e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Selihot (Affedilmek) İçin Hazırlık Nedir?

Selihot (Affedilmek) İçin Hazırlık Nedir?

Makale No. 36, Tav-Şin-Mem-Vav, 1985-86

Bilinir ki, istediğimiz her şeyde, onu elde etmek için gerekli hazırlığı yapmak zorundayız. Buna göre, Selihot (affedilmek) için, kişi ne hazırlamak zorundadır? Maddesellikte görüyoruz ki, kişi, diğerine para, onur ya da bedensel yaralanmasına sebep olacak bir zarar vermediği müddetçe, ‘Özür dilerim’ demez. Bu durumda, denir ki, kişi, yaptığı yanlışın affedilmesi için, diğerinden özür dilemeli.

Burada fark edilecek iki şey var:

  1. Kişi, diğerine hiçbir şey yapmadan af dilediğinde, diğer kişi ona deliymiş gibi bakacak. Şayet sokakta yürüyen birinin, herkese ‘Özür dilerim, özür dilerim’ dediğini görürsek, kesinlikle onun deli olduğunu düşünürdük. Af, sadece ağır suçla ilgilidir.
  2. Şayet kişi, diğerinde ağır kayba sebep olur ve sanki küçük bir şeymiş gibi özür dilerse, istemiş olduğunu kesinlikle alamayacaktır. Çünkü büyük bir hata yapmasına rağmen, küçük bir şeymiş gibi özür diliyor. Diğerinin onu affetmesi tasavvur edilemez. Bu yüzden, kişi, diğerine verdiği zararın ağırlığını ölçer ve o ölçüye göre, özür diler; arkadaşının affetmesini sağlar.

Dünyevi koşullarda, insanlar arasında, insanların af dilemeye, ilişkin nasıl davrandığını, görürüz. Adamla adam arasındaki davranıştan, adamla Tanrı arasında aynı sırayı, koşulu uygulamalıyız. Yani, biri günahlarının affı için, Yaratan’dan af dilemeye geldiğinde, iki üst izlenimi de uygular:

  1. Hiçbir şey için özür dilemiyorsun, ama sadece diğerinin canını yaktığında yoksa deli olarak algılanırsın. Ya da diğeriyle onun affını dileyerek dalga geçiyorsun.
  2. Bağışlanma için talep, diğerine verilen zararın ölçüsüyle eşleşmelidir.

Bundan dolayı, kişi, Yaradan’a af talebiyle geldiği zaman, Yaradan’ın itibarını lekelediğinden, Yaradan’a yönelik olarak işlediği günahı düşünmek zorundadır. Bu böyledir, çünkü kişi af dileyecek kadar günah işlediğini hissetmezse, şaka yapıyor gibidir.  Kişi, bağırıyor, ağlıyor ve Yaradan’ın affını istiyor; ama Kral’ın ihtişamına zarar verdiğini hissetmiyor.

Kişinin günahlarını hissetmemesinin sebebi, bilgelerimizin dediği gibi (Yoma, 86), ‘Şayet biri günah işler ve bunu tekrar ederse, bu ona izin verilmiş olur’ Kişi, Yaradan’a af talebiyle geldiği zaman, günahlarını hissetmemesinin sebebi, budur.

İkinci izlenime, günahın ölçüsünün izlenimine göre, öncelikle, kişi, Kral’ın ihtişamına, zarar verdiği kusurun ölçüsünü kabul etmek zorundadır. Aksi takdirde, af dilemekten bahsedemezsiniz. Bu nedenle, kişi, mümkün olduğu kadar, günahlarının büyüklüğü ölçüsüne göre affedilmesini O’ndan talep etmeye çaba göstermeli

Ayrıca bilgelerimiz, dedi ki (Sukkah, 52): ‘Günahkâra, günahlar, saç teli kadar ince; erdemli olana ise yüksek bir dağ gibi görünür.’  Buradaki soru: ‘Böyle görünmesinin anlamı nedir?’ Derler ki: ‘Onlara göründüğü gibi’, fakat gerçek nedir?

Kişi, kime karşı günah işlediğini fark etmeden, Yaradan’ın önemini ve büyüklüğünü hissetmeden önce, inançsızdır. O zaman, kişi düşünmeye başlar, ‘Fakat ben de Yahudi’yim’, ve şimdi Elul ayıdır ve bu ay merhamet ayı olduğu için, İsrail olarak addedilen herkes bilir ki, şimdi İsrail evinin günahları için, Yaradan’dan bağışlanma isteme zamanıdır ve bu İsrail’de nesillerdir süren bir gelenektir. Ayrıca Şofar üfleriz; böylece adamın kalbi günahları için tövbe etmeyi düşünsün. O zaman, kişi de inanır ki, günah işlemiştir ve Yaradan’dan af dilemek zorundadır.

Ancak, kişinin, Kral’ı lekelediği kusurun ölçüsü nedir? Kişi, bunu hissedemez. Daha ziyade, kişi, Yaradan’ın yüceliğinin, inancını arttırarak, günahlarıyla sebep olduğu kusurun ölçüsünü üstlenebilir. Bundan dolayı, herhangi bir hazırlık yapmadan, -ne için af diliyor, kim kimin için af diliyor- bunları bilmeden af dilemek için gelen herkes, eylemleri için gerçek vicdan azabı gerektiren korkunç şeyler yapmış olmasına rağmen, yine de önemsiz bir şey yapmış gibi af diliyor. Doğal olarak, af dilemek için yapılan bu talebin de gerçek bir değeri yoktur zira gerçek bir günah için gereken değerden, mahrumdur.

Bunun ardından, biri af dilemek için gelmeden önce, ilk olarak günahın özü üzerine düşünmek zorundadır. Daha sonra, bu günahın özünün sebep olduğu günahları dikkate alabilir. Kişi şunu bilmelidir ki, kişinin lekelendiği günahın özü, tüm günahların kaynağı, kişinin kalıcı bir inanç sahip olmak için çaba göstermemesidir. Kısmi bir inancı varsa, bununla yetinmesidir.

‘On Sefirot’un Çalışılmasına Giriş’te (madde 14) yazıldığı gibi,  eğer kişi kalıcı inanca sahip olsaydı, bu günah işlemesine izin vermezdi. Yani, kişi kalıcı inanç eksikliğinin sebep olduğu tüm günahların gerçek sebebini gördüğünde, Yaradan’dan af dilerdi. Bundan dolayı, kişi, Yaradan’dan ona, her zaman sarsılmaz bir inanca sahip olmaya muktedir olsun diye güç vermesini ister. Doğal olarak, kişi bu durumda, gelip günah işlemeyecek ve Yaradan’ın ihtişamını kirletmeyecektir. Ancak, Yaradan’ın büyüklüğüne dair hiç bir hisse sahip değilse, Cennet’in ihtişamını nasıl takdir edeceğini ve ona nasıl zarar vermeyeceğini bilmeyecektir.

Bundan dolayı, kişi, Yaradan’dan affedilmeyi ve Cennet’in krallığının yükünü, mantık ötesinde, kendi üzerine almak için güç vermesini diler ki Yaradan’a olan inancını güçlendirmenin üstesinden gelebilmek için güç sahibi olsun; insana ve Yaradan’a saygıyla nasıl davranılacağını bilsin.

Bunun anlamı, kişi derin düşündüğünde, tek bir şeye ihtiyacı olduğunu görür; inançsız olanla olmayan arasındaki fark üzerine düşünmek ve bunun için gün, ‘Kutsal Efendi, beni inançsız olanlardan, yapmadığın için şükürler olsun,’ diyerek kutsamak. Fakat kişi, ‘inançsız olanlardan, yapmadığın için’ dediğinde, ne dediğinin farkında değildir.  Yani, kişi ne şekilde kendisinin İsrail olduğu ya da inançsız olanlardan olduğunu göremez. Bilmeliyiz ki, inançtaki ana ayırım şudur: ‘İsrail Yaradan’a inanır ve inancı olmayanın, Yaradan’a inancı yoktur.’

Kişi, farkı bir kez bildiğinde, Yaradan’a olan inancının ölçüsünü kontrol etmeli yani ‘On Sefirot’un Çalışılmasına Giriş’ te yazdığı gibi, Yaradan’a inancı için ödün vermeye ne kadar istekli olduğunu kontrol etmeli. Böylece gerçeği görebilecektir;  yani kendi için değil, sadece Yaradan için bir şeyler yapmaya razı mıdır; yoksa Yaradan için çalışmaya, biraz mı isteklidir? Yani, tanrı korusun, kendi-sevgisi ile lekelenmiş midir yoksa bir şeyler yapmaya muktedir midir?

Buna göre o zaman, kişinin, Yaradan’a olan inancının gerçek ölçüsünü, görebilmenin zamanıdır. Bundan, tüm günahlarının bu anlayıştan kaynaklandığın görebilir. Hazırlık yaparak ve yeterlilik edinerek Yaradan’a günahlarının affı için geldiği zaman, kusurun gerçek ölçüsünü üstlenebilir. Yani, hangi yolla Kral’ın ihtişamını kirlettiğini ve Yaradan’dan ne isteyeceğini bilecektir. Ne günah işlediğini, tekrar günah işlememek için hangi düzeltmeleri yapmak zorunda olduğunu bilecektir.

Şimdi, (Nitzavim Deuteronomy, 30:11) bölümde yazanı anlayabiliriz: ‘Bugün size emrettiğim bu emir; ne sizi aşan bir şeydir, ne de uzağınızdadır. Cennette değildir, denizin ötesinde değildir, size çok yakındır; ağzınızdadır, bunu yapabilmek için kalbinizdedir’

‘Bu emir’ sözüyle hangi emirden bahsediyor? Ayrıca ‘Sizi aşan bir şey değil’ in anlamını kavramalıyız. Mitzva’nın (emir) özündeki şey inançtır yani Yaradan’a inanmaktır. Sonradan, O’nun Mitzvot’unu (emirler) tutabiliriz. Bütün iftiracılar, bütün engeller inancın Mitzva’sından gelir. Beden, pek çok soru –bedenin kendisinin sorduğu sorular ve inançla ilgili diğer insanlardan duyduğu sorular- sormaya başlar.

Onlar, kişi, Cennet Krallığının yükünü kendi üstüne, bir öküzün ve bir eşeğin yüklendiği gibi almak istediğinde gelir; yani her şey mantık ötesidir. Aniden, beden akıllı olur, araştırmaya; ‘Ne?’ ve ‘Kim’ diye sormaya başlar. Hiçbir koşul, bizim inancın Mitva’sını üstlenmemize izin vermez. Bedenin soruları, kişinin cevap veremeyeceği kadar güçlüdür. Sonra, kişi şaşkına döner ve – kendi mantığı içinde- onun haklı iddialarının üstesinden gelmek için gücü kalmaz. Bedenin soruları gerçekten de hayret vericidir.

Yazılanlar bunun hakkında der ki: ‘Bu emir için’  yani inanç emri için ‘sizi aşan bir şey değil’. Yani bedenin sorularını cevaplamanıza gerek yok; o mantık içinde sorar, ancak inanç Mitzva’sı özellikle aklın ötesinde inşa edilir. İnsana verilen, dışsal akıl bunu edinemez. Bu yüzden, onun şaşkına çeviren sorularını cevaplamanız gerekmez.

Bunun yerine, kişi inanmalıdır ki, bedenin sorduğu tüm sorular, size onları cevaplamanız için gelmez. Tam tersine, bu sorular, kişiye, mantık ötesi inanç için bir yer vermek için gelir. Aksi takdirde, eğer beden kendi aklıyla, kişinin Yaradan için çalışmak istediğini anlasaydı, mantık dâhilinde olurdu ve buna ‘bilmek’ denirdi kişinin aklının tam kavrayamadığı yerdeki gibi  ‘inanmak’ değil. Ki orada kişi, bir şey yaparsa, bunu yalnızca inanç temelinde yapar.

Akabinde, kişinin, bedenin sorularını cevaplamaya muktedir olması için, -tüm cevaplar, ‘İnanç’ denilen ‘mantık ötesi’ndedir- çok yetenekli olmasına gerek yoktur.  ‘Ne cennette, ne de denizin ötesinde değil’ olarak görülen muazzam taktikler gerektirir.  Daha doğrusu, bu çok basittir ve şöyle denir: ‘Bu yapman için, ağzında ve kalbindedir’, yani, kalpte, sadece arzu varsa, o zaman üstesinden gelebiliriz.

‘Mantık ötesi’ konusunu netleştirmek gerekir. Zira orada pek çok farklı anlayışlar vardır. Baal HaSulam dedi ki: ‘Mantık ötesi, kişinin kendi için Tora ve Mitzvot’a nasıl uyacağını betimlemesidir.  Tora ve Mitzvot’a uymanın, uğraşmaya değer olduğunu kişinin mantığı mı belirleyecek, yani, her bir Mitzva’dan tat mı alacak?

Kişi orada, yeme, içme, saygı gibi, dünyevi hazların olduğuna ve her şeyin tadının farklı olduğuna inanmalıdır. Her Mitzva’nın da özel bir tadı olduğuna inanmalıyız. Bu nedenle, Tora ve Mitzvot’la uğraşırken, eğer kişi lezzetlerin değiştiğini tadarsa, çalışması boyunca nasıl bir heyecan ve yaşama gücü hisseder? Mantık kişiyi kendisi için, bu çalışmasında -Yaradan’ın hizmetkârına uygun –  bir görüntü yaratması için zorlardı. Kişi, çalışmasından onu alıkoymak isteyen her şeye, önemsiz ve dikkatini vermeye değmez diye bakardı.

Yukarıda bahsedilen, kişinin mantık dâhilinde gördüğüne göre tasvir ettiğidir, kişi mantık ötesiyle de aynı tasviri yapmalıdır. Yani, kişi, mantığın desteklediği bir şeyler olduğunu hissetmese de, tamamen çok güçlü bir sebebi ve duygusu varmış gibi, çalışır.  Bunu yaptığı zaman mantık ötesi çalışıyor addedilir.

Buna rağmen, kişi daha istekli ve daha tutarlı olarak Yaradan’a hizmet etmenin mantıklı olduğunu hissettiği müddetçe, halen mantık içinde çalışıyordur. Zira mantık ve mantık ötesi arasında halen bir fark vardır. Kişi için, tam olarak bu ikisi arasında hiç bir fark kalmadığında, bu, ‘mantık ötesi’ olarak kabul edilir.

 

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,075