Zohar kitabı bize, Yaradan’ın altı bin yıl sürecek yaratılış sürecinin tüm detaylarını, önce kendi düşüncesinde, iki bin yıl zarfında hazırladığını söylemektedir. “The Big Bang” Büyük Patlama olarak tanımladığımız yaradılışın başlangıç (Bereşit) sürecinin gerisinde, varlığın tümünü kapsayan Üniversal Düşünce enerjisine bağlı bir bilinç alanının varlığını görüyoruz.
İyilik ve kötülük arasında meydana gelen kozmik mücadele, yaradılışın başlangıç (Bereşit) sürecinde olduğu gibi, günümüzde de aynı şekilde devam etmektedir. Bu mücadele de taraflar insan varlığında gördüğümüz beş duyu sisteminin sınırlarını aşan, Üniversal düşünce enerjisinin, bilinç alanı içinde işlediklerini söyleyebiliriz.
Bir tarafta maddi dünya bilincinde ekilmiş ve sadece kendine almak arzusuyla kavrulan, Akıl Ağacı, Ets HaDaat… Diğer tarafta manevi dünya bilinç alanında vermek arzusuyla dolu, kötülüklerin ve olumsuzlukların ulaşamadığı yüksek bir seviyede bulunan Hayat Ağacı, Ets Haym… Hayat Ağacı üç sütundan ibaret, zeki ve canlı, kozmik bir güç kaynağıdır. Sağ sütun pozitif olumlu enerjiyi, sol sütun da negatif olumsuz enerjiyi temsil eder. Bu uçları hassas bir denge içinde tutan orta sütundur. Şunu önemle belirtmek gerekir ki bu konuda pozitif iyi anlamına gelmediği gibi, negatifte kötü anlamına gelmemektedir. Bu enerjileri daha iyi anlamak için, doğu felsefesinde kullanılan, Yin ve Yang kelimeleri bize daha iyi bir fikir verebilir. Yin, Çin felsefesine göre hayatın aslını oluşturan dişil eleman, Yang, Çin felsefesine göre evrenin faal erkek ilkesi olarak açıklanabilir.
Ruh ve Düşünce
İnsan olarak tanımladığımız, çok yönlü bir bütündür. Kabala bize her insanın başlı başına, mikro boyutta bir dünya olduğunu söylemektedir. İnsanın maddesel yönden bir bedene sahip olduğunu, manevi yönden de beden ruh ilişkileri olduğunu biliyoruz. İnsanın yaşadığı müddetçe ihtiva ettiği beden ve ruh birbirine bağlı, birbirini etkileyen ve birbirinden ayrılmaz iki temel unsur olarak görülmelidir. Ruh ve bedenin birlikte uyumlu ve ahenkli bir şekilde çalışarak bu iki unsurun dengeleri muhafaza etmesi, insan için ideal bir durumdur. İnsanın bulunduğu ruhi durum bazen hastalanmasına, bazen de hastalıklardan daha çabuk şifa bulmasına, iyileşmesine sebep olmaktadır.
İnsanda baş gösteren bir hastalığın gidişatını iyiye doğru gelişmesini temin etmek için sadece bedende baş gösteren hastalığı tedavi etmek yöntemiyle elde edemeyiz, aynı zamanda ruhi durumun da iyiye doğru dönüşmesi sayesinde, hastalığın gidişatını önemli ölçüde olumlu yönde etkileyebiliriz. Bu görüş yeni olmamakla beraber, ancak son yıllarda batı dünyasında kabul edilir olmuştur. Psikiyatri alanında yapılan araştırmalarda alınan sonuçlarda, ruh ve sağlık bağlamında ruh sadece bu sürece iştirak etmekle kalmayıp, hastalıkları tedavi yöntemi sürecinde merkezi bir vazife görebilecek durumunda olduğu ortaya çıkmıştır. Tüm hastalıkların temel nedenleri başında, ruhi sistemde “birliğin” eksikliğinden meydana gelen, ruhun denge bozukluğu yer almaktadır. Aksi halde bazı hastalara verilen sözde ilaç, Plasebo’nun kanser ve benzeri ağır hastalara verilen bu sözde ilaçlardan etkilenerek durumlarında iyiye doğru bir gidişatın varlığını nasıl izah edebiliriz.
Biz insanlar, beden–ruh ilişkilerinin varlığını ve bağlamını duyularımız vasıtası ile tanıyoruz. Bir genelleme yapacak olursak, ruhla, ruhun dışında kalan boşluklar arasında var olan bağları idrak etmenin kolay olmadığını söyleyebiliriz.
Düşünce ve Bilinç
Yaklaşık bundan 500 yıl önce yazdığı, Leha Dodi İlahisi’nde, Şlomo Alkabets, ”Sof maase bemahşava thila.” cümlesini yazarak bize, her şeyin altında yatan gücün “düşünce gücü” olduğunu tekrar etmektedir. Fiiliyat safhasına dönüştürdüğümüz her işlemin öncesinde “düşünsel” bir tasarım vardır ve bu işlem, “düşünsel tasarımın” bir ürünüdür.
Etrafımızı saran gerçekler hangi malzemeden meydana gelmiştir? Bu malzemenin yapı taşları nelerdir? Her insan, tanımadığı yeni bir gerçeği veya henüz tanımadığı farklı bir gerçeği anlamaya çalışırken, o anda bulunmuş olduğu dünyanın niteliklerine uygun bir şekilde davranır.
Biz insanlar, etrafımızdaki maddesel şekilleri hiç bir zorluk çekmeden teşhis edebiliyoruz. Maddesel şekiller kendilerine özgü birer cisim olduğundan, onları görerek, onlara dokunarak, onları koklayarak hissedebiliriz. Dünyevi gerçekler olarak algıladığımız maddesel cisimleri daha derinlemesine incelediğimiz zaman, karşımıza doğanın temel taşı olduğunu bildiğimiz, “elektro” veya “elektron” çıkmaktadır. Elektron nedir? Mikroskobik bir madde parçacığı mıdır? Hayır, kesinlikle değildir, üstelik uzaysal alanda ve zaman birimlerinde belli bir yer tutmadığını da biliyoruz. Elektronu en doğru bir şekilde tanımlamak istersek, uzayın boşluğunda elektromanyetik bir alanın titreşimleri olarak tanımlayabiliriz. Böylece, maddesel dünyanın dayandığı temel elemanın (Öğenin) aldatıcı ve hayale dayanan bir yanılsama olduğunu görüyoruz.
Bu durumda geriye kalan, şu anda hepimize ortak bir olgu olan, düşünce ve bilinç gücüdür.
Düşünce ve Bilinç, insanlara yön veren ve insanları birbirinden farklı kılmasına rağmen, tamamı ile ve bir bütün olarak insana ait en gerçek bir güçtür.
Düşünce, tanıdığımız en güçlü ve en hızlı güçtür. Günümüzde bu görüşü savunan bilim insanlarının sayısı gittikçe artmaktadır. Tüm radyo güçleri, manyetik güçler, elektrik gücü, radyoaktif güçler, yerçekimi ve evrende var olduğunu bildiğimiz diğer güçlerin varlığını, dünyamızda gördüğümüz, etkileyici güçler olarak tanımaktayız. Buna karşılık, gözle görmediğimiz “düşünce gücü” vardır. İşlemlerini gözle görmediğimiz güçler, var olan en büyük güçlerdir. Bu güçlere inanmak hayatımızda hiç bir üstünlük sağlamaz. Yaşamakta olduğumuz bu dönemde bu güçlere inanmak yeterli değildir, kendi geleceğimizi belirlemek için, bu güçleri nasıl çalıştıracağımızı kendimiz öğrenmek mecburiyetindeyiz.
Burada bir soru sormak gerekiyor. Kabala geleceğimizi nasıl değiştirebilir? Bunu anlayabilmek için önce önyargılı düşüncelerimizden kurtulmamız gerekiyor. Kabala’nın mistik bir uğraş olmadığını anlamalıyız.
Kabala’nın insana en yakın ve en büyük yenilikleri içeren 21. yüzyılın ilmi olduğunu, gözle göremediğimiz ve buna rağmen hayatımızın her anını etkileyen ve dünyamızı çalıştıran güçleri inceleyip her insanın ve tüm beşeriyetin geleceğini değiştirecek tek ilim olduğunu söyleyebiliriz. Kabala ilminin özelliklerinden biri de, Kabala ile uğraşan insanın hayatını olumlu yönde etkilemesidir. Kabala öğreniminin gözle görmediğimiz güçlerle bağlantıda kalmamız için yeterli olduğunu açıklamak yerinde olur kanaatindeyiz.
Sırların Açıklanması
Kabala’nın sırlarının gizli olmasının çeşitli sebepleri vardır:
Kabala’da yukarda ki üç sınırlandırıcı tarafından kapsanmayan en ufak detay yoktur.
Yukarı’dan izin ünlü Kabalist ARİ’nin yazılarında şöyle geçer; “Biliniz ki büyük ruhlar dışsal (kişiyi çevreleyen) veya içsel (içini saran) ışıkla doldurulmuştur. Dışsal ışıkla doldurulmuş olan ruhlar sırları söylemek yetisine sahiptir. Bunu öyle bir yaparlar ki bu sırları hak etmeyen insanlar anlamazlar.”
Örneğin Kabalist Şimon Bar Yohai bu tür çevreleyici ışıkla doldurulmuş bir ruha sahipti. Öyle bir gücü vardı ki herhangi bir toplulukta sadece “Zohar” kitabını yazmak için yönlendirilmiş olanlarca anlaşılabilirdi. Ondan önce ve daha bilgili Kabalistler bulunmasına karşın bu kişilerde Şimon’un ruhani kavramları kelimelere dökme gücü yoktu.
Görüleceği gibi Kabala’nın tanıtımı Kabalistin bilgi düzeyine bağlı değil, daha ziyade ruhunun niteliklerine bağlıdır. Bu ruh durumudur ki, yukardan gelen iletileri var olan bilginin bir bölümünü açıklamak üzere alır. Bu yüzden “Zohar” öncesi Kabala hakkında temel bazı çalışmaları bulamıyoruz. Sahip olduğumuz çalışmalar ise muğlâk ve açık olmayan ipuçları taşımaktadırlar. Kabalist Şimon zamanında bir tek Kabalist Ari Kabala’nın bir başka bölümünü “açma” iznine sahipti. Tekrarlarsak, Ari’den önce ondan daha fazla Kabala bilgisi olanlar mutlaka vardı, fakat yukardan izin almamışlardı. Ari’nin kitaplarının ortaya çıkmasından bu yana Kabala ile ilgili herkes diğer kitapları bırakarak sadece “Zohar” ve Ari’nin kitaplarını öğrenmeye yönelmişlerdir.
Bu üç yasaklama ile Kabala’nın kendisini üçe böldüğü düşünülmemelidir. Hayır; her kısım, her kelime, her terim bu üç kriter adına saklanmıştır. Bu üç kriter Kabala bilimsel öğretisinde sürekli etkindir.
Bu şartlarda şöyle bir soru da ortaya çıkmaktadır. Eğer sırlar bu kadar derinde saklı ise, Kabala hakkındaki farklı yazılar nereden çıkmaktadır? Bunun nedeni ise şartların ilk ikisi ile üçüncüsünün arasındaki farktır. Son şart en önemlisidir. “Açıklanması zorunlu değildir” dış şartların etkisi ile sık sık değişebilir ve “Açıklanması zorunludur” haline gelebilir. Bu insanoğlunun bir bütün olarak gelişmesi sonucu olabileceği gibi yukarıdan verilen bir izinle de olabilir. Bu izin Kabalist Şimon ve Ari’ye ve daha az olarak diğerlerine de verilmiştir. İşte bu nedenle arada bir Kabala hakkında otantik kitaplar görebiliyoruz.
Ben de öğretmenimden Kabala’yı bu şartlarda aldım: Aynı zor şartlarda, korumak ve sır saklamak… Bununla beraber, “Hareket Zamanı” bölümünde açıklanan nedenlerle “Açıklanması zorunlu değildir” “Açıklanması zorunludur” haline dönüşmüştür. İşte tamamen bu nedenledir ki bir parçayı açık hale getirirken diğer ikisini koruyor ve saklıyorum, tıpkı yemin ettiğim gibi…