e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada “Erdemlilerin İyi İşleri Nesillerdir” Ne Demektir?

Çalışmada “Erdemlilerin İyi İşleri Nesillerdir” Ne Demektir?

Makale No. 5, 1991

RAŞİ, bilgelerimizin “Bunlar Nuh’un nesilleridir; Nuh erdemli bir adamdı” sözlerini getirir. Neden oğulları Şem, Ham ve Yafet’in isimlerinden bahsetmiyor da “Bunlar Nuh’un nesilleridir; Nuh erdemli bir adamdı” diyor? Bu, size erdemlilerin soylarının öncelikle iyi işler olduğunu öğretmek içindir.

Erdemlilerin soylarının iyi işler olduğunu söylemenin, bu bilginin diğer insanların bilmesi için mi yoksa erdemlilerin kendilerinin bilmesi gereken bir şey olduğu için mi olduğunu anlamalıyız. Çalışmada her şeyi tek bir kişinin içinde öğrendiğimiz bilinmektedir. Bu durumda, erdemlilerin soylarının iyi işler olduğunu bilmek zorunda olan diğer insanlar da aynı bedenin içindedir. Bu demektir ki, erdemlilerin kendisi de çocuklarının iyi işler yapması gerektiğini bilmelidir. Bunu erdemlilerin kendisiyle ilişkili olarak, bu bilginin çalışmada kişiye ne kattığını bilmeliyiz.

Bunu anlamak için öncelikle çalışmada iyi işlerin veya kötü işlerin ne olduğunu bilmeliyiz. İyi işler demek, kişinin Tora ve Mitzvot’u [emirleri/iyi işleri] yerine getirirken, uygulamada Tora ve Mitzvot’u yerine getirdiğinde, yani Yaradan’a inandığında, O’nun Mitzvot’unu yerine getirdiğinde ve Tora için zaman ayırdığında, uygulamayı ayırt etmemiz gerektiği anlamına gelir. Ancak kişi niyetine yani Tora ve Mitzvot’u gözlemlediği için ödüllendirilmek üzere kendisi için mi çalıştığına, ki buna “kişisel fayda” denir, yoksa ödül almak için değil de Yaradan’ın rızası için mi çalıştığına dikkat etmez.

İkisi arasındaki fark, kişi hala kendi menfaati için çalıştığında ve hala kendi için almaya daldığında, bu almada Tzimtzum [kısıtlama] ve gizlemenin olmasıdır. Bu demektir ki, yaratılış amacı olan yarattıklarına iyilik yapma söz konusu olduğunda, zevk ve hazzı alamaz. Bundan çıkan sonuca göre, amacı kişinin kendi yararı olan eylemler “kötü eylemler” olarak adlandırılır, zira bu eylemler kişiyi haz ve zevk almaktan uzaklaştırır. Buna göre, kişi eylemde bulunduğunda kazanması gerekirken, burada Yaradan’dan ayrıldığı için kaybetmektedir.

Ama kişi her şeyi Yaradan da bundan zevk alsın diye Yaradan rızası için yaparsa, o zaman Yaradan’la Dvekut’a [bütünleşmeye] giden bir çizgi ve yol üzerinde yürür ki buna “form eşitliği” denir. Form eşitliği olduğunda, Tzimtzum ve gizlilik ondan kaldırılır ve kişi yaratılış düşüncesindeki haz ve zevkle ödüllendirilir, ki bu da O’nun yarattıklarına iyilik yapmasıdır. Bu nedenle, kişinin Yaradan rızası için yaptıklarına “iyi işler” denir, zira bu eylemler onun iyilikle ödüllendirilmesine yol açar.

Yukarıdakilere göre, erdemlilerin, erdemlilerin çocuklarının iyi işler olduğunu bilmeleri gerektiğini yorumlamalıyız. Çocuklara “meyveler” denir ve bunlar önceki durumun sonuçlarıdır. Buna “neden ve sonuç” ya da “baba ve evlat” denir. Sonuç olarak, bir kişi Tora ve Mitzvot’u gözlemlediğinde ve erdemli olmak istediğinde, bilgelerimizin dediği gibi (Berachot 61), “Rabba dedi ki, ‘Kişi kalbinde erdemli mi yoksa günahkâr mı olduğunu bilmelidir'”, erdemli olup olmadığını nasıl bilebilir? Peki, kişi bunu nasıl bilebilir?

Bu nedenle, “erdemlilerin nesilleri [soyları] iyi işlerdir” demişlerdir. Eğer bir kişi Tora ve Mitzvot’a olan bağlılığının kendisine iyi işler kazandırdığını görürse, yani yaptığı Tora ve Mitzvot, her şeyi Yaradan’ın rızası için yapmasına neden oluyorsa, bu onun erdemli olduğunun bir işaretidir.

Ancak, eğer yerine getirdiği Tora ve Mitzvot ona iyi işler değil de kötü işler kazandırıyorsa, yani sadece kendi çıkarı için çalışıyor ve ona Yaradan’ın rızası için iyi işler yapma kabiliyeti kazandırmıyorsa, o zaman Tora ve Mitzvot’u tüm detayları ve hassasiyetleriyle yerine getirse bile “erdemli” kategorisine girmez. Ancak, bu sadece çalışma için böyledir. Genel halk nezdinde, Tora ve Mitzvot’u tüm ayrıntılarıyla yerine getiren kişi erdemli kabul edilir.

Bu nedenle RAŞİ, “Nuh erdemli bir adamdı, nesillerinde tamdı” ayetiyle ilgili olarak, bilgelerimizin “Bazıları onu över, bazıları da kınar” sözlerini getirir. Neden övdüklerini ve neden kınadıklarını, yani hangisinin doğru olduğunu yorumlamalıyız.

Çalışmada, her şey tek bir kişiyle ilişkilendirilirken, soylar da birkaç bedenle değil, birkaç zamanda tek bir bedenle ilgilidir. O halde övmenin ve kınamanın anlamı nedir? “Zohar Kitabı’na Giriş “te (Madde 140) şöyle yazar: “‘Gündüzden gündüze söz akar ve geceden geceye bilgi açığa çıkar. Çoğu zaman, iyiliğin ve kötülüğün rehberliği yükselişlerimize ve düşüşlerimize neden olur. Bu nedenle her yükselişin ayrı bir gün olarak kabul edildiğini bilmelisiniz, çünkü kişi başlangıçta yaşadığı büyük düşüş nedeniyle, yükseliş sırasında yeni doğmuş bir çocuk gibidir. Bu yüzden her yükseliş belirli bir gün olarak kabul edilir ve benzer şekilde her düşüş de belirli bir gece olarak kabul edilir. Onlar ıslahın sonunda sevgiden tövbe ile ödüllendirileceklerdir, çünkü alma kaplarının ıslahını tamamlayacaklar, böylece sadece Yaradan’a hoşnutluk ihsan etmek için çalışacaklar ve yaratılış düşüncesinin tüm büyük hazzı ve zevki bize görünecektir. O zaman, açıkça göreceğiz ki, düşüş zamanlarındaki tüm bu cezalar, bu günahlar gerçek erdemlere dönüşecektir. Ve bu ‘Günden güne söz dökülür’.” demektir.

Yukarıdakilere göre, “Nuh erdemli bir adamdı, nesilleri tamdı” ifadesini, burada hem övgü hem de kınama olması gerektiği ve her ikisinin de doğru olduğu şeklinde yorumlamalıyız. Başka bir deyişle, eğer “nesillerinde” çoğul olarak yazılmışsa, bu, neslin birkaç aralığa bölündüğü anlamına gelir. Dolayısıyla, birçok nesil vardır. Bu, çalışma sırasında inişler ve çıkışlar olduğunda mümkündür; dolayısıyla, onlar birkaç nesle ayrılmıştır.

Dolayısıyla, Sulam’da [Zohar’a Merdiven yorumu] söylediği gibi, düşüş zamanı bir kınama olarak kabul edilir, bazen “başlangıcı düşünme” durumuna geliriz. Bundan daha kötü bir kınama olamaz. Buradan kınamaların düşüşlerle ilgili olduğu sonucu çıkar. Ayrıca, yükseliş zamanları anlamına gelen övgüler de vardır. Bu övgüdür çünkü o zaman kişinin Keduşa [kutsallık] ile bir bağı vardır.

“Tam”, tüm nesillerin “tam” olarak adlandırılan bir bütünlük haline geldiği anlamına gelir. Başka bir deyişle, kişi ıslahın sona ermesiyle ödüllendirilmiştir, yani ihsan etmek üzere almak için kapların ıslahını tamamlamışlardır. Dolayısıyla, aralarında aralıklar olan nesillerin çoğalması, yani düşüşler ıslah edilmiş ve kişi kendi neslinde tamamlanmıştır. Kınamanın ve övmenin anlamı budur ve her ikisi de doğrudur ve her ikisi de “neslinde tam” olarak adlandırılan tek bir unsur haline gelir.

Bununla birlikte, çoğunlukla, Tora ve Mitzvot ile pratikte uğraşanların, başlangıcı düşünme durumuna gelebilecekleri noktaya kadar yükselişleri veya düşüşleri yoktur, zira alma arzusunu lekelemek istemedikleri sürece, beden çalışmaya o kadar da itiraz etmez. Dolayısıyla bu kişiler kendilerini tamamlanmış olarak görürler. Onlar Tora’ya baktıklarında, kendilerini o kadar da kötü değil, az çok iyi olarak görürler.

Buna “Tora’ya Ayin [göz/yetmiş] yüz” denir, bu da burada yapılması gereken iki ayrım olduğu anlamına gelir:

1) Dar gözlü yüzünü Tora’ya çevirir. Yani, Tora’yı ” Hasadim’de [merhametlerde] sınırlı” olarak adlandırılan dar gözlü şeklinde yorumlar. Başka bir deyişle, kişi, kendi yararından başka bir şeyin nasıl olabileceğini anlamaz. Bu nedenle Tora’yı kendi yararına hiçbir zarar gelmeyecek şekilde yorumlar. Bilgelerimizin şöyle dediği gibi (Avoda Zara 19), “Kişi sadece kalbinin istediği yerde öğrenir.” Yani, eğer kişi dar gözlü ise, Tora’nın Ayin yüzleri kendine olan sevgisini getirecek şekildedir.

2) “İyi gözlü olan kutsanacaktır” diye yazıldığı gibi, orada kutsanmış Ayin vardır. Bu, iyi bir göze sahip olan, ihsan etmeyi seven, dar gözlülerin tam tersi olarak, ihsan etmek için çalışmak istediği için, Tora’ya baktığında, Tora’daki tüm yerlerde, bir kişinin ihsan etmek için çalışması gerektiğini görür anlamına gelir. Bu, kişi için bulunduğu yerden öğrenme olarak kabul edilir. Başka bir deyişle, kişi sadece ihsan etmek için çalışmamız gerektiğini görür. Bunun sonucunda iyi gözlü kişi Hesed [merhamet/lütuf] adı verilen kutsamalarla, yani Dvekut [bütünlükle] ile ödüllendirilir. Bu sayede daha sonra yaratılış düşüncesindeki zevk ve haz ile ödüllendirilir.

Buradan, kişinin Yaradan’ın kendisine yardım edeceği ve “ihsan etme arzusu” olarak adlandırılan ikinci doğayı vereceği bir ihtiyacı edinmek için çalışması gerektiği sonucu çıkar. Ancak, herkes önce ödülü, sonra da çalışmayı ister. Yani, her biri önce kendisine ihsan etme arzusunun verilmesini ister, her ne kadar bu arzuya ihtiyacı olduğunu henüz anlamamış olsa da kişinin çalışması karşılığında aldığı ödülün yukarıdan kendisine ihsan etme arzusunun verilmesi olduğunu duymuştur. Dolayısıyla, kendisine bu arzunun verilmesini ister, ancak niyeti sadece onu edinmek için çalışmak zorunda kalmamaktır.

Ancak, Kli [kap] olmadan ışık olmaz. Yani, eksiklik olmadan doyum olmayacağından, kişi önce bir arzu ve bu arzu için bir ihtiyaç olması için çalışmalıdır. Bu nedenle, kişi her seferinde düşüşleri kabul etmelidir, zira düşüşler sayesinde Yaradan’ın ona yardım edeceği ve içindeki alma arzusunu yenebilmesi için ona güç vereceği bir ihtiyaç edinir, ki böylece ihsan etme arzusuyla ödüllendirilsin.

Bu yüzden, Yaradan’dan bize Yaradan’la Dvekut’a sahip olabilmemiz için ihsan etme arzusu vermesini isteriz, kendi açımızdan ise alma arzumuzun üstesinden gelemeyiz ve ona boyun eğdiremeyiz ki o da kendini iptal etsin ve yerini ihsan etme arzusunun bedene hükmetmesine bıraksın.

Duanın sırası yazıldığı gibidir: “Babamız, Kralımız, bizim iyiliğimiz için değilse bile Senin rızan için yap.” Bu ifade kafa karıştırıcıdır. Normalde bir kişiden bir iyilik istediğimizde ona şöyle deriz: “Bana senin için, yani senin iyiliğin için bir iyilik yap. Eğer senin yararına olacağı için bana iyilik yapmak istemiyorsan, bunu sadece benim iyiliğim için yap” deriz.

Ancak kişi kendi yararına olacağı halde ona yardım etmek istemezse buna rağmen yardım etmek istemezse ve bundan herhangi bir fayda elde etmezse ona iyilik yapmayacağı kesindir. Öyleyse “Senin rızan için yap” ne anlama geliyor ve bu da olmuyorsa, yani Senin rızan için değilse, o zaman “Bizim iyiliğimiz için yap”, yani sadece bizim yararımız için yap anlamına mı geliyor? Böyle bir şey olabilir mi?

Bunu yorumlamalıyız: “Babamız, Kralımız, Senin rızan için yap” diyoruz. Yaradan’dan bize güç vermesini istiyoruz ki tüm eylemlerimizi Senin için, yani Yaradan’ın rızası için gerçekleştirebilelim. Aksi takdirde, yani Sen bize yardım etmezsen, tüm eylemlerimiz sadece kendi iyiliğimiz için olacaktır. Yani, “Aksi takdirde,” yani “Sen bize yardım etmezsen, tüm eylemlerimiz sadece kendimiz için, kendi iyiliğimiz için olacaktır, çünkü alma arzumuzun üstesinden gelme gücümüz yok. Bu nedenle, Senin için çalışabilmemiz için bize yardım et. Bu nedenle, Sen bize yardım etmelisin.” Buna “Senin rızan için yap” denir, yani bunu yap, bize ihsan etme arzusunun gücünü ver. Aksi takdirde, mahvoluruz; kendi iyiliğimiz için alma arzusunda kalırız.

Ancak kişi bilmelidir ki Kli olmadan ışık, eksiklik olmadan doyum olmaz. Bu nedenle, kişi öncelikle ihsan etme arzusundan yoksun olduğunu hissetmelidir. Başka bir deyişle, kişi ihsan etme arzusunu bir aksesuar olarak görmemektedir; aslında iyi olduğunu ama daha eksiksiz olmak istediğini düşünmektedir. Bunun maneviyat açısından bir eksiklik olarak görülmediğini bilmeliyiz. Maneviyatta her şey tam yani tam bir ışık, tam bir eksiklik olmalıdır. Aksesuarlar tam bir eksiklik olarak görülmez ve bu nedenle tam ışık içeri giremez.

Dolayısıyla, Yaradan’ın kişiye ihsan etme arzusunu vermesi olarak kabul edilen ışığa “tövbe ışığı” denir, zira kişi ihsan etme arzusunu almadan önce, ihsan etme arzusu olarak adlandırılan Keduşa’nın [kutsallığın] zıttı olan alma arzusunun hükmü altına girer, çünkü alma arzusu Klipot’a [kabuklara] aittir. Bu nedenle bilgelerimiz ” Yaşamlarında kötü olanlara ‘ölü’ denir” demişlerdir.

On Sefirot Çalışması’nda (Bölüm 1, Histaklut Pnimit, Madde 17) yazılanların anlamı budur: “Bu nedenle Klipot’a ‘ölü’ denir, çünkü Yaşamların Yaşamına karşıtlıkları onları O’ndan koparır ve O’nun Bolluğundan hiçbir şeye sahip olamazlar. Dolayısıyla, Klipot’un artıklarıyla beslenen beden de Yaşamların Yaşamından kopmuştur. Tüm bunlar sadece alma arzusu yüzündendir. Bu nedenle, ‘Yaşamlarında kötü olanlara ‘ölü’ denir.”

Buna göre, kişi Yaradan’ın kendisine bahşedeceği ihsan etme arzusunu tam bir eksikliğe sahip olmadan edinemez, yani alma arzusunun hükmü altında olduğu ve Yaradan’dan ayrıldığı için kötü olduğunu hisseder ve tövbe etmek, ayrılmamak için Yaradan’a bir kez daha bağlanmak ister, zira ayrılık “Yaşamlarında kötü olanlara ‘ölü’ denir.” denildiği üzere ölüme sebep olmaktadır.

Buradan şu sonuç çıkar ki, kişi kendini kötü olarak hissetmedikçe, Yaradan’ın ona yardım etmesine, Baal HaSulam’ın “ikinci bir doğa” dediği ihsan etme arzusunun gücünü vermesine dair tam bir eksikliğe sahip olamaz. Dolayısıyla, çalışma açısından, kişi ilk önce kötü, günahkâr olduğunu hissetmeden önce tövbe etmiş sayılmaz.

Sonrasında, tövbe etmek istediği için Yaradan’dan kendisine yardım etmesini ister. Yine de, Yaradan’ın yardımı olmadan tövbe etmekte güçsüz olduğunu görür. Böyle bir durumda, kişi “tam bir Kli” olarak adlandırılan tam bir eksikliğe sahiptir ve o zaman Yaradan’dan tam yardımı, yani ihsan etme arzusunu almaya uygun hale gelir.

Ancak bilgelerimiz şöyle der: “Kişi kendini kötü olarak görmez” (Ketubot 18). Bunun nedeni, bilgelerimizin “günah işlemek ve tekrarlamak” çalışmasında “ona izin verilmiş gibi olur” demeleridir. Böylece, kişi kendisini kötü olarak görmez ve tam bir Kli’ye sahip olduğunu, Yaradan’dan gerçekten de çok uzak olduğunu, kendisini ölü gibi hissettiğini söyleyemez. Yani, “Yaşamlarında kötü olanlara ‘ölü’ denir” sözünü, kişinin Yaradan’ın huzurunda kötü olduğunu hissettiğini söyleyebildiği zamanlar olarak yorumlamalıyız. Bu demektir ki, kişi kendisini ölü olarak hissettiğinde -Keduşa’nın canlılığına sahip olmadığında – kendisini kötü olarak hissetmektedir.

Fakat kişi böyle bir duyguyu nereden alır? Bunun cevabı önceki makalelerde söylediğimiz gibidir: Zohar’da “Ya da ona günah işlediğini bildir” ayeti hakkında yazıldığı gibi, böyle bir farkındalık ve duygu yukarıdan gelir. “Bunu kim bildirdi?” diye sorar. O da “Yaradan bunu ona bildirdi” diye cevap verir. Buradan, kişinin günah işlediğine dair farkındalığının ve hissinin de yukarıdan geldiği sonucu çıkar. Başka bir deyişle hem eksiklik hem de doyum, hem ışık hem de Kli yukarıdan gelir.

Bununla birlikte, her şeyin aşağıdan bir uyanış gerektirdiği bilinmektedir. Bunun yanıtı, kişinin önce iyi işler yapması gerektiğidir. Yani, kişi iyi işler yapmak istediğinde çalışma başlar, bu da kişinin Yaradan’ın iyiliği için çalışmak istemesi olarak kabul edilir, kişi Yaradan’ın rızası için çalışıyor sayılır. Bu durumda, Yaradan’a yaklaşmak isteyerek ve sadece birazcık bütünlüğe ihtiyacı olduğunu ama aslında kendisinin iyi olduğunu düşündüğünde, yukarıda Yaradan’a yaklaşmak istediği görüldüğü için, her seferinde kendisinde olan eksiklik ona verilir -aslında Yaradan’dan tamamen uzaktır.

Kişi önceden düşündüğü gibi birazcık bütünlükten yoksun değildir. Aksine, ona yukarıdan Yaradan’dan formun zıtlığı noktasına kadar uzak olduğu gösterilir, öyle ki kişi Yaradan’a nazaran kötü olduğunu ve Yaradan’a memnuniyet getirmek için hiçbir şey yapamayacağını hisseder.

İşte o zaman, “kötü, günahkâr” derecesine ulaşır ve Keduşa’nın hiçbir canlılığına sahip olmadığını ve gerçekten “ölü” olduğunu görür. Bu durumda, kişi “tam Kli” olarak adlandırılan tam bir eksikliğe sahip olur ve o zaman Yaradan ona tam bir ışık, yani ihsan etme arzusu demek olan tam yardımı verebilir. Bu kişinin tövbe ettiği kabul edilir.

Ancak, bilmeliyiz ki, çalışmada, “yasa” olarak adlandırılan mantık ötesi inancın ve “hüküm” olarak adlandırılan Tora’nın olduğunu anlamalıyız. Baal HaSulam, “Yasa, mantık ötesi inanç, hüküm ise Tora anlamına gelir” demiştir. “Yukarıdakinin emrini bilmeyen biri, O’na nasıl hizmet edecek?” diye sormuştur. Bu nedenle, kişi “hüküm ” olarak adlandırılan Tora’nın sözlerini anlamaya çalışmalıdır.

Bununla, “Lemeş kendine iki eş aldı: Birinin adı Adah, ötekinin adı Tzillah’tı” (Yaratılış 4:19) diye yazılanları yorumlamalıyız. Çalışmada bunun bize ne öğrettiğini, onun kaç karısı olduğunu ve onların isimlerinin ne olduğunu anlamalıyız. Lemech’in Melech [kral] harflerine sahip olması, kişinin iyi bağlantılar kurması gerektiğini yani dünyanın bir Kralı olduğunu hissetmekle ödüllendirilmesi gerektiğini ve dünyanın Kralına hizmet etmekle ödüllendirilirse bunun bir kişi için büyük bir ayrıcalık olduğunu ifade eder.

“Eşler” yardımcılar anlamına gelir, “Erkeğin yalnız kalması iyi değildir; ona karşı bir yardımcı yaratacağım” diye yazıldığı üzere, kadın yardımcı anlamına gelir. Peki, kadın nasıl yardımcı olur? Kadın erkeğe yardım ettiği için “eş” olarak adlandırılır, yani erkeğin çalışmasını kendi niteliğini kullanarak tamamlar. Bu nedenle kadının erkeğin tamamlanmasına yardımcı olduğu düşünülür.

Çalışmanın tamamlanmasının iki şekilde olduğunu bilmeliyiz: 1) Mitzva [Mitzvot’un tekili], 2) Tora. Mitzva’nın “mantık ötesi inanç” olarak adlandırıldığı ve “mantığın” “güneş” olarak kabul edildiği bilinmektedir, “Eğer mesele senin için gün gibi açıksa” diye yazıldığı gibi. Buradan “mantık ötesi “nin güneşin zıttı olduğu sonucu çıkar. Buna “gölge” denir.

Bununla, kişi bir kral olduğunu hissetmek istiyorsa, bir gölge, yani mantık ötesi bir inanç edinmelidir diye yorumlamalıyız. “Ve diğerinin adı Tzillah [İbranice: gölge]” sözlerinin anlamı budur. Başka bir deyişle, kişi inanç yoluyla Kral’a hizmet etmekle ödüllendirilmek üzere yardım alır. Ancak bu yine de bütünlük olarak kabul edilmez çünkü güneşin üzerindeki gölge, yani inancın üzerinde olması gereken mantık ötesi, henüz tam bir çalışma olarak kabul edilmemektedir.

Ayrıca Tora da gereklidir, buna “hüküm” ve bilmek denir, zira anlamadığımız şey Tora kategorisine değil, inanç kategorisine girer. Öte yandan Tora “tanıklık” olarak adlandırılır. Bilindiği gibi işitmekle tanıklık olmaz, ancak görmekle olur, zira görmek bilmek olarak kabul edilir.

Edut [tanıklık] kelimesinden gelen “Birinin adı Adah’tı” sözlerinin anlamı budur, burada kişi, gölge değil ışık olan Tora tarzında kendisine yardım eden “eş” adı verilen yardımcıdan yardım almalıdır. Kişi tam olarak Tora ve Mitzva’ya sahip olduğunda, tam bir insan olarak kabul edilir.

Adah = Yaradan’ın Yaradan hakkındaki Ed [tanıklığı], Edut olarak adlandırılan Tora’dır.

Tzillah = Yaradan’ın Tzel [gölgesi] Yaradan’ın üzerindeki bir gölge, yani inançtır.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,088