e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada “Bu Yerde Benim İçin Bir Mucize Yaratan” Kutsaması Nedir?

Çalışmada “Bu Yerde Benim İçin Bir Mucize Yaratan” Kutsaması Nedir?

Makale No. 15, 1991

Bilgelerimiz şöyle derler (Berahot 54), “Bir kişinin başına bir mucize geldi ve bir aslandan kurtuldu. Raba ona, ‘Ne zaman oraya gelirsen, ‘Bu yerde benim için bir mucize yaratanı, O’nu kutsa’ diye dua et’ dedi.” Bunun bize çalışmada ne öğretmek için geldiğini anlamalıyız.

Yaratılışın amacının, O’nun yarattıklarına iyilik yapma arzusu olduğu bilinmektedir. Bu amaçla, yaratılanlarda zevk ve haz alma arzusu ve özlemi yaratmıştır. Aksi takdirde, haz için arzu yoksa, insan zevk alamaz, doğada gördüğümüz gibi, bir insanın bir şey için arzusu yoksa, zevk alamaz. Örneğin, eğer bir kişi aç değilse, yemek yemekten zevk alamaz, vs. Bu nedenle, Yaradan’ın doğamızda haz ve zevk alma arzusu yarattığını görüyor ve söylüyoruz.

Yaradan neden böyle bir doğa yarattı diye sormamalıyız. Çünkü bilgelerimiz şöyle der (Hagigah 11): “Eğer biri dünyanın yaratılmasından öncesini sorarsa, yazılı metin bize ‘Tanrı’nın insanı yeryüzünde yarattığı günden beri’ der.” Bu, O’nun dünyayı yarattığında neden özellikle gördüğümüz bu doğayla yarattığına dair hiçbir şey soramayacağımız anlamına gelir. Sonuçta, farklı bir doğayla da yaratabilirdi. Bu konuda soru soramayız, ancak her şeyi “Seni eylemlerinden tanırız” yoluyla öğreniriz. Demek ki, daha öncesinden değil, gördüğümüz eylemlerden öğrenmeye başlıyoruz.

Ayrıca, dalın köküne benzemek istediğine dair başka bir doğa görürüz. Yani, yaratılanların kökü olan Yaradan’ın niteliği ihsan etmek ve almamak olduğu için, kişi de aynı şekilde utanç ekmeğini yemek zorunda kaldığında utanır. Zohar’ın sözleriyle, buna “utanç ekmeği” denir. Bu doğaya göre, kişi Yaradan’dan alma kaplarına, Veren olan Yaradan’ın niteliğiyle çelişen bir şey aldığında, hoşnutsuzluk hisseder. Bu nedenle, “Tzimtzum [kısıtlama] ve gizlilik” olarak adlandırılan bir ıslah vardır; burada, aşağı olanın “ihsan etme arzusu” olarak adlandırılan form eşitliği olmadığı sürece, kişi Keduşa’nın [kutsallığın] gizliliği ve saklanması altına yerleştirilir. Bu konuda şunu da sormamalıyız: Yaradan neden bir utanç doğası yarattı? Ve neden dalın köküne benzemesini istedi? Tüm bunlar yukarıdaki nedenden ötürü yaratılıştan öncesi hakkında soru soramayacağımız içindir.

Yaratılan varlıkların Kli’si haz alma arzusudur. Haz alma arzusu yaratılmadan önce hakkında konuşabileceğimiz hiçbir şey yoktur. Bu Kli’yi [kabı] Yaradan’a atfederiz, yani bu Kli ile çalışmamız gerekmez ama yaratılan herkes, eğer bu Kli’yi bozmadıysa, bu Kli mükemmeldir. Bu demektir ki, alma arzusu nerede haz almanın mümkün olduğu bir yer olduğunu görürse, hemen oraya koşar.

Bu durum “ihsan etme arzusu” olarak adlandırılan Kli için geçerli değildir, zira kişi form eşitliği ister. Bu Kli’yi yaratılan varlığa atfettiğimiz için, yani yaratılan varlık, form eşitliği istediği için, bu Kli’yi kişinin yapması gerekir, bu nedenle bunu yapmak kişiye bağlıdır.

Bu, Baal HaSulam’ın “Tanrı’nın yapmak için yarattığı” ayeti hakkında söylediği gibidir. “Yarattı” ifadesi “alma arzusu” olarak adlandırılan Kli’ye, “yapmak” ifadesi ise “ihsan etme arzusu” olarak adlandırılan Kli’yi yapmak zorunda olan yaratılanlara işaret eder. Bu Yaradan’ın yarattığı doğadan değildir. Aksine, O yaratmaya alma arzusuyla başladı ve siz, yaratılan varlıklar, ihsan etme arzusu yaratmalısınız. Bu nedenle, kişinin ihsan etmek için çalışmaya başlaması gerektiğinde, bu insanın yaratıldığı doğadan farklı bir doğadır.

Bu nedenle, Yaradan çalışmasında kişinin yapması gereken tek şey, bu Kli’yi yapmaktır ki bu da insanın yaratıldığı Kli’ye zıt bir eylemdir. Kişi ihsan etme çalışmasına girmeye başladığında, alma arzusunun, ihsan etme çalışmasını ne kadar engellediğini henüz hissetmez. Bu, bir ıslahtır, böylece insan içindeki kötülüğün ölçüsü hakkındaki gerçeği görmez, zira içindeki kötülüğü gördüğünde kesinlikle çalışmadan kaçacak ve bu çalışmaya başlamak bile istemeyecektir. Bu nedenle Maimonides, kişiyi önce Lo Lişma’da [O’nun rızası için değil], “bilgi edinene ve çokça bilgelik kazanana kadar” alıştırmamız gerektiğini ve daha sonra “ihsan etmek için” denilen Lişma [O’nun rızası için] konusunun onlara gösterileceğini söyler.

Kendisi için alma arzusuyla yönetilen bir kişinin “Mısır’da sürgün” olarak adlandırıldığını bilmeliyiz, zira bu çalışmaya başladığımızda, “Ve İsrailoğulları çalışmadan iç çektiler” diye yazıldığı gibi, kötülüğün üzerimizdeki hükmünün ölçüsü bize yukarıdan yavaş yavaş gösterilir. Bu demektir ki, Mısırlılar onları kontrol ettikleri için, yapmaya başladıkları ihsan etme çalışmasını gerçekleştiremeyeceklerini gördüler. O zaman, Mısır’daki sürgünden çıkamayacaklarını, ancak Yaradan’ın onları kurtarabileceğini anladılar. Buna “mucize” denir, çünkü kişinin kendi başına yapamadığı, ancak yukarıdan gelen yardımla yapabildiği her şeye “mucize” denir. Mısır’dan çıkış mucizesi de budur.

Kişi Yaradan’la Dvekut’u [bütünleşme] edinmek istediğinde, yükseliş ve düşüşleri olduğunu bilmeliyiz. Düzen şudur ki, düşüş sırasında kişi bir umutsuzluk durumuna geldiğinde, bazen öyle bir koşula gelir ki, harcadığı tüm emeğin boşa gittiğini düşünür. Kişi Yaradan çalışmasından tamamen kaçmak istediğinde, buna “başlangıcı düşünmek” denir. Fakat aniden, yukarıdan bir uyanış alır ve çalışma için canlılık ve tutku kazanır ve bir düşüş yaşadığını tamamen unutur. Aksine, yükselişten memnun olur. Bu durumda kişi yükselişten, düşüş sırasında kötülüğün hükmü altına girdiği zamankinden daha fazla keyif alamaz.

Kişinin hissettiği sürgünün, sürgünle değil, sürgünde olduğu için çektiği kötülük ve acı hissiyle ölçüldüğünü bilmeliyiz. O zaman, zulmedenlerin hükmü altında olduğu için eziyet çektiğinde ve onların kendisinden talep ettiği her şeyi yapmak zorunda olduğunda ve istediğini yapmaya hakkı olmadığında, ancak bedenindeki dünya uluslarının talep ettiği her şeye hizmet etmek ve yerine getirmek zorunda olduğunda ve onlara ihanet etmek için güçsüz olduğunda, hissettiği acı ve onlardan kaçma arzusu ölçüsünde, kurtuluşun tadını çıkarabilir.

Gördüğümüz gibi, İbrani bir köle hakkında şöyle yazılmıştır (Mısır’dan Çıkış 21:2): “İbrani bir köle satın alırsanız, o altı yıl hizmet edecek, yedinci yılda özgürlüğe kavuşacaktır.” Kuşkusuz köle özgürlüğüne kavuştuğu, kendi başına olduğu ve üzerinde bir efendisi olmadığı için mutlu olmalıdır. Bununla birlikte, Tora’nın ne dediğini görüyoruz: “Ve eğer köle şöyle derse, ‘Ben efendimi, karımı ve çocuklarımı seviyorum, özgür olmayacağım’.” Kişinin köle olarak kalmak istemesinin mümkün olduğunu görüyoruz. Ve yine de, “Mısır’da köle olduğunu hatırla” diye yazılmıştır (Yasanın Tekrarı 16:12).

Bu, köle olmanın kötü bir şey olduğu anlamına gelir, ancak bazen kişi köle olarak kalmak ister. O halde, “Mısır’da köle olduğunuzu hatırlayın” diye yazılması ne anlama gelmektedir? Köle olmanın bu kadar kötü olduğunu kim söylüyor? Sonuçta, köle olmak isteyen insanlar var, şöyle denildiği gibi, köle “Efendimi seviyorum” dedi. Mesele şu ki, sürgün, kişinin sürgünde hissettiği acı ve ızdırabın ölçüsüne göredir. O ölçüde, kurtuluştan mutlu olmak mümkün olur. Bu, ışık ve Kli [kap] gibidir, yani bir şeyden çektiğimiz acı, o acıdan kurtulduğunda ışığı alabilecek olan Kli’dir.

Bu nedenle, Mısır’daki sürgünde, “Mısır’da köle olduğunu hatırla” yazıldığı yerde, bu, köle olmanın çok kötü olduğu anlamına gelir çünkü orada, Mısır’da İsrail halkı acı çekmiştir. Bu nedenle yazıda “Hatırlayın” denmektedir, yani orada çektiğimiz acıları hatırlamalıyız ve ancak o zaman Mısır’dan kurtuluştan dolayı mutlu olabiliriz.

Orada, Mısır’da, yazı şöyle der: “Mısırlılar onları köleleştirdiği için İsrailoğulları’nın iniltilerini de duydum ve Ben de antlaşmamı hatırladım.” Mısır’da köle oldukları zaman, acı çektikleri için, “Mısır’da Firavun’un köleleriydik” diye yazılmıştır. Ayrıca, “Ve İsrailoğulları bu çalışmadan dolayı iç çektiler” der. Bu nedenle, “Mısır ülkesinden çıktığınız günü, yaşamınızın bütün günlerinde hatırlamanız için” yazıldığı gibi, Mısır’ı hatırlamamız emredilmiştir.

Dolayısıyla, “Kli olmadan ışık, eksiklik olmadan doyum olmaz” kuralına göre, Mısır’dan çoktan çıkmış olmamıza rağmen, Mısır’dan kurtuluşumuza sevinmeliyiz. Bu nedenle Mısır’daki sürgünü hatırlamalıyız, yani İsrail halkının Mısır’daki sürgünde nasıl acı çektiğini hatırlamalı ve tahayyül etmeliyiz. O zaman bugün bile Mısır’dan kurtuluşun tadını çıkarabiliriz.

Aksi takdirde, Mısır’dan kurtuluşa sevinemeyiz, çünkü acı çekenlere “sevinci alacak Kelim [kaplar]” denir. Bu nedenle görüyoruz ki, İbrani köle özgür kalmak istememiştir. Şunu sorabiliriz: Bir insan nasıl özgür olmak istemez? Bunun cevabı, köle iken acı çekmediği için, “Efendimi, karımı ve çocuklarımı seviyorum, özgür kalmayacağım” dediğinde açıklandığı gibi, özgür kalmak istememesidir. Ancak Mısır’daki sürgünle ilgili olarak, “Mısır ülkesinden çıktığınız günü hatırlamanız için” diye yazılmıştır, çünkü orada acı çektiler, “Ve İsrailoğulları çalışmaktan dolayı iç çekti” diye yazıldığı gibi.

Buna göre, sorduğumuz şeyi, çalışmada kişinin başına bir mucizenin geldiği yerde kutsamasının gerekmesinin ne anlama geldiğini anlayabiliriz. Mesele şu ki, kişi ihsan etme çalışmasına başladığında, yükseliş ve düşüş koşullarına gelir. Yükseliş, kişi alma arzusunun hükmü altına girdikten, onun tüm isteklerini yerine getirmek için köleleştirildikten ve onun üstesinden gelmek ve ona itaat etmek istemediğinden sonra, alma arzusu ondan daha güçlü olduğu için, o kişinin Yaradan’dan uzaklaştırılmanın acısını çekmesidir.

Sonrasında, kişi yukarıdan bir uyanış alır ve bir kez daha Keduşa’nın sevincini hissetmeye başlar. O zaman, kişi O’nun huzurunda “bir meşalenin önündeki mum gibi” kendini iptal etmek ister ve bu durumda yükseliş koşulunun keyfini çıkarır. Ancak, kişi yükselişten, çalışmada ilerleme elde edemez çünkü bu sırada Yaradan’dan aldığı yakınlaşmayı takdir etmez, çünkü bu Kelim’e [kaplara] sahip değildir. Başka bir deyişle, yükseliş sırasında, bir zamanlar bir düşüş yaşadığını unutur. Dolayısıyla, kişi şimdi Yaradan’a yakın olduğunu hissetse ve bunu takdir etse de, kısa süre sonra unutur. Doğal olarak, artık bir Kli’ye, yani bir eksikliğe sahip değildir, ki takdir edebilsin, şöyle yazıldığı gibi, “karanlığın içinden gelen ışığın avantajı”. Bu nedenledir ki, yükseliş sırasında kaydetmesi gereken ilerlemeyi kaydedemez.

Dolayısıyla, kişi yükseliş sırasında şunu hatırlamalı ve şöyle demelidir: “Şimdi yükselişte olduğum bu yerde, bir düşüş yaşadım ve Yaradan beni kurtardı ve beni cehennemden çıkardı ve ‘Yaradan’dan uzaklaştırma’ olarak adlandırılan ölümden çıktım ve ‘Yaşamların Yaşamıyla bir miktar Dvekut’ olarak adlandırılan Yaradan’a biraz olsun yakınlaşma ile ödüllendirildim.”

Bunun için kişi müteşekkir olmalıdır, çünkü bununla şimdi acı çektiği bir duruma gelmiştir ve şimdi haz ve zevk modundadır, çünkü onu yaklaştıran Yaradan ona şu anda içinde bulunduğu yükseliş durumuyla doldurabileceği bir eksikliğin yeni Kelim’ini vermiştir.

Sonuç olarak, Yaradan’ın onu kurtardığı yerde sahip olduğu mucizeye bakarak şimdi edindiği yeni Kelim’de bir sevinç ışığı yayar. Bu nedenle, çektiği acıları dikkate aldığında, sanki şimdi o acıların alıcısıdır ve onları artık haz ile doldurmaktadır.

Dolayısıyla, kendisindeki düşüş halini tasvir etmesi, şimdi aldığı yükselişin “Kli olmadan ışık olmaz” kuralına göre, yeni Kelim’de yayılmasına neden olur. Böylelikle, yükseliş sırasında, sahip olduğu düşüş halini düşünmeye başladığında, düşüşünün acısı, yükselişin ışığının yayılabileceği Kelim olarak görülür.

Bu, yukarıda sürgün ve kurtuluşla ilgili olarak söylenene benzer; kişi sürgün sırasında hissettiği acıya göre kurtuluşun tadını çıkarabilir. Yani, sürgün, kurtuluşun Kelim’idir. Bu, kurtuluşun, sürgünde sahip olduğu Kelim’den daha fazlasını dolduramayacağı anlamına gelir. Bu nedenle çalışmada, bir kişi kendisine düşüş durumunu tasvir ettiğinde, bilgelerimizin söylediği gibi, bir kişinin “Bu yerde benim için bir mucize yaratan O’na şükürler olsun” şeklinde bir kutsama yapması gerektiği düşünülür.

Acıyı tasvir etmenin birçok yolu vardır. Örnek olarak, şafaktan önce kalkmak isteyen ve çalar saati kuran bir kişiyi ele alalım. Ancak alarm çaldığında, beden kalkmak istememektedir. Eğer şimdi yataktan kalkarsa beden acı çekeceğini hisseder. Buna rağmen yavaş yavaş üstesinden gelir ve eğitim yerine gelir. Birçok insanın oturup öğrendiğini gördüğünde, derslere katılma arzusu ve özlemi duyar, mutlu ve neşeli olur ve ne şekilde yataktan kalkıp eğitim yerine geldiğini unutur. Ve eğer kişi, içinde neşe olacak yeni bir Kelim almak istiyorsa, yataktan ne şekilde kalktığını, yani o zaman ne düzeyde bir arzuya sahip olduğunu ve şimdi hangi ruh hali içinde olduğunu kendine tasvir etmelidir. Sonrasında da şöyle diyebilir: “Bu yerde benim için bir mucize yaratan O’na şükürler olsun”, yani Yaradan’ın ona şimdi yakınlık vermesine. Kişi bundan, Yaradan’ın kendisini O’na yaklaştırmasından duyduğu sevincin yayılabileceği yeni bir Kelim edinir.

Aynı şekilde, kişi kendisini acı çektiği zaman ile haz aldığı zaman arasında kıyaslama yapmaya ve kendisini acıdan haz durumuna getiren mucize için şükretmeye alıştırmalıdır. Bu sayede Yaradan’a şükredebilecek ve iki zamanı birbiriyle kıyasladığında şimdi kendisine eklenen yeni Kelim’in tadını çıkarabilecektir. Kişi bundan yola çıkarak çalışmada ilerleyebilir.

Baal HaSulam’ın dediği gibi, kişinin Yaradan’dan büyük ya da küçük bir şey alması önemli değildir. Önemli olan kişinin Yaradan’a ne kadar teşekkür ettiğidir. Kişinin minnettarlığı ölçüsünde, Yaradan’ın verdiği şeyler de artar. Bu nedenle, minnettar olmaya, O’nun armağanını takdir etmeye dikkat etmeliyiz ki Yaradan’a yaklaşabilelim. Dolayısıyla, kişi yükseliş sırasında her zaman düşüş sırasında içinde bulunduğu duruma, yani düşüş sırasında nasıl hissettiğine baktığında, “karanlığın içinden gelen ışığın avantajı gibi” bir ayrım yapabilir ve şimdiden sevinç duyacağı ve Yaradan’a şükredeceği yeni bir Kelim’e sahip olur. Kişinin “Bu yerde benim için bir mucize yaratan O’na şükürler olsun” diye kutsaması gerektiğine dair yazılanın anlamı budur, yani şu anda bulunduğu yerde, yükseliş sırasında, çünkü daha önce bir düşüş durumu yoksa bir yükseliş de olamaz.

Ancak, kişi daha önce bir yükselişte değilse ve ondan inmemişse nasıl bir düşüş olabilir? Bunun yanıtı genellikle her insanın olduğu haliyle iyi olduğunu düşünmesidir. Yani kişi çevresindeki diğer insanlardan daha kötü durumda olduğunu görmez. Bu nedenle, dünyanın geri kalanının akışına ayak uydurur -biraz öğrenme, biraz dua etme, biraz hayırseverlik ve iyi işler yapma ve benzeri. Ama asıl kaygısı iyi kazanmak ve güzel bir eve, mobilyalara vs. sahip olmaktır.

Bu böyledir, çünkü Yaradan’la O’nun için ne kadar çalışması gerektiğine dair bir anlaşma yapmışsa, tüm manevi görevlerini yerine getirdikten sonra kendini tamamlanmış hisseder ve maddi durumunu iyileştirme konusunda endişelenmekte özgür olur. Bu kişi, her ne kadar maddeselliğini tamamlamaya çalışsa da, her zaman diğerlerine kıyasla eksik olduğunu görür. Bu da kişinin bütünlük halinde olması olarak kabul edilir.

Bununla birlikte, kişi ihsan etme çalışmasına başladığında, ihsan etme niyetinden ne kadar uzakta olduğunu gördüğü için bir düşüş durumuna gelir. Dolayısıyla, ihtiyacı olan tek şeyin, Tora ve Mitzvot’u [emirleri/iyi işleri] yerine getirmek olduğunu anladığı ve ihsan etme niyetine dikkat etmediği, ancak daha sonra yukarıdan bir uyanış aldığı ve bir meşalenin önündeki mum gibi O’nun huzurunda iptal olmaya başladığı ve önceki düşüş halini unuttuğu önceki dönemden şimdi düşüşe geçmiştir. Bu durumda, şimdi yükseliş halindeyken, “Bu yerde benim için bir mucize yaratan O’na şükürler olsun” diyebilir. Başka bir deyişle, daha önce bir yol kazası geçirmiş ve manevi yaşam konusunda bilinçsiz hale gelmiş bir durumdaydı. Yani, ihsan etmek için çalışması gerektiğini tamamen unutmuştu. Daha sonra, Yaradan ona yardım etmiş ve kendine gelmiş, yani Yaradan’la yeniden bağlantı kurmuştur. Kişi bu tasvirle, yeni Kelim alabilir, böylece Yaradan’ın ona yardım etmesinden bolca sevinç duyabilir.

Ancak, şunu bilmeliyiz ki, kişi Yaradan’dan kendisini O’nun çalışmasına yaklaştırmasını istediğinde, yani Yaradan rızası için kutsal çalışmayı yapmak istediğinde, kişi Yaradan’ın duasını duymadığını düşündüğünde ve zaten birçok kez dua etmiş olmasına rağmen, sanki Yaradan duasını duymamış gibi olduğunda, Baal HaSulam bu konuda şöyle der, kişi şimdi Yaradan’a dua ettiği gerçeğine inanmalıdır, bunun kendi uyanışıyla olduğunu söylememelidir, Yaradan’a kendisini yaklaştırması için dua etmelidir. Daha doğrusu, kişi dua etmeye gelmeden önce bile, Yaradan onun duasına zaten cevap vermiştir. Yani, kişi şimdi Yaradan’a dua edebileceği gerçeğini takdir etmelidir; bu Yaradan’la bağ kurmak olarak kabul edilir. Bu çok önemli bir şeydir ve Yaradan’ın kendisine dua etme arzusu ve özlemi verdiği gerçeğinden mutluluk duymalıdır.

Buna göre, bilgelerimizin söylediklerini (Megila 29) şöyle yorumlamalıyız: “Rabbi Şimon Bar Yohay, ‘Gelin ve İsrail’in Yaradan’ının ne kadar düşkün olduğunu görün, çünkü nereye sürgün edilirlerse edilsinler, Şehina [Kutsallık] onlarla birliktedir’ der.” “İsrail’in sürgünü” ifadesini, kişinin içindeki İsrail niteliğinin Yaradan’dan uzaklaştığı şeklinde yorumlamalıyız, yani kişi acı çeker çünkü içindeki İsrail niteliği, yani her şeyi Yaradan rızası için yapması gereken Yaşar-El [Yaradan’a doğru] arzusu, bu arzu dünya uluslarının arzularının hükmü altında sürgündedir ve kişi bundan pişmanlık duyar.

Şunu sormalıyız: Kişi bu durumdan önce, daha büyük bir daire veya daha güzel mobilyalar almaktan uzak olduğunu hissederken, neden özellikle şu anda Yaradan’dan uzaklaşmış hissetmektedir? Birdenbire, farklı bir uzaklığın acısını çekmeye başlamıştır -Yaradan’dan uzak olduğunun! Bunun cevabı “Şehina onlarla beraberdir”, yani Şehina ona Yaradan’dan uzak olduğu hissini vermiştir. Bu, “Kişi Yaradan’a dua etmeden önce, Yaradan ona dua etme arzusu ve özlemi verir” sözünün anlamıdır.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,187