşüş nedir? Yani, düşüşün bu kadar kötü olduğunu kim söylemektedir? Sonuçta kişi, düşüş koşulunda olmalarına rağmen yaşayan ve hayattan haz alan pek çok insan olduğunu görür. Bu nedenle kendisi de düşüş koşulundayken onların peşine takılır ve o zaman o da onlar gibi hayattan zevk alır.

Bununla birlikte, düşüş koşuluyla ilgili olarak bu kişinin trafik kazası geçirdiğini, yaralandığını ve bilincinin kapalı olduğunu söyleyebiliriz. Yani kişi düşüş koşulunda olduğunu hissetmez. Aksine, içinde bulunduğu durumdan keyif alır ve bir düşüş hissetmez çünkü dünyada maneviyatın var olduğunu ve Yaradan’la Dvekut’a ulaşmak için çabalamamız gerektiğini tamamen unutmuştur. Geçirdiği kaza nedeniyle her şeyi unutmuştur ve bu nedenle düşüşte olduğu için acı çekmemektedir.

Dolayısıyla, kişi yükseliş koşulundayken, bir trafik kazası geçirebileceğini düşünebilir ve bundan korkabilir. Yani, şimdi maneviyata ilerlemek için çaba sarf ettiğine göre, ortadaki derecesinden düşmeyecektir.

Ancak düşüş sırasında artık hatırlamaz çünkü maneviyat hissi yoktur. Tüm bunları ancak Gadlut zamanında bilebilir. Bu nedenle, metin bize şunu söyler: “De ki, siz de dediniz ki, büyükleri küçükler hakkında uyarmak için.” Başka bir deyişle, yükseliş zamanı olan Gadlut sırasında, Katnut’a dikkat etmenin, yani “küçük” denilen bir düşüşe geçmemenin zamanıdır, zira kişi ancak yükseliş sırasında Katnut meselesini, yani Katnut’a gelme nedenini düşünebilir çünkü kişi, düşüşe neden olan bir şey olması gerektiğini bilmelidir.

Bu, Baal HaSulam’dan duyduğum gibidir (Şamati, No 35, “Keduşa’nın Yaşam Gücüne Dair”, Tav-Şin-Hey’de yazılmıştır), “Ancak bilmeliyiz ki, küçük de olsa herhangi bir aydınlanmayı sürdürebilse ve bu kalıcı olsaydı, kişi zaten bir bütün olarak kabul edilirdi. Başka bir deyişle, kişi bu aydınlanma ile ilerleyebilirdi. Bu nedenle, kişi bu aydınlanmayı kaybederse bundan pişmanlık duymalıdır. Bu ileride büyük bir ağaç olsun diye toprağa bir tohum eken ve onu hemen topraktan geri çeken bir insanın durumuna benzer. O halde tohumu toprağa ekme çalışmasında ne fayda var ki? Üstelik, onun yalnızca tohumu topraktan çıkararak onu çürütmek ile kalmadığını, olgunlaşmış meyveleri olan bir ağacı da topraktan çekerek çürüttüğünü söyleyebiliriz. Burada da aynıdır; eğer kişi o küçük aydınlanmayı kaybetmeseydi, ondan büyük bir ışık doğardı. Bu nedenle büyük bir ışığı kaybettiğine pişman olmalıdır.”

Dolayısıyla, yükseliş sırasında kişinin her türlü tedbiri alması gerektiğini görüyoruz. O zaman, küçük bir hissi olduğunu hissetse bile, onu kaybetmemek için elinden geleni yaparsa, her seferinde ileriye doğru yürüyecektir.

“De ki, siz de dediniz ki, büyükleri küçükler hakkında uyarmak için.” sözlerinin anlamı budur. Bu demektir ki kişi, yükseliş zamanı olan Gadlut sırasında, Katnut’a yani düşüşe gelmemek için her türlü hesaplamayı yapmalıdır. Şu anda sahip olduğu önemin ne olduğunu, maneviyatla küçük bir bağının bile ne olduğunu hesaplamalıdır.

Bu hissiyatın yukarıdan geldiğine inanmak için kendisiyle çalışmalıdır, yani o anda Yaradan’ın onu çağırdığına ve Yaradan’ın onu çağırmasının ne kadar önemli olduğunu düşünmelidir ve ayrıca, bu küçük hissi kalıcı olarak tutabilirse, kesinlikle ilerleyecektir, alegoride olduğu gibi, bu yükseliş sadece toprağa atılan bir tohum olarak kabul edilir, ancak bu tohumdan büyük, meyve veren bir ağaç çıkacaktır.

Yükseliş koşulunu takdir etmeli ve amacına bu şekilde bakıyormuş gibi kendine tasvir etmesi gerekir. Yani, sanki zaten meyve veren büyük bir ağacı varmış gibi -insanlar bu büyük ağacı bozmasın diye ağacı ne şekilde koruyacaktı? Bu şekilde, ağaca her zaman göz kulak olması gerektiğini organlarında hissedene kadar devam etmeli ve hatta ağaca nazar değdirmesinler diye insanlardan ağacı gizleyecek şeyler bile yapmalıdır.

Aynı şekilde, kişi, artık yükseliş koşulunda olduğu hissini korumalıdır ki, yabancılar ona nazar değdirmesin.

Şu ana kadar yükselişin öneminden bahsettik. Ancak bu yalnızca bir yönüdür.

Bununla birlikte, düşüş sırasında alçaklık koşulu hakkında da düşünmeliyiz. Buna “hakkında düşünülmesi gereken diğer tarafa bakmak” denir. Başka bir deyişle, kişi ancak yükseliş sırasında düşüş koşulunun alçaklığını düşünebilir. Buna “Büyükleri uyarmak” denir, yani bir Gadlut koşuludur, “küçükler hakkında”, Katnut zamanı yani kişinin düşüş koşuluna gelirse ne kaybedebileceği hakkındadır, zira kişi ancak bir yükseliş sırasında “karanlığın içinden gelen ışığın avantajı olarak” hesaplayabilir. Bu tam olarak ışığa sahip olduğu zaman olabilir. O zaman ışıkla karanlığı karşılaştırabilir ama karanlıktayken bunu yapamaz.

Bu, bilgelerimizin dediği gibidir (Avot, Bölüm 5:1), “Dünya on sözle yaratıldı. Ama tek bir sözle de yaratılabilirdi! Ancak, dünyayı yok eden kötülerden intikam almak için, on sözle yaratıldı ve on sözle yaratılan dünyayı ayakta tutan erdemlilere iyi bir ödül vermek için yaratıldı.”

Bu görünüşte kafa karıştırıcıdır. “Erdemlileri ödüllendirmeyi” anlayabiliriz, böylelikle onlar büyük bir ödüle sahip olacaklardır. Ama “kötülerden intikam almak”? Neden böyle yapmıştır? Ne de olsa Yaradan kendi yarattıklarından şikâyet etmez! Neden O, bunu daha fazla acı yaşanacak şekilde yaptı?

Bunu çalışmada, kişinin kaybedebileceği iyiliğin ne olduğunu ve acı çekebileceği kötülüğün ne olduğunu ve Gadlut’u yani yükseliş zamanını korumak için ihtiyaç duyacağı kişileri düşünmesi gerektiği anlamına geldiği şeklinde yorumlamalıyız. Aksi takdirde, düşüş koşulundan ne kadar çekebileceğini görecektir. “Büyükleri küçükler hakkında uyarmanın” anlamı budur.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,096