e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada “Esav ve İsmail’in Çocukları Tora’yı Almak İstemediler” Ne Demektir?

Çalışmada “Esav ve İsmail’in Çocukları Tora’yı Almak İstemediler” Ne Demektir?

Makale No. 36, 1990

Zohar’da (Balak, Madde 138) şöyle yazılmıştır: “Yaradan, İsrail’e Tora’yı vermek istediğinde, gidip Esav’ın çocuklarını davet etti ve onlar kabul etmediler, ‘Efendi Sina’dan geldi ve Seir’den onların üzerine doğdu’ diye yazıldığı gibi, bu onların Tora’yı almak istemedikleri anlamına gelir. O, İsmail’in çocuklarına gitti ve onlar onu almak istemediler, ‘Paran Dağı’ndan göründü’ diye yazıldığı gibi. Onlar istemediği için, O İsrail’e geri döndü.”

Zohar’da (Balak, Madde 140) şöyle denir, “Rabbi Şimon ona şöyle dedi: ‘Bu soru halledilmiştir. Efendi Sina’dan geldi ve Sina’dan geldi ve onlara ifşa oldu. ‘Ve Seir’den onlara göründü’ demek, Seir sakinlerinin söylediklerinden, almak istemedikleri şeyden, bundan İsrail için gösterildi ve onlara çok fazla ışık ve sevgi kattı demektir. Aynı şekilde O, Paran Dağı’ndan İsrail’e göründü ve gösterildi, Paran sakinlerinin almak istemediklerini söyledikleri şeyden, bundan İsrail’e ekstra sevgi ve aydınlanma eklendi, aynen olması gerektiği gibi.”

Esav ve İsmail’in çocukları Tora’yı almayı reddettikleri için, bunun İsrail’e ekstra sevgi ve aydınlanma kattığını neden söylediğini anlamalıyız. Sanki hiç kimse Tora’yı almak istememiş ve sadece İsrail günü kurtarmış gibi görünüyor ve bu yüzden İsrail için gösterildi ve onlara daha fazla ışık ekledi. Öyle görünüyor ki, aksi takdirde İsrail’de ek sevgi ve aydınlanma eksik olacaktı.

Maddesel dünyada, bazen bir kişinin birine güzel bir şey vermek istediğini, ancak almak isteyen kimsenin olmadığını ve bunun kişiye acı verdiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle, birileri onun için üzülür ve bunu kabul eder ve sonra kişi, o şeyi kabul ederek kendisine iyilik yapan kişiyi sever. Fakat Yaradan’la ilgili olarak böyle bir şey, Yaradan’ın İsrail’e verdiği ekstra sevgi ve aydınlanmanın, Esav ve İsmail’in çocukları Tora’yı almak istemezken, İsrail’in almasından kaynaklandığı nasıl söylenebilir?

Çalışmada bunu anlamak için, çalışmada insanın kendisinin küçük bir dünya olduğunu hatırlamalıyız, Zohar’da şöyle yazıldığı gibi, “İnsan yetmiş ulusun hepsinden oluşur ve Esav niteliğini, İsmail niteliğini ve İsrail niteliğini içerir.” Öğrendiğimize göre, İsrail niteliği dünyanın yetmiş ulusunun yönetimi altında sürgünde bulunmaktadır; bu uluslara genel olarak “kendisi için alma arzusu” denirken, İsrail’e “Yaradan’a ihsan etme arzusu” denmektedir.

İki anlayış olduğu bilinmektedir:

1) Yaratılışın amacı, O’nun yarattıklarına iyilik yapmak, yani yaratılanların haz ve zevk almasıdır. Yaradan’ın ihsan etme arzusu, yaratılanlarda haz ve zevk alma arzusu yaratmıştır, yani yaratılan varlık nerede zevk alacak bir şey olduğunu görse, hemen o zevki almak için can atar. Buna “Yaradan’ın yarattığı Kli [kap]” denir, çünkü “Tanrı’nın yarattığı” diye yazılmıştır.

2) Yaratılışın ıslahı. Bununla birlikte, yaratılışın ıslahı meselesi vardır, yani utancı önlemek için, bir ıslah gerçekleşmiştir, burada Yaradan’ın yarattığı ve “kendisi için alma arzusu” olarak adlandırılan Kli ile almak mümkün değildir. Bunun yerine, insan, arzusu yarattıklarına ihsan etmek olan Yaradan gibi, “ihsan etme arzusu” olarak adlandırılan yeni bir Kli yapmalıdır. Aynı şekilde, yaratılanlar da bu Kli’yi yapmalıdır, yoksa Yaradan’ın yarattıklarına vermek istediği haz ve zevk gizlenir ve saklanır. “Tanrı’nın yarattığı” sözlerinin anlamı budur, yani alma arzusu, “yapmak”, yani yaratılanların yapması gereken şey, yaratılanlarda olmayan ihsan etme arzusudur ve bunu yapmaları gerekir, böylece ihsan etme arzusuna sahip olurlar.

Şunu sormalıyız: Yaradan’ın yarattığı şeyin, yani kişinin kendisi için alma arzusunun tersini yapmak nasıl mümkün olabilir? Yaradan’ın “alma arzusu” denen çalışmasını iptal etmek ve tam tersini yapmak nasıl mümkün olabilir? Öyle görünüyor ki, kişi Yaradan’a karşı hareket ediyor?

Cevap, insanın Yaradan’ın yarattığı alma arzusunu geri çeviremeyeceğidir. O halde, doğamıza aykırı olduğu halde, neden bizden her şeyi Yaradan’ın rızası için yapmamız isteniyor?

Bununla birlikte, bir de ışık ve Kli meselesi vardır. Kli’ye “arzu” denir ve arzuya “eksiklik” denir ve “ışık” da eksikliğin doyurulmasıdır. Kural şudur: “Kli olmadan ışık olmaz.” Dolayısıyla, yaratılanlar kendileri için bir Kli, yani bir eksiklik sağlamalıdır, çünkü herhangi bir eksikliğin Yaradan’a değil, özellikle yaratılanlara ait olduğuna dair bir kural vardır.

Buradan yaratılanların eylemlerde bulunmaları ve kendilerinde bir eksiklik bulmanın yollarını aramaları gerektiği sonucu çıkar ki bu da tüm eylemlerinin Yaradan’ın rızası için olmasını istemeleri ama bunu yapamamalarıdır, bu yüzden yaratılanlar kendi başlarına edinemeyecekleri bir ihsan etme arzusunun eksikliğini görür ve hissederler.

Ancak, ihsan etme arzusunu edinemeyeceklerinin açık olması için, yaratılanların önce kendi başlarına çaba göstermeleri gerekir. Aksi takdirde, bu eksikliği kendi başlarına edinemeyeceklerini nasıl bilebilirler? Ancak şunu sormalıyız: İnsanın ihsan etme arzusunu kendi başına elde etmekten aciz olduğuna dair bu farkındalığa kimin ihtiyacı var?

Cevap, insanın kendisinin bu farkındalığa ihtiyacının olmasıdır. Aksi takdirde, Yaradan’dan kendisine yardım etmesini istemeyecektir, zira ihsan etmek için her şeyi yapacak zamanı olduğunu düşünecektir, çünkü istediği zaman ihsan etmek için her şeyi yapmak kendi gücü dahilindedir.

Bu nedenle, insan ihsan etme arzusunu edinmek için önce kendi başına çalışmalıdır ve ancak o zaman içten, samimi bir dua edebilir, yani Yaradan’ın kurtarışı için gerçek bir ihtiyaç duyar, öyle ki Yaradan ona her şeyi Yaradan rızası için yapma arzusunu versin.

Bununla yazılanları (Mezmurlar 119) yorumlayabiliriz, “Ne mutlu O’nun tanıklığına değer verenlere, O’nu bütün kalbiyle isteyenlere.” “Ne mutlu O’nun tanıklığına değer verenlere,” yani Tora’nın Mitzvot’unu [emirlerini/iyi işlerini] yerine getirenlere ve “tüm kalbiyle O’ndan talep edenlere,” sözleri arasındaki bağlantıyı anlamalıyız. Yukarıda belirtildiği gibi, ihsan etme arzusundan yoksun olduğumuzu hissetmek için bir ihtiyaç edinmeliyiz. Bunu edinmeden önce, yani ihsan etme arzusunu edinmeden önce, Yaradan’ın yaratılan varlıklara vermek istediği hazzı ve zevki almaya uygun değilizdir.

Ancak, kişi bu eksikliği nasıl edinebilir? Bize Tora’nın Mitzvotlarını yerine getirmenin, kişiye ihsan etme arzusunu edinmesi gerektiğine dair bu farkındalığı getirebileceği söylenir. Yani, kişi Tora ve Mitzvot’u gözlemleyerek Yaradan’a yaklaşmayı, yani “form eşitliği” olarak adlandırılan Dvekut’u [bütünleşmeyi] edinmeyi amaçladığında, bu ona ihsan etme arzusunun eksikliğini hissettirebilir. “Ne mutlu O’nun tanıklığına değer verenlere” diye yazılmıştır, yani bu kişiye daha sonra Yaradan’dan kendisine bu eksikliği vermesini isteyebileceği bir eksiklik verecektir.

“O’ndan tüm kalbiyle talep edenler” sözlerinin anlamı budur, bunun anlamı kişinin daha sonra Yaradan’dan kendisine bunu yani ihsan etme arzusunu vermesini tüm kalbiyle talep edebileceğidir, böylece kişinin Yaradan için yaptığı her şey tüm kalbiyle yapılmış olacaktır. O zaman, Tora ve Mitzvot’u gözlemleyerek, Yaradan’dan kendisine “tüm kalbiyle” niteliğini yani bunun Yaradan için olmasını talep edebileceği bir duruma gelecektir. Başka bir deyişle, kişi Yaradan’dan kendisine “tüm kalbiyle” denilen ihsan etme arzusunu vermesini talep eder, zira Tora ve Mitzvot’u yerine getirmenin karşılığında talep ettiği tek ödül budur.

Dolayısıyla insanın çalışması, Yaradan’ın kendisine yaratılışta verdiği alma arzusu yerine ihsan etme arzusu vereceği bir eksiklik ve ihtiyaç edinmektir, çünkü bu sayede Yaradan’la Dvekut ile ödüllendirilecektir. Bundan dolayı, Yaradan’ın ona verdiğinden farklı bir arzu istemesine rağmen, Yaradan bunu ister. Baal HaSulam bu konuda Yaradan’ın şöyle dediğini söylemiştir: “Oğullarım Beni yendi,” Onlar, Yaradan’ın onlara verdiğinden farklı bir arzu istediler, yani Yaradan’dan onlara başlangıçta verdiğinden farklı bir arzu vermesini talep ettiler.

Yine de Yaradan’ın verdiği ve “yokluktan var oluş” olarak adlandırılan alma arzusu, tüm yaratılışın eksenidir. Bununla birlikte, alma arzusu ıslahtan geçmelidir ki buna “yaratılışın ıslahı” denir. Yani yaratılış “kendisi için alma arzusu” olarak adlandırılır ve bunun üzerine ihsan etme niyeti yerleştirilir. Sonuçta, alma arzusu kalır, ancak ihsan etme amacının ıslahını edinmiştir.

Buradan şu soruyu sormalıyız: Yukarıdakilere göre, bir kişi Yaradan’dan kendisine ihsan etme arzusu vermesini istemeye başladığında, yani tüm eylemlerini Yaradan’ın rızası için yapabildiğinde, Yaradan neden kişinin talep ettiği ve istediği gibi ona ihsan etme arzusunu vermez? Çalışmanın düzeninde, ihsan etme arzusunu edinme yolunda yürümek istediğinde, kişinin ileriye değil, geriye doğru gittiğini görürüz. Bu demektir ki, kötülük onda ödül almak için çalışırken ifşa olduğundan daha yoğun bir şekilde ortaya çıkar.

Mesele şu ki, ihsan etme arzusunun sadece yaratılışın ıslahı olduğunu ve yaratılışın amacı olmadığını bilmeliyiz, çünkü yaratılışın amacı O’nun yarattıklarına iyilik yapma arzusudur, yani yaratılanların zevk ve haz almasıdır. Dolayısıyla, eğer onlara istedikleri şeyi, yani ihsan etme arzusunu hemen verseydi, Yaradan’a ihsan ettikleri ve Yaradan’la Dvekut’a sahip oldukları için çalışmadan tatmin olurlardı, böylece başka neye ihtiyaçları olurdu ki? Kendileri için hiçbir şeye ihtiyaçları olmazdı, buna “merhameti arzulamak” denir ve Yaradan’dan hiçbir şey almaya ihtiyaçları yoktur, dolayısıyla yaratılışın amacı olan O’nun onlara verme arzusu meselesi dokunulmadan kalır.

Ama yaratılışın amacı, yani hedef, bilindiği üzere her şey amaca göre hesaplanır, araçlara göre değil, çünkü ihsan etme arzusu sadece amaca ulaşmak için bir araçtır, bu yüzden kişi ihsan etme arzusunu alsaydı, bununla tatmin olacaktı ve amaç devrilmemiş bir taş olarak kalacaktı, zira hiç kimse buna ihtiyaç duymayacaktı, çünkü zaten çalışmadan tatmin olacaklardı.

Bu, Bir Bilgenin Meyvesi kitabında (Cilt 1, s 118) yazıldığı gibidir: “Yukarıdakilerin hepsinden, ruhun 620 kutsal ismin tamamını, gelmeden önce sahip olduğundan 620 kat daha fazla olan tüm yapısını edinmeye mahkûm olduğunu görürsünüz. Onun yapısı, Tora’nın ışığının kıyafetlendiği 620 Mitzvot’ta ve Tora’nın kolektif ışığında Yaradan’da görünür. Böylece ‘Tora, Yaradan ve İsrail’in’ bir olduğunu görürsünüz.”

Bu, yaratılışın amacının bu olduğu anlamına gelir -kişinin tamamlanma aşamasına ulaşması ve Yaradan’ın isimlerine uygun olarak Tora ile ödüllendirilmesi. Kişinin Yaradan’a ihsan etmek istemesi yeterli değildir. Bu harika bir şey olsa da amaç bu değildir. Aksine, insan bir bedene bürünmeden önce ruhunun sahip olduğu miktarın 620 katını edinmelidir. Ancak, kişi birkaç dua ve ayinden sonra ihsan etme arzusunu hemen edinecek olsaydı, uğruna yaratıldığı hedefi edinmesine gerek kalmazdı. Bir kişinin ihsan etme arzusunu alamamasının ve dahası, ihsan etme çalışmasına başlamadan önce sahip olduğundan daha da büyük bir ihsan etme arzusu aldığını görmesinin nedeni budur.

Ancak, kişi Yaradan’a yaklaşmak için çaba gösterdikten sonra, ki bu Dvekut denilen form eşitliği anlamına gelir, “Ve O’na tutunmak için” diye yazıldığı ve “O’nun niteliklerine tutunun, O nasıl merhametliyse, siz de öyle merhametlisiniz” diye açıklandığı gibi, kişinin istediğini, yani ihsan etme arzusunu almamış olmasının neden yeterli olduğunu anlamalıyız. Peki şimdi neden her seferinde kendisine ihsan etme arzusu verilmesi için dua etmeden önce sahip olduğundan daha fazla miktarda alma arzusu elde ediyor? Sanki bu yukarıdan gelen bir hata gibi görünmektedir, sanki yukarıda kişi alma arzusu istemiş ve bu nedenle kendisine daha büyük bir alma arzusu verilmiş gibi düşünülmektedir. Ama kişi ihsan etme arzusu istemiştir, o halde neden yukarıdan kendisine daha büyük bir alma arzusu verilmiştir?

Cevap şudur: kişinin yaratılış amacını alması, “Yaradan’ın isimleri” olarak adlandırılan Tora ile ödüllendirilmesi için, kendisine her seferinde daha büyük bir alma arzusu verilir. Yani, ihsan etme arzusunu edinmek için bir şeyler yaptığı ölçüde, yukarıdan alma arzusu alır. Ve yukarıdan yardım istediğinde, onun kontrolünden çıkamayacağını gördüğüne göre, bu yardım nedir? Zohar’da “Arınmak için gelene yardım edilir” sözleri hakkında söylendiği gibidir. “Nasıl yardım edilir?” diye sorar. “Kutsal bir ruhla” diye yanıtlar. Eğer kişi daha fazla ödüllendirilirse, ona Ruah verilir.” Yani, yukarıdan aldığı yardım sayesinde, NRNHY’ını edinene kadar yardım alarak ödüllendirilir. Sonuç olarak, kişi her seferinde daha fazla kötülüğe sahip olduğunu görür ve her seferinde daha fazla yardım istemelidir.

İbrahim’le ilgili yazılanlar hakkında (Yaratılış 15) Baal HaSulam’dan duyduklarım şöyledir: “Ve ona dedi ki, ‘Ben sana bu toprakları miras olarak verecek olan Efendinim’. Ve o şöyle dedi: ‘Onu miras alacağımı nasıl bileceğim? Ve İbrahim’e şöyle dedi: ‘Kesin olarak bil ki, senin soyundan gelenler, kendilerine ait olmayan bir ülkede yabancı olacaklar ve dört yüz yıl köleleştirilip işkence görecekler ve sonrasında birçok mal mülkle çıkacaklar.”

İsrail halkının Mısır’da sürgünde olacağını Yaradan’ın kendisine verdiği “Nasıl bileceğim” cevabı hakkında sordu. Bu demektir ki, İbrahim’in, kendilerine ait olmayan bir toprakta bulunma eyleminden sonra, bu toprakları miras alacaklarını kesin olarak bilmesini sağlayan garanti budur. “Yanıt nedir?” diye sordu, yani İbrahim bunun doğru yanıt olduğunu anladı. Gördüğümüz gibi, İbrahim sürekli “Acaba?” diye sorduğu Sodom’da Yaradan’la tartışabilirdi. Ancak burada bunun doğru cevap olduğunu anladığı ve daha fazla soru sormadığı ima edilmektedir.

Bunun cevabının İbrahim’in sorduğu soru olduğunu söylemiştir. Bu kafa karıştırıcıdır. Hakkında “Ve Efendiye inandı” diye yazılan İbrahim’le ilgili bir soru vardır, o halde neden birdenbire “Miras alacağımı nereden bileceğim?” gibi bir soru sormuştur? İbrahim’in Yaradan’ın kendisine hangi mirası vermek istediğini, yani toprağın mirasını gördüğünü ve yaratılışın tüm amacının bu topraklara dahil olduğunu söyledi. Ancak Kli olmadan ışık olmaz, yani eksiklik olmadan doyum olmaz diye bir kural olduğundan, bu nedenle ihtiyaçları yokken toprağı miras almalarının nasıl mümkün olacağını sordu. Onlar biraz manevi aydınlanma alır almaz tatmin olacaklar ve Yaradan’a sevinçle hizmet edecekler ve daha fazlasına ihtiyaçları olmadığı için hiçbir şey için endişelenmeyeceklerdi. Böylece, yaratılışın amacı olan bu toprakları miras almaya ihtiyaçları kalmayacaktı. Bu nedenle soru, herhangi bir ihtiyaçları olacağını görmediğiydi ve ihtiyaç olmadan hiçbir şey özellikle de toprağın mirası gibi ciddi bir şey verilmez.

Yaradan buna şöyle cevap verdi: “Şunu kesin olarak bil ki, senin soyundan gelenler kendilerine ait olmayan bir toprakta yabancı olacaklar.” Eretz [Toprak] Ratzon [arzu] anlamına gelir. Yani, İsrail halkına değil, Mısır’a ait olan alma arzusunun egemenliği altında olacaklar ve buna “onların olmayan bir toprak” denecek. Ve dört yüz yıl işkence görecekler. “Dört” tam bir derecedir, HaVaYaH’ın dört Behinot’u [anlayışları/nitelikleri], ihsan etme kapları olarak kabul edilen Bina’dan gelir. “İşkence gördüler” ifadesi, Mısırlıların onların ihsan etme kaplarıyla çalışmalarına izin vermedikleri anlamına gelir. “Köleleştirilecekler ve işkence görecekler,” ne içinde? “Dört yüz yıl” içinde, yani Bina’nın Sefirot’unda.

Sefirot kitabından Malhut’un “birimler”, ZA’nın onlar ve Bina’nın yüzler olarak adlandırıldığı bilinir. “Dört yüz “ün anlamı budur, çalışmalarına izin verilmemesidir. Onlar galip geldiklerinde ve ihsan etme kapları olan Bina niteliğinde çalıştıklarında, Mısırlılarla büyük bir savaş yaptılar. İsrail halkı ihsan etme tarzında çalıştığında Mısır İsrail’i köleleştirdi ve ardından sürgünde olduklarını hissettiler. Ama ihsan etme kaplarıyla çalışmadığımız zaman, Mısırlıların bu çalışmaya direndiğini bilemeyiz.

“Ve İsrail oğulları çalışmadan dolayı iç çektiler ve feryat ettiler ve feryatları çalışmadan Tanrı’ya yükseldi” (Mısır’dan Çıkış 2:23) sözünün anlamı budur. Yani, yardım istediklerinde onlara her seferinde yeni ışıklar verilmeliydi, Zohar’da söylediği gibi, yukarıdan verilen yardım “kutsal bir ruh” olarak kabul edilir ve bununla İsrail halkı büyük ışıklara ihtiyaç duyacaktır çünkü aksi takdirde Mısırlıların kontrolünden çıkamazlar.

Dolayısıyla Yaradan’ın cevabı, onlara yardım isteme ihtiyacı vereceğidir, yani her seferinde onlara daha kötüsünü gösterecektir, bu yüzden sürekli daha büyük yardım istemeleri gerekecektir. Bu sayede, yaratılış amacının ışığı onlara ifşa edilecektir. Buna “miras almak için bu topraklar” denir. Bundan şu sonuç çıkar ki, istedikleri zaman yukarıdan ihsan etme arzusu almış olsalardı, memnun olurlardı ve toprağı miras almaya ihtiyaçları olmazdı. Ama onlara ihsan etme arzusu değil de alma arzusu verdiği için, Yaradan’ın yardımına ihtiyaç duydular ve bu sayede tatmin olmayacakları ama toprağın mirasını alacakları kesinleşti.

Buradan, özellikle alçak bir durumda olmalarının, büyük ışıkları almalarına neden olduğu sonucu çıkar. Bu, neden ihsan etme arzusu istediklerinde kendilerine alma arzusu verildiğini açıklar; yani alma arzusu, daha düşük olanların istediklerinde ihsan etme arzusunu almaları gereken yerde büyür. Dolayısıyla, kişi duasının yukarıda işitilmediğini gördüğünü ve bunun kanıtının da kendisine ihsan etme arzusunun verilmemesi olduğunu söyleyemez. Bunun yerine, duasının dikkate alındığını bilmelidir ve bunun kanıtı, şimdi bütünlüğe ihtiyaç duyacağından, artık kendisi için iyi olanın verilmesi yoluyla ona yukarıdan bir yanıt verilmesidir.

Yukarıdakilere göre, sorduğumuz soruyu yorumlamalıyız: Zohar neden “ve Seir’den üzerlerine doğdu” der, yani Seir sakinleri almak istemediklerini söylediği için, İsrail’i aydınlatarak onlara çok fazla ışık ve sevgi kattı? Aynı şekilde, “İsrail’e Paran Dağı’ndan göründü ve gösterdi”, Paran sakinlerinin almak istemediklerini söylemeleri, olması gerektiği gibi İsrail’e ekstra sevgi ve aydınlanma kattı.

Böyle bir şey Yaradan’a ait olabilir mi diye sorduk, yani gerçekte İsrailoğulları bu kadar ışık ve sevgi verilmesini hak etmediler mi? Çünkü onlar Tora’yı almak istemediler, bu nedenle O İsrail’e verdi, yani onlara ekledi. Aksi takdirde, İsrail’e çok fazla ışık ve sevgi ekleyemezdi.

Çalışma hakkında konuştuğumuzda, tek bir kişiden söz ederiz. Yani, bir kişideki Esav’ın çocukları ve bir kişideki İsmail’in çocukları Tora’ya direnmeyip ihsan etme arzusunu üzerlerine almayı kabul etseydi, kişinin içindeki İsrail niteliği tatmin olur ve Yaradan’ın İbrahim’e verdiği cevapta belirtildiği gibi, “Şunu kesin olarak bil ki [senin soyun] yabancı olacaktır” diyerek yaratılış amacına ihtiyaç duymazdı. Özellikle Mısır’ın yönetimi altında köleleştirildiklerinde, kendilerine yardım edilmesini isteme ihtiyacı duyacaklardır. Ve bu yardım sayesinde onlara yaratılışın amacını açıklamak mümkün olacaktır. Bu da tam olarak bedende direnç olduğunda, Tora’yı almak istemediğimizde, Yaradan’ın onlara çok fazla ışık ve sevgi katmasını sağlar.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,093