Ben ve Benim Dışımdaki Gerçeklik
Binlerce yıl boyunca, Newton’un çağına kadar, bilim bir gerçeklik olduğu inancına bağlı olarak gelişti ve gerçekliği araştıran insan vardır. Ve öyleyse ben bu dünyada var olmadan, insanlığın mevcudiyeti olmadan, dünyada hiçbir hayat olmadan, gerçeğin kendi kendine var olabilmesi mümkündü. Biz olsak da olmasak da, objektif bir şekilde bir şeyler bizim dışımızda var olmakta. Zaman geçtikçe, ileri araştırmalar kanıtlandıkça bu önceki karar mutlak doğru değildi, keşfedildi, ancak, öyle ki bizim gerçek algımız bize bağlıdır. Einstein bu olguyu, gerçeği gören ve inceleyen kişi olan gözlemcinin hızına bağladığı kavramını Newton’un kanunlarına eklediği zaman ortaya çıkardı, açığa çıkarmaya başladı, yaklaşık ışık hızına yakın biz hızda hareket etmenin gerçeğin değişmesini sağladığını açığa çıkararak. Ne zaman ki bizim algımız değişir, biz değişiriz, her kim ki gerçekliği araştırıyorsa değişir. Burada Einstein’ın bilim dünyasında devrim yarattığı çok önemli bir nokta var. Kabalistik bakış açısından, gerçeğin göreceli olması iddiası dışında bu buluşta bir yenilik yoktu, bu gözlemlemeye ve gözlemcinin onunla olan ilişkisindeki noktaya bağlı değişikliğe göre olan yönteme bağlı. Bu demek oluyor ki benim anladığım resim bana bağlıdır ve benim dışımda var olmamaktadır, benim var olup olmadığıma bakılmaksızın.
Bu Einstein’ın 1920’den olan teorisi. Daha sonrasında, daha ileri araştırmalar sonrasında, bilim adamları gerçeğin sadece onunla ilişkili olan gözlemcinin hızına bağlı olmadığı sonuncuna vardılar, ama öyle ki gerçeklik özneldir – tamamen gözlemcinin onu algılama kapsamına göre var olur. Ve o zaman benim içimde oluşan resim benim ne olduğum ve benim dışımda ne olduğunun bir ortalamasıdır, öyleyse benim algıladığım her şeyi, kendi özelliklerim ile algılıyorum. Eğer benim özelliklerim değişirse – resim de değişir. Aslında olan şey budur, tıpkı hayvanlarda gözlemeyebildiğimiz gibi, öyle ki onlar doğada bedenen bize yakın oldukları halde hala gerçeği farklı algılıyor ve farklı görüyorlar. Eğer bizler farklı şekilde oluşsaydık, beş yerine on veya yirmi tane duyu ile eğer başka duyularımız olsaydı ya da gerçeği farklı bir kavrama ile anlıyor olsaydık, o zaman elbette ki gerçeğe ait sahip olduğumuz resim farklı olurdu. Gerçeği görme veya duyma dışında farklı duyular ile algılasaydık, başka bir şey kavrardık. Peki, ne kavrardık? Diğer niteliklerimize bağlı olarak bize göre kolaylıkla görünen her ne olurdu?
Öyleyse Newton’a göre, ben var olsam da olmasam da gerçek benim dışımda vardır. Einstein’a göre ise gerçek benim dışımda vardır, ama ben onu hızıma bağlı olarak algılarım. Ve burada gerçeğin benim dışımda olan ve benim bir kombinasyonum olduğu iddiasına yaklaşılıyor, oluşturulan resim dış ve iç niteliklerin bir ortalaması. Kabala’nın Bilgeliği dördüncü bir yaklaşım getiriyor, benim dışımda hiçbir şeyin var olmadığı iddiası. Benim dışımda var olan tek şey bizim söylediğimiz şekli ile ‘’Üst Işık’’, tek, eşsiz bir güç ki bu hiçbir şeyi kapsamıyor ve ben ondan her ne algılıyorsam, kendi özelliklerime bağlı olarak kavrıyorum – eğer ben özelliklerimi değiştirirsem farklı bir gerçeklik algılayacağım. Bu demek oluyor ki gerçek sadece benim iç özelliklerimin bir yeniden oluşturması. Biz bugün bunu çoktan bu sonuca ulaşmış olan bilim adamları ile tartıştığımız zaman, onlar bunun gerçekten bir sonraki adım olduğunu fark ediyorlar.
Ama bilim adamlarının hala bir sorusu var – eğer bu benim özelliklerime bağlı ise, o zaman ben bu özelliklerim ile ne yapabilirim? Ben bu şekilde doğduğuma göre, mikroskoplar, teleskoplar, her çeşit aleti kullanarak hislerimi genişletemez miyim? Hayır. Onunla ben özelliklerimi değiştiremem; ben dış hiçbir şey çalışmıyorum. Biz dışarıda ne olduğunu bilmek istiyoruz ve söylediğim gibi o yok. Ama dışarıda bir şeyler mevcut, bana baskı uyguluyor. Eğer biz onunla eşitlenmiş olsaydık, ben dış gerçeklik gibi eşit özelliklere ulaşırdım, bedenden tamamen çıkardım. Beş duyu ile daha fazla sınırlanmayan bir şey hissederdim, hayatın ve ölümün ötesinde, zamanın, alanı ve mekânın ötesinde bir şey. Adlandırıldığı şekli ile “biyolojik insan” olmaktan tamamen çıkardım ve diğer duyuların var olduğu bir seviyede var olurdum, başka algıların ve başka duyumların var olduğu. Bilim adamları bunu kabul ediyor ve bununla hem fikirler, ama bunun mantıksal olarak nasıl mümkün olduğunu bilmiyorlar. Kavram tıpkı gönüllülük ve onu alma arzusu gibi çoktan var olmuş durumda.
Kabala’nın Bilgeliğine göre bizim duyularımızda hiçbir değişiklik yapmaya ihtiyacımız yok. Onları hayvani yani sadece oldukları şekli ile bırakabiliriz. Kabalalistler bundan binlerce yıl önce zaten yazdılar ki bu tür bir anlama ile bu dünyadaki var oluşumuzu geliştiremeyeceğiz. Duyularımızı genişletmek, duyularımız hakkında daha çok detay bilmek, onların dışarıyı nasıl algıladığı, bize var oluşumuzda yardım etmeyecek çünkü biz sadece kendimiz hakkında öğreniyoruz, içte nasıl olduğumuz hakkında. Bize bunu ne verecek? Kendimiz ile dışarıda olan şey arasında güçlerin bir dengesini kurmaya yakınlaşmıyoruz. Bizim dışımızda olanın genel gücü ile içimizde olanın bizim üzerimizde hareket etme şekli arasındaki fark, sürekli olarak bize baskı uyguluyor ve içimizde bir acı çekme hissi uyandırıyor.
Ve öyleyse bizim dışımızda olan gerçekliğin bu genel kanunun, “sonsuz saran ışık” adı verilen kural bize baskı uyguluyor. Bu beş açıklığı kullanmak bir sorun değil, ama amaç farklı – öyle ki bizim onunla eşitlenmemiz. Her hücre, bu dünyada var olan her biçim sadece onun çevresi ile dengede olma koşuluna bağlı olarak var oluyor. Bu toplumun her seviyesinde geçerli, aile, madde özellikleri, sıcak ve soğuk, her ne olursa – durum bu.
Kabala’nın Bilgeliği şunu söylüyor: Eğer kusursuz var oluşa ulaşmak istiyorsak, tek yapmamız gereken bu kuralı kopyalamak, dışarıda var olan bu nitelik, “sonsuz ışık”, bizim üzerimizde, içimizde, öyleyse bu gerçekten bizim kuralımız haline gelecek – öyle ki iç ve dış kanunlar eşit olacak. Sonrasında biz biyolojik hayatlarımız ile sınırlanmayacağız, bu beden ve onun beş duyusu ile. Duyular var – biz yaşıyoruz, duyular yok – biz bilmiyoruz, tıpkı ölmüşüz gibi, farklı bir var oluşa gitmiş. Şimdi yapabiliriz, yaşamımızda, algımızdan çıkar ve dışarıda olduğu gibi gerçeği kavrarız. Genişlemeye göre gelişiriz, içteki alma arzusu daha büyür, Behinat Şoreş’den Alef, Bet, Gimel, Dalet’e, bu genel kuralla çelişkili olarak daha çok olmak için gelişiriz. Şoreş, Alef veya Bet’in işlenmemişliğinde biz hala ona çok zıt değiliz. Ama Gimel veya Dalet’in işlenmemişliğinde tıpkı bizim zamanımızdaki gibi, daha çok ve daha çok ıstırap deneyimlemeye başlarız ve bütün dünya çile içindeymiş gibi gelir, yönünü şaşırmada, her seviyede yön kaybetmede; ekonomi, eğitim, her ne olursa. Artık aileler yok; insanlar uyuşturucuya kaçmak istiyor ve benzeri avuntulara. Neden? Çünkü biz Dalet’in işlenmemişlik seviyesindeyiz ki bu gelişimin çok yüksek bir seviyesidir ve saran ışık ile büyük bir çelişme içindedir.
Ortaya çıkan şu ki gelişimin kendisi bizi bu duruma getirmiştir, kendimizi dönüştürmeye başlama ihtiyacı duyduğumuz duruma, gerçeğin bizim iç algımız ile bağlı olmadığı, ama dış gerçeklik ile bağlı olduğu. Yakın zamanda bilim adamları ile bir toplantıdaydım, aralarından bazıları Nobel ödülü almış kişiler ve basın ile tartışmalarımız ve röportajlarımız oldu. Onların çizdikleri grafikler bizimkilere benziyor ve onların söylediklerine göre yaklaşık olarak 1995’den beri bilimin daha fazla gelişemeyeceği bir duruma gelmeye başladık, o artık bize homeostatisde olmamıza, çevremiz ile dengede olmamıza daha fazla yardım edemiyor.
Ve böylece, Zohar’da ve diğer Kabalistik kitaplarda yazdığı gibi, Kabala’nın Bilgeliği için duyulan ihtiyaç artıyor, Kabala’nın insan ırkının ortak, esas bilimi haline gelmek zorunda olduğu anlayışı. Bunun nedeni insanlığın bütün diğer yöntemlerden yorulmuş olması ve ortak kanunu bilmenin önemini anlamaya erişmeleri. Bu genel kural, Einstein’ın açığa çıkarmayı umduğu, bizim içinde var olduğumuz bu genel alan, bütün maddelerin tıpkı iri parçaların güçlerin ağında tabakalandığı gibi yerleştiği yerde, sadece “Yaratan” adı verilen bir kural var veya yaratılan varlıklara ihsan etme kuralı. Bu kural bize onunla daha fazla uyum içinde olduğumuz bir duruma ilerletmek için baskı uyguluyor.
Bu olgu bilim adamlarına ileri sürüldüğü zaman – dördüncü teoriye göre hareket etme ihtiyacı hakkındaki – onlar bunu anladı. Onlar insanın değişmeye ihtiyacı olduğunu anladı çünkü tarafsız bir gerçeklik yok, gerçek bizim niteliklerimize bağlı olarak algılanıyor ve eğer biz nitelikleri bu tek genel kurala göre değiştirecek olursak tamamen farklı bir şeyi açığa çıkaracağız. Biz şu anda onlarla çok gelişmiş bir durumdayız, ortak kitaplar yazmaya başlıyoruz ve beraber araştırmalar yapmaya, gerçeğin tümlev bir araştırması. Bu ilerleme öyle ki şu anda entegral bilim için uluslararası bir ekip var ki bu bütün bilimleri Kabala’nın Bilgeliği ile bütünleştirecek. Umuyorum ki ileriki birkaç ay içerisinde bunu görme erdemine erişeceğiz veya bir iki yıl içerisinde, Kabala’nın Bilgeliğindeki gerçeğin nasıl oluştuğu hakkında insanlığa gerçek bir cevap sağlayan büyük gelişme fark edilecek. Ve bu cevap, gerçeğin sadece bir resim ve bizim özelliklerimizin bir yansıması olduğu. Onu biz inşa ediyoruz ve çevrede bana ne mevcut gözüküyorsa benim duyularım yüzünden öyle gözüküyor. Eğer ben genel kurala göre duyularımı değiştirebilseydim, benim dışımda olan özelliklere göre, o zaman tamamen farklı bir gerçeklik görürdüm, yaşamak, üstesinden gelmek ve var olmak için bütünüyle yeni yetenekler edinirdim. Bu sadece duvarlardan geçmek veya onun gibi başka saçmalıklar olmazdı, ama tamamen zamanın, mekânın, hareketin, yaşamın, ölümün, vb. ötesinde bir duyum içinde yaşamak olurdu.
Bunu ilk defa duyan biri için bu gerçekdışı gibi gelebilir, aynı rüya görmek gibi. Ama bu tamamen bilimsel, pratik bir yaklaşım.
Baal HaSulam makalesinin sonunda yazar, “Kabala’nın Bilgeliği ve Felsefe” öyle ki “bu nedenle, İsrail için materyalistik psikojinin keşfi gibi bir zafer asla olmamıştır ve teolojik felsefe üzerine son bir darbe atması kadar. Ve o zamandan beri, her kim Yaratan için hasret çekiyorsa.’’ (demek istenen her kim bu dış gerçekliği bilme arzusu duyuyorsa).” Kabala’ya onun hak edilmiş onur makamına dönmek zorundadır – onun özgün sahibi olan şerefe dönmelidir. Anlamı ise entegral bir yol ile bütün diğer bilgeliklerin üzerinde olan Kabala’nın Bilgelinin yeridir, böylece onlar onun içine dâhil olabilecekler. Diğer bütün bilgelikler sadece bizim içselliğimiz ile ilgilenirken, görüşümüzü, duyuşumuzu ve duyularımızı geliştirmek ile Kabala’nın Bilgeliğinin bizim dışımızda olan bir gerçeği bizim için açtığını bilmek önemlidir ve sonrasında bizim üzerimizde etkisi olan bütün kuralları bilebiliriz.
Genişlemek için biz bu genel kural ile eşitlenmeye başlarız, bizim dışımızda ne olduğu ile birlikte kendimizin parçalarını tanımlamaya, bu kuralı doğrultmaya başlarız ve onun bizim üzerimize davrandığı yolu. Bu şekilde, günlük varlığımızı kontrol etmeye başlarız, aynı bütün gerçeği olduğu gibi, bütün var oluşu ve evreni. Bu aslında çok eski filozofların anlamadığı şeydir ve işte bu nedenden dolayı felsefe yolu ile düşünmüşlerdir, iç aklı çalışma yoluyla, dış değil, onlar gerçeği kontrol etmeyi başarabilirlerdi.
Burada eklemek istediğim bir şey var, öyle ki tarih boyunca olanlar felsefenin birkaç yüzyıl önce bittiği yerdedir, o materyalistik psikolojiyi geliştirmeye başlamıştır, bizim niteliklerimiz ile ilgili bilim anlamında, duyularımız hakkında ve duyularımız üzerinden dünyamızı nasıl kavradığımız hakkında. İşte bu nedenle bugün sınırlı olduğumuzu görebildiğimiz bir duruma eriştik. Biz sadece kendi içimizde olan şeyleri algılarız ve bundan çıkmak, kendimizden çıkmak için, Kabala’nın Bilgeliğine ihtiyacımız var.