Makale No. 29, Tav-Şin-Mem-Vav, 1985-86
Tora ve Mitzvot’u (emirler), izleyenler arasında dört tür buluruz:
Birinci tür: Bazen kişi Şabat’ı, işvereni onu zorladığı için izler. Yani, prensipte, birisinin, Şabat’ı kutsal saymayan bir çalışanı varsa, çalışana, ‘Şabat’a saygı göstermezsen seni kovacağım’ demesidir. Durum şudur ki, Şabat’ı izleyeceğini, uyacağını söylemelidir, yoksa işine son verilir. Ve başka iş bulmadığı zaman, kişi Şabat’a uyacağına dair işverenine söz verir. Bu durumda kişi işvereni onu zorladığı için Şabat’a uyar.
Bu şu soruyu getiriyor: ‘Onun izlediği, uyduğu kimin Şabat’ıdır? Yaradan’ın uymasını, izlemesini emrettiği Şabat mıdır?’ Buna göre, Yaradan’ın Mitzvot’unu mu tutuyor, yoksa işvereni ona Şabat’a uymasını emrettiği ve hiç bir yedek parası olmadığı için mi, işverenin Mitzvot’unu tutuyor? Yine de, Halaha’ya göre (Yahudi yasası), ‘Şabat’a uyuyor’ olarak kabul edilir.
Aynı kural, geri kalan tüm Mitzvot’lara da uygulanır. Bunu farklı bir şekilde ortaya koyabiliriz: Baba oğluna, Tora ve Mitzvot’a uyması gerektiğini, yoksa onu desteklemeyeceğini söylemesi gerektiğini bilir, zira baba eğer desteklemezse onun kendine bakacak parası olmadığını bilir. Ve Halaha’ya göre babanın, oğlunun Tora ve Mitzvot’a uyduğuna dikkat etmesi gerektiğinden, burada bir soru vardır, ‘Kimin Tora ve Miztvot’unu izliyor?’ Bize, Tora ve Mitzvot’u izlememizi emreden Yaradan’ınkini mi, yoksa babasının Tora ve Mitzvot’unu mu izliyor?’’
Durum ne olursa olsun, o, Tora ve Mitzvot’u izleyen insanlara aittir. Bunlar Maimonides’in sözleridir (Hilhot De’ot, Bölüm 6): ‘arkadaşına uyarıda bulunan, öncelikle ona sert konuşmamalıdır’ Bu neyle ilgilidir? Bu, insan ve insan arasındaki meselelerle ilgilidir. Bununla birlikte, Tanrısal konularda gizlice tövbe etmezse, halktan utanır, günahı bilinir hale gelir, yüzüne karşı kötülenir ve ıslah olana dek lanetlenir.
Burada da soru şudur. ‘O, kimin Mitzvot’unu izliyor?’, Yaradan’ınkileri mi yoksa onu lanetleyen insanlarınkini mi?’ Oysa burada da günün sonunda, onun ‘Tora ve Mitzvot’a uyan’ olarak addedildiğini görürüz. Yani, gerçekleştirdiği eylemi dikkate aldığımızda, eyleme eklenecek bir şey olmadığını görürüz. Tek soru, niyetle ilgili olan, yani onu Tora ve Mitzvot’u izlemek zorunda bırakan sebeptir. Tora ve Mityzvot’u izlemenin ilk türü budur.
İkinci tür: Kişi dindar bir çevreye doğmuştur, yetiştirilmesi nedeniyle Tora ve Mitzvot’u izler ya da dindar bir çevreye doğmadığı halde sonradan böyle bir çevreye girmiştir ve bu onu, Tora ve Mitzvot’a uymak üzere etkilemiştir. Tora ve Mitzvot’u izlemesinin sebebi, hem bu dünyanın, hem de gelecek dünyanın yaşamına sahip olacağının ona söylenmiş olmasıdır. Daha sonra, Tora ve Mitzvot konusunda özenli olan insanlara saygı duyulduğunu ve onların takdir edildiklerini görür. Ve insanların, daha büyük bir coşkuyla dua eden ve Tora çalışmaya daha fazla zaman ayıranlarla nasıl konuştuklarını görür. Gördükleri saygı ona güven verir; bu onun için yakıttır ve o da, daha büyük bir coşkuyla dua etmeye başlar ve her Mitzvot’ta ve her tavrında daha titizdir. Böylece, Tora çalışmaya daha fazla zaman ayırmak için güce sahip olur.
Bu, halen Tora ve Mitzvot’u izlemenin ikinci türüdür; başka seçeneği olmadığından Tora ve Mitzvot’u izlemek ister, zira emirlerini tuttuğu için, Yaradan’ın onu ödüllendireceğini anlamıştır
Her halükarda, Tora ve Mitzvot’u izlemeye kendini adama sebebine, başka bir isim daha ekler. Yani, Tora ve Mitzvot’u izleyenlerin gördüğü saygı, diğerlerinin gördüğü saygıdan daha büyüktür. Ve saygı dışında, toplum Tora ve Miztvot konusunda özenli olanlara, bu çalışmaya kendilerini adamaları için başka şeyler de sağlar. Bu para ya da başka herhangi bir şey olabilir ve Tora ve Mitzvot’u izlemesini gerektiren başka bir nedeni vardır.
Sonuçta, bir yanıyla, birinci türden daha yüksektedir, çünkü kişi burada Yaradan’a inandığı için, Yaradan’ın Tora ve Mitzvot’unu izlemektedir. Bu kişi, Yaradan’a inanmayan ama ceza alacağını –işvereninin onu kovacağını- bildiği için Tora ve Mitzot’u izlemeyi üstlenen birinci türdekine benzemez.
Oysa ikinci tür kişi, Yaradan’a inanmak, Tora ve Mitzvot’u, Yaradan bize emrettiği için izlemek üzere eğitilmiştir. Ödül ve ceza bilgisi dâhilinde değildir. Bilakis, bilgelerimizin söylediği gibi (Avot, Bölüm 2, 21); ‘Çalışman için sana ödeme yapan efendine güvenebilir ve erdemli olanın ödülünün gelecekte olduğunu bilirsin’, ödülünü verecek olan Yaradan olduğu için ödül ve cezaya inanmalıdır.
Bu nedenle, ödül ve cezaya inanmalıdır. Birinci türde bu böyle değildir. Onlar ödül ve cezaya inanmak zorunda değildir. Bunun yerine, ödül ve ceza ifşa olur. Bunun anlamı, işverenine itaat etmez ve Tora ve Mitzvot’u izlemezse, kovulacağı ve işsiz kalacağıdır.
Ayrıca, yukarıda bahsi geçen Maimonides’in sözlerine göre, küçük düşmek vb. zorunda kalır, burada da, ödül ve cezaya inanmasına ihtiyaç yoktur, çünkü Tora ve Mitzvot’a uymayı üstlemekten ayrılmanın acısını duyar. Bu başka bir şeydir; zira gerçekte işvereninin emrini izliyor, Yaradan’ın emrini değil. Bu yüzden, bu, Yaradan’ın çalışmasının, birinci türü olarak kabul edilir.
İkinci türde, Yaradan’ın emirlerini izler ama buna başka bir şey ekler. Bunun anlamı, Tora ve Mitzvot’u izlemek için, yakıt almak üzere, -onur, para ya da diğer şeyler gibi- bir diğer sebep daha eklemesidir. Yani, Tora ve Mitzvot’u izlemek için başka sebepleri vardır. Bilgelerimizin sözlerinde (Sukkah 45b), buna “Yaradan’ın hizmetine, başka bir şeyle katılan herkes, ‘Yalnız Efendi için’ sözlerinde olduğu gibi, bu dünyadan koparılıp atılır.”
Yaradan’ı, başka bir şeyle bir araya getirmenin anlamını yorumlamalıyız. Bizim yolumuza göre bunu, kişiyi, Tora ve Mitzvot’u izlemeye zorlayan başka bir sebebi olması olarak yorumlayabiliriz. Bu durum bu dünyadan koparılıp atılmak olarak kabul edilir, zira Tora ve Mitvot’u izlemesine neden olan sebep ‘Yalnız Efendi için’ olmalıdır, yani, Tora ve Mitzvot’u, başka ek bir sebep olmadan, yalnız Yaradan’ın emri olduğu için izler.
Bu eylemin esas kusuru, Lişma’yı lekelemesidir; çünkü Mitzvot’un izlenmesi, kişinin Yaradan’ın emirlerini izlemesi ve çalışması için olmalıdır. Ve Yaradan’a hizmet ediyor ve çalışıyor olduğu için daha sonra Yaradan’dan çalışması için, onu ödüllendirmesini istemeye gelir. O zaman, ona söylenen şudur: ‘Ama sen, diğerleri için de çalıştın, bu durumda seni onlar için çalışmaya seni zorlayan, başkaları vardı. Onlara git, onlar için yaptığın çalışma için, ödülü sana onlar versinler.’
Bu, DAN (bir otobüs şirketi) için çalışan birinin, EGED’den (başka bir otobüs şirketi) maaş istemesine benzer. Maaşını ödemek istemezler; çünkü onlar için çalışmıyordur. Aynı şekilde, kişi, çalışması için Yaradan’dan ödül talep ettiğinde, ona denir ki: ‘İnsanlar için çalıştın, öyleyse onlar sana onur ya da para versinler. Git, onlar sana ödesinler.’ Ve gerçekten de onlar çalışmasına göre, ona ödeme yaparlar; bu yüzden ona saygı duyulur, itibarlıdır.
Ortaya çıkan şudur ki insanlar – çalışmaya kendilerini adayabilmek için-Yaradan’ı başka bir şeyle kombine ederek, Lişma’yı kirletirler. Bu yüzden, bu sırf ikinci tür olarak kabul edilir ve çalışması henüz tamamlanmamıştır; mükemmel ve temiz değildir.
Üçüncü tür: Sadece Yaradan için çalışır; insanlar için çalışmaz. Alçakgönüllükle çalışır ve hiç kimse onun ne kadar dua ettiğini ve ne kadar öğrendiğini bilmez. Bu yüzden çalışması için ona bir şeyler versinler diye insanlar için yaptığını söyleyemeyiz. Aksine, yalnızca Yaradan için çalışır. Bu da, Tora ve Mitzvot’u izlemeye onu zorlayan tek sebep, kişinin Yaradan’ın arzusunu yerine getirmek istemesidir, anlamına gelir.
Hâlbuki ödül için çalışır. Bu Maimonides’in, ‘Öyleyse ona hiç bir felaket gelmeyecek ve bu dünyada ödülünü alacaktır’ sözlerinin, Yaradan’ın ona sağlık, geçimini karşılama ve çocuklarından memnuniyet vb ya da gelecek dünyayı vereceği anlamına gelir. Bunun nedeni, kutsal çalışmayı yapabilmesi için, ona yakıt vermektir. Bu yüzden, Tora ve Mitzvot’u izlemesine neden olan sebebin, yalnızca Yaradan için olması nedeniyle, bu çalışma, Lişma olarak kabul edilir. Bunun anlamı, yalnızca Yaradan için çalışması ve buna diğer şeyleri eklememesidir.
Yani, Tora ve Mitzvot’u izlemesine neden olan başka bir sebebi yoktur. Bu üçüncü tür olarak kabul edilir, çünkü kişinin başka hiç kimse için çalışma arzusu yoktur, yalnızca Yaradan için çalışma arzusu vardır. Ancak Yaradan’ın emirlerini izlemeye onu mecbur eden sebep, ceza korkusu ya da ödül sevgisidir.
Bu, Sulam’da (Zohar hakkında yorum) ( ‘Zohar kitabına giriş’, madde 190) yazıldığı gibidir: ‘Yaradan’dan, oğulları yaşasın, ölmesin diye ya da bedensel veya parasal ceza almasın diye korkan insanlar vardır; bundan dolayı, daima O’ndan korkarlar. Buradan çıkan şudur ki kişi korkusunu, bu korkunun kökünü Yaradan’a dayandırmamaktadır. Kendi çıkarları köktür, korku ise onun sonucudur. Ve burada, Yaradan’dan, bu dünyanın ve cehennemin cezası yüzünden korkan biri vardır. Bu iki tür korku, -bu dünyada cezalandırılma korkusu ve gelecek dünyada cezalandırılma korkusu- korkunun ve onun kökünün özü değildir.’
Bu yüzden, bu korkular, öncelikle cennet korkusu olmadığı için, bunu, üçüncü tür olarak görüyoruz. Başkalarına değil de, Yaradan’a hizmet ettiği için, bu çalışmaya Lişma denir. Bu şudur; başka hiç kimseyi, böylece ona saygı göstersinler diye dikkate almaz. Daha doğrusu, Yaradan’a, şikâyetleriyle gelir: ‘Yalnızca Senin için çalışıyorum ve alçakgönüllülükle çalıştığım için hiç kimse Tora ve Mitzvot’u izlerken ne yaptığımı bilmiyor, bu yüzden çalışmam için beni senin ödüllendirmen en doğrusu olur.’
Bu şekilde, bilgelerimizin söylediklerini yorumlamalıyız, ‘Oğullarının yaşaması için, sadaka olarak bir taş parçası veren kişi, tam inançlıdır.’ Bunun sebebi, Yaradan’ın emirlerine uyması, bu emirleri izlemesidir. Yaradan bize sadaka vermemizi emrettiğinden, biz de veririz. Burada ortaya çıkan şudur; burada vermek için bir eksiklik yoktur, zira kişi Lişma, yani Yaradan rızası için, Mitzva’yı yerine getirmektedir ve onu sadaka vermeye zorlayan başka hiç kimse yoktur.
Daha doğrusu, Yaradan’dan ödül istemektedir, O, Mitzva’yı yerine getirdiği için kişiye ödeme yapacaktır ve O, başka hiç kimse için değil, yalnız Yaradan için emek verdiği için ödeyecektir. Bu ikinci türdeki gibi değildir, başka birisi ile yani, kişinin Tora ve Mitzvot’a titizlikle uymasını sağlayan dışarıdan insanlarla kombine edilmez.
Dedikleri gibi (Pesahim, 8a), ‘Ve Tania der ki; ‘Bu taş parçası sadaka içindir; böylece oğulları yaşayacak veya bir sonraki dünyaya geçeceğim’ diyen kişi tam inançlıdır.’ Rashi, ‘O tam inançlıdır,’ şeklinde yorumlar. Kişinin, Lo Lişma’da (O’nun adına değil) çalıştığını söylemiyorlar, ama kendi memnuniyeti, niyeti ile bile olsa, sadaka vermesini emreden Yaradan’ın emrini yerine getirdiği için, bir sonraki dünya ya da oğullarının yaşaması ile ödüllendirilir.
Bunun anlamı, Mitzva’yı izlediği için ödül istediği halde, bu Mitzva için oğulları yaşasın diye ya da bir sonraki dünyanın ödülünü istediği halde gene de erdemlidir. Bir sonraki dünyayı istemesi durumu, oğullarının yaşamasını istemesi durumu gibi, ödül istemek olarak kabul edilir. Bu, Kutsal Zohar’ın yukarıdaki sözleri gibidir: ‘Mitzvot karşılığında, bu dünyada ya da bir sonraki dünyada ödül istemesi, esas korku olarak kabul edilmez.’ Çünkü Mitzva’yı izlemesinin nedeni, Yaradan değil, kendi menfaatidir. Buna rağmen bilgelerimiz, ‘O, tam inançlıdır’ dediler. Bu, RASHİ’nin yorumuyla aynıdır: ‘Çünkü ona sadaka vermesini emreden Yaradan’ın Mitzvot’unu izliyor, ama kendi memnuniyetini de düşünüyor; bundan dolayı ona ‘tam inançlı’ denir.
Bu, açıkladığımız gibidir; kişi Yaradan ona, Tora ve Mitzvot’u izlemesini emrettiği için çalışıyor ve onu Tora ve Mitzvot’u izlemeye zorlayan başka hiç kimse yok; RASHİ’nin yukarıda yorumladığı gibi, buna Lişma denir. Bu, yukarıda bahsi geçen alegori gibidir. Röven için çalışır, ancak maaşını Şimon’dan ister. Aynı zamanda başkaları için de çalışıyor olduğundan, buna kesinlikle Lo Lişma denir; Lo Lişma da ikinci türdür.
(Duydum ki, bilgelerimizi açıklamaya çalışanlar var, “’Bu taş, sadaka için, böylece oğullarım yaşayacaktır’ diyen tam inançlıdır.” Fakat Mitzva’yı izlemeyi şart koşuyor, böylece baş harfleriyle yazıldığını söylemeye çalışıyorlar, ‘O bir Tzadi-Gimel (CR)’ dir. Daha sonra, açık kelimelerle yazdıklarında, bunu Tzadi-Gimel’i, Tzadik Gamur’a (Tam İnançlı) çevirdiler. Ancak, baş harfleri yorumlamada Tzadi-Gimel’in anlamı Tzedakah Gedolah (Büyük Sadaka) olduğundan, ama Tzadik Gamur olmadığından, yanılıyorlardı. Bununla beraber, bu muhtemelen geçerli değildir; zira bununla ‘Veya bir sonraki dünyaya sahip olacağım,’ yazan diğer ayeti açıklayamazlar. Çünkü ‘bir sonraki dünya’ ile ayrıca kendini memnun etmeyi hedeflerler. ‘Böylece, oğullarım yaşayacak’, Kutsal Zohar’ın yukarıdaki sözleriyle aynıdır.)
Ancak, üçüncü tür, Yaradan’ın, Tora ve Mitzvot’u izlememiz için Musa aracılığıyla bize emrettiği gibi, kişinin Yaradan için çalıştığı, anlamına gelir. Ve başka hiç bir sebep yüzünden değil, ama Yaradan’ın emri olduğu için, yalnızca O’nun için çalıştığımızdan, O’ndan ödül isteriz. Bu yüzden, buna Lişma denir. Ancak, bu sadece üçüncü türdür.
Dördüncü tür, Tora Ve Mitzvot’u ödül almak için izlemez. Bilgelerimizin söylediği gibi (Avot, Bölüm 1,3), ‘Antiganos, Soho’nun Adamı, erdemli Şimon’dan edindi. Derdi ki, ‘Efendi’ye ödül almak için hizmet eden, hizmetçilerden olma, Efendi’ye ödül almadan, hizmet eden, hizmetçilerden ol ve bırak Cennet’in korkusu üzerinde olsun.’
Bunun anlamı, özellikle ödül almak için değil, ‘Yaradan için’ olarak kabul edilir. Sonuç olarak, diyor ki ‘Ve bırak, Cennet korkusu, üzerinde olsun.’ Bu, Cennet’in gerçek korkusunun, hiç bir ödül olmadan, özelikle Lişma’da (O’nun adına) olduğu anlamına gelir. Yani, kendini tatmin etme niyetinde olmayıp, tek niyeti, Yaradan’a memnuniyet vermektir. Bu, kendini tatmin etmenin hiç karışmadığı, ‘temiz Lişma’ olarak kabul edilir. Buna, ‘dördüncü tür’ denir.
Ancak, soruyu biliyoruz: ‘Yaradan eksik midir ki, yarattıklarının, kendileri için hiçbir tatmin duymadan, yalnızca Yaradan için, yalnız O’nun için çalışmasına, ihtiyaç duysun? Ve eğer çalışmalarında, haz almayı istiyorlarsa, bu çalışma, yukarıda, Kral tarafından kabul edilmeye layık bir Mitzva olarak kabul edilmez mi, yetersiz midir? Yaradan, neden insanın da, bu çalışmadan haz almasına aldırış etsin ki?
Bunun cevabı şudur; utanç ekmeğinin olmaması için, form eşitliğinin olması gerekir. Kural şudur ki, dallar, köküne benzemek ister ve Yaradan, verici olduğundan, kişinin, başka birinden alması gerektiğinde, bu ona hoş gelmez. Bunu, alma kaplarımızın üzerindeki gizlilik ve kısıtlama izler ki böylece ödül almak için çalışmamak, bizim yararımız içindir.
Aksi takdirde, bir seçime sahip olmamız mümkün olmazdı. Yani, insan Tora ve Mitzvot’tan aldığı hazzın üstesinden gelemeyeceğinden, asla, ihsan etmek için Tora ve Mitzvot’u yapamayacak ve tutamayacaktı. Bu kısıtlama ve gizlilik için değildir. Zira bilinir ki haz ne kadar büyük olursa, ondan vazgeçmek o kadar zordur.
Bu nedenle, bize kapların kırılması sırasında, Klipot’a (kabuklar) düşen, kutsal Zohar’da ‘zayıf ışık’ denen, yalnızca çok zayıf bir ışığın olduğu maddesel hazlar verilmiştir. Bunlara bir de Adam Harişon bilgi ağacı günahını işledikten sonra, kutsal kıvılcımlar eklenmiştir. Bunlar, tüm yaratılmış olanların, peşinden koştukları hazlardır. Dünyada var olan tüm savaşların, cinayetlerin, hırsızlıkların v.b. sebebi, herkesin, haz alma peşinde olmasındandır.
Tüm bu hazların üstesinden gelmeye ve her şeyi, Yaradan için almaya yazgılıyız. Ancak kişi, kendini sevmekten çıkmanın ve küçük hazları bırakmanın ne kadar zor olduğunu görür. Bu yüzden, Tzimtzum’dan (kısıtlamadan) olmasaydı da, Tora ve Mitzvot’ta var olan gerçek haz ortaya çıksaydı, hiç şüphe yok ki, kişi bu hazlardan vazgeçmeyi ve Yaradan’a memnuniyet getirmek için Tora ve Mitzvot’u izlemek istediğini söylemeyi başaramazdı.
Ancak, insan, doğası gereği, Kli (kap) denen, ‘haz ve memnuniyet alma arzusu’ ile doğduğundan, hiç haz almadan, Tora ve Mitzvot’u izlemeye razı olamaz. Öyleyse, hiç bir ödül olmadan nasıl çalışabiliriz ki?
Bununla birlikte, bize ödül olmadan çalışabileceğimiz tek bir yer verildi. Yani, Tzimtzum yüzünden, Tora ve Mitzvot’un tadına halen sahip olmasak bile, Yaradan’ın yüceliği ve Kral’a hizmet etmenin ayrıcalığı için hizmet etmemiz tavsiye edilir.
Küçük olanın, büyük olanın önünde iptal olması, bu, bizim doğamızda var. Neslimizin, dünyanın en önemli ve en kutsal olarak kabul ettiği yüce olan için çalışmak adına gücümüz ve motivasyonumuz vardır. Onun önemi ölçüsünde, ona hizmet etmekten hoşlanırız. Bu hazzı almaya izin verilmiştir, zira vermekten hoşlanmak, almak için ihsan etmek olarak görülmez. Almak için ihsan etmek demek, O’na hizmet ettiğinde, özellikle bir ödül arzuluyor anlamındadır.
Diğer taraftan, bir fabrikada çalışıyorsa, mal sahibinin, üretken olan herkesten hoşlandığını bilir ve alışılmıştan daha fazla üreten herkes, mal sahibine büyük sevinç verir. Dolayısıyla, kişi mal sahibini memnun etmek için, diğer işçilerden daha fazla üretmeye çalışır. Ancak, daha sonra memnun etmeye çalıştığı için, mal sahibinin onu ödüllendirmesini ister. Bu, bir yandan verirken, diğer taraftan ödül istemesi olarak kabul edilir. Buna, ‘ödül almak için ihsan etmek’ denir.
Bir kişi Kral’a hizmet ediyorsa, bu pek öyle değildir. Ve Kral’a şöyle der, ‘Hizmetimin karşılığında hiçbir şey istemiyorum, çünkü hizmet etmekten zaten hoşlanıyorum ve bana senin için yaptığım bu hizmet için vereceğin herhangi bir şey, hizmetimi lekeleyeceğinden, hiçbir ödüle ihtiyacım yok. Tek istediğim, hizmet etmektir. Bana hiçbir ödül verme, bu benim için zevktir, zira Kral’a hizmet etmekle ödüllendirilmiş olmak, benim için büyük onurdur.’
Karşılığında hiçbir şey almak istemediğinden, elbette ki almak için ihsan ettiğini söyleyemez. Peki, neden istemiyor? Çünkü Kral’a hizmet etmekten büyük bir zevk alıyor. Böylece bu, ‘önemli birine, ihsan etmek için, ihsan etmek’ olarak kabul edilir. Kişi, Kral’ın önemini, Kral’a hizmet etmekten aldığı hazzın büyüklüğü ile ölçer. Kral ne kadar önemli ise o kadar çok haz alır, zira şehrin en büyüğüne hizmet eden, ülkenin en büyüğüne hizmet eden ya da dünyanın en büyüğüne hizmet eden gibi değildir.
Bu, gerçek ihsan etme olarak kabul edilir. Şöyle ki kişi vermenin kendisinden hoşlanır zira ihsan etmenin ana noktası, form eşitliği amacıyla yapılmasıdır. Yani, Yaradan, verici olduğundan, yaratılanlar da verici olmak isterler ve Yaradan’ın, veriyor olmaktan hoşlandığını kesinlikle söyleyebiliriz.
Böylece, eğer yaratılanlar Yaradan’a ihsan ederlerse ve Yaradan bundan haz almazsa, burada halen form eşitliği yoktur, zira Yaradan aşağıdakilere vermek ister. Bunun anlamı, sevincin, ihsan etme eyleminden kaynaklanmasıdır ve eğer bu eylemin karşılığında, bir şeyler almamız gerekirse, o zaman, eylemi kirletiriz ve eylemde hiç bir bütünlüğün olmadığını söyleriz. Aksine, bütünlüğe sahip olmak için, bir şey eklemeliyiz; yani, eylemin kendisi çok önemli olmadığı halde, bu eylem karşılığında bir şey almalıyız.
Gerçekte, eğer Yaradan’a ihsan etme eylemi gerçekleştirmek istiyorsak, bundan keyif almalıyız. Çünkü ihsan etme eyleminin hazzı, eylem olarak kabul edilir; zira kişi, yapmak istediği ve kendisi için önemi olan her bir şeye, ilk olarak onu yapmak için öncelik verir. Kişinin en önemli olanı seçerken kullandığı ölçek, en çok sevdiğini seçmesidir.
Dolayısıyla, kişi, Yaradan için yaptığı çalışmaya değer vermek isterse, yalnızca aldığı büyük hazza göre değer verebilir. Yani, kişi büyük bir haz almaya çalışıyorsa, böylece bilir ki, şimdi O’nun emirlerini yerine getirerek Yaradan’a ihsan ederek, O’na büyük bir memnuniyet veriyordur.
Şöyle ki, bir insan, Yaradan’a memnuniyet vermeyi arzular, ancak Yaradan’ı hoşnut etmek için, ne verebileceğini bilmez. Bu sebeple, O’nun bize Tora ve Mitzvot’u vermiş olduğunu anladığımızda ve eğer bunları yerine getirirsek, O, bundan hoşnut kalır ve biz de O’nun için ne yapacağımızı bildiğimizden, kesinlikle mutlu oluruz. Böylece, Tora ve Mitzvot’u yerine getirirken bize kutsamalar verildiğini görürüz ve ‘Sen Efendim, Tora’yı veren, kutsalsın,’ deriz.
Mitzvot’ta, bize verdikleri için O’na şükrettiğimiz yazılmıştır. Örneğin, Sukka Mitzvası. O’nu hoşnut etmek için yapacaklarımızı, bize öğrettiğinden, mutluyuz ve O’nu hoşnut edecek şeyleri aramak zorunda değiliz. Ancak soru şu: ‘Mitzvot’u gerçekleştirirken hazzımızı nasıl arttırabiliriz?’
Cevap: Tek bir yolu var; Yaradan’ın büyüklüğünü edinmeye çalışmak. Yani, Tora ve Mitzvot’ta yaptıklarımızın tamamında, ödülümüzün, Yaradan’ın büyüklüğü hissiyatı olmasını isteriz ve tüm dualarımız, ‘Şehina’yı (Kutsallık) tozdan yükseltmek’ için olmalıdır. Çünkü Yaradan gerçekleşen Tzimtzum’dan dolayı, bizden gizlidir, O’nun önemini ve büyüklüğünü takdir edemeyiz.
Bu yüzden, Yaradan’ın gizliliğini bizden kaldırması ve Tora’nın ihtişamını yükseltmesi için dua ederiz. Roş Haşana’nın (yeni yıl ayini), 18. duasında ‘Gerçekten, ihtişamı insanlarına ver’ diyoruz. Yani, ‘Efendi’nin ihtişamını, insanlarına ver’, böylece Kral’ın ihtişamını hissetsinler.
Bu sebeple, kişi Tora çalışırken, amacı hatırlamaya çalışmalıdır ki böylece bu çalışmadan ne almak istediği, daima gözlerinin önünde olsun, yani bu çalışma Yaradan’ın önemini ve büyüklüğünü bahşetsin. Ayrıca, Mitzvot’u yerine getirirken niyeti de unutmadan, Mitzvot’u izlemenin şükranı ile Yaradan, kişiden maneviyatın gizliliğini kaldıracak ve ona Yaradan’ın büyüklüğü hissiyatını verecektir.
Bununla birlikte, Tora ve Mitzvot’u, böylece Yaradan’a yaklaşmakla ödüllendirilmek, Yaradan’ın büyüklüğünü elde etmek için izlemek, zor bir iştir. Bu yüzden, Yaradan’ın önemi sayesinde, O’na memnuniyet verebilecek; bu, ona ödül olacak ve çalışması için, başka bir ödüle arzu duymayacak. Bedeni, bu niyetle çalışmasına razı olmayacaktır.
Kutsal Zohar’da (Nasso, madde 102-104), şöyle yazar: ‘Güçlü adamlar, şehirden şehre dolaşırlar ve bağışlanmazlar. Karma topluluk, onları aralarından atar ve birçok yerde onlara sadece tayın verilir. Böylece, düşüşlerinde bir anlık bile yükseliş olmaz. Ve günahtan korkan tüm bilgeler ve güçlü adamlar dertli, sıkıntılı ve acı içindedir. Onlar köpek olarak kabul edilir, çocuklar saf altınla tartılır, caddeler üzerindeki kil kavanozları gibidirler. Bu karma topluluk, zengin, huzurlu, neşeli, üzüntüsü ya da kederi olmayan, soyguncular ve rüşvetçilerdir, yargıçlar onlardır, topluluğun başıdırlar.’
Zohar’ın bu sözleriyle, günahtan korkan bilgeler ve güçlü adamlar ile karma topluluk olarak kabul edilen yargıçlar ve topluluğun başı olanları birbirinden ayırdığını görürüz. Der ki, yargıçlar ve topluluğun başları zengin, huzurlu, neşeli iken, günahtan korkan bilgeler ve güçlü adamlar, kederli ve sıkıntılıdır. Neden? Çünkü onlar, karma topluluktur.
Karma topluluğun ne anlama geldiğini anlamalıyız. Çünkü karma topluluk, sevince ve barışa sahiptir. Yakup’un, Esau ile yaptığı tartışmada, Esau’nun, Yakup’a şöyle dediğini görürüz: ‘Yeterince sahibim,’ Yakup ise şöyle yanıtlar: ‘Her şeye sahibim’. Yeterince ile her şeye arasındaki farkı anlamalıyız.
Bilindiği üzere, Sefira Yesod’a ‘her şey’ denir ve Yesod Tzadik (erdemli, inançlı) olarak kabul edilir, dualarımızda söylediğimiz gibi, ‘Sen ey Efendi, yücesin, güçlüsün, muazzamsın, ölümsüzsün, ihtişamlısın.” Bu böyledir, zira ‘her şey’ Yesod’dur ve erdemliye Yesod denir; o sadece verir. Bilinir ki Kutsal Zohar’da yazıldığı gibi, Sefira Yesod, Malhut’a verir. Bunun anlamı şudur; tüm çalışması ihsan etmek için olan, kendisi için hiçbir şey almayan Yesod’un derecesi Tzadik’tir.
Şüphesiz, kişi, inançlı olmak için çalışmaya başladığında, yani, kendisi için hiç bir ödül almadan ve sadece Yaradan’ını memnun etmek için çalıştığında, beden buna razı olmaz ve ona engel olur. Çalışmasına engel olabilmek için, her şeyi yapar. O zaman, kişi, sürekli acı çeker ve içinde bulunduğu durumda huzur bulamaz. Çünkü görür ki, Yaradan’a veren olma durumuna henüz gelmemiştir. Aksine, yaptığı hiçbir şeyi ihsan etmek için yapmaya yöneltemez.
‘Şehina sürgünde’ denen, Şehina’nın üzüntüsü yüzünden, daima sıkıntıdadır. Yalnız kendi-sevgisi için çalışacak gücü olduğu için acı içindedir ve alma arzusunun hiçbir şeye sahip olamayacağını gördüğünde, bu çalışmaya boş verir.
Çalışmasında bir süre çaba harcadıktan sonra ve Yaradan’a biraz olsun yakınlaştığını görmek istediğinde, her seferinde, Yaradan’la Dvekut’ta (tutunma) olmaktan uzak olduğu gerçeğini biraz daha hisseder. Yani, form eşitliğiyle ilgili, ‘O, merhametli olduğundan, sen de merhametlisin’ denir, kişi ise bunun tam tersidir. Önceden, Yaradan’a memnuniyet vermek istediğini ve bunun biraz da olsa haz vereceğini düşünüyordu. Çalışmasıyla, bu dünyanın ve de sonraki dünyanın ödülünü kazanacağını umuyordu. Fakat şimdi görüyor ki, Yaradan için çalışmakta güçsüzdür; hepsi kendisi için almak içindir, hiçte ihsan etmek için değildir.
Şimdi gördüğü, çalışmaya başladığı zamandan daha da kötü olduğudur. Üçüncü türde çalışmaya başladığı zaman, sevinci ve huzuru vardı. Çünkü iyi işler yaptığı her gün için, her Mitzva’nın ödülü, hesabına kaydedildiğinden, sahip olduklarının büyük miktarda biriktiğini biliyor ve inanıyordu. Bu inanç, sevinç ve huzurunun kaynağıydı, çünkü çalışmasında ilerlediğini görüyordu, yani, sahip oldukları, günbegün artıyordu.
Fakat şimdi, üçüncü türden ayrıldı ve ödül almak için olmayan, dördüncü türde çalışmaya geçti. Sıkıntı ve baskı altındadır, zira şimdi kendisini ihsan etme kaplarında inceliyor, bu Kli’yi ne kadar edindiği hakkında kendini sorguluyor.
O zaman, çaba gösterdiği ve Yaradan’a yakın olmak, yani ihsan etmek için bir arzuya sahip olmak istediği her gün, tam tersini görür; her gün mesafenin daha da büyüdüğü gerçeğini görür. Baal HaSulam şöyle söyler; her gün iyi işler yaptığına göre ve bu işlerin onu daha yakınlaştırması gerektiğine göre kişi neden daha da uzaklaştığını görür?
Bilgelerimiz, ‘Kötü eğilimi yarattım, Tora’yı da şifa olarak yarattım,’ demişler. Öyleyse, ihsan etmek için çalışmaya başlayan biri, neden, her gün daha kötüye gittiğini görüyor? O, böyle olmadığını, gerçekte, kişinin düşündüğü gibi her gün gerilemediğini söyler. Bilakis, her geçen gün, ilerler. Kendinin daha kötüleştiğini görmesinin sebebi, kişinin önce yanlışı ve kötülüğü görmesi gerekmesidir ki böylece daha sonra bunları düzeltmesi mümkün olsun.
Ancak kişi, sadece binadaki, bir deliği ya da çatlağı kapatmak istediğinde ve deliğin ya da çatlağın 20 cm uzunlukta olduğunu ve çalışmasının ve çabasının işe yaradığını düşünürken, sonradan, kapatılacak, 20 cm daha olduğunu görür. Gerçek eksikliği görmediği sürece, boşuna çalışıyordur, yani, hiçbir şeyi düzeltmiyordur.
Ders şudur; kişi, mesela 1 kg kötülüğe sahip olduğunu düşünüp onu düzeltmek ister. Düzeltmeye başlar, ancak görür ki, bir kg daha kötülük vardır. Demek ki hiçbir şeyi düzeltmemiştir. Ama eğer içindeki kötülüğün tam ölçüsünü görür ve sonra düzeltirse, buna ‘tam ıslah’ denir.
Bu yüzden Baal HaSulam, çalışmasına, ihsan etmek için bağlandığı her gün, kişinin, içindeki kötülüğün miktarını görmek anlamında, gerçeğe daha yakınlaştığını söyledi. Karanlık bir evde, oradaki kiri ve çöpü görmek imkânsızdır. Ancak, içeriye biraz ışık getirirseniz, orada kir ve çöpün olduğunu görebilirsiniz.
Benzer olarak, kişi, ihsan etmek için Tora ve Mitzvot’la uğraştığında, Tora ve Mitzvot her seferinde içindeki kötülüğün ölçüsü hakkındaki gerçeği görmesi için, onu aydınlatır. Bu yüzden, her geçen gün, içindeki tüm kötülüğe ulaşıncaya dek, kişi ilerliyordur. Daha sonra, bunları ıslaha başladığında, tamamen ıslah olur. Böylece, daha sonra, Yaradan’ın, yarattıklarına vermeyi tasarladığı, haz ve memnuniyeti Kelim’ine (kap) alabilir. Yazıldığı gibi, yaratılışın amacı, O’nun yarattıklarına, iyilik yapmaktır.
Bu meseleyi, Mısır’dan çıkışta buluruz. Kutsal ARİ, Mısır’dan çıkış zamanında, Kralların Kralı, onlara görünüp, onları kurtarıncaya dek, İsrail’in, Tumaa’nın (kirlilik) 49 kapısında olduğunu söylemiştir. Herkes bunun hakkında sorar: Mısır sürgününden kurtarmak için gönderdiği, Musa ve Aron’dan, Yaradan’ın amacını duyan, İsrail halkı olabilir mi? Kutsal ARİ’nin yorumladığı gibi, Mısır sürgününün anlamı şudur; Keduşa’nın (Kutsallık) görüşü sürgündedir. Musa ve Aron, İsrail halkına, onları sürgünden çıkacaklarına ve Keduşa’ya sokacaklarına dair söz verdiler. Bu, Şema (Duymak) okumalarında söylediğimiz gibidir: ‘Ben sizin Tanrınız olmak için, sizi Mısır topraklarından çıkaran Tanrınız, Efendinizim.’
Bunun nedeni, her gün, özellikle, Mısır’da meydana gelen on felaketi gördükleri için, Keduşa’da dereceden dereceye yükselmiş olmalarıdır. Yine de Kutsal ARİ, Mısır’dan çıkış, zamanında, İsrail halkının, Tumaa’nın 49 kapısında olduğunu söyler.
Bununla birlikte, her geçen gün, gerçeğin basamaklarında yükselmişler ve alma kabında sahip oldukları, kötülüğün ölçüsünü görmeye daha da yaklaşmışlardır. Yani, Musa ve Aron’un gelip onlara, Keduşa’dan beslenen Klipa (kabuk) olan, Mısır sürgününden çıkmaları gerektiğini söylemeden önce, Kutsal ARİ, İsrail halkının onlardan uzaklaşmaya başladığını söyler. O zaman, Mısır’ın Klipa’sı, kuvvetli, etkili güçlerle, onlarla savaşmaya başlamıştır.
Şöyle ki, Mısır’ın Klipa’sı, kendileri için almaktan çıkmanın buna değmeyeceğini, İsrail halkına gösterdi. Ve ihsan etme çalışmasıyla ilgili, bunun zor olduğunu ve özel güçler gerektirdiğini gösterdi, nasıl olsa ödüllenecek olduklarından, boş yere çalışmaya değmeyecektir. Ve İsrail halkı, Musa ve Aron’dan güç alana kadar, Mısır Klipa’sı gelip, onları zayıflattı.
O kadardı ki, her seferinde, zihinlerine giren Mısırlıların itirazlarının üstesinden geldiler, böylece, bunun Mısır’ın itirazları olmadığını, İsrail’in insanları bunun kendi düşünceleri olduğunu düşündüler. Buna, ‘Dostundan daha büyük olanın, arzusu ondan daha büyüktür,’ denir.
Bunun anlamı şudur; Keduşa’da güçlendikleri ölçüde ona karşı olan Klipot’ta da güçlendiler. Kaçma arzusunun gücü arttıkça, diğer taraf da, kaçamasın diye daha çok güç göstermek zorundadır.
Aslında, İsrail halkı her geçen gün, Keduşa’ya yaklaştı ve bunun kanıtı, eğer onların Tumaa’nın 49 kapısında oldukları söylenirse, bunun nedeni, onların zaten Keduşa’nın 49 kapısını yükseltmiş olmalarıdır. Dolayısıyla, Keduşa’nın tersi olan Tuma’nın 49 kapısı olmalıydı.
Bununla birlikte, kişi çalışmasını tamamlamadan ve Klipot’un alanından çıkmadan önce, Keduşa’ya girişinin ölçüsünü göremez. Tüm gördüğü, her zaman daha uzakta olduğudur. Çünkü Keduşa’nın zıddı, kişinin içindeki kötülüğü ifşa eder. Keduşa’nın ışığından önce, kişi, kendisindeki kötülüğün gerçek formunu göremez. Yukarıda söylendiği gibi, evin içinde, ışığın olduğu yerdeki kiri tam olarak görebiliriz.
Dolayısıyla, kişi, neyi iyi bir koşul olarak kabul edeceğini bilemez. Şöyle ki kişi, kendinin düşüşte olduğunu hissedebilir, yani Tora ve Mitzvot’a karşı hiç bir arzusunun olmadığını görebilir. Şimdi görür ki, kendini sevmeye karşı dünden daha fazla tutkusu var. Bu nedenle dün dünyevi olanakları iyi olan, alma arzularını tatmin eden insanlara saygı duyacak bir durumdayken, şimdi kişi muhtemelen onlardan uzak durur, kendilerini böyle aşağı bir seviyeye alçaltan insanlara bakmaya tahammül edemeyeceğini söyler.
Ama şimdi kendisinin de onlardan biri olduğunu görür ve bu aşağılık hali için hiç utancı yoktur. Aksine, bu onun için sıradan bir şeydir; maneviyat hakkında hiç düşünmemiş gibidir. Bunu daha iyi anlamak için, şafaktan önce kalkması gereken kişiyi, örnek olarak alalım. Çalar saat veya birisi tarafından uyandırıldığı zaman, Yaradan’a hizmet etmek için kalkması gerektiğini hisseder. Meselenin önemini hissetmeye başlar ve bundan dolayı hızlıca kalkar; çünkü Yaradan’a hizmet etmenin önemini hissetmesi, hızlıca kalkması için ona güç verir.
Şüphesiz, o zaman yükselme koşulundadır. Yani, çalışmak için ona güç veren, maddesellik değildir. Maneviyata, Yaradan’la şimdi temasa geçeceğini hissetmesi, nasıl olursa olsun, çalışma için ona güç vermeye yeterlidir ve Yaradan’dan başka hiç bir şeyi düşünmez. Şimdi yaşıyor olduğunu ve maneviyat olmadan ölü olacağını hisseder. Doğal olarak, yükseliş koşulunda olduğunu hisseder.
Gerçekte, kişi uzak olduğunu hissettiğinde, kendi durumunu belirleyemez. Yani, ihsan etme yolunda yürümek isteyen birisi, şunu anlamalıdır; yukarıdan ona özel bir muamele yapılmıştır, önceki durumundan aşağı indirilmiştir ki böylece amacını, yani insandan isteneni, Yaradan’ın insana vermek istediğini gerçekleştirsin. Ancak yükseliş durumunda olduğunda, Tora ve Mitzvot’a karşı arzusu olduğunda, maneviyat hakkında endişe etmesine gerek yoktur. Bunun yerine, böyle mutlu olduğu için, tüm yaşamı boyunca bu halde kalacağını görür.
Anlaşılacağı üzere, aldığı iniş, kişinin kendi iyiliği içindir; yani, biraz bütünlüğe sahip olduğunu düşündüğü içinde, bulunduğu bu durumdan aşağıya indirilerek, özel bir muamele görmüştür. Bu, onun içinde bulunduğu bu durumda tüm yaşamı boyunca kalmaya razı olmasından da açıkça bellidir.
Fakat şimdi, maneviyattan uzak olduğunu görür ve şöyle düşünmeye başlar: ‘Gerçekte benden istenen nedir?’ Ne yapmalıyım? Erişmem gereken amaç nedir?’ Çalışmak için gücü olmadığını görür ve kendini ‘Cennetle, yeryüzü arasında’ bir durumda bulur. Öyle ki insanın güçlenmesine, yalnızca Yaradan yardım edebilir; kişi kendi başına, ölüme mahkûmdur.
Bunun hakkında şöyle söylenmiştir (Isaiah, 4:31): ‘Sadece Efendi’ye ümit bağlayan, yeniden güç kazanacaktır’. Bu, Yaradan’a ümit bağlayanlar anlamındadır. Yani dünyada, her seferinde, onlara yeniden güç kazandırarak yardım edecek, başka kimsenin olmadığını görenler demektir. Bunu takiben, bu iniş aslında yükseliştir, yani hissettikleri bu iniş, onların bir sonraki dereceye yükselmelerini sağlar, zira ‘Kli olmadan, ışık olmaz.’
Yükseliş durumunda olduğunu düşündüğünde, Kli dolu olduğu ve içine bir şey koymak için bir yer olmadığı için, kişinin Yaradan’ın onun içine bir şey koyması için bir arzusu yoktur. Ama şimdi, iniş durumunda olduğunu hissetmektedir ve eksikliklerini ve Yaradan’la Dvekut’a erişmesini engelleyen temel sebepleri görmeye başlar. O zaman, Yaradandan ne yardım isteyeceğini anlar, çünkü gerçeği, gerçek engelleri görür.
Yukarıdakine göre, kişi, Yaradan’ın, onu Yaradan’ın çalışmasından uzaklaştırdığını söyleyemez. Kişinin kanıtı, düşüş durumunda olması yani, Yaradan, onu çalışmadan atmıştır ve O’nun için çalışmasını istemiyordur. Ancak bu öyle değildir. Tam tersine, Yaradan onu yaklaştırmak ister, zira kişi kendini yükselişte hissettiğinde, Kelim’i olmadığından, Yaradan onu daha yakınına getiremez.
Yaradan, ona Kelim vermek için onu bulunduğu durumundan çıkarmak ve onu kendini eksik hissettiği bir duruma getirmek zorundadır. Daha sonra, Yaradan, yukarıdan ona yardım edebilir; bilgelerimizin sözlerinde olduğu gibi, ‘Arınmak için gelene yardım.’ Kutsal Zohar sorar, ‘Ne ile?’. Ve cevap verir, ‘Kutsal ruh ile’. Yani, kişi ruhun, yukarıda Yaradan’ın bir parçası olduğunu hissetmek için yaratılmıştır ve böylece Keduşa’ya girer. O zaman kişi, gerekli düzeltmelerle ruhunun ıslahını tamamlayana dek dereceden dereceye gidebilir.
Özetle, birinci türde, Tora ve Mitzvot’u izlenmesindeki sebep, dışarıdaki insanlardır. İkinci türde, Yaradan, dışarıdaki insanlarla birlikte, kişinin kendini Tora ve Mitzvot’a vermesine neden olur. Üçüncü türde, yalnızca Yaradan, kişinin Tora ve Mitzvot’a kendini vermesine neden olur. Dışarıdaki insanlar değil, ama yalnız kendisi Tora ve Mitzvot’u izlemesine sebep olur.
Dördüncü türde, Tora ve Mitzvot’un izlenmesinin sebebi, yalnızca Yaradan’dır ve Tora ve Mitzvot’a kendini teslim etmesinde etkisi olan başka bir ortak yoktur. Buna, ‘Yalnızca Efendi için’ ve diğerlerine ‘Keduşa içindeki karma topluluk’ denir.