e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada Yasa ve Yargı Arasındaki Fark Nedir?

Çalışmada Yasa ve Yargı Arasındaki Fark Nedir?

Makale No. 26, 1988

“Yasa”nın akıl olmadan, mantık üstü anlamına geldiği bilinmektedir. Yani, bunun neden bu şekilde yapıldığını veya neden bu şekilde -Tora’nın bizden talep ettiği şekilde- yapılması gerektiğini yanıtlamanın makul bir yolu yoktur.

Örneğin, bilgelerimiz şöyle dedi (Minchot 29b), “Rav Yehuda dedi ki, ‘Rav ‘Musa cennete gittiğinde, Yaradan’ı otururken ve harflere taçlar bağlarken buldu’ dedi. O’na dedi ki: ‘Dünyanın Efendisi, seni kim tutuyor?’ Raşi, “taçların” bir Tora kitabındaki etiketler [işaretler] gibi olduğunu yorumlar. ‘Seni kim tutuyor?’ yazdıklarına etiketler eklemen gerekir anlamına gelir.

Ona, “Birkaç nesil sonra Akiva Ben Yosef adında bir adam olacak.” dedi. Her bir nokta üzerinde sayısız yasayı tefsir edecek. Dedi ki: ‘Dünyanın efendisi, sende böyle bir insan var da, yine de Tora’yı benim aracılığımla mı veriyorsun?’ O cevap verdi, ‘Sessiz ol! Benim düşüncem böyleydi.’ O’na dedi ki: ‘Dünyanın efendisi, bana Tora’sını [yasasını] göstersin, bana ödülünü göster.’ O etinin bir mezbahada tartıldığını gördü. (Raşi, buranın kasapların eti tarttığı yer olduğu, Berahot, s 61’de söylendiği gibi, onun etinin demir taraklarla tarandığı şeklinde yorumlar.)

O’na şöyle dedi: ‘Dünyanın efendisi, bu Tora’dır ve bu da bunun ödülü müdür?’ O cevapladı, ‘Sessiz ol! Benim düşüncem buydu.’

Musa’nın mantık üstünü iki şekilde görüyoruz: 1) Yaradan’ın Musa’ya vermiş olduğu mantık üstü, “Musa, kendi payına düşen hediyeden, kesinlikle Efendi’nin tek kurtuluşu olan, kendisi aracılığıyla gelecek Tora armağanından memnun olacaktır.” yazıldığı gibi. Bir kişi neden böyle büyük bir hediyeyi hak ettiğini bilmez. Yani Musa, bunun kendi eylemlerine göre olmadığını görmüştür. Ona göre Tora, Rabbi Akiva aracılığıyla verilmiş olmalıydı, onun aracılığıyla değil. 2) Zıt yönde mantık üstü: Musa, “Bu Tora’dır ve bu da bunun ödülü müdür?” diye sordu. Bu bir ceza gibi görünür. Mantık ötesi, o bunun Musa’nın düşündüğü gibi bir ceza değil bir ödül olduğunu söylemek zorundadır. Buna aklın erişemeyeceği “mantık üstü yasa” denir.

Buradan, Bir kişi cennetin krallığının yükünü üzerine aldığında, bedenin şunu sorduğu sonucu çıkar:  “Bundan ne alacaksın?” Bunun iki yanıtı olmalıdır: 1) Lo Lişma [Onun adına değil]. Yani bir kişi kendi için, bedeninin mantığı dâhilinde, amacının değerli olduğunu anlayacağı bir cevap uydurmalıdır. Buna Lo Lişma ve “mantık dâhilinde” denir. Açıkladığımız gibi (Essay No. 23, Tav-Shin-Mem-Het), Lo Lişma’da beş tutumun farkına varmalıyız ve bir kişi Lo Lişma’yı, içinde bulunduğu safhada çözmelidir ki böylece beden bunu anlar zira Lo Lişma nedeniyle çalışmaya değerdir çünkü beden artık buna değdiğini anlar. Bu şekilde kişinin çalışma için yakıtı olacak ve her zaman çalışacak bir yeri olacaktır.

Bununla birlikte, kişi aynı zamanda çalışmaya başlamalı ve Lişma’ya [O’nun adına] ulaşmak için taktikler aramalıdır, çünkü kişi Lişma’nın ne olduğunu bilmez. Bunun kelime anlamı “Yaradan uğruna çalışmak” tır ve Yaradan uğruna çalışmanın ne olduğunu kim bilir? Yine de, bir kişi bunu başarmak için “Yaradan uğruna” çalışmaya başlamadan önce,  “Yaradan uğruna”nın ne anlama geldiğini bilemez, çünkü çalışmada önemli olan duygudur, akıl değil.

Bu nedenle, Lişma’ya ulaşmak isteyen herhangi bir kişi, iş gününün yani Lo Lişma’sının bir parçası olarak zaman ayırmalı ve Lişma üzerinde çalışmaya başlamalıdır. Ardından, bedenin, neden Yaradan uğruna çalışması gerektiğini anlamaması anlamına gelen “mantık üstü” nün anlamını kavrayacaktır. O zaman, bir kişinin mantık ötesi inanması gerektiğinin ne anlama geldiğini de anlamaya başlar. Tersine, Lo Lişma’da, beden Tora ve Mitzvot’u yerine getirmeye değer olduğunu anladığı için Yaradan’a inanmak o kadar zor değildir,  Lo Lişma’nın beş tutumu olduğu yazıldığı gibi (Essay No. 23, Tav-Shin-Mem-Het) ve beden Tora ve Mitzvot’u [emirleri/iyi işleri] yerine getirmeye değer bir şey bulduğunda, bu “mantık içinde çalışmak” olarak kabul edilir. Beden, manevi çalışmanın değerli olduğunu ve dünyevi arzunlar içinde olmaktan daha fazlasını kazanacağını, yani beden, Tora ve Mitzvot’u (Manevi Çalışma ve Emirleri) yerine getirmeyen birinden daha fazla zevk alacağını mantık içinde anladığı için Lo Lişma’ya “mantık içinde” denir, bu, buna duyulan ihtiyacın mantıklı olduğu anlamına gelir.

Bu nedenle, Lişma’ya ulaşmak isteyen (Yaradan rızası için ihsan etmeye ulaşmak isteyen) herhangi bir kişi, iş gününün yani Lo Lişma’sının bir parçası olarak zaman ayırmalı ve Lişma üzerinde çalışmaya başlamalıdır. Ardından, bedenin neden Yaradan uğruna çalışması gerektiğini anlamaması anlamına gelen “mantık üstü”nün manasını kavrayacaktır. O zaman, kişi, birinin kişinin mantık ötesi inanması gerektiğinin de ne anlama geldiğini anlamaya başlar. Tersine, Lo Lişma’da, beden Tora ve Mitzvot’u yerine getirmeye değer olduğunu anladığı için Yaradan’a inanmak o kadar zor değildir,  Lo Lişma’nın beş tutumu olduğu yazıldığı gibi (Essay No. 23, Tav-Shin-Mem-Het) ve beden Tora ve Mitzvot’u [emirleri/iyi işleri] yerine getirmeye değer bir şey bulduğunda, bu “mantık içinde çalışmak” olarak kabul edilir. Beden, manevi çalışmanın değerli olduğunu ve dünyevi arzunlar içinde olmaktan daha fazlasını kazanacağını, yani beden, Tora ve Mitzvot’u (Manevi Çalışma ve Emirleri) yerine getirmeyen birinden daha fazla zevk alacağını mantık içinde anladığı için Lo Lişma’ya “mantık içinde” denir, bu, buna duyulan ihtiyacın mantıklı olduğu anlamına gelir.

Ama eğer Tora’ya ayırdığı zamanın bir kısmını alır ve Lo Lişma temelinde, örneğin günde yarım saat çalışırsa ve kendi menfaati için değil Yaradan uğruna çalışmaya değer olup olmadığını düşünmeye başlarsa, daha sonra beden, Firavunun sorusunu sormaya başlar: “Sesine itaat etmem gereken Efendi kim?”

Sormalıyız, Nasıl oluyor da o Lişma çalışmayı düşünmeye başlamadan önce, kişi Yaradan’a olan inancıyla yetiniyordu ve beden bu soruları sormuyordu, şimdi sadece ihsan etme yolunda yürümeyi düşündüğü için beden böyle sorular sormaya başlar. Cevap şudur; bir kişi bir işveren için çalıştığında, işverenin kim olduğunu ve işverenin ödediği maaşın ne olduğunu göz önünde bulundurmamız gerektiğini görürüz. Bununla birlikte kişi, işvereni tanımak istese de bunun bir önemi yoktur. Yani işvereni hiç görmese fakat mükâfatından emin olsa da çalışmayı kabul eder. Üstelik işvereni asla göremeyeceği söylense bile, bu yine de fark etmeyecektir. Aksine, önemli olan maaştır. Çalışmanın değerli olup olmadığını bu belirler.

Ama bir kişiye, “Burada onun için çalışacak insanlara ihtiyacı olan önemli bir kişi var. Ancak iş için herhangi bir ücret ödemiyor.” denilirse, bu durumda kişinin, kimin için çalışması gerektiğini görmesi gerekir. Yani kişi onun, karşılığında hiçbir ödül almadan çalışmaya değecek gerçekten önemli bir insan olup olmadığını bilmek ister. Ancak kendisine saygı duyan insanlar varsa ve onun da onurlandırılacağını görürse, yani önemli bir kişiye hizmet ettiği için, önemli kişiyi tanıyan kişilerin yaptığı işe saygı duyacağını görürse, önemli kişinin kendisini, onun büyüklüğünü ve önemini kavraması adına insanların söylediklerinin doğru olup olmadığını asla göremeyecek olsa da çalışabilir.

Bu, aynı zamanda, bu onurun, önemli kişinin kendisine saygı duymasından değil fakat önemli bir kişiye hizmet ettiği için insanların ona saygı duymasından haz alması yüzünden oluşudur. Buradan, kişinin kendisine saygı duyan insanları görmesinin yeterli olduğu sonucu çıkar ve bu nedenle işvereni görmeye çok fazla ihtiyacı yoktur. Bilakis maaşını, kendisine saygısı ile ödeyenleri tanımakla yetinir. Yani “saygı” denilen mükâfatını ödeyenleri görmesi yeterlidir.

Diğer taraftan kişi, o önemli kişiye saygı duyan kimsenin olmadığı bir yerdeyse, yani kişi insanların ona verdiği hizmete göre, onu az önemli biri olarak takdir ettiklerini görür ve sadece bir avuç insan onu önemli biri olarak takdir eder fakat bu insanlar, ona çok az saygı duyanların gözünde önemli değildir. Bu durumda insan bir ikilemle karşı karşıya kalır: Saygın insanlar arasında takdir edilmeyenleri dinlemeli mi?

Yani, kamuoyunda etkisi olan kişiler, o kişinin öneminden dolayı ancak bir dereceye kadar takdir edilmesi gerektiğini, basitçe mantık ötesinde, yani makul göründüğünden daha fazla hayranlık duyulmaması gerektiğini söyler. Ancak insan, kamuoyunda etkisi olan kişilerin çoğunlukta ve en değerli olduğunu görür ve onları dinlerse, yani onların takdirine göre ona hizmet ederse, bu insanlar ona saygı duyacaktır.

Ya da kamuoyunda etkisi olmayanlara biraz itaat etmelidir ya da hatta daha da kötüsü;  kendisinin önemli bir insan olduğunu ve fedakârca hizmet etmeye değer olduğunu söyleyen bu aşağılık insanlarla bağ kurduğunu açıkça söylemenin bir utanç olduğuna. Kural, çoğunluğun bireye görüşleri ile hükmetmesi olduğu için, bir kişi ihsan etmek ve herhangi bir karşılık almamak için çalışmaya başladığında, her seferinde çoğunluğun görüşü uyanır – belki de çalışmaya ve ona kalbi ve ruhu ile hizmet etmeye değmez.

Bu nedenle her seferinde Firavunun sorusu uyanır:

“Sesine itaat etmem gereken Efendi kim?”

Buradan, “Kim” sorusunun ortaya çıkmasının nedeninin, kötülerin sorusu olan “ne” sorusu olduğu sonucu çıkar. Bunun hakkında şöyle yazılmıştır: “Bir Kötü, ne der? ‘Bu çalışma senin için nedir?’” Yani, bir kişi, Lo Lişma çalışmakla yetindiklerini çünkü Lişma’nın mantık ötesi gidebilen insanlar için olduğunu ve bizlerin, yani İsrail’in çoğunluğunun Tora ve Mitzvot’u kendimize fayda sağlamak amacıyla uygulayabilmekle yetindiğimizi ve her şeyi Yaradan’a fayda sağlamak amacıyla yapmanın bizi ilgilendirmediğini söyleyen genel halka karşı gelmek istediğindedir.

Yine de, kişi ihsan etmek ve hiç almamak için çalışmak ister. O sırada beden, “Efendi kimdir?” diye sorar. Yani, O’nun için çalışmaya değer olacak kadar önemli olduğundan emin misin? Başka bir deyişle, saygı için çalışmak, yani saygı görmek için çalışmak burada geçerli değildir çünkü ihsan etmek için çalıştığından genel halk onu takdir etmez. Aksine, onu küçük düşürürler ve hakkında onun bir aptal olduğunu söylerler.

Bu nedenle, kişi Yaradan’ın önemini kendisi belirlemelidir. İnsanın düşüş ve yükselişlerinin başladığı yer burasıdır. Bu ikisi – “kim” ve “ne” – bir araya gelir ve ona sorularını sorar ve bir kişi daima bunların üstesinden gelemez.

Sonuç olarak, bir kişinin sorular sormaya başlamasının ana nedeni, görünüşe göre kutsal işi yapmaya hazır olduğu ve mantık ötesi inançla gitmesinin zor olması dışında kendi içinde hiçbir alçaklık olmadığı için soruyor olmasıdır, bu nedenle “kim” sorusunu sorar. Ama gerçekte sorular, insanın kendini sevmesine dalmış olduğu ve öz sevgisinin üstesinden gelemediği için, insanın alçaklığından kaynaklanır.

Hatalı olduğunu, kendisi hakkında bir görüşü olmadığın fakat kalbinin peşinden gittiğini söylemesinin zor olması insan doğasıdır, bilgelerimizin “Kötü, kalbinin elindedir.”  dediği gibi  “Ve Haman kalbinden söyledi.” yazıldığı gibi.

Bu nedenle kişinin, Yaradan’ı bilseydi mutlaka Yaradan’a hizmet ederdi demesi daha doğru olur. Fakat akıl, mantık ötesi inanç meselesinin tamamını anlamadığı için, “Sesine itaat etmem gereken Efendi kim?” diye tartışır.

Ama gerçekte, onun alma arzusu, yalnızca bunun doğru olup olmadığını anlamak istediğini ve “Sesine itaat etmem gereken Efendi kim?” sorusuna bir yanıt istediğini iddia eder. Yani bedene kendimiz için değil, Yaradan için çalışmamız gerektiğini söylediğimizde, “Efendi kimdir” sorusunu sormasının nedeni budur.

Ama Lo Lişma niyetiyle çalıştığında, Lo Lişma çalışması mantıklı olduğu için “Efendi kimdir” sorusunu sormasına gerek yoktu. Dolayısıyla inancın kabulü de onun için mantık dâhilindedir. Yani hem akıl hem de kalp mantığın üzerine inşa edilmiştir ve her ikisinin de, akıl ve kalple ödüllendirilmek için Yaradan’ın yardımına ihtiyacı vardır.

Buradan “Yasa”nın, bunun mantık üstü olduğu anlamına geldiği ve niyetin inançla ilgili olduğu, mantık ötesi inançla kişinin Israil haline geldiği sonucu çıkar.  Diğer taraftan, kişi mantık ötesinde bir inançla ödüllendirilmeden önce, yalnızca “toz” denilen “kutsal cansız” olarak kabul edilir. Yani hala, edindiği tozun tadını maneviyatta tatmaktadır.

Buna “Tozdaki Şehina [Kutsallık]” denir. Kişi mantık üstü kabul etmediği sürece bu böyledir. Bu yukarıda söylediğimiz gibidir ki, Yaradan’dan bize mantığın üzerine çıkma ve aklımızın kölesi olmama gücü vermesini istemeliyiz.

Diğer taraftan, Tora, özellikle mantık dâhilinde olan “yargı” olarak adlandırılır. Başka bir deyişle, kişi Tora’nın “Yaradan’ın isimleri” olarak adlandırıldığını anlamalıdır. Ancak, “İsrail” ile ödüllendirilmeden “mantık içinde” denilen Tora’ya ulaşmak mümkün değildir, yazıldığı gibi (Hagigah 13a), “Rabbi Ami dedi ki, ‘ Bir kişi Tora’nın sözlerini putperestlere iletmez,  ‘O hiçbir ulusa böyle yapmadı ve onlar, hükümleri bilmiyorlar. ”denildiği gibi.

Bundan iki şey görürüz: 1) Tora’ya “yargı” denir “ve onlar hükümleri bilmiyorlar.” yazıldığı gibi, 2) Putperestlere Tora anlamına gelen yargıları öğretmek yasaktır.

Soru şudur: Puta tapan biri Tora öğrenmek istiyorsa, ona öğretmesi neden yasaktır? Bunun tam tersi olması mantıklıdır: Öğrenerek Yaradan’ın kutsanması olacaktır. Yani putperest bile Tora’nın önemini kabul edecektir, öyleyse yasak neden?

Bunu çalışmada yorumlamalıyız. Demek ki putperestlerle İsrail aynı kişidedir. Bir kişi “mantık üstü inanç” olarak adlandırılan yasa ile ödüllendirilmeden önce, “Mantık dâhilinde” kabul edilen “Yaradan’ın isimleri” olarak Tora’yı edinen kişiye hala “İsrail” denmez.

Çalışmada Baal HaSulam’ın söylediği bir kural vardır ki, “yasak” yazıldığı yerde bu, “imkânsız” anlamına gelir. Bu, Tora’nın özellikle İsrail’e verilmesinin anlamıdır, çünkü İsrail, Yaşar-El’in [Yaratan’a doğru] niteliğidir, bu da onun tüm eylemlerinin Yaradan’ın uğruna olduğu anlamına gelir.

Buna Dvekut [yapışma], “form eşitliği” denir. Kişi bu yasa ile ödüllendirildiğinde, Tora denilen yargı ile ödüllendirilebileceği zaman gelir. Tora’nın sadece İsrail’e verilmesinin anlamı budur.

Bu nedenle, “yargı”nın, Tora olarak kabul edilen ilk dokuz Sefirot olduğu sonucu çıkar. Bu mantık dâhilinde alınır. Bilgelerimizin dediği gibi (Baba Metzia 59b), “Rabbi Yehoşua ayağa kalktı ve ‘O cennette değil’ dedi. Rabbi Yirmiah, ‘Çünkü Tora zaten Sina Dağı’nda verildi.’ dedi.”

Bununla tarlanın kenarları gibi olan Payotları [1] anlayacağız. Ari’nin yazdığı gibi (On Sefirot’un Çalışması, Kısım 13), “Malhut de Galgalta’ya Pe’ah [köşe-payot] denir. Bu, ‘Tarlanızın kenarlarını biçmeyeceksiniz.’ sözlerinden bilinir. Onları fakirler ve yabancılar için bırakın.’ Malhut onların sonuncusudur, hasattan sonra kalan tarla kenarı gibi. Aynı şekilde, tarlanın hasadı gibi olan başın kıllarını tıraş ettikten sonra, saçın Malhut’u olan payot bırakmalıdır. Pe’ah [payot] sonsuza kadar Malhut’tur.”

Buna göre Ari’nin sözlerinde tarlanın hasadını saçın tıraş edilmesine benzettiğini görüyoruz. Bir kişi kendisi için Malhut’u ima eden Pe’ah almamalıdır. Aksine, hem tarlada hem de saçında, Pe’ah, Malhut’u ima ederek tutulmalıdır.

Bunun anlamı, bir kişinin hiçbir fikri olmadığında, Malhut’un, mantığın üzerindeki inanç olarak görülmesidir. Bu, bir kişinin kendi mantığına alma izninin olmadığının fakat bunu Yaradan’a bırakması gerektiğinin üstü kapalı söylenmesidir. Yani insanın eli oraya ulaşmaz ve “el ulaşırsa” ifadesinden “el” “edinmek” demektir.

Buna “yasa” denir. Tersine, üst dokuza ait olan Tora, özellikle insanla ilgili olan “yargı” olarak kabul edilir. Yani Tora’da “O cennette değil” denildiği gibi, kişi bunu mantık içinde edinmelidir.

Bu, tarlanın, Pe’a’sı hariç, adama ait olan Tora olarak kabul edilen “üst dokuz” olarak adlandırıldığı anlamına gelir. Ancak tarlanın Pe’a’sı ve başın Pe’a’sı Malhut’u ima eder ve yalnızca Yaradan’a aittir, yani insan aklının üstündedir. Buna “Tamamen Yaradan içindir ve insanın eli oraya hiç ulaşmaz.” denir.

Tora ise tam tersidir. Onu mantık dâhilinde kabul etmek, özellikle insanlara mahsustur. Bu, Tora ve Mitzva [emir/iyilik] arasındaki farktır. Mitzva ile ilgili olarak, Mitzvot’un nedenleri bize verilmedi. Bunun yerine, Mitzvot’u herhangi bir açıklaması olmaksızın, bir anayasa olarak kabul ederiz.

Ama bilgelerimizin dediğine göre Tora, adını insandan almıştır. Yani Tora insana aittir. Soru şudur ki, bir zamanlar “O Efendi’nin Tora’sını ister.” yazılıdır ve başka bir zaman, “Tora’sını gece gündüz tefekkür edecek.” yazılır. Şöyle yorumlarlar, önce ona “Efendi’nin Tora’sı” denir ve kişi bir kez öğrenip içselleştirdikten sonra “onun Tora’sı” olarak adlandırılır. Bu nedenle Raba, “Tora onun değildir zira yazılmıştır ve Tora’sını gece gündüz tefekkür edecektir.” demiştir (Kidushin 32b).

Tora’nın insandan sonra adlandırıldığını görürüz. Yani mantık içinde gelmelidir. Buna inanç olan “yasa”nın zıttı “yargı” denir. Ancak Sadaka [doğruluk/hayırseverlik] olarak kabul edilen ve Tora olarak kabul edilmeyen bu inanç çalışması, “Efendiye sevinçle hizmet edin” şeklinde yazıldığı gibi sevinçle olmalıdır.

Başka bir deyişle, cennetin krallığını üstlenen bir kişi sevinçle olmalıdır. İnsanın doğasına, mantığa karşı gelmenin zor olduğuna ki bunun yerine anlamak ve ne istediğini bilmek istemesine bakmamalıdır. Ve insan mantık ötesi inancı kabul etme çalışmasını hemen üstlenemeyeceğinden -ki bu ona sevinç verecektir- beden aynı fikirde olmasa bile, bu çalışmaya zorla başlamalıyız. Bu, “cennetin krallığının yükünü, öküz ağırlığı, eşeğin yükü yüklendiği gibi üzerine almak” zorunda olan bir kişi olarak kabul edilir.

Ancak, kişi, cennetin krallığını üstlenerek sevinç derecesine ulaşması gerektiğini bilmelidir. Şema İsrail’i [Duy, ey İsrail] okuduktan sonra söylediğimiz gibi “Ve Efendi’yi seveceksiniz.” Bu demektir ki, bir kişi zorlayarak başlasa da, bir sevinç durumuna gelmelidir ve o zaman kendini,  yüke dayanamadığı için her zaman yükü atmak isteyen “yüke bir öküz gibi” hissetmeyecektir. Diğer taraftan, kişi bununla ilgili sevinçli olduğu zaman, onun bunu bir yük olarak gördüğü söylenemez.

Artık “üzerine yük yüklenmemiş kırmızı inek”in anlamını yorumlayabiliriz. Kırmızı bir ineğe “yasa” denildiğinden dolayı, yani Malhut, “üzerine hiçbir yük yüklenmemiş” yazıldığı için.

Bir “yük”, kişinin hâlâ memnuniyet içinde olmadığı ve hâlâ “Ve Efendi Tanrını tüm kalbinle ve tüm ruhunla seveceksin.” i uygulayamadığı anlamına gelir.

[1] Payot: Ortodoks Yahudi mezheplerinde erkeklerin bıraktığı, genellikle uzun ve kıvrımlı olan favori.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,094