e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

55. Mektup

1932, Kudüs

Sevgili …,

Bugün çocuklardan bahsettiğin mektubunu aldım, Yaradan onlarla olsun.

Genel olarak mektubundan hoşnut kaldım. Seni yönlendiren bedensel konulardan bahsetmekten sakınmamana rağmen, senin de yazdığın gibi burada dikkat edilmesi gereken noktalar var.

Bana iki yıldır bir şey yazmamış olduğun için kızgın ya da endişeli olduğumu söylemen senin hissettiğin bir şey. Benim buna cevabım şu ki, bu his genel olarak moral bozucu olmamasına rağmen, form olarak böyledir çünkü Yaradan’ın da bildiği gibi, sadece bedeni algılayanlardan bana zarar gelmez. Eskiden olduğu gibi şimdi de aynıyım: “Ne yazık tozun içinde kaybolmuş bu güzelliğe,” benim bütün neşem ve üzüntüm buradan gelir.

Bu girişten sonra, arzunu yerine getireceğim. Şöyle yazmışsın, “Senden Tora’daki yenilikleri bana yazmanı rica ediyorum.”

Her söyledikleri kor gibi yakan atalarımızın sözlerini dikkate almalıyız. Şöyle derler, “Bu dünyadaki bir saatlik tövbe ve iyi amel, gelecek dünyanın yaşamından daha iyidir ve gelecek dünyadaki bir saatlik memnuniyet, bu dünyadaki tüm yaşamdan daha iyidir.” Başlangıç ve son birbirine ters düşüyormuş gibi görünür çünkü eğer gelecek dünyanın bir saatinin bu dünyanın tüm yaşamından daha iyi olduğunu saptadılarsa, bu dünyadaki manevi yaşamdan, yani tövbe ve iyi amelden bahsediyor olmalılar. Her şeyden önce Mishnah’ın, bayağı, aptal ve katı yürekli olanlarınki gibi haz yaşamından bahsettiğinden şüphe duymamalıyız.

Atalarımız bize yol göstermişlerdir: “Bayağılara yaşamlarında ‘ölü’ denir.” Bu demektir ki, bayağıların sergilediği yaşam formu kendi içinde yaşamın ve mutluluğun tersi olan ölümdür. Bedensel hazzın yokluğu, ölüm olarak tanımlanan yaşamın zıttı olmadığından, bayağının hazzın yoksunluğu olarak algıladığı ölüm, yanlış bir algıdır.

Daha ziyade, bayağı olanların elde ettiği ve bundan memnuniyet duyduğu bedensel hazların varlığı onları yaşamların yaşamından ayıran demir duvarı örmeye iter ve bu şekilde onlar ölüm dünyasına batarlar, şöyle yazdığı gibi, “O bir Satan; o kötü eğilim; o ölüm meleği.”

Buna göre, Mishnah’ın “bu dünya yaşamı” derken bu dünyadaki manevi yaşamı belirttiği açıktır çünkü bilgelerin söyledikleri şifa verir ve gerçek dışı bir şeyden bahsetmezler.

Şöyle dediklerinde, “Bu dünyadaki bir saatlik memnuniyet daha iyidir,” neden şunu ilave ederler, “Bu dünyadaki bir saatlik tövbe ve iyi amel, gelecek dünya yaşamından daha iyidir?” Tövbe ve iyi amel, sabır ve çaba gerektirdiğinden onları bu dünya yaşamından zorla ayıramayız. Bu nedenle ilk şunu söylerler, “Bu dünyanın bir saatlik mutluluğu” daha iyidir.

Ancak, hazdan yoksun çaba bu dünyadaki manevi hazdan daha iyidir çünkü o gelecek dünya yaşamından daha yücedir. Ancak, bu tip sözler yalnızca az bilgi sahibi olanlar için kabul edilebilir bir şeydir. Asla bir bilge tarafından kabul edilmez. Atalarımız kutsal Zohar’da zaten belirtmiştir: “Çabanın olduğu yerde Sitra Ahra vardır, çünkü Sitra Ahra eksikliktedir,” tıpkı onu izleyenlerin eksiklik içinde olduğu gibi. Fakat kutsallıkta bütünlük vardır ve kutsallıkta çalışanlar bütünlüktedir ve çaba harcamadan sadece haz ve mutluluk içindedirler.

Onların sözlerinin derinine inmeden önce, sana şu sözlerin—“bu dünya”, “gelecek dünya”—anlamını atalarımızın sözleriyle açıklayacağım. Zohar’da Sefer HaBahir (Zeki Olanın Kitabı) başlığı altında yazılıdır: “Rabbi Rechimai’ye sorulmuş: ‘Gelecek dünya ve gelecek olan nedir?’ Onlara şöyle cevap vermiş, ‘Gelecek dünyada, gelen’” Diğer bir deyişle, bereket gelecek.

Açıkça bu dünya ve gelecek dünya arasındaki farkı görürsün. Bu dünya şimdide ya da geçmişte edindiğimizdir. Gelecek dünya ise edinmediğimiz fakat gelecekte bir zaman sonra bize gelmesi gerekendir. Ancak, ruhun beklenilen ödülünün anlamı Zohar’da sadece “gelecekte” kelimesiyle belirtildiğinden, her ikisi de kişinin bu dünyada edindiği ve aldığı şeyden bahseder.

Diğer bir deyişle, ıslahtan önce bu dünya insanları onu almaya uygun değildir, bunu ancak bedenden yoksun ruhlar ya da dünya ıslahın sonunda Atzilut dünyasının yüce amacına yükseldiğinde edinir. Yine de, şimdilik bunun üzerinde durmamıza gerek yok.

Şöyle denir, “Başlangıçta atalarımız puta-tapanlardandı. Şimdi Yaradan bizi O’nun çalışmasına, İbrahim’in babası Terach’a yakınlaştırdı.” Terach’ı, İbrahim’in babasını referans veren bu sözün niyetini anlamalıyız. Bize iyi, özgür olduğumuz zamanları mı hatırlatmak için söylüyor?

Fakat bunu benzer bir şeyi kutsal Tora’da da görürüz, şöyle yazar, “Ve Terach Haran’da öldü. Ve Tanrı İbrahim’e şöyle dedi, ‘Ülkenden uzaklaş’” Yaradan’ın bir bütün olarak ifşa olacak olan bereket ve mutluluk umudunu ve başlangıçtan bu yana bütün erdemlilerin ve peygamberlerin dünyasının bereketini taşıyan İsrail’in ve tüm ıslahın özü ve kökü olan ilk atamıza ilk görünmesi olan bu yakınlık kafa karıştırıcı ve şaşırtıcıdır.

Bu böyledir çünkü kutsallıktaki ve maneviyattaki yasa şudur ki, kökün içinde gelecekteki tüm ürün mevcuttur, tıpkı Adam HaRişon’la ilgili olarak, bu dünyada var olacak tüm ruhları içerdiğinin söylenmesi gibi. Benzer şekilde ilk doğan, sonrasında doğan tüm çocukları içerir.

Bu nedenle, Terah’ın adı ve İbrahim’in ilk ortaya çıkışı arasında pek çok yazıda bölünme vardır çünkü yukarıda söylediğimiz gibi o her şeyin köküdür.

Burada putperestliğin temellerini sana açıklamam gerek. Ayette yazdığı gibidir, “İçinde yabancı bir tanrı olmayacak.” Bu demektir ki, Yaradan senin için ikinci bir kişi gibi olmamalı çünkü yabancıyla çalışmak ağır yüktür. Bu nedenle, bu putperestliktir (Putperestliğin kelime anlamı “yabancı” çalışmadır.) Daha ziyade Yaradan’a tapınma sevgi ve çoşkuyla, kutsallıkta yapılmalıdır.

Ayrıca, Baal Şem Tov adına şöyle denir, “Ben’im üzerime başka tanrın olmayacak,” çünkü Elokim (tanrı), Yaradan’dan başka güçler olduğuna inanan, putperesttir ve bu derin bir konudur.

Bu böyledir çünkü Yaradan’a inananın maddesel düzende herhangi bir değişikliğe ihtiyacı yoktur. O zaten güzellikle ve muhteşemlikle yaratılmıştır, tıpkı “Birliğin Şiiri”’ nde yazıldığı gibi, “Sen hiçbir dileğini ne unuttun ne de kaçırdın. Sen çıkarmadın ve eklemedin ve Sen onlarla hiç boşa çalışmadın.”

Maddesel düzen öyle yapılanmıştır ki, dünyadaki tüm insanlar O’nun çalışması için birleşir ve vasıflandırılır, tıpkı şöyle yazdığı gibi, “Yaradan için yapılan tüm çalışma O’nun içindir.” “O’nun huzurunda yeryüzü ve cennet yaratıldığı zamanki gibi bir coşku asla olmamıştı,” sözünün anlamı budur. Ayrıca şöyle de yazılıdır, “Ve Yaradan Yaptığı herşeyin iyi olduğunu gördü.”

Ancak, dünya böyle bir çalışmaya uygun ve muhteşem bir ödül olacak şekilde düzenlenmiştir, “Göz Sen’den başka bir Tanrı görmez.” Bu, maddesellikte, bu dünyada önümüze serili olan ödülün ve çalışmanın anlamıdır.

Burada çalışma sırasında hissedilen ıstıraba bağlı ödülden bahsediyoruz. Fakat çalışma sırasındaki çaba ve ıstırap değerlidir ve çaba ödemenin geciktirilmesine göre ölçülür çünkü ödemenin çalışmadan gelen acıyı kökünden sökmesi ve uzaklaştırması doğaldır. Bu demektir ki, az bile olsa bu ıstırap olarak algılanmaz.

Kendinden düşün: Bir ineği eşekle değiş tokuş yaptığında eşekten de inekten aldığın memnuniyetin aynısını alırsın. En azından, onun hazzından daha az değildir aksi takdirde eşekle değiştirmezdin.

Benzer şekilde, eğer mal sahibi, çalışanına onu tatmin etmeyen bir ödeme ve ödül verirse, şu kesindir ki, kişi çalışmasını ödülle takas etmek istemez. Her şeyden önce, çalışanın niyeti ıstırabını daha fazla arttırmak değil takas sırasında memnuniyet almak ve kazanmaktır; bu basit ve açıktır.

Aslında, bazı istisnalar vardır ama çoğunluk böyle hareket eder çünkü çabanın fiyatı özel insanlar için değil, çoğunluk için geçerlidir.

Tüm yukarıda söylenenlerden sonra, sağduyu günün sonunda bedenin rasyonel hesap yapamıyor olmasını, çalışmayı az ya da çok borç olarak hissetmesini ve ödemenin var olan acıyı uzaklaştırmadığını görmesini inkâr eder.

Fakat gerçekte, hesaplama doğrudur çünkü beden bundan hoşlanmaz ve şimdiden değil, gelecekten dolayı acı çeker. Dolayısıyla, şimdideki çalışmasına bağlı olarak mal sahibi çalışana ödeme yapsa bile, yani an ve an her hissi için ona bir kuruş ödese bile, hiç şüphe yoktur ki ödeme acıyı uzaklaştırmadığı için çabasını herhangi bir şekilde hissetmez.

Fakat işveren böyle yapmaz. Daha ziyade işin sonunda, bir gün, bir hafta ya da bir ay sonra ödemesini yapar. Bu nedenle gelecekle ilgili acı çeken ya da bundan hoşlanmayan hayvansal beden, acı çeker ve endişelenir çünkü hayvansal hissiyat için çabasını boşa harcar.

Öyle anlaşılıyor ki, ödeme alan beden asla çalışmaz ve çalışan beden bundan bir şey elde etmez. Ayrı olmasının sebebi budur çünkü sadece şimdiki andan haz alır ve gelecek hissi sanki yabancı bir beden gibi hissedilir.

Gel ve gör: Mal sahibi şimdide müşteriye hizmet ederken kendini sıkıntıya soktuğu her dakika, gerçek anlamda çabasını hissetmez. Tersine, ödeme sırasında memnuniyet duyar. Ödemeye bağlı çaba ondan uzaklaşmıştır. O ödemesini gece aldığı için çalışması sırasında mutsuzluk ve üzüntü hisseden bir işçi değildir.

Benim söylediğim şu, realitede herhangi bir acı ve ıstırap hissi çalışma sırasında ödemenin olmamasından kaynaklanır. Ayrıca, eğer daha yakından incelersen onlar arasındaki zaman boşluğuna bağlı olarak ıstırabın arttığını görürsün tıpkı iki su damlasının aynı olması gibi.

Yukarıda söylenenlerden iki isim öğreniyoruz, “erdemli” ve “bayağı,” kişi bu dünyaya boşuna gelmediğinden, burada oluşumuz için bir sebebimiz olmalı—şükran ya da Allah korusun lanetleme. Bu demektir ki, Yaradan’a şükretmemiz gerektiğinin hükmü kendiliğinden yerine getirilir.

Benzer şekilde, fakir bir kişiye hediye veren zengin biri, yoksul insanın bunun için ona şükredeceğinden emindir. Onun söyleyeceklerine kulak kabartmasına gerek yoktur. Fakat eğer bir insan bir başkasına vurur ve onu lanetlerse, diğer kişinin de onu lanetlediğini bilir; bunun üzerinde düşünmesine gerek olmaz.

Tıpkı bunun gibi, Yaradan’ın dünyasında olmaktan hoşlanan kişi, memnuniyet verebilmek için onu yaratanı kutsamak ister. Başka bir şey söylemesine ihtiyaç yoktur.

Oysa kişi Yaradan’ın dünyasındayken acı hissederse bunun tersini yapar. Kınanacak bir şey söylememesine rağmen, yine de his ona hükmeder. “Bayağı” isminin anlamı budur, acı hissettiğinde, ıstırap kendini his olarak açığa çıkardığı ve bunu açıkça göstermek istemediği için ister istemez suçlar.

Kişi şükranlarını sunsa bile bu dalkavukluk gibi olur, tıpkı ev sahibinin hizmetkârını döverken, hizmetkârın “Dövülmek çok hoşuma gidiyor; bundan mutlu oluyorum,” demesi gibi. Böyle bir şeyle ilgili şöyle denir, “Yalancılık yapan, doğruluğunu ortaya koyamaz.”

Bu sözlerden “erdemli” sözünün anlamını idrak edeceksin. Bu söz Yaradan’ın dünyasında olan, iyi ve hoş hissiyat edinen ve sürekli haz içinde olan birinden bahseder. Bu sebeple onu daima böyle iyi ve haz dolu dünyaya yerleştirdiği için Yaradan’a şükreder. Hissiyatın kendisi Yaradan’a olan şükranı olduğundan, bu sözleri açıkça söylemek zorunda değildir tıpkı yukarıda anlatılan hikâye de olduğu gibi. Bu sebeple ona “erdemli” (aynı zamanda “adaletli”) denir çünkü Yaratılışı savunur ve onu olduğu haliyle hisseder, şöyle yazıldığı gibi “Ve Tanrı tüm Yaptığını gördü ve o çok iyiydi.”

Bu, “Bir erdemli inancıyla yaşar,” sözünün anlamıdır. Sıradan bir insana bu anlaşılmaz geldiği için, bu bize erdemlinin gücünü öğretir çünkü bir insan bu dünyadayken nasıl olur da acı ve ıstıraptan kaçabilir? Bu kafa karıştırıcıdır, çünkü erdemli sürekli memnuniyet içindedir. Mantığa aykırı gibi gözükür.

Ama yine de, yukarıda söylenenlerden anlayacaksın ki, yaşamdaki çaba ve ıstırap yalnızca çalışmanın karşılığındaki ödemenin alınmadığı için vardır. Dolayısıyla, ödeme ıstırabı kökünden çıkarsa bile, bu kişiyi çalışma sırasında etkilemez ve acıyı deneyimler.

Bu tıpkı çabasının ıstırabı tamamen çıkarılmış dükkân-sahibinin durumu gibidir. Istırap, ödeme ve müşteriye hizmet sırasında kaybolur çünkü çaba ile ödül arasında zaman farkı olmadığından, onlar bir olur.

Şimdi Zohar’ın sözlerini daha net olarak anlayabilirsin, “Nerede çaba varsa, orada Sitra Ahra vardır, çünkü Sitra Ahra eksikliktir ve kişinin tüm çalışması eksikliktedir.” Bu böyledir çünkü tam bir inançla ödüllendirilen kişi için gelecek tamamen bugün gibidir, aksi halde bütün olarak kabul edilmez.

Örneğin, eğer güvenilir bir insan bana bir şey için söz verirse, bu hali hazırda onu elde etmişim gibi olur. Eğer benim hissim bir şekilde eksikse, yani o şeyi fiilen aldığım zaman daha mutlu olacağımı hissedersem o zaman karşımdakine inancım büyük ölçüde eksik demektir.

Dolayısıyla şu açıktır ki, tam inançla ödüllendirilen erdemli insan—atalarımızın şöyle demesi ölçüsünde, “Ev sahibinin çalışmanın karşılığında sana ödeme yapacağına güven”—fiili olarak ödemeyi henüz almasa da, Yaradan’dan aldığı ödemede, çabasının ıstırabının her gramını ister istemez hisseder. Fakat inancı onu vermenin kendisi en ufak bir memnuniyet bile ilave etmeye yer bırakmayacak şekilde aydınlatır.

Verme, vaat edilenden en ufak bir şekilde olsa bile daha az değerliyse, o zaman tam inanca ulaşmamış ve dolayısıyla tam bir erdemli olamamış demektir. Ancak, vaadin ona verme olarak hizmet ettiği yere bütünlüğüne ulaşmıştır ve bugün ve gelecek arasında hiç bölünme hissetmez. Bu nedenle, ödeme ve çaba bir arada gittiği için çabanın ıstırabı müşteriye hizmet ederken ortaya çıkmayan dükkân-sahibi gibidir. “Bir erdemli inancıyla yaşar,” sözünün anlamı budur.

Bununla Zohar’ın sözlerini anlayabiliriz: “Nerede çaba varsa, orada Sitra Ahra vardır ve sadece bütünlükte kutsallık vardır.” Bu açık bir işarettir; eğer kutsallığa tutunmakla ödüllendirilirse, kesinlikle tam inançla ödüllendirilir.

Dolayısıyla, çaba hissiyatını nereden aldı? Üzerindeki Sitra Ahra’dan olmalı çünkü inancı eksiktir. Bu nedenle ıstırap hisseder ve ona “bayağı” denir.

Yaşamlarında bayağı olana ‘ölü’ denir” ve “Bayağı olan ‘kısa ömürlü ve öfke doludur’” ve “Bir erdemli inancıyla yaşar.” sözlerinin anlamı budur.

Şimdi Yaradan’ı sevmeyi emreden kutsal Tora’mızla ilgili filozofların sorduğunu anlayabilirsin. Doğa yasası gereği, sevgide emir ya da zorlama olmamalıdır. Daha ziyade o kendi aptallıklarında çabaladıkları için kendiliğinden gelen bir şeydir.

Yukarıda söylenene göre, Tora’nın ilk olarak tam inançla ödüllendirilen İsrail oğullarına verilmesiyle ilgili soruyu anlayabilirsin, şöyle yazdığı gibi “Ve onlar Tanrı’ya ve O’nun hizmetkarı Musa’ya inandılar” ve “Yapacağız ve duyacağız,”

Bu bağlamda tam inançla yerine getirmek için 613 Mitzvot’u ediniriz, çünkü bilinir ki bu evin kapısıdır. Dolayısıyla “Ve sen Tanrı’nı seveceksin,” sözü kişinin kutsallık, güç ve sonsuz mutluluğun hazzının bereketini alma seviyesine gelebilmesi için elinden geleni yapmasına bağlıdır.

Bu aşamada, Doğa yasalarında olduğu gibi, sevginin ölçüsü ve onun buyrukları O’ndan sonsuz haz üstüne haz alabilme niteliklerimizle eşit hale geldiğinde kişi kendiliğinden sevgiyi edinir, tıpkı kutsallığın gittikçe artması gibi.

Bu kesinlikle bizim elimizdedir yani inancın ıslahı. Bununla, O’nun sevgisinin ışığı kendiliğinden gelir çünkü haz alma hissi kendi içinde verene şükran ve sevgi sunmaktır tıpkı mum ve onun ışığı gibi, bu kadar basit.

Yehuda Leib

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,082