e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada Meyvelerini Bu Dünyada Yemek ve Aslını Öbür Dünya İçin Saklamak Nedir?

Çalışmada Meyvelerini Bu Dünyada Yemek ve Aslını Öbür Dünya İçin Saklamak Nedir?

Makale No. 34, 1991

Zohar’da (BeHaalotcha, Madde 140-144) şöyle yazılmıştır: “Rabbi Aba dedi ki, ‘Bedenin tüm organlarına tutunan kalpteki kötülük, bunu onlara yapar. ‘Güneşin altında gördüğüm bir kötülük var ve insanlara ağır geliyor. Bu kötülük, dünyevi meselelere hükmetmek isteyen ve bu dünyanın meselelerini hiç gözetmeyen kalpteki kötülüğün gücüdür. “Kalp neden kötüdür?” diye sorar. O da şöyle cevap verir: “Şu ayet bunu kanıtlıyor: ‘Tanrı’nın kendisine mal, mülk ve onur verdiği, ruhu arzu ettiği hiçbir şeyden yoksun olmayan ve Tanrı’nın ondan yemesi için kendisine izin vermediği kişi, çünkü onu yabancı bir adam yiyecektir’ (Vaiz 6).

“Bu şaşırtıcı bir ayettir, zira ‘ruhu arzu ettiği hiçbir şeyden yoksun olmayan’ diye yazıldığına göre, Tanrı neden ona ondan yemesi için izin vermeyecektir? Ne de olsa onun ruhu hiçbir şeyden yoksun değildir. Bir kişi bu dünyada yürür ve Yaradan ona servet verir, böylece kişi bununla öbür dünyada ödüllendirilecek ve sahip olduğu paranın, aslıyla, ana parasıyla kalacaktır. Asıl para nedir? Sonsuza kadar var olan paradır. Bu yüzden kişi bu aslı kendisinden sonra saklamalıdır ve bu dünyadan ayrıldıktan sonra aslını alacaktır. Çünkü bu asıl, ZA olan o dünyanın hayat ağacıdır, bu dünyada ondan gelen meyvelerden başka bir şey yoktur. Bu nedenle, bu dünyada bu meyvelerle ödüllendirilen bir adam onları yerken, onun tarafından üst yaşamla ödüllendirilmek üzere asıl onun için o dünyada kalır.

“Ve kim ki kendini kirletir ve kendi menfaatinin peşine düşerse ve ruhu ya da bedeni için hiçbir şeyden yoksun olmazsa, Tanrı ona ondan yemesi ve bu servetle ödüllendirilmesi için izin vermez.”

Çalışmada, meyvelerini bu dünyada yemesi ve asıllarını öteki dünya için saklamasının ne anlama geldiğini anlamalıyız. Ayrıca, çalışmada “Tanrı’nın kendisine mal, mülk ve onur verdiği kişi” nedir? “Tanrı ondan yemesi için ona izin vermemiştir, çünkü onu yabancı bir adam yiyecektir” dedi.

Bilindiği gibi, çalışmada, “Tanrı’nın yapmak için yarattığı” yazılı olduğu üzere, “yapma” meselesi vardır. Bu, Yaradan’ın insanı zevk ve haz alma arzusuyla yarattığı anlamına gelir. Kişinin bir şeye duyduğu arzu ve özlem ölçüsünde, ondan zevk alma kabiliyeti de artar. Dolayısıyla, kendi iyiliğimiz için alma arzusuyla doğduk ve bunu Yaradan’a atfediyoruz.

Ancak, O bize Yaradan’ın yarattığı Kelim’in zıddı olan başka Kelim’ler [kaplar] yapmamız için vermiştir. Başka bir deyişle, yaratılanların yapması gereken Kelim, Yaradan’a ihsan etme arzusudur. Bu, Yaradan’ın yarattığı Kelim’in yaratılanların haz alması için olduğu ve yaratılanların yapması gereken Kelim’in de Yaradan’ın haz alması için olduğu anlamına gelir. Ancak, eğer insan alma arzusu doğasıyla doğduysa, bu doğa nasıl değiştirilebilir?

Bunun cevabı, bir Segula [çare/güç/erdem] olduğu ve bu Segula ile onların Yaradan’dan ikinci bir doğa alabilecekleridir. Bilgelerimiz bu konuda şöyle der: “Yaradan dedi ki, ‘Kötü eğilimi Ben yarattım; Tora’yı da bir şifa olarak yarattım’,” çünkü “Tora’daki ışık kişiyi ıslah eder.” Yani, Tora’daki ışık sayesinde, sonunda ikinci doğayı, yani Yaradan’a hoşnutluk ihsan etme arzusunu edineceklerdir. O zaman, “form eşitliği” olarak adlandırılan Dvekut [bütünleşme] ile ödüllendirileceklerdir.

Ancak, ihsan etme arzusunu edinmeden önce, kişinin birkaç dereceden geçmesi gerekir:

1) Öncelikle, kişi bu arzuyu edinmemiz gerektiğini anlamalıdır, zira bir şeyler yapmak için geldiğimizde, etrafımızdaki insanlar da her şeyi Yaradan’ın rızası için yapmamız gerektiğini düşünüyorsa, gider ve insanların nasıl davrandığına bakarız. Doğal olarak, kişi Tora ve Mitzvot [emirler/iyi işler] ile meşgul olanları görmeye gider ve etrafındaki hiç kimsenin ihsan etme arzusunu edinmenin yollarını bulmakla ilgilenmediğini görür.

Kişinin bunu başkalarında görmemesinin nedeni basittir: Onlar ihsan etme niyetini edinme yolunda değildir. O zaman gerçeği görür. Bununla birlikte, ihsan etmek için Tora ve Mitzvot’la uğraşanlar, muhtemelen gizli çalışmaktadırlar, zira çalışmaları dışarıya ifşa olursa, çalışmalarına dışsallık karışacaktır, çünkü doğası gereği, kişi başkalarının, kendisinin ne yaptığına baktığını gördüğünde, diğerlerinin çalışmasını takdir ettiğini düşünür. Bu ona çalışması için güç verir ancak Yaradan çalışmasını emrettiği için değil, diğer kişi ona bakarak onu Tora ve Mitzvot’ta çalışmaya mecbur bıraktığı için. Dolayısıyla, Yaradan rızası için çalışmak isteyenler, çalışmalarını diğerlerinden gizlerler. Bu yüzden birinin ihsan etmek için çalışıp çalışmadığını görmek mümkün değildir.

Bu nedenle, kişinin ihsan etme arzusundan yoksun olduğunu hissetmeden önce çok çalışması gerekir. Bazen ihsan etme arzusuna ihtiyacı olduğunu anlamaya başlasa da, pek çok kişinin Tora ve Mitzvot ile meşgul olduğunu ve saygıdeğer insanlar olduklarını görür ve onların herhangi bir eksiklikleri olduğunu, ihsan etme arzusuna sahip olmadıkları için acı çektiklerini görmez. Dolayısıyla ilk çalışma, ihsan etme arzusu ile ödüllendirilme ihtiyacını edinmeye çalışmaktır.

2) Kişi ihsan etme arzusu için bu ihtiyacı edindiğinde, eksikliği edinmeye başlar başlamaz doyumu alamayacaktır. Bu böyledir çünkü eksiklik hissi aynı zamanda kişinin ihsan etme arzusuna sahip olmamaktan dolayı hissettiği acının ölçüsüne de bağlıdır. Ancak kişi buna ne kadar ihtiyacı olduğunu hissetmeye başladığında ve yukarıda kişinin gerçek bir eksikliğe sahip olacağına dair bir arzu olduğunda, o zaman yukarıdan eksikliği hissetmek üzere yardım alır. Bu demektir ki, ona bundan ne kadar uzak olduğu gösterilir, yani ihsan etme arzusunu edinmenin ne kadar zor olduğunu görür ki bu da onda büyük bir eksikliğe yol açar.

Peki, neden büyük bir eksikliğe ihtiyaç duyarız? Çünkü bir şey önemsiz olduğunda, onu kaybetmekten nasıl kaçınacağımızı bilemeyiz. Bu nedenle, kişi gerçek bir eksikliğe sahip olmadan önce, ona yukarıdan bu şey verilmez, çünkü eksiklik ve özlem o şeyi önemli kılar.

Ancak çalışma sırasında kişi istediğini elde etmenin zor olduğunu gördüğünde, çalışmadan kaçar. Şöyle der: “Ödüllendirilmiş ve Yaradan’ın ihsan etme arzusunu verdiği insanlar olduğuna inanıyorum. Ama bu onların benden daha kabiliyetli olmalarından kaynaklanıyor. Ancak benim gibi diğerlerinden daha kötü niteliklere sahip bir kişinin bunu hak etme şansı yok.” Dolayısıyla kişi mücadeleden kaçar ve genel halk gibi çalışmaya başlar.

Sadece çalışmadan kaçmak istediğini ama hiçbir şey onları tatmin etmediği için gidecek başka bir yeri olmadığını söyleyenler, bu insanlar çalışmayı bırakıp gitmezler. Onlar yükseliş ve düşüşler yaşasalar da pes etmezler. Şöyle yazıldığı gibi, “Ve İsrail oğulları çalışmaktan dolayı iç çektiler, ve feryat ettiler, ve feryatları çalışmadan Tanrı’ya kadar gitti.” Başka bir deyişle, Yaradan’a hoşnutluk vermek için çalışabilmek amacıyla, Yaradan çalışmasında ilerleyemedikleri için çalışmaktan ağladılar. O zaman, Mısır’dan çıkışla ödüllendirildiler. Çalışmada buna “alma arzusunun kontrolünden çıkma ve ihsan etme çalışmasına girme” denir.

Bu nedenledir ki, insanın çalışmasının başlangıcı cennetin krallığını üstlenmektir, bu da eskiden sadece yaşlı ve aptal bir kralın arzusunu tatmin etmekle ilgilenirken, yani tüm çalışması sadece kendi iyiliği içinken, Yaradan’ı tüm organları üzerinde taçlandırdığında, yani tüm organları Yaradan’a hizmet ettiğinde, “cennetin krallığı” olarak adlandırılan farklı bir Kral’ı üstlendiği anlamına gelir. Bu, çalışmada “Mısır’dan çıkış” olarak adlandırılır, kişinin kendi menfaatinin yönetiminden çıkışı ve Yaradan’a hizmet etmeyi üstlenmesidir, “Ben size Tanrı olmak için sizi Mısır ülkesinden çıkaran Tanrınız Efendinizim” diye yazıldığı gibi. Bunu şu şekilde yorumlamalıyız: O, onları alma arzusunun yönetiminden çıkardı ve onlara ihsan etme arzusu verdi. Buna “size Tanrı olmak” denir, yani Benim rızam için çalışabilmeniz için size ihsan etme arzusunu verdim. Buna “Size Yaradan olduğumu hissetmeniz için güç verdim” denir.

Ancak, kişi alma arzusunun kötü bir şey olduğu hissini nasıl edinir? Eylemlerini ıslah etmesi gerektiğini ona kim bildirir? Sulam’da [Zohar’a Merdiven yorumu] şöyle yazar (Beresheet Bet, Madde 103): “Bu nedenle, Yaradan, kendisi için almaya, acı ve sert ızdıraplar yüklemiş, insana doğduğu andan itibaren bedensel acıları ve ruhun acılarını aşılamıştır – öyle ki, kişi kendi hazzı için bile Tora ve Mitzvot ile meşgul olsa, içindeki ışık sayesinde, kendisi için almanın doğasındaki alçaklığı ve korkunç yozlaşmayı hissedecektir. Bu durumda, bu alma doğasından uzaklaşmaya karar verecek ve ‘Efendinin tüm işleri O’nun rızası içindir’ diye yazıldığı üzere, kendisini tamamen sadece Yaradan’ı hoşnut etmek amacıyla çalışmaya adayacaktır. O zaman Yaradan onun gözlerini açacak ve kişi önünde mutlak mükemmellikle dolu bir dünya görecektir. İşte o zaman, dünyanın yaratıldığı zamanda olduğu gibi O’nun sevincine ortak olur (çünkü bilgelerimiz şöyle der: “O’nun huzurunda hiçbir zaman göklerin ve yerin yaratıldığı günkü gibi bir sevinç olmamıştır”).”

Sonuç olarak, Tora’nın bu ışığı, kişiye eksiklik verir, bu nedenle Yaradan’dan kendisine cennetin krallığının yükünü üstlenme gücü vermesini ve tüm eylemlerinin ihsan etmek için olmasını isteme ihtiyacı duyacaktır. Kişi sonrasında, cennetin krallığı ile ödüllendirildiğinde, “Tora” adı verilen ve Yaradan’ın isimleri olan başka bir derece daha vardır. Bu, “Tora, Yaradan ve İsrail birdir” olarak kabul edilir.

Yukarıdakilere göre, Zohar’ın şu sözlerini yorumlamalıyız: “Çünkü bu asıl, ZA olan o dünyanın hayat ağacıdır ve bu dünyada ondan gelen meyvelerden başka bir şey yoktur, bu yüzden meyveleriyle ödüllendirilen bir adam onları bu dünyada yerken, aslı onun için bir sonraki dünyada kalır.”

Yazılanları, “Ve aslı bir sonraki dünya için kalır” şeklinde yorumlamalıyız, ki bu ZA’dır, zira ZA “Tora” olarak adlandırılır ve buna “o dünya” yani bu dünyadan sonra gelen “bir sonraki dünya” denir, çünkü bu dünya Malhut olarak adlandırılır ve bir sonraki dünya, daha sonra gelir. Zohar bu dünyayı ZA, yani hayat ağacı, Tora olarak adlandırır.

Çalışmanın sırasının, önce kişinin cennetin krallığı ile ödüllendirilmesi gerektiği, bunun ihsan etmek için olması gerektiği bilinmektedir. Ama kişi nasıl ihsan etmekle ödüllendirilebilir? “Kötü eğilimi Ben yarattım; Tora’yı da bir şifa olarak yarattım” sözünün anlamı budur. Sonuç olarak bu, Tora aracılığıyla, yani onun içindeki ıslah eden ışık aracılığıyla olur. Böylece, Tora kişi için cennetin krallığına ulaşmak adına Eitin (öğütler) olur, çünkü Malhut [krallık] “bu dünya” olarak adlandırılır ve ıslah eden ışık “meyveler” olarak adlandırılır. Başka bir deyişle, kişi yaptığı çalışmanın meyvelerini görür, yani Tora’da çaba göstermiş ve ondan meyve almıştır ve bu meyveler çalışmanın ödülüdür. Bu nedenle, bunu, “Tora’dan meyve” yediği, yani Tora aracılığıyla “onu ıslah eden” ihsan etme arzusuyla ödüllendirildiği şeklinde yorumlamalıyız. Buna “613 öğüt” denir.

Daha sonra 613 Pekudin [Aramice: teminatlar] konusu gelir ki bu zaten “Tora, Yaradan ve İsrail birdir” de olduğu gibi gerçek Tora’dır. Buna “gerçek Tora” denir. Bu, “ZA, Tora olan hayat ağacıdır” dediği gibidir ve bu, Tora olarak kabul edilen sonraki dünya için onun aslıdır. Buna “gerçek Tora’nın aslı” denir. Öte yandan, bu dünya olarak kabul edilen cennetin krallığı, orada Tora sadece meyvelerdir, yani kişiyi ıslah eden sadece Tora’nın ışığıdır, ZA ise “gerçek Tora’nın aslı” olarak adlandırılır. Bu, “onların bu dünyadaki meyveleri” olarak kabul edilir ve Malhut, yani daimi inanç olarak adlandırılır. Daha sonra “öteki dünya” olarak adlandırılan, yani Malhut’tan sonraki başka bir derece gelir. Burası ZA, yaşayanların ülkesi, gerçek Tora olarak kabul edilir.

Yukarıdakilere göre, “Kalp neden kötüdür?” diye sorduğu şeyi yorumlamalıyız. “Tanrı’nın kendisine zenginlik, mal mülk ve onur verdiği, ruhu arzu ettiği hiçbir şeyden yoksun olmayan ve Tanrı’nın ondan yemesine izin vermediği bir adam, çünkü yabancı bir adam onu yiyecektir” diye yazıldığı gibi olduğunu söyler. “Madem ‘Ruhunun arzuladığı hiçbir şeyden yoksun değildir’ diye yazılmıştır,” diye sorar, “Tanrı neden ona bunlardan yeme izni vermemiştir?” Ne de olsa, “Ruhu için hiçbir şeyden yoksun değildir'”. Bu konuda, bu dünyada meyvelerini yiyen bir kişinin cennetin krallığına atıfta bulunduğunu söyler. İçindeki ışık onu ıslah ettiğinde, bu ışığa “meyveler” denir. Daha sonra, “aslı onun için öteki dünya için vardır” koşuluna gelir, yani “gerçek Tora” ile ödüllendirilir ve buna “bütünlük” denir.

Bununla Zohar, “Kendini kirleten ve kendi menfaatinin peşine düşen ve ruhu ya da bedeni için hiçbir şeyden yoksun olmayan” kişinin, “Tanrı’nın ona ondan yeme izni vermediğini” ve bu zenginlikle ödüllendirildiğini açıklar. “Zenginlik” ifadesini, “Bilgisi dışında fakir olan hiç kimse yoktur” şeklinde yorumlamalıyız, yani kişi Tora öğrenmekle ve tüm kuralları bilmekle ödüllendirilmiştir ve mal mülk sahibidir, yani Tanrı’ya şükürler olsun ki Tora, Mitzvot ve iyi işlerden oluşan büyük bir mal varlığına ve onura sahiptir ve Tora’nın yüceliği nedeniyle herkes ona saygı duyar. Yine de, “Tanrı ona ondan yemesi için izin vermez.”

Bunun nedeni, kişinin zenginliğe, onura ve iyi işlere sahip olmasına rağmen, “Ruhu için hiçbir şeyden yoksun değildir” diye yazıldığı üzere, kendi yararına, yani kendi iyiliğine yöneldiği yani tüm kaygısı kendi çıkarında bir eksiklik olmaması olduğu için, doğal olarak Keduşa’dan [kutsallık] yiyecek hiçbir şeyin olmaması, hepsinin Sitra Ahra’ya [diğer tarafa] gitmesidir.

“Yabancı bir adam onu yiyecek” diye yazılanın anlamı budur. Bu demektir ki, Klipot [kabuklar] her şeyi almıştır çünkü kişinin tüm çalışması, Klipot’un otoritesi olan alma arzusu içindir. Sonuç olarak, kişinin Tora’nın bilgisine sahip olduğunu düşündüğünde sahip olduğu tüm servet ve Tora ve Mitzvot’un mülkiyeti olan mal varlığı, Klipot’un hükmü altındadır.

Bu sayede “Kalp neden kötüdür?” diye sorduğunu anlayacağız. Alma arzusunda var olan kötülüğün ne olduğunu yorumlamalıyız. Bu konuda şöyle cevap verir: “Şu ayet bunu kanıtlar: ‘Tanrı’nın kendisine mal ve mülk verdiği bir adam’ diye yazılmıştır.” Yani, Yaradan Keduşa’da birçok şey yapmasına izin vermesine rağmen, hepsi kendi yararına olduğu için, hepsi başka bir otoriteye gitmiştir. “Çünkü onu yabancı bir adam yiyecek” sözlerinin anlamı budur, yani Klipot, çünkü Keduşa için değil onlar için çalışmıştır. Ancak bilmeliyiz ki, kişi eylemlerini ıslah ettiğinde, Klipot’tan her şeyi alır ve her şey Keduşa’ya geri döner, şöyle yazıldığı gibi, “Zenginlikleri yuttu ve onları kusacak.”

Yukarıdakilere göre, “içindeki ışık onu ıslah eder” ile ilgili olarak “bu dünyadaki meyveler” meselesi vardır, ki bundan cennetin krallığını alır, burada çalışma, alma arzusunun hükmünden çıkmak ve her şeyi ihsan etmek için yapmak içindir. Sonrasında, “Aslını öbür dünya için saklama” meselesi vardır ki bu da Tora’nın anlamı olan “Yaradan’ın isimleri “dir.

Zohar’ın söylediklerini şöyle yorumlayabiliriz (BeHaalotcha, 26-27. Maddeler): “Şöyle yazılmıştır: ‘Ve Zebulun’a dedi ki: ‘Sevinin, Zebulun, dışarı çıkarken ve İssakar, çadırlarınızda’ dedi. Bu, onların birlikte olduklarını öğretir. Biri dışarı çıkıp savaşırken, diğeri oturup Tora ile meşgul oldu. Biri diğerine ganimetinden pay verirken, bir diğeri de öbürüne Tora’sından pay veriyordu. İssakar Tiferet, Zebulun ise Malhut’tur. Zebulun’un savaşa gitmeyi miras almasının nedeni budur, çünkü o Malhut olarak kabul edilir, bu da savaşlar yoluyla bolluk anlamına gelir. İssakar’ın payı ise Tora’dır. Bu yüzden bir araya geldiler, böylece Zebulun İssakar aracılığıyla kutsanacaktı, çünkü Tora’daki kutsama, herkes için bir kutsamadır.”

Çalışmada İssakar ve Zebulun arasındaki ortaklığın tek bir bedende olduğu şeklinde yorumlamalıyız. Yani çalışma iki şekilde düzenlenmelidir: 1) Cennetin krallığı tarzında, ki o zaman kendine olan sevginin kontrolünden çıkmak ve tüm eylemlerinin ihsan etmek için olmasını üstlenmek üzere eğilimin savaşı vardır. O zaman, kişi savaşlar aracılığıyla ganimet alır. Yani, alma arzusunun güçlerini alır ve onları ihsan etme arzusuyla değiştirir. Bu, savaş yoluyla ona boyun eğdirdiği ve alma arzusunun her şeyi kişinin arzusuna yani tüm eylemlerinin yalnızca ihsan etme arzusuna göre yapması gerektiği şeklinde değerlendirilir. Peki Zebulun niteliği savaşı kazanma gücünü nereden alır? İssakar’dan, yani İssakar’ın Tora’sından alır.

Bu,”Kötü eğilimi Ben yarattım; Tora’yı da bir şifa olarak yarattım” diye yazıldığı gibidir. Bu nedenle, “ve diğeri bir diğerine, Tora’sından bir pay verir” denir. İssakar Tifferet’tir.” Zebulun, İssakar’ın Tora’sından savaşları kazanma gücüne sahiptir. Bu, kişinin “bu dünyada onların meyvelerini yediği”, yani Tora’nın kendisine getirdiği meyveleri gördüğü şeklinde değerlendirilir. Başka bir deyişle, Tora’daki ışık sayesinde, meyvelere “çalışmadan elde edilen kazançlar” denildiği için, ihsan etme arzusu ile ödüllendirildiğini görür.

Bu, 613 Eitin [Aramice: öğütler] olarak kabul edilir ve İssakar’ın “bu kişiye, meyvelerini yediği Tora’sından bir pay verdiği” düşünülür. Bu, “ve biri ganimetinden bir pay verir” denmesinin anlamıdır. Zebulun’un ona verdiği ganimetler sayesinde oturur ve Tora ile meşgul olur, yani Zebulun ona ganimetlerinden vermemiş olsaydı, Tora ile ödüllendirilemeyecekti.

Burada Yaradan’ın isimleri olan Tora açısından konuştuğumuzu, gerçek Tora olan 613 Pekudin’den [teminat] yorumlamalıyız. Söylendiği gibi, kişi ihsan etmek için inançla, cennetin krallığıyla ödüllendirilmeden önce, gerçek Tora ile ödüllendirilmesi mümkün değildir; o zaman alma arzusu teslim olur ve ihsan etme arzusu hüküm sürer.

Bu nedenle, Malhut ihsan etme arzusuna, Malhut’un savaşlarla kazandığı bir arzuya sahip olduğunda, bu onun savaştan ganimet alması olarak kabul edilir. Ona ihsan etme arzusu verdiğinde, “Tora’nın çadırında oturabilir” ve bu anlayışa Tiferet, ZA adını verir. Ancak derecesinde hala ihsan etme arzusu yoksa, gerçek Tora için yer yoktur. Çalışmada buna “İssakar ve Zebulun arasındaki ortaklık” denir, bu Malhut’un savaşa gitmesi ve “Tora” olarak adlandırılan ZA’nın Malhut’a Tora’sını vermesi anlamına gelir.

Başka bir deyişle, Tora’daki iki tavrı ayırt etmeliyiz: 1) “İçindeki ışık kişiyi ıslah eder.” Buradan Malhut’a kadar uzanan bir “meyve” anlayışı vardır. 2) “Asıl Tora”, ki buna “öteki dünya için asıl olanı korumak” denir. Bu, özellikle Malhut’un “meyveler” olarak kabul edilen “Tora’nın ışığı” aracılığıyla ödüllendirildiği ihsan etme arzusuna sahip olma niteliğinden sonra gelir.

Bu, bilgelerimizin dediği gibi, el Tefillin’inin baş Tefillin’inden önce gelmesidir, zira el Tefillin’i, der Zohar, Malhut olarak kabul edilir, zayıf eldir, güçlendirilmeye ihtiyacı vardır, çünkü cennetin krallığında alma arzusuna boyun eğdirmek için gereken tüm savaşlar vardır. Daha sonra Tora olarak kabul edilen baş Tefillin gelir.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,089