e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada “İnsan” Nedir ve “Hayvan” Nedir?

Çalışmada “İnsan” Nedir ve “Hayvan” Nedir?

Makale No. 7, 1991

Zohar’da (VaYera, 1-2. Maddeler) şöyle yazar: “‘Tomurcuklar yeryüzünde belirir’. Bu, Yaradan dünyayı yarattığında, onun hak ettiği tüm gücü, yeryüzüne yerleştirdiği anlamına gelir. Her şey yeryüzündeydi ama insan yaratılana kadar meyve vermedi. İnsan yaratıldığında, dünyadaki her şey ortaya çıktı ve toprak meyvelerini verdi. Aynı şekilde, insan gelene kadar sema yeryüzüne güç vermedi ve insan olmadığı için sema durdu ve yeryüzüne yağmur yağmadı. İnsan ortaya çıktığında, toprakta hemen tomurcuklar belirdi.”

Bunun bize ne öğretmek için geldiğini anlamalıyız. Yaratılışın amacının, O’nun yarattıklarına iyilik yapma arzusundan kaynaklandığını bilmeliyiz. Ancak, O’nun eylemlerinin mükemmelliğini ortaya çıkarmak için Tzimtzum [kısıtlama] ve gizlilik vardı; burada iyilik, Yaradan rızası için çalışmakla ödüllendirilmeden önce yaratılan varlıklara ifşa edilmez. Aksi takdirde, yaratılan varlıkların alma kaplarındaki form eşitsizliği nedeniyle utanç söz konusu olur. Dolayısıyla, kişi utanç nedeniyle yaratılışın amacı olan haz ve mutluluğu alamaz. Buna “Yaradan’dan ayrılma ve uzaklaşma” denir. Yani, utanç ekmeği meselesini Yaradan’dan ayrılma olarak anlıyoruz, öyle ki bu form eşitsizliği onu “Yaşamlarında kötülere ‘ölü’ denir” yapar.

Bu nedenle, insanın çalışması, hayvansal durumdan çıkar ve “insan” niteliğini kazanır. Bilgelerimizin dediği gibi (Yevamot 61), “Rabbi Şimon Bar Yohay der ki, ‘Sizler Benim koyunlarım, Benim otlağımın koyunlarısınız, sizler ‘insan’sınız. Size ‘insan’ denir ve puta tapanlara ‘insan’ denmez.” “İnsan”ın önemini, dünya uluslarının “insan” olarak adlandırılmadığını daha önce açıklamıştık. Bilgelerimizin dediği gibi (Berahot 6), “‘Sonunda her şey duyulur, Tanrı’dan korkun ve O’nun emirlerine uyun, çünkü insanın tamamı budur’. ‘İnsanın tamamı’ ne demek? Rabbi Elazar, ‘Bütün dünya sadece bunun için yaratıldı’ dedi.” Başka bir deyişle, Tanrı korkusuna sahip olan kişiye “insan” denir ve Tanrı korkusuna sahip olmayan kişi “insan” değil “hayvan” demektir.

Bu nedenle, bir kişi Tanrı korkusuna sahip olmakla, her şeyi Yaradan rızası için yapmakla ödüllendirilmeden önce, hâlâ bir insan olarak değil, bir hayvan olarak kabul edilir. Başka bir deyişle, onların yaptıkları her şey hayvanlar gibi sadece kendi iyilikleri içindir. Ve kişinin kendi iyiliği için alma arzusunda Tzimtzum ve gizlilik olduğu için, O’nun adına, haz ve memnuniyet zaten Keduşa’da [kutsallık] ifşa edilmiş olmasına rağmen, orada ışık ve Kli [kap] arasında form eşitliği olduğu için, yaratılan daha aşağıda olanlar, “İnsan, vahşi bir eşek olarak doğar” diye yazıldığı üzere, hâlâ insan niteliğine sahip değildir. Bu da onun Tzimtzum’un ve ışığın ifşa edilmediği gizliliğin altına yerleştirildiği anlamına gelir.

Böylece, yaratılış amacındaki tüm haz ve memnuniyet O’nun tarafından ortaya çıkarılmış ve ifşa edilmiş olmasına rağmen, bunların hepsi aşağı olanlardan gizlenmiştir. Onlar hiçbir haz ve memnuniyet görmezler, sadece Klipot’a [kabuklara] düşen Keduşa’dan gelen küçük bir ışık görürler ve tüm fiziksel dünya bunun üzerinde varlığını sürdürür.

Bununla, Zohar’ın “Tomurcuklar yeryüzünde belirir” ayetinin yorumuyla ilgili sorduğumuz soruyu yorumlayabiliriz. Yaradan dünyayı yarattığında, onun hak ettiği tüm gücü yeryüzüne yerleştirdi. Her şey yeryüzündeydi ama insan yaratılana kadar meyve vermedi.” Yaradan’ın bakış açısından her şey ortaya çıkmış olsa da hepsinin Tzimtzum ve gizlilik altında olduğunu, yani gizlilik her şeyi engellediği ve dünyada haz ve mutluluk olduğunu görmedikleri için bundan zevk alabilecek kimsenin olmadığını yorumlamalıyız.

“İnsan yaratıldığında, dünyada her şey ortaya çıktı ve toprak meyvelerini gösterdi.” Bu, bir kişi “insan” niteliğini edindiğinde, Tanrı korkusuna sahip olduğunda, yani yaptığı her şeyi Yaradan’ın rızası için yaptığında, gizliliğin ondan kalktığı ve kişinin “insan” niteliğini edinmeden önce görmediği, dünyada var olan tüm meyveleri gördüğü anlamına gelir.

“Aynı şekilde, insan gelene kadar sema yeryüzüne güç bahşetmedi” dendiğinde, bunun anlamı şudur: kişi “insan” niteliğiyle ödüllendirilmeden önce, yeryüzüne güç verildiğine dair kalıcı bir inanca sahip olamaz. Yani, onlar yukarıdan aşağıya, yaratılan varlıklara kutsallık basamaklarında yükselebilmeleri için güç verirler. Ancak kişi daha sonra “insan” niteliğiyle ödüllendirildiğinde, yeryüzünde, aşağılarda var olan her şeyin yukarıdan geldiğini görür ve o zaman buna inanması gerekmez, çünkü o zaman bunu edinir.

Bu, insan niteliği geldiğinde, dünyada her şeyin ifşa olması olarak kabul edilir. Bu, şu anda yenilenmiş olan her şeyin daha önce de var olduğu, ancak kişinin bunu görmediği anlamına gelir. “Ve gökler durdu ve insan yokken yeryüzüne yağmur yağmadı” sözlerinin anlamı budur. Yani, insan niteliği ortaya çıkmadan önce, kişi, Yaradan’a her zaman dua ettiğini, ancak kendisine yukarıdan cevap verilmediğini söyleyecektir. Buna “ve gökler durdu ve yağmur yağmadı” denir, yani duaları için hiçbir şey alamadı.

Kişinin kendisine cevap verilip verilmediğini görememesinin nedeni, henüz insan niteliğine sahip olmamasıdır. Bu nedenle, her şey ondan gizlenmiştir ve o sadece Yaradan’ın her ağzın duasını işittiğine inanabilir. Ancak daha sonra, insan ortaya çıktığında, derhal “toprakta tomurcuklar belirdi.” Başka bir deyişle, o zamana kadar gizlenmiş olan her şey görünür hale geldi. İnsan niteliği geldiğinde, her şey görünür oldu. Yani, o zaman yaratılış amacında olan haz ve mutluluğun dünyada çoktan ifşa edilmiş olduğunu görürüz.

Bu nedenle, kişi mücadeleden kaçmamaya ve Yaradan’ın kendisine yardım etmek istemediğini söylememeye dikkat etmelidir, zira ondan birçok kez yardım istediğini görmüş ve sanki kendisine yukarıdan bakılmadığını düşünmüştür. Ancak, kişi dua ediyor olsun ya da olmasın, her şey aynıdır, değişmez. Bu nedenle kendisine yardım eden hiçbir şey görmez. Bunun yerine, hiçbir şeyi olmayan boş bir Kli [kap] gibi olduğunu ve Yaradan ne yapmak isterse, onu yapacağını görür. Ama insan açısından, o hiçbir şey yapamayacak kadar güçsüzdür.

Bir kural vardır: Kişi hiçbir ilerleme görmediği yerde, hiçbir çaba gösteremez. O zaman tek yol, bize çalışmanın düzeninin böyle olduğuna, kişinin ne yaptığını görmemesi gerektiğine inanmamız gerektiğini söyleyen bilgelere inanmaktır. Kişi bu gizliliğin kendi iyiliği için olduğuna, kendisini Yaradan’a Dvekut [bütünleşme] ile ödüllendirmeye götüreceğine inanmalıdır. Eğer üstesinden gelir ve her şeyin kendi iyiliği için olduğuna ve Yaradan’ın her ağzın duasını duyduğuna ancak aşağıdan bir uyanış olması gerektiğine inanırsa, “ve Efendinin kurtarışı bir göz açıp kapayıncaya kadardır”, yani tüm kıvılcımlar toplandığında, kişi dikkatle incelemeli ve onların Keduşa’ya girmesini istemelidir ve o zaman hemen yardım alır.

Ancak kişi kendini boş hissettiğinde, yani ne Tora’ya ne Mitzvot’a [emirlere/iyi işlere] ne de herhangi iyi bir eyleme sahip olmadığını hissettiğinde, ne yapabilir? O zaman, Yaradan’dan kendisi için parlamasını istemelidir ki Yaradan’ın büyüklüğünü ve yüceliğini mantık ötesinde edinebilsin. Başka bir deyişle, henüz “insan” niteliği ile ödüllendirilmediği için Yaradan’ın büyüklüğünü ve yüceliğini hissetmeye layık olmasa da ve “Yüzünü benden saklama” diye yazıldığı gibi Yaradan’ın Tzimtzum’u ve gizliliği hâlâ üzerinde olsa da yine de Yaradan’dan kendisine Yaradan’ın büyüklüğünü ve yüceliğini mantık ötesi olarak alma gücü vermesini ister.

Baal HaSulam’ın, bilgelerimizin söyledikleri hakkında (İruvin 19), “Aranızdaki boş olanlar bile nar gibi Mitzvot ile doludur” dediği gibi. Rimon’un [nar] Romemut [yücelik] kelimesinden geldiğini, bunun da mantık ötesi olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla, “Aranızdaki boş olanlar bile nar gibi Mitzvot ile doldurulur” ifadesinin anlamı, dolumun ölçüsünün, “yücelik” olarak adlandırılan mantık ötesine geçme yeteneğine bağlı olduğudur.

Başka bir deyişle, boşluk tam olarak varlığın olmadığı ve kişinin Tora’dan, Mitzvot’tan ve iyi eylemlerden yoksun olduğunu hissettiği yerde olabilir. Bu durum zaman içinde devam ettiğinde, kişi kendisi için değil de Yaradan rızası için çalışmak istediğinde, o zaman yaptığı her şeyin Yaradan rızası için değil de sadece kendi menfaati için olduğunu görür. Bu durumda, hiçbir şeye sahip olmadığını ve tamamen boş olduğunu ve bu yeri sadece bir narla doldurabileceğini yani “Yaradan’ın yüceliği” olarak adlandırılan mantık ötesine geçerse doldurabileceğini hisseder. Başka bir deyişle, Yaradan’dan kendisine Yaradan’ın yüceliğine mantık ötesi inanma gücü vermesini istemelidir. Yani Yaradan’ın yüceliğini istiyor olması, “Eğer Yaradan’ın yüceliğine ve büyüklüğüne erişmeme izin verirsen, çalışmayı kabul edeceğim” dediği anlamına gelmez. Daha ziyade, Yaradan’ın kendisine Yaradan’ın yüceliğine inanma gücü vermesini ister ve bununla şu anda içinde bulunduğu boşluğu doldurur.

Dolayısıyla, eğer bu boşluk olmasaydı, yani kişi, Dvekut’u yani “ihsan etmek için” denilen form eşitliğini edinme yolunda çalışmasaydı, daha ziyade yerine getirdikleri uygulamalarla yetinen genel halk gibi çalışsaydı, bu kişiler kendilerini boş olarak değil, Mitzvot’la dolu olarak hissederlerdi.

Ancak, özellikle ihsan etmek isteyenler, içlerindeki boşluğu hissederler ve Yaradan’ın yüceliğine ihtiyaç duyarlar. Bu boşluğu, özellikle Yaradan’dan kendilerine “yücelik” olarak adlandırılan mantık ötesine geçebilme gücünü vermesini istedikleri ölçüde, “Mitzvot dolu” olarak adlandırılan yücelikle doldurabilirler. Başka bir deyişle, Yaradan’dan kendilerine yücelikte güç vermesini isterler ki bu da Yaradan’ın büyüklüğü ve önemi açısından mantık ötesidir. Yaradan’ın bunu edinmelerine izin vermesini istemezler, çünkü kendilerine koşulsuz teslimiyetle boyun eğdirmek isterler, ama Yaradan’dan yardım isterler ve bu ölçüde boş yeri Mitzvot ile doldurabilirler. “Nar gibi Mitzvot ile dolu” ifadesinin anlamı budur.

Yukarıdakilere göre, Zohar’ın (VaYera, Madde 167) şu sözlerini yorumlamalıyız: “Yaradan bir kişiyi sevdiğinde, ona bir hediye gönderir. Hediye nedir? Bir fakir, ki O’nun tarafından ödüllendirilsin. Ve kişi O’nun tarafından ödüllendirildiğinde, Yaradan onun üzerine sağ tarafından uzanan, başının üzerine yayılan ve onu kaydeden bir lütuf ipi uzatır, öyle ki Din [yargı] dünyaya geldiğinde, o sabotajcı ona zarar vermemek adına dikkatli olacaktır. Bu nedenle Yaradan önce kişiye ödüllendirileceği bir şey verir.”

Çalışmada neyin fakir olduğunu, neyin “bir lütuf ipi” olduğunu ve dünyaya gelen yargının ne olduğunu anlamalıyız. “Fakir”in bilgide fakir anlamına geldiği bilinmektedir. Bilgi bakımından fakir olan nedir? Çalışmada iki kategori vardır:

1) Öncelikle uygulamayla ilgili olan genel halk. Her şeyi Yaradan’ın rızası için yapma niyeti söz konusu olduğunda, buna hiç dikkat etmezler. Tora ve Mitzvot ile meşgul olurlar ve genellikle bütündürler, kendilerinde hiçbir eksiklik hissetmezler. Ancak bilgelerimiz kişinin alçakgönüllü olması gerektiğini söyledikleri için, “Çok ama çok alçakgönüllü ol” (Avot 4:4) sözüne uymak için kendilerinde eksiklikler ararlar.

2) Tora ve Mitzvot ile meşgul olmak ve ihsan etmek için çalışmak isteyenler, böylece her şeyi kendi iyilikleri için değil, ihsan etmek için yapabileceklerdir. Bilgelerimizin dediği gibi, ” Kötü eğilimi Ben yarattım; Tora’yı bir şifa olarak yarattım.” Böylece bu işçiler her gün ilerlemeleri, bilgi açısından zengin olmaları gerektiğini, yani her seferinde sadece ihsan etmek için çalışmanın değerli olduğunu anlarlar. Yine de aslında, her şeyin sadece Yaradan’ın rızası için olduğu yolda yürümek istedikleri her gün, bedenin her seferinde farklı anladığını görürler. Kişinin kendi iyiliği için çalışmasının Yaradan’ın rızası için çalışmasından daha iyi olduğunu anlamaya başlar. O zaman, neden düşündüklerinin tam tersinin ortaya çıktığına şaşırırlar. Yaradan’a kendilerine anlayış ve bilgi göndermesi için dua ederler, böylece beden Yaradan rızası için çalışmanın değerli olduğunu anlayacaktır. Ancak, aksini görürler ve çoğu zaman Yaradan dualarını duymadığı için umutsuzluğa kapılırlar ve bazen de mücadeleden kaçmak isterler.

Bunun cevabı, der Zohar, “Yaradan bir kişiyi sevdiğinde, ona bir hediye gönderir. Peki bu hediye nedir? Bir fakir.” Başka bir deyişle, kişi bilgide fakir olduğunu, bedeninin neden kendi iyiliği için değil de Yaradan’ın rızası için çalışması gerektiğini anlamadığını gördüğünde, Yaradan onu sevdiği için ona fakir olduğu düşüncesi ve hissini hediye olarak gönderir. Peki Yaradan onu neden sever? Çünkü Yaradan rızası için çalışmak istemektedir. Bu nedenle Yaradan onu sever.

Ancak, kişi istese de yapamaz, zira bu doğasına aykırıdır. İnsan kendi yararı için alma arzusuyla doğmuştur. Kişi hakikat yolunda yürümeye hazır olmadığı sürece, kendisine zarar vereceği için hakikati göremeyeceğine dair bir ıslah olduğundan, ihsan etme yolunda yürümeye niyetli olmayan kişilere hakikat gösterilmez, alma arzusunun doğasına karşı gelmekten aciz oldukları gösterilmez. Onlar, tek eksiklerinin biraz arzu olduğunu yani Yaradan’ın rızası yolunda yürümeyi kabul ederlerse, Yaradan’ın rızası için her şeyi yapabileceklerini düşünürler. Bu nedenle, bir kişi kendi başına yapabileceğini düşündüğü herhangi bir şeyi, kolay olduğu için yapmamaktan dolayı acı çekmez. Dolayısıyla, her şeyi Yaradan’ın rızası için yapmamız gerektiğini bilmesine rağmen, Yaradan’ın rızası için çalışmadığı için acı çekmez.

Bu, bilgelerimizin söylediği şu kuraldan kaynaklanır: “Tahsil edilmek üzere olan her şey tahsil edilmiş sayılır” (kişi borçludan geri alacağı herhangi bir borcunu sanki çoktan almış gibidir çünkü alacağı kesindir). Dolayısıyla, istediği zaman Yaradan rızası için her şeyi yapabileceğini bildiği için, halen yapmıyor olmasına rağmen bir eksiklik hissetmez. Bu, genel halk tarzında çalışanlar için bir ıslahtır.

Ancak, her şeyi ihsan etmek için yapma yolunda gerçekten yürümek isteyenleri, Yaradan sever, Zohar’da yazıldığı gibi, Yaradan onlara bir hediye gönderir. Hediye nedir? Bir fakir, yani bilgi bakımından fakir. Başka bir deyişle, beden Yaradan rızası için çalışabileceğimiz böyle bir şeyin nasıl olabileceğini anlamaz, çünkü bu doğasına aykırıdır. O zaman, eylemlerde bile fakir olduğunu görür. Yani, sadece bilgide değil, uygulamada da fakirdir. Başka bir deyişle, tek bir eyleminin bile Yaradan’ın rızası için olmadığını görür. Aksine, her şey kendi çıkarı içindir.

O zaman kişi Yaradan’ın kendisine yardım etmesine muhtaç hale gelir çünkü hem zihnen hem de kalben herkesin en fakiridir. Bu durumda kendisinin gerçekten kötü olduğunu görür, yani Yaradan’ın kendisine nasıl davrandığını haklı çıkaramaz ve Yaradan’a ettiği duaların bile sanki Yaradan dualarını duymuyormuş gibi olduğunu görür ve çoğu zaman umutsuzluğa düşer. Ancak, kişi hissettiği tüm bu duyguların kendisine yukarıdan geldiğine, Yaradan’ın bunları kendisine gönderdiğine ve bunların yukarıdan bir hediye olduğuna inanmalıdır.

“Ve hediye nedir?” demenin anlamı budur. O’nun tarafından ödüllendirilecek bir fakir.” Soru şudur: Yoksulluğun bir armağan olduğunu nasıl söyleyebiliriz? Buna “O’nun tarafından ödüllendirilmek için” diye cevap verir. Başka bir deyişle, kişi fakir olduğunu, hiçbir şeyi olmadığını görerek, tam bir eksikliğe sahip olur, yani Yaradan’ın yardımı için tam bir arzuya sahip olur, çünkü Yaradan’dan doyum almak için kişinin tam bir arzuya ihtiyacı vardır -Yaradan’dan başka kimsenin yardım edemeyeceğini gördüğünde. Kişi böylece, yoksulluk yoluyla, alma kaplarını Yaradan’a layık hale getirme ihtiyacı edinir ve bu da ona alma arzusu yerine ihsan etme arzusu verir.

“Ve O’nun tarafından ödüllendirildiğinde” sözlerinin anlamı budur, yani kişi fakirlik aracılığıyla tam bir ihtiyaç ve eksiklik edinir, o zaman “Yaradan ona sağ taraftan uzanan bir lütuf ipi uzatır.” Başka bir deyişle, Yaradan ona Hesed yani “sağ” yani “veren” olarak adlandırılan ihsan etme arzusunu verir, bu da “ihsan etme arzusu” olarak adlandırılan ikinci doğayı aldığı anlamına gelir.

“Başının üzerine yayılır” sözlerinin anlamı budur. “Baş” bilgi anlamına gelir. Kişinin aldığı Hesed başının üzerindedir, yani başının üstünde, yani mantığın üstündedir. Hesed’in ipi sayesinde, kişi mantık ötesinde yürüyebilir.

“Din [yargı] dünyaya geldiğinde, o sabotajcı ona zarar vermemek adına dikkatli olacaktır” der. Bunun anlamı şudur: Hesed’in ipi onun başında olduğu için, yani kişi mantık ötesi bir inanca sahip olduğu için, yargı -yani içinde ışık parlamayan bir yargı olan alma arzusu- geldiğinde ve bir kişiye sorularıyla zarar vermek istediğinde, “mantık ötesi inanç” olarak adlandırılan Hesed’in ipi o kişinin başının üzerinde gerili olduğu için, artık ona zarar veremez. Sabotajcı, “yargı niteliği” olarak adlandırılan alma arzusunun argümanlarıyla gelir, yani kişinin aklıyla tartışır. Dolayısıyla, kişi hem aklında hem de kalbinde Hesed ipiyle ödüllendirildiğinde ve Hesed ipi sayesinde her konuda mantık ötesi gittiğinde, artık ona zarar veremez.

Ancak, kişi fakir olduğunu hissettiğinde, yani Yaradan rızası için çalışmak istediğinde hiçbir korku duymadığında, tam tersine, o zaman Şehina’nın [Kutsallığın] onun için toz içinde olduğunu görür. Bu, onun için toz formuna sahip olduğu anlamına gelir. “Toz” yılan hakkında yazıldığı gibidir, Yaradan yılana “Hayatın boyunca toz yiyeceksin” demiştir. Bilgelerimiz, yılan ne yerse yesin, tozun tadını aldığını açıklamışlardır. Bu çalışmada, kişi bilgi ağacının günahını ıslah etmediği sürece, tozun tadını tadacağı anlamına gelir. Kişi, ” tozun içindeki Şehina” olarak adlandırılan, ihsan etmek için eylemlerini yapmak istediğinde, “alma arzusu” olarak adlandırılan bedenine bunu söylememelidir.

Başka bir deyişle, kendisi için alma arzusuna maneviyatla ilgili herhangi bir korku hissetmediğini söylememelidir. Hatta alma arzusuyla çalışma konularını bile tartışmamalıdır çünkü alma arzusuyla hiçbir tartışmanın kendisine yardımcı olmayacağını bilmelidir. Bu nedenle, bir kişi fakirlik durumuna geldiğinde, sadece Yaradan’dan kendisine yardım etmesini ve bunun üstesinden gelme gücü vermesini istemelidir.

Bu, bilgelerimizin söylediği gibidir (Avot de Rabbi Natan, 7. Bölümün sonu), “Eğer bir adam seminere gelir ve kendisine saygısızca davranılırsa, gidip karısına söylememelidir.” Bunun bize çalışmada ne öğrettiğini anlamalıyız. Ayrıca, kişinin saygı talep etmesine izin verilir mi? Ne de olsa bilgelerimiz “Çok ama çok alçakgönüllü olun” demişlerdir.

Seminere Tora öğrenmek için gelen bir kişi için Tora’yı, “çünkü onlar bizim hayatımız ve günlerimizin uzunluğudur” şeklinde yorumlamalıyız. Başka bir deyişle, Tora’ya saygı duyulur çünkü tüm iyi şeyler onun içindedir. Kişi seminere gelmiş ama Tora ona saygı göstermemiştir. Yani, Tora ondan gizlenmiş ve Tora’da bulunan yücelik ve önemin hiçbiri ona gösterilmemiştir. Bunun yerine tozun tadını almıştır. Bu nedenle, devam edip etmemesi gerektiğini öğrenmek için alma arzusuna danışmak ister. “Gidip karısına söylememeli” derler, yani alma arzusuna. Bunun yerine, her şeyi Yaradan’a anlatmalıdır, yani Yaradan onun gözlerini açacak ve Tora’nın ihtişamıyla ödüllendirilecektir.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,096