e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada Musa’nın Ay’ın Doğuşuyla İlgili Kafasının Karışık Olması Ne Anlama Gelir?

Çalışmada Musa’nın Ay’ın Doğuşuyla İlgili Kafasının Karışık Olması Ne Anlama Gelir?

Makale No. 23, 1990

RAŞİ, bilgelerimizin “Bu ay” sözleri hakkında söylediği sözleri getirir. İşte onun sözleri: “Musa, ayın doğuşuyla ilgili şaşkındı, hangi ölçüde görülmeli ki kutsanmaya layık olsun. Ona parmağıyla gök kubbedeki ayı gösterdi ve “İşte böyle, görün ve kutsayın” dedi.”

Bunun çalışmada bize ne ifade ettiğini, Musa’nın ayın doğuşuyla ilgili kafasının karışmasının ve Yaradan’ın Musa’ya parmağıyla göstermesinin bize neyi ima ettiğini anlamalıyız. Ayrıca bilgelerimizin ne dediğini de anlamalıyız (Suka 29), “İsrail aya göre sayar, puta tapanlar ise güneşe göre.” Çalışmada aya göre saymak ile güneşe göre saymak arasındaki fark bize ne ifade ediyor?

Yaratılışın amacının O’nun yarattıklarına iyilik yapma arzusu olduğu bilinmektedir. Ancak, O’nun eylemlerinin mükemmelliğini ortaya çıkarmak için hem Tora’da hem de Mitzvot’ta bir Tzimtzum [kısıtlama] ve gizlilik vardı, çünkü Tora ve Mitzvot’ta haz ve zevk kıyafetlenmiştir ve “Gerçekten de Sen gizleyen bir Tanrısın” yazıldığı üzere, aslında Yaradan’ın Kendisine bir Tzimtzum ve gizlilik koymuştur. Bu demektir ki, Yaradan bizden gizlenmiştir ve bize Yaradan’a inanmamız, O’nun dünyayı iyi ve iyilik yapan bir rehberlikle yönettiğine inanmamız emredilmiştir.

Kişi yaratılışa bakmaya başladığında, kusurlarla dolu olsa da yani İyilik Yapan İyi dünyada ifşa edilmemiş olsa da kişi mantık ötesinde O’nun rehberliğinin iyi ve iyilik yapan bir tarzda olduğuna inanmalıdır. Bunu görmese de “Onların gözleri var ama görmezler” demelidir.

Bu nedenle, kişi cennetin krallığının yükünü üstlenmeye başladığında, hemen kişiyi Yaradan çalışmasından uzaklaştıran yabancı düşünceler alır. Ve kişi bu düşüncelerin üstesinden geldikçe, bu ayrılık düşünceleri zihnini ve kalbini dürter ve şöyle düşünür: “Şu anda yabancı düşüncelerin üstesinden gelemesem de Tora ve Mitzvot’a daha fazla önem vereceğim bir fırsatı bekliyorum ve o zaman üstesinden gelecek güce sahip olacağım.” Ve bu arada mücadeleden kaçar.

Baal HaSulam inançla ilgili olarak, insanın her şeyi anlamak ve bilmek istemesinden dolayı bunun insan için çok az önemi olduğunu söylemiştir. Bu nedenle, kişi akla aykırı olan, yani aklın buna erişemediği inancı üstlendiğinde, beden böyle bir çalışmayı üstlenmek istemez, özellikle de bu herhangi bir çalışma olmadığından, aklın üstünde bir temele dayandığından, kişi, “tüm kalbiyle ve tüm ruhuyla” çalışmalıdır, bilgelerimizin şöyle dediği gibi, “ruhunu alsa bile.”

Bu nedenle, meydana gelen gizleme nedeniyle, burada yükselişler ve düşüşler vardır. Bu demektir ki, inanç meselesi insanı her zaman aydınlatmaz. Ama en önemlisi, kişi ödül ve cezaya inanmalıdır. Ve ödül ve ceza ile ilgili olarak, ödül ve ceza inancının bir kişinin içinde bulunduğu her anlayışta geçerli olduğunu ancak insanlar arasındaki farkın Kelim’de [kaplar] olduğunu pek çok kez söyledik.

Bazı insanlar vardır ki, ödül ve ceza onlar için alma kaplarında kıyafetlenmiştir. Bu demektir ki, kişinin alma kaplarının alabildiği şey bir ödül olarak kabul edilir ve alma kaplarında kıyafetlenmeyen ödül hakkında hiçbir şekilde konuşmazlar, zira kendisi için alma arzusunda kıyafetlenmeyen ödül onları ilgilendirmez.

Bir de ödül ve cezanın özellikle ihsan etme kaplarında kıyafetlendiği zaman “ödül ve ceza” olarak adlandırıldıkları insanlar vardır. Öyle ki, eğer yaptıkları çalışma aracılığıyla Yaradan’ı hoşnut etmekle ödüllendirilebilirlerse, bunu bir ödül olarak görürler. Bu amaçla, çalışmanın ve buna gelmenin değerli olduğunu, O’nun Yaradan’a ihsan eylemleri gerçekleştirebilmesinden iyi bir tat ve zevk alacağını söylerler.

Eğer bu duyguya sahip olmadıklarını görürlerse, bunu bir ceza olarak görürler, yani Yaradan onları uzaklaştırıyor ve onları Kral’ın hizmetkârları olarak kabul etmek istemiyordur, zira Yaradan onları ahlâksız insanlar olarak görmektedir. Bu nedenle, Kral’ın sarayına girmelerine izin veremiyordur ve onlar Kral’ın sarayının dışındadırlar. Neden bu cezayı hak ettiklerini anlarlar zira hâlâ kendini sevmeye dalmış durumdadırlar.

Bu nedenle, tüm çalışmaları Yaradan’ın kendilerine sevgiden çıkabilmelerine yardım etmesi içindir. Dolayısıyla genel olarak herkes ödül ve ceza ile çalışmak zorundadır ve bu konuda insanlar arasında bir fark yoktur. Aradaki fark, hangi ödül ve hangi cezadan bahsettiğimizdedir.

Bu yüzden, kişiye kendini sevme kapları içinde ödül ve ceza vaat edildiğinde, beden buna çok fazla direnmez, zira kişi ödül ve cezaya inandığı ölçüde, kendisine gelen ve ödül ve cezaya inanmasına izin vermeyen yabancı düşüncelerin üstesinden gelmesini sağlayan bir yakıta sahiptir.

Ancak ödül ve cezanın ihsan etme kaplarında kıyafetlendiği kişiler söz konusu olduğunda, beden buna tüm gücüyle direnir. Beden şöyle der: “Eğer söylediklerini, yani ödül ve cezaya inandığını kabul ediyorsam, Tora ve Mitzvot’u yerine getirmeye direnmezsem bana ne gibi bir ödül vaat ediyorsun? Ödül, beni tamamen iptal etmen olacak, böylece ben, yani alma arzusu, hiçbir hakka sahip olmayacağım. Bilgelerimizin, ‘Kalbim içimde katledildi’ dediği Kral Davud’unki gibi bir ödüle sahip olmak istiyorsun; burada ‘katledilmek’, oruç tutarak kötü eğilimi öldürdükleri anlamına gelir. Dolayısıyla, Tora ve Mitzvot’a uymanın karşılığında beni öldürmekle ödüllendirileceğine inanıyorsam, umduğun bu ödül benim için gerçek ölümdür, öyleyse beni öldürmene nasıl yardım edebilirim?”

Bu nedenle, ödül ve cezanın ihsan etme kaplarında olmasını, ödüllendirilirse bunun onun ödülü olmasını isteyen kişi söz konusu olduğunda, beden buna kesinlikle karşı çıkar. Dolayısıyla, bu çalışmada yükselişler ve düşüşler meselesi başlar, öyle bir noktaya gelir ki kişi genellikle bu yolun, ihsan kaplarıyla ödüllendirilmenin, bunun onun ödülü olmasının, bu çalışmanın kendisine göre olmadığına karar verir ve bu mücadeleden kaçmak ister.

Bu çalışmada, ödül ve cezada -kişi ihsan etme kaplarıyla ödüllendirilmek ister- İlahi Takdir’in yüzü gizlenmelidir, aksi takdirde kişinin Yaradan rızası için bir şey yapabilmesi tamamen imkânsız hale gelecektir.

Bu nedenle, kişi cennetin krallığını kendi üzerine almak istediğinde, gizlilik zamanında, Malhut “ışığını güneşten alan ay” olarak kabul edilir. Ancak Malhut’un kendisinde, Zohar’da yazıldığı üzere, “Malhut’un, kocasının ona verdiği dışında, kendine ait hiçbir şeyi yoktur”.

Bu demektir ki, aşağı olan açısından, cennetin krallığının yükünü üzerine alan kişi, hiçbir şekilde kendi öneminin tadını almaz. “Kendisinden”, demek, kişi herhangi bir lezzet istemiyor ama üstteki verirse, alttaki alır demektir. Bu, kocasının ona verdiği dışında kendisinden hiçbir şeye sahip olmadığı şeklinde değerlendirilir. Sahip olduğu şey budur. Ama kendisi için hiçbir şey istemez.

Aksine, kişi Yaradan’ın hizmetkârı olmayı koşulsuz olarak kabul eder, yani ister önemin lezzetini hissetsin isterse de çalışmasında herhangi bir lezzet hissetmesin. Şöyle der: “Eğer Yaradan’a memnuniyet getirmek istiyorsam, çalışmamdan zevk alıp almadığımı neden umursayayım? Sadece Yaradan’ın çalışmamdan hoşlandığına inanmalıyım. Ve her ne kadar yaptığım çalışmanın tüm kalbimle olmadığını görsem de ve Kral’ın emrini yerine getirdiğimi hissetmesem de zira şimdilik her şey benden saklı ve benim gözümde,” der kişi, “yaptığım şeyin hiçbir değeri yok ve Yaradan’ın böyle bir eylemden hoşlandığını nasıl söyleyebilirim ve en azından böyle bir inanç Yaradan’ın bundan hoşlandığı konusunda beni aydınlatırsa, o zaman ben de biraz olsun zevk hissederim.”

Bunun cevabı Baal HaSulam’ın dediği gibidir: Kişi bir şey yaptığında ve Yaradan’ın yaptığı şeyden zevk almasını istediğinde, Yaradan’ın zaten yukarıda zevk aldığına inanmalıdır. Eylemin şekli önemli değildir; kişi bu eylemin olabilecek en alçak, en düşük seviyede olduğunu görse bile, kişinin istemesi yeterlidir.

Bu kişinin doğru yolda yürümesi olarak kabul edilir, yani kişi yaptığı çalışmanın mükemmel olduğunu söylemez; kendine yalan söylemez. Bunun yerine, yaptığı çalışmanın daha kusurlu olamayacağını söyler ve bu doğrudur, ancak bize “Efendi yücedir ve alçak olanlar görecektir” yazılı olana inanmamızı söyleyen bilgelere inanır. Bu nedenle Yaradan’ın bu çalışmadan zevk aldığına inanır.

Şimdi sorduğumuz şeyi yorumlamalıyız: Musa’nın ayın doğumuyla ilgili şaşkın olmasının anlamı nedir, ne dereceye kadar görülmeli ve kutsamaya uygun olmalıdır? Ayın doğuşunun, kişinin cennetin krallığının yükünü üzerine almaya başladığı zaman anlamına geldiğini yorumlamalıyız ve “başlamak” insanın doğumunun başlangıcı anlamına gelir, o zaman soru şudur: Cennetin krallığının alınması, yani kişinin kendi üzerine aldığı inanç hangi ölçüdedir?

Kişi bu inanç ölçüsünde eylemde bulunur ve “ayın doğuşu” Yaradan’a olan inancın henüz tüm organlarında hissedilmediği anlamına gelir. Bununla birlikte, kişi zaten krallığı üstlenmek ister, ancak beden buna karşı çıkar ve bedeniyle zorlama yoluyla çalışır. Başka bir deyişle, bir yandan Yaradan’a inanmak ve O’nu sevmek isterken, diğer yandan bedeni buna direnir ve kişi kendi alçaklığını hisseder.

Böyle bir kişi hakkında “yüzün gizliliği” koşulunda olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Yaradan’a inançla hiçbir bağlantısı olmayan insanlar, yüzün gizliliği koşulunda değildirler. Bu demektir ki, onlar Yaradan’ın kendilerinden gizlendiğine yani yaratılışın ıslahı amacıyla O’nu hissetmemeleri için Yaradan’ın Kendisini örttüğüne inanmazlar.

Bu nedenle, onlardan hiç söz etmiyoruz. Aksine, çalışmada konuşmanın başlangıcı, kişinin cennetin krallığının yükünü üzerine almaya başladığı ve bu inanca dayanarak Tora ve Mitzvot’u yerine getirdiği zamandır. Bu kişi ile ilgili olarak, ayın doğuşu, ne ölçüde görülmesi ve kutsanmaya layık hale gelmesi gerektiği konusunu konuşmaya başlarız. Başka bir deyişle, hangi inanç seviyesinde onun zaten Keduşa’ya [kutsallığa] sahip olduğunu ve eylemleri Keduşa’dan olduğu için Yaradan’ın onun yaptıklarından hoşlandığını söyleyebiliriz. Kişinin yaptığı şeyler zorunluluktan kaynaklansa bile, tüm beden kişinin istediklerine direndiği için, “kalbi onunla değilken” Yaradan’ın bu tür eylemlerden hoşlandığı nasıl söylenebilir?

Örneğin, bir kişi dostuna bir hediye verirse ve dostu ona hediye vermesine rağmen bunu tüm kalbiyle yapmadığını, çünkü onu hâlâ sevmediğini bilirse. O kişi ondan hediye almayacaktır. Ancak gerçekte, bir kişi dostunu yemeğe davet etse ve konuk bu davetin içten gelmediğini, zorunluluktan olduğunu bilse, konuk bunu bilirse bu teklifi reddedeceğini görürüz. Öyleyse, gizlilik koşulunda, çalışmasını zoraki bir şekilde yapan bir kişi, Yaradan’ın çalışmasını kabul ettiğini ve bundan hoşlandığını nasıl söyleyebilir?

Ancak, bize tüm çalışmalarımızın, ne kadar çalışırsak çalışalım, eğer kişi çalışmasını Yaradan’a atfederse, tamamen alçaklık içinde olsa bile, Yaradan’ın bundan hoşlandığını söyleyen bilgelere inanmalıyız. Kişi aşağı bir durumdayken bir şeyler yapabildiği için mutlu olmalıdır.

Kişi kendine Yaradan’ın bu çalışmadan hoşlandığını söylemelidir ki bu tamamen mantık ötesidir. Makul bir şekilde düşünüldüğünde, bu çalışma “çalışma” yani Yaradan’ın hoşlandığı önemli bir eylem olarak görülmez. Yine de bize Yaradan’ın zevk aldığını ama bunun mantık ötesi olduğunu söyleyen bilgelere inanır.

Bununla Musa’nın ayın doğuşuyla ilgili neden kafasının karıştığını yorumlamalıyız: Nasıl olur da bir gizlilik koşulu olan doğum sırasındaki böyle bir çalışma hakkında, bunun Keduşa olduğunu ve Yaradan’ın bu tür eylemlerden hoşlandığını söyleyebiliriz?

Şöyle yazılmıştır: “Musa ayın doğuşu konusunda şaşkındı. Yaradan ona bir parmağıyla gök kubbedeki ayı gösterdi ve ona şöyle dedi: ‘İşte böyle, gör ve kutsa’.”

Ona parmağıyla göstermesi ne anlama geliyor diye sorduk. Bu, Baal HaSulam’ın bilgelerimizin söyledikleri hakkında söylediği gibidir (Taanit’in sonu): “Rabbi Elazar, ‘Yaradan erdemlileri affetmeye ve onların arasında yaşamaya yazgılıdır ve her biri parmağıyla işaret edecektir’ dedi.” “Parmağıyla işaret etmenin”, “görmek” olarak adlandırılan Hohma’nın ışığını ima ettiğini, yani herkesin Hohma’nın [bilgeliğin] ifşasıyla ödüllendirileceğini söyledi.

Buna göre, burada “Yaradan Musa’ya parmağıyla gösterdi ve ‘Bunun gibi, gör ve kutsa’ dedi” şöyle yazıldığı gibi yorumlayabiliriz, “ona gök kubbedeki ayı gösterdi”, yani ayın doğuşu gök kubbede görülür. Bilgelerimizin dediği gibi “gök kubbe”, “ayırıcı Masah [perde]”dir, “Ve Tanrı gök kubbeyi yarattı ve su ile suyu birbirinden ayırdı” ve aşağı su, “Kral’ın huzurunda olmak istiyoruz” diye haykırdı.

Doğum anında gök kubbede bulunan ay, yüzün gizlenmesindedir. Yaradan dedi ki, “Doğum sırasında gördüğünüz bu ölçüyü, bunun gibi, görün ve kutsayın. Her ne kadar kişinin tüm eylemleri hâlâ zorunluluktan kaynaklandığından, bu tamamen mantık ötesi bir aşağılık olsa da, yine de bu çalışmayı Benim adıma atfederseniz, sanki bir parmağı ile işaret ediyormuş gibi bundan zevk alırım.”

Bilgelerimizin sözlerinde söylendiği gibi, “Yaradan erdemlileri affetmeye yazgılıdır ve her biri kendi parmağıyla işaret edecektir.” Yani, onlar zaten Hochma ile ödüllendirilmiş gibi bundan zevk alırım. Bu nedenle, eğer bir kişi bunun üstesinden gelirse ve bilgelere inançla yaklaşırsa, yükselebilir zira Yaradan’a şöyle der: “Kendimi kayıtsız şartsız teslim etmek istiyorum, bu yüzden bana bu çalışmada iyi bir tat vermene gerek yok.”

Bu demektir ki, kişi Yaradan’a şöyle der: “Eğer Sen benim zevk aldığımı görürsen, o zaman ihsan etmek için çalışabilirim, böylece Sen de zevk alırsın. Aksi takdirde, ihsan etmek için çalışamam.” Buradan kişinin Yaradan’a kendisine yani insanın aklına göre nasıl davranması gerektiğini dikte ettiği sonucu çıkar. Bu konuda Yaradan’ın “Benim düşüncelerim sizin düşünceleriniz değildir” dediğini söylemeliyiz.

Aksine, kişi şöyle der: “Tora ve Mitzvot’u yerine getirmenin önemini takdir etme konusunda ne kadar çok şey anladığım umurumda değil, bundan öyle büyük bir ilham alacağım ki, tüm bedenim Yaradan’a teslim olacak ve her şeyi sevgi ve sevinçle yapacağım. Daha doğrusu, bununla, kutsal çalışmayı sadece zorlamayla yapabileceğimi görüyorum. Bu da kime hizmet ettiğimi anlayacak ve takdir edecek, yani yüce bir Kral’a hizmet ettiğimi hissedecek bilgiye hala sahip olmadığım anlamına gelir. Dolayısıyla, Keduşa’da çalıştığımı nasıl söyleyebilirim? Ne de olsa, Yaradan çalışmasına karşı yabancı düşüncelerim var, öyle bir dereceye kadar ki, her şeyi zorla yapmak zorundayım.” Ve kişi yine de bilgelere inançla güvenir.

Bunun cevabı, Yaradan’ın “Bunun gibi, görün ve kutsayın” demesidir. Yani, kişi hâlâ “ay “ın cennetin krallığını ve ayı ifade ettiği yerde, ayın öneminin ölçüsünü görmese de Yaradan gök kubbede bir parmağıyla, “Ve Tanrı gök kubbeyi yarattı ve gök kubbenin altındaki suları birbirinden ayırdı” yorumunda söylendiği gibi, aşağıdakilere yönelik bir gizlilik olduğunu gösterdi.

Başka bir deyişle, aşağıdakiler yukarı bakamazlar, zira aşağıdakileri gizleyen ve onlardan ayıran bir gök kubbe vardır. Bu, Yaradan’ın, bunun ne ölçüde görülmesi ve kutsamaya layık olması gerektiği konusunda kafası karışan Musa’ya verdiği cevaptı, yani “Bu Keduşa’dır ve bu Keduşa Benim önümde yükselir ve Ben onu Keduşa olarak kabul ederim” diyebilmesi için.

Ona parmağıyla gösterdi. Yani, “Bunun gibi, görün ve kutsayın.” Başka bir deyişle, gök kubbedeki ayın tamamen gizlenmiş olduğu gibi ve kişi onu kutsallaştırır ve der ki, “Maneviyata ne kadar tutunursam tutunayım, bunu sevgiyle kabul ediyorum, çalışmam zorlama olsa bile, bu da önemlidir, Yaradan’a biraz olsun inancım var, yine de kendimi eğebilirim ve Yaradan’ı memnun etmek için zorla da olsa bir şeyler yapabilirim ve bu sahip olduğum en az şeydir.” Kişi bunun kendi gözünde sanki O’nun parmağıyla işaret etmesi kadar önemli olduğunu söylemelidir.

“İsrail, aya göre sayar, puta tapanlar ise güneşe göre sayarlar” sözünün anlamı budur. Bunun bize çalışmada ne öğretmek için geldiğini sorduk? İnsan, “İsrail” niteliğini ve “dünya ulusları” niteliğini içeren küçük bir dünya olduğu için, İsrail’in aya göre, puta tapanların ise güneşe göre saydığı şeklinde yorumlamalıyız.” Önemli bir şeye “sayılan bir şey” denir.

Kişinin içindeki dünya ulusları arasında, bu Yaradan çalışmasının onun için güneş gibi parladığı zamandır. Güneşe “gün” denildiği gibi, bilgelerimizin dediği üzere, “Eğer mesele sizin için ışık kadar, yani parlayan ışık kadar açıksa” (Pesahim 2b). Başka bir deyişle, çalışma konusu kişinin tüm bedeninde parlar. O zaman çalışabilir, Tora ve Mitzvot ile meşgul olabilir.

Ama eğer güneş kişi için tüm bedeninde parlamazsa, kutsal çalışmayı yapamaz. Bu anlayışa “dünya ulusları” denir, onlar sadece güneşe yani özellikle onlar için aydınlattığında hizmet ederler ve üstesinden gelemezler ve zorlayıcı bir şekilde çalışamazlar.

Ancak kişinin içindeki İsrail aya göre sayılır. Yani, güneşten alması gereken ışığın hâlâ görülmediği ayın doğumu sırasında çalışmalarını kutsarlar. Daha doğrusu, “Bunun gibi, görün ve kutsayın.” Kişi yukarıdan bir aydınlık gelene kadar bekleyip ondan sonra çalışmaya başlamaz. Aksine, maneviyatta sahip olduğu anlayış için Yaradan’a teşekkür eder. Buna “İsrail niteliği” denir ve özellikle bununla kişi kutsallığın basamaklarında yükselmekle ödüllendirilir, şöyle denildiği gibi: “‘Ve Musa bakmaktan korktuğu için yüzünü sakladı’ sözüne karşılık, ‘Efendinin suretini gördü’ ile ödüllendirildi.” Başka bir deyişle, özellikle kutsallık çalışmasını koşulsuz olarak yapmayı üstlenen bir kişi, yaratılış amacına, yani O’nun yarattıklarına iyilik yapma arzusuna ulaşarak ödüllendirilir.

Bunun gibi, Zohar’da (Bereşit Bet, Madde 14), “Bu sarayın içinde, tam bir tövbe ile ıslah olmak için bu dünyada eziyetler çeken ve hastalıklara yakalanan, her gün Efendilerine şükreden ve onları öven ve dualarını asla iptal etmeyenler vardır. Yani, O’nun huzurunda endişe duyan bir insanın doğası, kendisini eksikliklerle dolu olarak görmektir. Bu da kişinin eksikliklerini tamamlamak için her zaman dua etmesini sağlar. Ancak Yaradan’a şükredemez ve övgüde bulunamaz çünkü zihninde şükredeceği ve övgüde bulunacağı hiçbir şey yoktur. Öte yandan, eğer üstesinden gelir ve her gün Yaradan’a kendisine gösterdiği bu büyük şefkat için teşekkür eder ve şükrederse, içinde bulunduğu durumdan mutlaka memnuniyet duyar ve yine de Yaradan’a eksiklikleri için dua edemez ve şikâyet edemez.” Zohar şöyle der: “Bu erdemlerin fazileti, her iki tarafta da tam olmalarıdır. Bu nedenle, Cennet Bahçesi’ndeki Hod’un sarayına girmekle ödüllendirilmişlerdir.”

Bundan dolayı, her ne kadar birbirleriyle çelişseler de kişi her iki çizgide de yürümelidir, çünkü özellikle bu sayede Kral’ın sarayına girmekle ödüllendiriliriz.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,097