Öncelikle şunu bilmelisiniz, zaman, yer ve hareket mevhumu olmayan manevi konularla ilgilenirken, dahası Tanrısallıkla ilgilenirken bunları ifade edecek ve üzerinde düşünebileceğimiz kelimelerimiz yok. Tüm kelime hazinemiz hayali hislerin duygularından alınmıştır. Peki, öyleyse bunlar bizlere duygu ve hayalin hâkim olmadığı bir yerde nasıl yardımcı olabilirler?
Örneğin, en güç algılanan kelimeleri mesela “ışıklar”ı aldığınızda bu en azından güneşin ışığına benzer ve ondan alır ya da tatmin olmanın duygusal ışığıdır. Peki, bunlar Tanrısal konuları ifade etmek için nasıl kullanılabilir? Elbette okuyucuya gerçek bir şey sağlamaktan yoksun olurlar.
Dediklerim araştırma ve ilim konularıyla ilgili yazılı olarak aktarılan bilimsel açıklamalarda kullanılan kelimeler için çok daha geçerlidir. Zira bir tek kelimenin kullanımında bile yetersiz olursak, okuyucunun hemen aklı karışır ve konuya tekrar tutunup kendisini bulması mümkün olmaz.
Bu nedenle Kabala bilgeleri “dalların dili“ olarak adlandırabileceğimiz özel bir dil seçmişlerdir. Bu dünyada kökü Üst Dünyada başlamayan hiçbir madde ya da bir maddenin işleyişi yoktur. Dahası bu dünyadaki her varlığın başlangıcı Üst Dünyadadır ve sonra bu dünyaya iner.
Bu nedenle, bilgeler edinimlerini nesilden nesle ağızdan ve yazıyla hiç sorunsuz aktarmak üzere bir dil bulmuşlardır. Onlar her ismin kendini açıkladığı bu dünyadaki dalların isimlerini Üst Dünyaların sistemindeki Üst Köke değinircesine almışlardır.
Bu sıklıkla Kabala kitaplarında gördüğümüz karışık ifadeler ve insan ruhuna yabancı kelimelerle ilgili olarak kafanızı rahatlatmalı. Bunun nedeni kendilerini ifade etmek için bu dili, yani dalların dilini seçtiklerinde alt derecesinden dolayı bir dalı kullanılmamış bırakamadılar. Arzulanan kavramı ifade etmek için dünyamız başka hiçbir dalın bunun yerini alamayacağını önerdiğinde bu dili kullanmaktan kaçınamadılar.
Tıpkı iki saç telinin aynı gözenekten beslenemediği gibi aynı kökle bağlantısı olan iki dal yoktur. Ayrıca Kabala ilminde alt ifadesiyle ilgili nesneyi yok etmek de mümkün değildir. Böyle bir kayıp ilmin tüm gerçekliğinde bozulma ve kafa karışıklığına neden olur zira dünyada Kabala ilminde olduğu gibi neden ve etki, sebep ve sonuç yoluyla konuların birbiriyle ilişkilendirildiği başka hiçbir ilim yoktur. Konular tıpkı bir zincir gibi yukarıdan aşağıya kadar iç içe geçmiş ve birbiriyle bağlıdır.
Dolayısıyla burada kötü isimlerin iyi isimlerle değiştirilmesi onların yerini almasında özgür seçim yoktur. Her zaman Üst Köküne işaret eden doğru dalı bulmalı ve araştıran okuyucu için tam tanım sağlanana dek bunun üzerinde çalışmalıyız.
Gerçekten de Cennetin görüntüsüne gözleri açılmamış ve bu dünyanın dallarının Üst Dünyalardaki kökleriyle bağlantısındaki yeterliği edinmemiş kişiler duvarları kazıyan körler gibidirler. Onlar tek bir kelimenin bile gerçek anlamını anlamayacaklardır zira her kelime köküyle bağlantılı olan bir dalın ismidir.
Sadece bu kelimeyi konuşma dilinde açıklamaya uygun gerçek bir bilgeden çeviri alırlarsa ki bu bir dilden diğerine, dalların dilinden konuşma diline çevirmektir, o zaman kişi manevi kelimeyi olduğu gibi açıklayabilir.
Bu çeviride bunu yapmaya, on Sefirot’u Kutsal Ari’nin bizlere öğrettiği gibi, manevi arılıklarında, karışık terimlerden uzak açıklamaya çalıştım. Böylece her yeni başlayan ilme her hangi bir maddeselleştirmeye ve hataya düşmeden yaklaşabilir. Bu on Sefirot’un anlaşılmasıyla kişi bu ilimdeki diğer konuları da inceleyip nasıl anlayabileceğinin anlayışına gelir.
BÖLÜM 1
“Yaratılanlar zuhur olmadan ve varlıklar yaratılmadan önce sadece Basit Üst Işığın tüm realiteyi doldurduğunu bilin” (Hayat Ağacı). Bu kelimeleri açıklamak gerekiyor: Dünyalar zuhur olmadan önce Basit Işığın doldurduğu bir realite nasıl vardı? Ayrıca, O’nun yaptıklarına mükemmelliği getirmek için ortaya çıkan arzunun kısıtlanması konusu da açıklanmalı. Kitapta zaten bir miktar istek olduğu yazılıdır.
Bunun yanı sıra O’nun içindeki kısıtlamanın ortaya çıktığı orta nokta konusu hayli kafa karıştırıcı zira orada başlangıç ve sonun olmadığını söylemişti öyleyse orada orta nasıl olur? Gerçekten de bu kelimeler okyanustan daha derin ve bu nedenle açıklamalarının üzerinde detaylı durmalıyım.
Tüm realitede Eyn Sof’a dâhil olmayan hiçbir şey yoktur. Dünyamızdaki çelişkili terimler O’nun içinde Bir, Eşsiz ve Bütün formunda dâhildirler.
1. Hem duyularımızla algılanan hem de aklımızın gözüyle algılananlar olmak üzere dünyada Yaradan’ın içine dâhil olmayan herhangi bir varlığın özü yoktur, zira bunların hepsi bize O’ndan gelir. Ve insan O’nun içinde olmayanı verebilir mi?
Bizlerden ayrılmış ya da bize zıt olan mevhumları anlamalıyız. Örneğin, “ilim” kelimesi “tatlılık” kelimesinden farklı bir form olarak addedilir zira ilim ve tatlılık iki farklı terimdir. Benzer şekilde “işlemci” kelimesi de “işlem” (işleyiş) kelimesinden farklıdır. İşlemci ve işlemcinin işlemi iki farklı kavramdır. Bu, “tatlı” ve “acı” gibi iki zıt terimde daha da belirgindir; elbette bunlar ayrı incelenirler.
Bununla beraber, O’nun içinde haz, tatlılık ve acılık, işlemci ve işlem ve diğer farklı ve zıt formlar O’nun Basit Işığında bir olarak dâhil edilmiştir. Aralarında hiçbir fark yoktur, “Bir, Eşsiz ve Bütün” teriminde olduğu gibi.
“Bir” kelimesi tek aynılığa işaret eder. “Eşsiz” her şeyin O’ndan uzandığını, tüm bu çoğulluğun O’nun Özü gibi O’nun içinde olduğuna işaret eder. “Bütün” O’nun pek çok işleyişi gerçekleştirdiğini göstermesine rağmen tüm bunları gerçekleştiren tek bir Güç vardır ve bunların hepsi dönüp Bir formunda birleşirler. Aslında bu bir form O’nun İşlemlerinin tümünde ortaya çıkan formları yutar.
Bu çok açık olmayan bir konudur ve her akıl buna müsamaha gösteremez. Rambam bize daha önce “Bir, Eşsiz ve Bütün” kelimelerinde ifade edildiği gibi O’nun eşsizliği konusunu açıklamıştı.
“Bir”, “Eşsiz” ve “Bütün” arasında bir fark vardır:
1. O Bir Güçle hareket etmek için birleştiğinde “Bütün” olarak addedilir.
2. Kendi aksiyonunu gerçekleştirmek için bölündüğünde O’nun her bir parçası “Eşsiz” addedilir.
3. Tek bir eşitlikte iken O “Bir” olarak addedilir.
Yorum: O’nun Tekliği’ne uygun olarak ihsan etmek için çalıştığında “Tek bir Güç ile hareket etmek için birleşir” ve “O aksiyonunu gerçekleştirmek için “bölündüğünde O’nun işlemleri değişmez”, yani O’nun işlemleri farklılık gösterdiğinde ve iyi ve kötü yapıyor gibi görünür, o zaman “Eşsiz” olarak adlandırılır, zira O’nun tüm işlemleri (aksiyonları) tek bir sonuç doğurur: iyilik yapmak.
O’nun her bir aksiyonda eşsiz olduğunu ve çeşitli aksiyonlarla değişmediğini görüyoruz. O tek bir aynılık içinde olduğunda “Bir” olarak adlandırılır. Bir, tüm zıtlıkların tek bir eşitlikte olduğu O’nun Özü’ne işaret eder. Rambam’ın yazdığı gibi “O’nun içinde bilen, bilinen ve bilgi birdir, zira O’nun Düşünceleri bizim düşüncelerimizden çok daha Yüksektir ve O’nun yöntemleri bizim yöntemlerimizden Daha Yüksektir.”
İhsan etmekteki iki ayrım: alınmadan önce ve alındıktan sonra.
2. Kudret helvasını yiyenlerden öğrenmemiz lazım. Kudret helvasına “gökyüzünü ekmeği” denir çünkü bu dünyada kıyafetlendiğinde maddeleşmedi. Bilgelerimiz her bir kişinin kudret helvasında tatmak istediği her şeyi tattığını söylediler.
Bu, içinde zıt formlar olduğu anlamına gelir: bir kişi onda tatlı tadı aldı ve diğeri ekşi ve acı. Dolayısıyla kudret helvasının kendisi iki zıtlığın birlikteliğinde dâhil olmak zorundaydı zira kişi kendinde olmayanı verebilir mi? Öyleyse, aynı taşıyıcıda iki zıtlık nasıl olabilir?
Bu nedenden dolayı basit ve her iki tattan yoksun olması şarttır ancak öyle bir şekilde dâhil edilmişlerdir ki fiziksel alıcı istediği tadın ayrımını yapabilir. Aynı şekilde her hangi manevi bir şeyi de algılayabilirsiniz: kendi içinde eşsiz ve basittir ancak dünyadaki formların tüm çoğulluğunu içerir. Fiziksel ve sınırlı alıcının eline düştüğünde alıcı bunun içinde o manevi özün içinde birleşmiş tüm diğer formlardan farklı ayrı bir formun farkına varır.
Dolayısıyla, O’nun ihsanında her zaman iki ayrımı ayırt etmeliyiz:
1. O Üst Bolluğun alınmadan önceki hâlâ kapsayan Basit Işık iken Özünün formu.
2. Bolluk alındıktan ve alıcının niteliklerine göre ayrı bir form oluşturduktan sonra.
Ruhu Tanrısallığın bir parçası olarak nasıl algılayabiliriz?
3. Şimdi Kabalistlerin insanın ruhunun özüyle ilgili yazdıklarını anlayabiliriz: “Ruh Yukarıdaki Yaradan’ın bir parçasıdır ve hiçbir şekilde Bütünden farklı değildir, sadece ruh Bütün değil parçadır.” Bir dağdan yontulmuş taş gibidir: taşın ve dağın özü aynıdır dolayısıyla taş ve dağ arasında fark yoktur, sadece taş dağın parçasıdır ve dağ bütündür.
Bu sözler tamamen kafa karıştırıcı görünüyor. Parçaların ve farkların bir dağdan yontulmuş taşa benzeme noktasında nasıl Tanrısallıkta ayırt edilebileceğini anlamak zordur. Taş dağdan bir çekiç ve balyozla oyulur ancak Tanrısallıkta onları birbirinden ne ve nasıl ayırabilir?
Maneviyat form eşitsizliği ile bölünür, fizikselliğin bir balta işle bölünmesi gibi.
4. Konuyu açıklığa kavuşturmadan önce maneviyattaki ayrılığın özünü açıklayacağız: Manevi varlıkların birbirinden sadece form eşitsizliği ile ayrıldığını bilin. Bir başka deyişle eğer bir manevi varlık iki form edinirse artık bir değil ikidir.
Bunu manevi olan insanların ruhlarıyla açıklayayım: manevi yasanın formunun basit olduğu bilinir. Elbette, ruhlar kadar ruhların yansıdığı bedenler vardır. Ancak, birbirlerinden her birinin içinde bulunan form eşitsizliği ile ayrılırlar, bilgelerimizim dediği gibi, “Yüzleri aynı olmadığı gibi görüşleri de benzer değildir.” Beden ruhların formunu ayırt edebilir ve her bir ruhun iyi ya da kötü olduğunu söyleyebilir ve farklı formlarla da bunun gibidir.
Ve fiziksel bir maddenin bölünmesi, kesilmesi ve bir balta ve hareketle ayrı hale gelerek her parça arasındaki mesafeyi büyütmesi gibi manevi bir madde de bölünmüş, kesilmiş ve birbirlerinden form eşitsizliği ile ayrılmış olur. Eşitsizliğin ölçüsü her iki parça arasındaki mesafeye göredir.
Eyn Sof’la karşılaştırıldığında Yaratılışta form eşitsizliği nasıl olabilir?
5. Bu artık dünyamızda, insanların ruhlarında apaçık. Bununla beraber, Yukarıdaki Yaradan’ın parçası olan ruhlarda hâlâ “Tanrısal parça” diyebileceğimiz şekilde Tanrısallıktan nasıl ayrıldığı açık değil. “Form eşitsizliğiyle” dememeliyiz zira Tanrısallığın formların tüm çoğulluğunu ve O’nun Basit Eşsizliğinde dünyadaki zıt formları içeren Basit Işık olduğunu zaten söylemiştik, “Bir, Eşsiz ve Bütün” sözlerinde olduğu gibi. Dolayısıyla O’nun bir parçasını edinmek için ruhta onu Tanrısallıktan ayrı kılan, göze çarpan kılan form eşitsizliğini nasıl tanımlayabiliriz?
Gerçekten de bu soru öncelikle Tsimtsum’dan önceki (kısıtlama) Eyn Sof Işığı için geçerlidir zira önümüzdeki realitede Üst ve alt dünyaların hepsi iki izlenim ile belirlenirler:
1. İlki Tsizmtsum’dan önceki tüm bu realitenin formudur. O zaman her şey sınırsız ve sonu olmayandı. Bu ayrıma “Eyn Sof Işığı” denir.
2. İkinci izlenim Tsimtsum’dan aşağı tüm bu realitenin formudur. Sonra her şey sınırlı ve ölçülü oldu. Bu izlenime dört Atzilut, Beria, Yetzira, Asiya dünyaları denir.
O’nun Özü’nde hiçbir düşünce ve algı olmadığı bilinir ve O’nda her hangi bir isim ya da adlandırma yoktur. Ve edinmediğimiz şeyi nasıl adlandırabiliriz? Bir isim edinime işaret eder, yani o isim gibi edindiğimize.
Dolayısıyla, O’nun Özü’nde bir isim ya da adlandırma olmadığı kesin. Bunun yerine tüm isimler ve adlandırmalar O’ndan genişleyen O’nun Işığı üzerinedir. Tsimtsum’dan önce tüm realiteyi sınırsızca ve sonu olmayacak şekilde dolduran O’nun Işığının genişlemesi Eyn Sof olarak adlandırılır. Bu nedenle Eyn sof Işığının kendi içinde ve dışında nasıl tanımlandırıldığını anlamamız lazım ki onu ruhla ilgili söylediğimiz gibi adlandırabilelim.
“Dolayısıyla, çalışma ve çaba ruhların ödüllendirilmesi için hazırlanmıştır, zira ‘Kişi kendisine ait olmayanı yediğinde kendi yüzüne bakamaz’” sözlerinin açıklanması.
6. Bu olağanüstü yeri bir şekilde anlamak için daha detaya girmeliyiz. Önümüzdeki tüm realitenin eksenini ve onun genel amacını araştıracağız. Amacı olmayan bir İşlemci mi var? Ve O’nun Üst Dünyalarda ve alt dünyalarda önümüzdeki tüm bu realiteyi yaratmasının amacı nedir?
Aslında bilgelerimiz bizlere pek çok yerde tüm dünyaların Maneviyat ve Islahları uygulayan İnsan için yaratıldığını zaten söylediler. Ancak, bilgelerimizin bununla ilgili sordukları soruyu anlamamız lazım: “Eğer dünyaların yaratılışının amacı O’nun varlıklarına haz vermesi ise Yaradan neden bu fiziksel, karışık ve eziyetli dünyayı yarattı? Bu olmaksızın da ruhları istediği kadar mutlu edebilirdi; öyleyse neden ruhu böyle yanlış ve kirli bedende getirdi?”
Bilgelerimiz bunu şöyle açıkladılar, “Kişi kendisine ait olmayanı yediğinde kendi yüzüne bakamaz.” Bu bedava verilen her hangi bir hediyenin utanca neden olduğu anlamına gelir. Ruhları bu utançtan korumak için Yaradan çabanın olduğu bu dünyayı yarattı. Ve onların çabasından memnun olacağız zira çabalarına karşılık Bütün’den karşılığını alacaklar ve böylece utancın yüz kızartıcılığından kurtulacaklar.
Yetmiş yıl çalışmanın sonsuz hazza oranı nedir, zira bundan daha büyük bedava hediye var mıdır?
7. Onların bu sözleri sürekli kafa karıştırır. İlk korku: öncelikli amacımız ve dua şudur, “Bize bedavadan hediye bağışla.” Bilgelerimiz bedava hediyenin serveti sadece dünyadaki yüce ruhlar için hazırlanmıştır demişlerdir.
Cevaplarıysa daha da kafa karıştırıcıdır: Bedava verilen hediyede büyük eksiklik olduğunu bunun bedava hediye alan herkesin yaşadığı utanç olduğunu söylediler. Bunu onarmak amacıyla Yaradan bir sonraki dünyada çabanın ve çalışmanın ödüllendirilmesi için çaba ve çalışmanın olduğu bu dünyayı yarattı.
Ancak cevap gerçekten gariptir. Bu neye benziyor? Bu tıpkı bir kişinin arkadaşına “Benimle bir dakikalığına çalış ve karşılığında sana hayatının sonuna dek dünyadaki tüm haz ve serveti vereceğim” demesi gibidir. Gerçekten de bundan daha büyük bedava hediye yoktur zira ödül tamamıyla çabayla karşılaştırılamayacak kadar büyüktür çünkü karşılaştırıldığında çaba bu geçici ve değersiz dünyadadır ödül ve haz ebedi dünyadadır.
Geçici dünyanın ebedi dünyayla karşılaştırıldığında değeri nedir? Hatta çabanın niteliğiyle ödülün niteliği karşılaştırıldığında da böyledir.
Bilgelerimiz şöyle dedi: “Yaradan her erdemliye 310 dünyayı miras bırakacaktır.” Yaradan’ın ödülün bir kısmını çabaya karşılık vereceğini kalanı da karşılıksız vereceğini söyleyemeyiz zira bunun ne faydası olur? Hediyenin geri kalanı için utanç olur! Aslında bu sözler kelime anlamıyla anlaşılmamalı çünkü burada daha derin bir anlam var.
Realitenin tümü tek bir Düşünceden kaynaklandı ve yaratıldı. Bu İşlemci, İşlemim kendisi, sonrasında aranan ödül ve çabanın Özü’dür.
8. Ve bizler O’nun önümüzdeki bu realite ve dünyaları yaratmasındaki Düşüncesini anlamalıyız. Çünkü O Bir, Eşsiz ve Bütündür. Ve O Basit olduğundan O’ndan uzanan Işıklar da çoklu formları olmaksızın Basit ve Bütündür şöyle yazıldığı gibi, “Benim düşüncelerim sizin düşünceleriniz değildir, yöntemleriniz de Benim yöntemlerim değildir.”
Bu nedenle, tüm isimlerin ve tanımların ve alt ve Üst tüm dünyaların Bir Basit Işık, Eşsiz ve Bütün olduklarını anlamalısınız. Yaradan’da genişleyen Işık, Düşünce, İşlem ve İşleten ve kalbin düşünebildiği ve muhakeme edebildiği her şey O’nda bir ve aynı şeydir.
Dolayısıyla, ıslahın sonunda tüm bu realitenin Üst ve alt bir olarak kaynaklandığını ve Tek Düşünce ile yaratıldığını muhakeme edip algılayabilirsiniz. O Tek Düşünce tüm işlemleri yürüten tüm işleyişlerin Özü, nihai Amacın ve çabanın Özüdür. Kendi başına tam olarak mükemmel ve aranan ödüldür, Rambam’ın yazdığı gibi, “Bir, Eşsiz ve Bütün.”
Tsimtsum konusu eksik bir işlemin Mükemmel İşlemciden nasıl ortaya çıktığını açıklamaktadır.
9. Ari Tsimtsum Alef (ilk kısıtlama) konusu üzerine detaylı açıklama yaptı çünkü bu son derece ciddi bir konudur. Bunun nedeni tüm bozuklukların ve çeşitli eksikliklerin O’ndan gelmesi ve uzanması gereklilik olmasıdır, şöyle yazıldığı gibi, “Işığı oluşturur ve karanlığı yaratırım.” Bununla beraber bozukluklar ve karanlık O’na tamamen zıttır, öyleyse birbirlerinden nasıl kaynaklanabilirler? Ayrıca, Işıkla ve Yaratılış Düşüncesi’nde nasıl bir araya gelebilirler?
İki ayrı düşünce olduklarını söyleyemeyiz. Dolayısıyla, bu dünyaya kirlilik, acı ve kötülükle dolu olan her şey O’ndan nasıl uzanabilir ve tek bir düşüncede birlikte nasıl var olabilir?
BÖLÜM 2
Yaratılış düşüncesini açıklamak.
10. Şimdi Yaratılış Düşüncesini açıklamaya gelelim. “Hareketin sonu başlangıçtaki düşüncededir” sözleri kesindir. Pek çok düşünceleriyle fiziksel insanlarda bile aksiyon ilk düşüncede sonlanır. Örneğin, kişi evini inşa ederken bununla ilgili olarak ilk düşünce içinde yaşayacağı evin şeklidir.
Dolayısıyla, kişinin önceden tasarladığı bu şekil tamamlanana dek öncesinde pek çok düşünce ve pek çok işlem gelir. Kişinin tüm işlemlerinin sonunda bu şekil ortaya çıkar dolayısıyla, aksiyon ilk düşüncede sona erdi.
Tüm bunların yaratılma amacı ve ekseni olan son aksiyon O’nun varlıklarına haz vermektir. O’nun Düşüncesinin anında sonlandığı ve harekete geçtiği bilinir zira O hareket etmek zorunda olan bir insan değildir, sadece Düşünce tüm aksiyonu anında tamamlar.
Dolayısıyla, O’nun varlıklarına haz vermek amacıyla yaratılışı düşünür düşünmez Işığın anında O’nun düşündüğü tüm ölçüde ve haz formunda O’ndan uzanıp genişlediğini görüyoruz. Tümü bizim “Yaratılış Düşüncesi” dediğimiz o düşüncede dâhil olmuştur. Bunu Yaratılış Düşüncesi, “Eyn Sof Işığı” olarak adlandırdığımızı bilin zira O’nu her hangi bir isimle adlandıracak O’nun Özünde bir kelime ya da ifade yoktur.
Kaynaktaki ihsan etme arzusu doğal olarak kaynaktan çıkanda alma arzusunu doğurur ve kaynaktan çıkan O’nun Bolluğunu Kli’nin içinde alır.
11. Ari başlangıçta Basit Üst Işığın tüm realiteyi doldurduğunu söyledi. Bu Yaradan’ın varlıklarına haz vermeyi düşündüğünden ve Işık görünüşte O’ndan genişleyip ayrıldığı için O’nun Hazlarını almak bu Işığa anında yerleştirilmişti.
Ayrıca bu arzunun genişleyen Işığın tam ölçüsü olduğunu da tespit edebilirsiniz. Bir başka deyişle O’nun Işığının ölçüsü ve Bolluk O’nun haz verme Arzusunun ölçüsünden ne fazla ne azdır.
Bu nedenle, O’nun Düşüncesinin gücü vasıtasıyla bu Işığa yerleştirilmiş olan o alma arzusunun özünü “yer” olarak adlandırırız. Örneğin, bir kişinin bir kilo ekmek yiyecek kadar büyük midesi olduğunu bununla beraber diğer bir kişinin yarım kilo ekmekten fazla yiyemediğini söylerken hangi yerden bahsediyoruz? Bahsettiğimiz bağırsakların büyüklüğü değil iştahın ölçüsüdür. Ekmeği almanın yerinin ölçüsünün yeme arzusunun ölçüsüne bağlı olduğunu görüyorsunuz.
Maneviyatta da böyledir, bolluğu alma arzusu bolluğun yeridir ve bolluk arzunun yoğunluğu ile ölçülür.
Yaratılış Düşüncesinde ihtiva olan alma arzusu onu O’nun Özü’nden Eyn Sof adını alabilmek için dışarı çıkardı.
12. Şimdi Eyn Sof Işığının O’nun Özü’nden nasıl ayrıldığını görebilirsiniz, ki bunun için hiçbir söz söyleyemeyiz ve Or Eyn Sof (Eyn Sof Işığı) adıyla tanımlandı. Yukarıdaki bu ayrımdan dolayıdır ki o Işıkta O’nun Özü’nden alma arzusu teşkil etmiştir.
Bu O’nun Özü’ne dâhil olmayan yeni bir formdur, zira O kimden alabilir ki? Bu form ayrıca bu Işığın tam ölçüsüdür.
Tsimtsum’dan önce alma arzusundaki form eşitsizliği ayırt edilemiyordu.
13. O’nun Sınırsız Gücü’nde bu yeni form O’nun Işığından bir değişim olarak tanımlanmaz, şöyle yazıldığı gibi, “Dünya yaratılmadan önce O Bir’di ve O’nun Adı Bir’di.”
“O” Eyn Sof Işığına işaret eder ve “O’nun Adı” “Yer”i ima eder ki bu Eyn Sof Işığına dâhil olan O’nun Özü’nden alma arzusu olan Eyn Sof’un Malhut’udur. O bize O’nun Bir olduğunu ve O’nun Adının Bir olduğunu söyler. O’nun Adı yani arzu olan Eyn Sof’un Malhut’u, bir başka deyişle tüm realitenin içine daldırılmış olan alma arzusu Yaratılış Düşüncesi’ne dâhildi ve Tsimtsum’dan önce form eşitsizliği ve Işıktan farklılık ayrımı yoktu. Ve Işık ve yer kelime anlamıyla birdir. Eyn Sof Işığı ile kıyaslandığında yerde her hangi bir fark ve eksiklik olsaydı elbette orada iki izlenim olurdu.
Tsimtsum, Eyn Sof’un Malhut’unun onun içinde alma arzusunu azalttığı anlamına gelir. O zaman Işık yok oldu çünkü Kli’siz Işık yoktur.
14. Tsimtsum’la ilgili olarak: Eyn Sof Işığına dâhil olan ve alma arzusu denilen Eyn Sof’un Malhut’u, ki bu tüm realiteyi ihtiva eden Eyn Sof’daki Yaratılış Düşüncesi’dir, kendisini yükselmek ve formunu O’nun Özü ile eşitlemek için donattı. Dolayısıyla, arzunun Behina Dalet’inde O’nun Bolluğunu alma arzusunu azalttı. Bunu yapmaktaki niyeti bu dünyaya kadar dünyaların meydana gelmesi ve yaratılmasıydı.
Böylece, alma arzusunun formu ıslah olur ve ihsan etme formuna geri döner ve bu onu Kaynak ile form eşitliğine getirir. Daha sonra, alma arzusunu azalttığında Işık ayrıldı, zira Işığın arzuya bağlı olduğu zaten biliniyor ve arzu Işığın olduğu yerdir zira maneviyatta zorlama yoktur.
BÖLÜM 3
Ruhun başlangıcının açıklanması.
15. Şimdi ruhun başlangıcı konusunu açıklayacağız. Ruhun Yukarıdaki Yaradan’ın bir parçası olduğu söylenmişti. Şöyle sorduk, “Nasıl ve neyin içinde ruhun formu O’nun Basit Işığından farklıdır?” Şimdi gerçekten de büyük bir form eşitsizliği olduğunu anlayabiliyoruz. O tüm algılanabilen ve hayal edilebilen formları içinde barındırmasına rağmen yine de bir formun yani alma arzusunun O’nun içinde olmadığını görüyoruz, kimden alacak ki?
Bununla beraber, O’nun haz verme isteğinden yani Yaratılış Düşüncesinden dolayı yaratılışları ortaya çıkan ruhlar zorunlu olarak bu isteme ve O’nun Bolluğunu almaya özlem duyma ile damgalandılar. Ruhların O’ndan farkı budur, zira formları O’nunkinden değişmiştir. Daha önce açıklandığı gibi fiziksel öz hareket gücü ve yerin uzaklığı ile ayrılmış ve bölünmüştür ve manevi öz form eşitsizliği ile ayrılmış ve bölünmüştür.
Form eşitsizliğinin ölçüsü birbirleriyle aralarındaki mesafeyi belirler. Eğer form eşitsizliği bir uçtan diğerine tamamen zıt olursa artık birbirlerini besleyemeyecek kadar bütünüyle bölünmüş ve ayrılmış olurlar zira birbirlerine yabancı kabul edilirler.
BÖLÜM DÖRT
Tsimtsum’dan ve Masah (perde) alma arzusu üzerine yerleştikten sonra artık almak için bir Kli (kap) olmaya yetersiz kılınmıştı ve Kutsallık (Kutsallık) sisteminden ayrıldı. Bunun yerine Or Hozer (Yansıyan Işık) alma kabı olarak hizmet eder ve alma arzusunun Kli’si sistemi arındırmak için verilmişti.
16. Tsimtsum ve Masah “alma arzusu” denilen Kli’nin üzerine yerleştikten sonra Kli iptal oldu ve arı sistemden ayrıldı ve onun yerine Or Hozer alma kabı oldu.
Arı ABYA ile arı olmayan ABYA arasındaki bütün farkın bu olduğunu bilin. Arı ABYA’nın alma kapları Eyn Sof ile form eşitliğinde ıslah olan Or Hozer’den gelir, arı olmayan ABYA ise Eyn Sof ile zıt formda olan kısıtlanmış alma arzusunu kullanır. Bu onları Eyn sof olarak adlandırılan “Yaşamların Yaşamı”ndan ayırır ve koparır.
İnsanlık Klipot’dan (kabuklar) kalanlarla beslenir ve dolayısıyla bunu yaparak alma arzusunu kullanırlar.
17. Artık O’nun varlıklarına haz vermek olan Yaratılış Düşüncesi ile anında birleştirilen bozukluğun kökenini anlayabilirsiniz. Beş genel dünyanın, Adam Kadmon ve ABYA, oluşumundan sonra Klipot dört arı olmayan ABYA dünyasında da ortaya çıktı, “Yaradan onları birbiri ardına yarattı” sözlerinde olduğu gibi.
Bu koşulda geçici fiziksel beden önümüze serilmiştir ve bununla ilgili şöyle yazar, “İnsanın kalbi gençliğinden kötüdür.” Böyle olmasının nedeni onu gençliğinden itibaren ayakta tutan her şeyin Klipot’dan kalanlardan gelmekte olmasıdır. Klipot’un özü ve arı olmamak onların sadece almak için isteme formudur. Onlar ihsan etme arzusundan yoksundurlar.
Bunda da Yaradan’a zıttırlar zira O hiçbir şekilde alma arzusuna sahip değildir ve tüm istediği ihsan etmek ve haz vermektir. Bu nedenle, Klipot’a “ölü” denir zira onların Yaşamların Yaşamı formundan zıtlıkları onları Yaradan’dan keser atar ve O’nun Bolluğundan hiçbir şeye sahip olamazlar.
Dolayısıyla, Klipot’tan arta kalanlarla beslenen beden de hayattan acı çeker ve kötülükle dolar. Ve bunların tümü içine işlenmiş olan ihsan etmeyi kullanmayıp sadece alma arzusundan kaynaklanır. Bedenin arzusu tüm dünyayı kendine almaya açıktır. Bu nedenle şöyle denir, “Günahkârlara yaşamlarında “ölü” denir, zira onların ihsan etme formundan hiçbir şey bulunmayan köklerinden olan temel form eşitsizliği onları Yaradan’dan ayırır ve onlar kelimenin tam anlamıyla ölü hale gelirler.
Kötülerin de mesela iyilik yaptıklarında ihsan etme formları varmış gibi görünür, onlarla ilgili Zohar’da şöyle denilmiştir, “Yaptıkları her iyilik öncelikle kendilerini ve şöhretlerini hedefler.” Ancak ödül almak için değil Yaratıcılarına ihsan etmek için Maneviyat ve Islahları uygulayan erdemliler bu şekilde bedenlerini arındırıp alma kaplarını ihsan etme formuna dönüştürürler.
Bu onları tamamen Yaradan’a tutundurur çünkü formları hiçbir form eşitsizliği olmadan Yaratıcılarınınkiyle aynıdır. Bilgelerimiz, “Zion’a (gök) söyleyin: ‘Sizler Benim halkımsınız’” sözlerini Benimle ortaksınız şeklinde yorumlarlar. Bu, erdemlilerin Yaradan’la ortak oldukları anlamına gelir, zira O Yaratılışı başlattı ve erdemliler alma kaplarını ihsan etmeye çevirerek bitirirler.
Realitenin tümü Eyn Sof’un içine dâhildir ve var oluştan var oluşa uzanır. Sadece alma arzusu yenidir ve var oluştan yokluğa uzanır.
18. Yaradan’ın hiçlikten var oluşa getirdiği ve bu Yaratılışta başlattığı başlangıç sadece her varlığın içine işlenmiş olan haz alma arzusuyla ilgilidir. Yaratılışta başka bir şey yaratılmamıştır ve “Ben Işığı oluşturur ve karanlığı yaratırım” sözlerinin anlamı budur. Rambam “Yaradan” kelimesini yenilenmenin işareti yani daha önce var olmayan bir şey olarak yorumlar.
Gördüğünüz gibi “Işığı yaratırım” demiyor, zira bunda hiçlikten var olan gibi yeni bir şey yok. Bunun nedeni Işığın ve Işığa dâhil olan her şeyin, bu dünyadaki tüm güzel şeylerin ve algıların var oluştan var oluşa uzandığı anlamına gelmesidir. Bu, bunların tümünün zaten Yaradan’a dâhil olduğu anlamına gelir dolayısıyla bir yenilik değillerdir. Bu nedenle “Işığı oluşturmak” şeklinde yazılmıştır, yani Yaradan’da yenilikler ve yaratılışlar yoktur anlamına gelir.
Bununla beraber, her türlü kötü hissi ve algıyı içeren karanlıkla ilgili olarak “ve karanlığı yaratır” sözleri söylenir. Bunun nedeni O’nun bunları kelime anlamıyla yoktan var oluş olarak yaratmasıdır. Bir başka deyişle, O’nun realitesinde hiçbir şekilde yoktur fakat şimdi yaratılmıştır. Bunların tümünün kökeni O’nun Işıklarına dâhil olan ve O’ndan uzanan “haz alma arzusu” formudur.
Başlangıçta, Üst Işıktan daha karanlıktı ve bu nedenle Işığa kıyasla “karanlık” denilmiştir. Ancak sonunda Klipot, Sitra Ahra ve kötüler bundan (karanlık) uzanmış ve bundan ortaya çıkmışlardır ki Yaşamın Kökü’nden tamamen ayrıdırlar ve şöyle yazılmıştır “ve bacakları ölümün üzerine iner.” “Bacaklar” bir şeyin sonuna işaret eder. Ve sonunda ölümün Malhut’un – O’nun Işığının uzantısında bulunan haz alma arzusu – bacaklarından aşağı – Sitra Ahra’ya ve ondan beslenenlere ve onu izleyenlere sarktığını söyler.
Eyn Sof’dan uzanan dallar olduğumuzdan Köklerimizde olan şeyler bizim için haz veren şeylerdir ve Köklerimizde olmayan şeyler bize yük ve acı gelen şeylerdir.
19. Şöyle sorabiliriz, “Alma arzusunun bu form eşitsizliği yaratılan varlıklarda olmak zorunda olduğuna göre, bunlar O’ndan Yaradan olmaktan varlıklar olmaya başka nasıl uzanabilirlerdir?” Bu sadece yukarıda bahsedilen form eşitsizliği ile mümkündür.
Dahası, bu haz alma formu Yaratılışın, Yaratılış Düşüncesi’nin ekseninin en önemli özüdür. Ayrıca “yer” olarak adlandırılmasının nedeni haz ve zevkin ölçüsüdür.
Dolayısıyla, buna nasıl “karanlık” denildiğini ve ölümün Behina’sına (izlenim) uzandığını söyleyebiliriz ki, zira bu alan alttakilerden ayrılık ve Yaşamların Yaşamından kesilme yaratır. Ayrıca, alıcılara O’nun Özü’ne olan form eşitsizliğinden kaynaklanan büyük endişe ve öfkeyi de anlamamız lazım.
Bunu açıklamak için önce dünyamızda hissedilen tüm hazların ve ızdırapların başlangıç noktasını bilmemiz lazım. Her dalın doğasının köküne eşit olduğu bilinir. Dolayısıyla, kökteki her hareket dal tarafından da arzulanır, sevilir ve istenilir ve kökte olmayan her şey dal tarafından da uzaklaştırılır, müsamaha edilmez ve nefret edilir.
Bu kök ve dal arasında işleyen çiğnenmez bir kanundur. Yaradan tüm varlıklarının kökü olduğundan O’ndaki ve O’ndan direk uzanan her şey bizim için hoşnutluk vericidir çünkü doğamız Kökümüze yakındır. Ayrıca, O’nda olmayan ve O’ndan bize direk uzanmayan tersine Yaratılışın kendisine zıt olan her şey doğamıza terstir ve bizim bunlara müsamaha etmemiz zor olacaktır.
Örneğin, durağanlığı sever, hareketten sonunda durağanlık bulmayacaksak tek bir hareket yapmayacak noktasına kadar şiddetle nefret ederiz. Bunun nedeni kökümüzün hareketsiz ve durağan olmasıdır, O’nda hiçbir hareket yoktur. Bu nedenle hareket doğamıza terstir ve bizler tarafından nefret edilir.
Benzer şekilde ilmi, gücü, zenginliği ve tüm erdemleri severiz çünkü bunlar Kökümüz olan O’na dâhildir. Aptallık, zayıflık, fakirlik, alçaklık ve benzer şeyler olan bunların tersinden de nefret ederiz zira bunlar Kökümüzde hiçbir şekilde yoktur ki bize aşağılık, tahammül edilemez ve iğrenç gelirler.
Yine de bize O’ndan direk gelmeyen ve Yaratılışın kendisine zıt olan şeylerin nasıl uzandığını incelemeliyiz. Bu tıpkı zengin bir adamın fakir bir adamı çağırarak her gün bir önceki günden daha fazla onu beslemesi, içecekler, gümüş ve altın vermesi gibidir.
Dikkat edin bu adam zenginin verdiği büyük hediyelerde iki belirgin tat alır: bir taraftan hediyelerin çokluğundan dolayı ölçülmez bir haz alır. Diğer taraftan adamın bu kazançların çokluğuna müsamaha göstermesi zordur ve onları almaktan utanır. Her seferinde hediye yağmuruna tutulmak onda tahammülsüzlüğe neden olur.
Hediyelerden aldığı haz direk olarak zengin hayırseverden gelir ancak hediyelerden hissettiği tahammülsüzlük zengin hayırseverden değil tam olarak alıcının özünden gelir – utanç onun içinde alma ve bedava hediyeden dolayı uyandı. Gerçek şu ki bu da ona zengin adamdan gelir ancak elbette ki dolaylı olarak.
Alma arzusu Kökümüzde olmadığından bunda utanç ve tahammülsüzlük hissederiz. Bilgelerimiz bunu ıslah etmek için Yaradan’ın bizim için bu dünyada Maneviyat ve Islahlar çalışması “hazırladığını” yazarlar, alma arzusunu ihsan etme arzusuna çevirmek için.
20. O’ndan bize dolaylı olarak uzanan tüm formların sabrımız için bir zorluk sunduğunu ve bunların doğamıza karşı olduğunu öğreniyoruz. Bununla, alıcıda yaratılan yeni formun, yani haz alma arzusunun, O’nunla kıyaslandığında her hangi bir şekilde daha aşağıda ya da eksik olmadığını göreceksiniz. Dahası, bu O’nun Yaratılışının temel eksenidir. Bu olmadan burada Yaratılış olmazdı. Ancak, bu formun taşıyıcısı olan alıcı tahammülsüzlüğü “kendisinden” dolayı hisseder, zira bu form onun Kökünde mevcut değildir.
Şimdi bilgelerimizin bu dünyanın yaratılışıyla ilgili cevaplarını anlayabiliriz çünkü “kendisinin olmayanı yiyen kişi kendi yüzüne bakmaya korkar.” Burada gereklilikten ötürü ruhlarda var olan haz alma arzusunun form eşitsizliğine değindiler, zira “kendisinin olmayanı yiyen kişi kendi yüzüne bakmaya korkar.”
Dolayısıyla, bir hediye alan kişi Kökle form eşitsizliğinden dolayı onu alırken utanır zira Kök alma formunu ihtiva etmez. Bunu düzeltmek için Yaradan ruhun gelip bedeni giydirdiği bu dünyayı yarattı. Ve Yaradan’a mutluluk vermek için Maneviyat ve Islahlar çalışarak ruhun alma kapları ihsan etme kaplarına döner.
Dolayısıyla, kendisi için ayrıcalıklı bolluğu istemedi ancak buna rağmen ruhların O’nun Bolluğundan haz almalarını isteyen Yaradan’ına mutluluk vermek için o bolluğu aldı. Kendisi için almak arzusundan arındığı için O’nun yüzüne bakmaya utanmaz ve varlığın tam mükemmelliğini ifşa eder. Ve tüm yol boyunca bu dünyaya kadar inme ihtiyaç ve gerekliliği, alma formunu ihsan etme formuna çevirmenin büyük çabasıyla birlikte, sadece bu dünyada edinilebilir.
Günahkârlar iki kez mahvolurlar ve erdemliler iki kez miras alırlar.
21. Günahkârların iki kez mahvolduklarını gelin ve görün, zira onlar ipin iki ucunu da tutarlar. Bu dünya bir yokluk ve tüm iyi bolluğun eksikliği ile yaratıldı ve varlıklara sahip olmak için harekete ihtiyacımız var.
Bununla beraber, hareket çokluğu insana acı verir çünkü O’nun Öz’ünden dolaysız bir uzantıdır. Ancak, varlık ve iyiden yoksun kalmak da mümkün değildir çünkü bu da Kök’e zıttır zira Kök bollukla doludur. Dolayısıyla bizler varlıklardan tatminlik edinmek için hareketin eziyetini seçiyoruz.
Buna rağmen, tüm varlıklar sadece kişilerin kendileri için olduğundan ve “yüze sahip olan iki yüz istediğinden” kişi sonuçta “elinde arzusunun yarısı”ndan azı ile ölür. Sonunda, iki taraftan da acı çekerler: hareketin artmasının acısı ve yarısına sahip olmadıkları varlıkların azlığının acısı.
Ancak erdemliler topraklarından iki misli miras alırlar. Bir başka deyişle, alma arzularını ihsan etme arzusuna çevirdiklerinde ve aldıkları ihsan etmek için olduğunda o zaman iki misli miras alırlar. Sadece hazların mükemmelliğini ve çeşitli varlıkları edinmekle kalmaz aynı zamanda Yaratıcıları ile form eşitliği edinirler. Böylece, gerçek Dvekut’a (tutunma) ulaşırlar ve durağandırlar, zira bolluk onlara kendiliğinden gelir, hiçbir hareket ve çaba olmadan.
BÖLÜM BEŞ
Yaratılış düşüncesi ıslahın sonuna dek realitedeki her maddeyi birbirinden kaynaklanmaya zorlar.
22. Şimdi O’nun Eşsizliğinin gücünü anlayabiliriz, yani, O’nun Düşünceleri bizim düşüncelerimiz değildir ve önümüzdeki bu realitede madde ve formların tüm çeşitliliği O’nun varlıklarına haz vermek olan Yaratılış Düşüncesi olarak O’nun içinde bir Tek Düşünce’de birleşmiştir. Bu Tekil Düşünce tüm realiteyi ıslahın sonuna dek mükemmel birleşmede sarar, zira Yaratılışın tam olarak gerçek nedeni budur ve İşlemci budur tıpkı işletilendekini işleten Güç gibi. Bunun nedeni O’nda sadece bir düşünce olan şeyin varlıklarda birleştiren bir yasa olmasıdır. Ve O bize mutluluk vermeyi düşündüğünden bu bizim içimizde doğal olarak O’nun İyi Olan Bolluğunu alma zorunluluğu olarak ortaya çıktı.
Ve işlem budur. Bu, haz alma arzusu yasası içimize işlendikten sonra kendimizi “işlem” adıyla tanımladığımız anlamına gelir. Böyle olmasının nedeni bu form eşitsizliğinden dolayı bir Yaradan olmayı bırakıp bir varlık, İşlemci (işleten) olmayı bırakıp işlem oluruz.
Ve bu çalışma ve iştir. İşletilendekini işleten güçten dolayı dünyalar aşağı indikçe içimizdeki alma arzusu artar ta ki biz bu dünyada kendi dışına hiçbir şekilde ihsan etmeyen ve bedenlere ölüm ve ruha her türlü ızdırap ve zahmeti getiren Yaşamların Yaşamı’na zıt bir formda ayrı bir beden olana dek.
Maneviyat ve Islahlar’da Yaradan’a hizmet etmenin anlamı budur. Kısıtlanmış yerdeki çizginin aydınlanması vasıtasıyla Kutsal İsimler – Maneviyat ve Islahlar – genişlerler. Yaratıcıya mutluluk ihsan etmek için Maneviyat ve Islahlar çalışarak alma kaplarımız zaman içinde ihsan etme kapları olurlar ve artan tüm ödül budur.
Alma kaplarımız ne kadar bozuk ise O’nun Bolluğunu almak için o kadar ağzımızı açamayız. Böyle olmasının nedeni form eşitsizliği korkusudur, şu sözlerde olduğu gibi, “kendisinin olmayanı yiyen kişi kendi yüzüne bakmaya korkar.” Tsimtsum Alef’in nedeni buydu ancak alma kaplarımızı ihsan etme kaplarına eşitlediğimizde bununla Kelim’imizi Yaratıcılarıyla eşitlemiş ve O’nun Bolluğunu sınırsızca almaya uygun hale gelmiş oluyoruz.
Böylece görüyorsunuz ki önümüzdeki Yaratılışın tümünün içindeki zıt formlar, yani işlemci ve işletilenin formu ve bozuklukların ve ıslahların formu ve çabanın ve onun ödülünün formunun tamamı O’nun Tek Düşüncesi’ne dâhil edilmiştir. Basitçe söylemek gerekirse, bu “O’nun varlıklarına mutluluk vermek”tir, tamamen bu, ne fazla ne eksik.
Kavramların çokluğunun tamamı da ayrıca o düşünce’ye dâhil edilmiştir, hem kutsal yazılardaki kavramlar hem de dini öğretilerinkiler. Tüm oluşumlar ve dünyalar ve bunların her birindeki işleyişler bu Tek Düşünce’den kaynaklanır.
Eyn Sof’un Malhut’u, Malhut’un orada her hangi bir son ortaya çıkarmadığı anlamına gelir.
23. Bununla beraber, Eyn Sof’da bir Malhut’u tanıyabilir miyiz? Bu orada Üst Dokuz Sefirot’un da olduğu anlamına gelir! Bizim dünyalarımızdan bakıldığında, Eyn Sof Işığına ister istemez dâhil olan alma arzusu Eyn Sof’un Malhut’u olarak adlandırılır. Bununla beraber, Malhut orada Eyn Sof Işığı üzerine bir sınır ve son koymadı, zira alma arzusundan kaynaklanan form eşitsizliği ona açık değildi. Bu nedenle Eyn Sof denir çünkü Malhut orada bir durdurma yapmaz. Tersine, Tsimtsum’dan aşağıya her Sefira ve Partzuf’da Malhut’un gücüyle bir sonlanma yapılmıştı.
BÖLÜM ALTI
Alma arzusunun dört HaVaYaH harfleri olan dört Behinot (izlenimler) hariç her hangi bir özde ortaya çıkması mümkün değildir.
24. Malhut’da ortaya çıkan sonu bütünüyle anlayalım. Öncelikle, Kabalistlerin belirlediklerini yani Üst Dünyalarda ya da alt dünyalarda dört harften oluşan HaVaYaH isminin sırasında olmayan büyük ya da küçük hiçbir Işık olmadığını açıklayacağız.
Bu, dünyalarda bir Kli’ye bürünmemiş hiç bir Işık yoktur yasasıyla birlikte yürür. O’nun Özü ve O’ndan genişleyen Işık arasındaki farkı zaten açıklamıştım. Bu sadece O’ndan uzanan Işığın ihtiva ettiği haz alma arzusundan, yani o arzuya sahip olmayan O’nun Özü’yle form eşitsizliğinden dolayı olur.
Genişleyen Işık “yayılan” ismiyle tanımlanır çünkü bu form eşitsizliği Işığı Yayıcı olmaktan yayılan olmaya getirir. Ayrıca, O’nun Işığına dâhil olan alma arzusunun da Işığın büyüklüğünün ölçüsü olduğu açıklandı. Bu “Işığın yeri” olarak adlandırılır yani bolluğunu alma arzusunun ve ihtirasının ölçüsüne göre alır, ne daha çok ne daha az.
Ayrıca, bu alma arzusunun dünyaların yaratılışında yoktan var edilme yoluyla meydana getirilen bir yenilik olduğunu açıklar. Bunun nedeni bu formun tek başına O’nun Bolluğuna dâhil olmamasıdır, Yaradan bunu şimdi sadece Yaratılışın amacı için yarattı. “Ve karanlığı yarattı” sözlerinin anlamı budur, zira bu form içindeki form eşitsizliğinden dolayı karanlığın köküdür. Bu nedenle içinde ve ondan dolayı genişleyen Işıktan daha karanlıktır.
Şimdi görüyorsunuz ki O’ndan genişleyen her hangi bir Işık iki izlenimden oluşur:
1. İlki içinde “haz alma arzusu” formu ortaya çıkmadan önceki genişleyen Işığın özüdür.
2. İkincisi, içinde “haz alma arzusu” formu ortaya çıktıktan sonrakidir o zaman Işık form eşitsizliğinin ediniminden dolayı daha kaba ve karanlık olur.
Dolayısıyla, ilk izlenim Işık ikinci izlenim ise Kli’dir. Bu nedenle, genişleyen her Işık Kli üzerindeki izlenimde dört Behinot içerir. Bunun nedeni “Genişleyen Işığın Kli’si” denilen alma arzusu formu tek seferde değil işleten ve işletilen yoluyla tamamlanır.
İşletende iki ve işletilende iki Behinot vardır. Bunlar işletende “potansiyel” ve “asıl” ve işletilende “potansiyel” ve “asıl” olarak adlandırılır ki bunlar dört Behinot’u oluşturur.
Alma arzusu yaratılana kendi uyanışı vasıtasıyla kendi seçimiyle almak hariç nüfuz etmez.
25. Kli Işığa zıtlığından dolayı karanlığın kökü olduğundan yavaş işlemek zorundadır, zaman içinde neden ve sonuç ilişkisine göre, şöyle yazıldığı gibi, “Sular yaratıldı ve karanlık ortaya çıktı” (Midraş Rabba, Shemot 80, 22).
Karanlık Işığın kendisinin sonucudur ve onun tarafından işletilir, potansiyel ve asıl olan gebe kalma ve doğumda olduğu gibi. Bu, genişleyen her Işıkta bu arzu Işığın içine açıkça yerleşmeden form eşitsizliği olarak kabul edilmese bile alma arzusunun zorunlu olarak birleşmiş olduğu anlamına gelir.
Kaynak tarafından Işığın içine birleştirilmiş alma arzusu bunun için yeterli değildir. Tersine, varlığın kendisi içindeki alma arzusunu aksiyonda yani kişisel seçimiyle kendi keşfetmelidir. Bu, bolluğun Kaynak tarafından içindeki Işığın ölçüsünden daha çok genişlemesini kendi arzusuyla büyütmesi anlamına gelir.
Varlık arzusunun ölçüsünü arttırmada kendi seçimiyle işlemeye başladıktan sonra özlem ve alma arzusu onun içinde sabit olur ve Işık sürekli olarak bu Kli’yi giydirebilir.
Eyn Sof Işığının görünürde varlığın kendisi tarafından Behina Dalet olan arzunun tam ölçüsüne ulaşarak tüm dört Behinot üzerine yayıldığı doğrudur. Bunun nedeni varlığın kendi özünü zaten genişletmeyeceği ve kendisi için bir isim yani Eyn Sof’u edinmeyecek olmasıdır.
Ancak, form O’nun Sınırsız Gücü’ndeki alma arzusundan dolayı hiç değişmedi ve Işık ile Işığın yeri yani haz alma arzusu arasında belirgin bir değişim yoktur, bunlar bir ve aynı şeylerdir.
Şöyle yazılmıştır, “Dünya yaratılmadan önce O ve O’nun Adı Bir’di.” Bu iki sözü, “O” ve “O’nun Adı”, anlamak gerçekten zordur. Dünya yaratılmadan önce O’nun Adı’nın olmasının ne anlamı var? Şöyle denilmeliydi, “Dünya yaratılmadan önce O Bir’di.”
Ancak bu Tsimtsum’dan önceki Eyn Sof Işığı’yla ilgilidir. Bir yer ve O’nun Özü’nden Bolluğu alacak bir alma arzusu olmasına rağmen yine de değişim ve Işık ile “Yer” arasında bir fark yoktur.
“O Bir’dir” demek Eyn Sof Işığı ve O’nun Adı birdir demektir. Bu haz alma arzusunun hiçbir değişiklik yapılmadan dâhil edilmesi anlamına gelir. Bilgelerimizin ne ima etmek istediklerini anlamalısınız, “O’nun Adı” Gimatria’da arzu yani “haz alma arzusu”dur.
Yaratılış Düşüncesi’ndeki tüm dünyalar “Eyn Sof Işığı” olarak adlandırılırlar ve oradaki alıcıların tümü Eyn Sof’un Malhut’u olarak adlandırılır.
26. “Aksiyonun sonu başlangıçtaki düşüncededir” sözleriyle ilgili olarak bunun O’nun varlıklarına haz vermek için Öz’ünden genişlemiş olan Yaratılış Düşüncesi olduğunu açıklamıştık. O’nda Düşünce ve Işığın bir olduğunu öğrendik. Dolayısıyla bundan O’nun Öz’ünden genişleyen Eyn Sof Işığının önümüzdeki tüm realiteden aksiyonun sonu olan gelecekteki ıslahın sonuna dek kapsadığı sonucu çıkar.
O’nda O’nun varlıklarına ihsan etmek istediği tüm yaratılışlar tüm mükemmellikleri ve haz ile zaten tamdır. Realitenin tamamına “Eyn Sof Işığı” denir ve onları içeren şey Eyn Sof’un Malhut’u olarak adlandırılır.
BÖLÜM YEDİ
Sadece Behina Dalet kısıtlanmış olmasına rağmen, Işık ilk üç Behinot’dan da ayrıldı.
27. Yaratılış Düşüncesi’nin kapsayan noktası olan ve içindeki haz alma arzusu olarak adlandırılan orta nokta Kaynak ile form eşitliğini geliştirebilmek için kendisini donattı. Kaynak açısından bakıldığında O’nun Sınırsız Gücü’nde form eşitsizliği olmamasına rağmen arzunun noktası bunu O’nun Öz’ünden dolaylı bir uzantı olarak hissetti, tıpkı zengin adam benzetmesinde olduğu gibi. Bu nedenle, O’nun Öz’ünden direk uzanma yoluyla Dvekut’u büyütmek için alma arzusunun tam kötülüğü olan son Behina’dan arzusunu azalttı.
Sonra Işık her yerden çekildi, yani o yerdeki tüm dört dereceden. Arzu Işığını sadece Behina Dalet’den azaltmasına rağmen maneviyatın bölünmez olması onun doğasıdır.
Sonrasında, ilk üç Behinot’dan tekrar bir Işık çizgisi uzattı ve Behina Dalet boş bir yer olarak kaldı.
28. Sonra Eyn Sof Işığı boş kalan yere bir kez daha genişledi ancak dört Behinot’daki tüm yeri doldurmadı, Tsimtsum noktasının arzusuna göre sadece üç Behinot’u doldurdu. Dolayısıyla, kısıtlanmış olan orta nokta boş ve kof kaldı zira Işık sadece Behina Dalet’den geçerek aydınlattı ancak tüm yolu değil, ve Eyn Sof Işığı orada durdu.
Buradan itibaren Üst Dünyalarda uygulanan Behinot’un birbirine Hitkalelut’u (karışma) konusunu açıklayacağız. Artık dört Behinot’un birbirine öyle bir karıştığını görüyorsunuz ki Behina Dalet’in kendisinin içinde de dört Behinot bulunuyor. Böylece, Eyn Sof Işığı Behina Dalet’deki ilk üç Behinot’a da ulaştı ve sadece Behina Dalet’deki son Behina boş ve Işıksız kaldı.
BÖLÜM SEKİZ
Hohma Işık olarak adlandırılır ve Hasadim “Su” olarak. Bina “Üst Su” olarak ve Malhut “alt su” olarak adlandırılır.
29. Şimdi alma arzusu formunu tamamlamak için gerekli olan neden ve sonucun dört Behinot’unun anlamını açıklayacağız. Atzilut’da Işığın iki Behinot’u vardır. İlk Behina “Işık” yani Or Hohma olarak adlandırılır ve ikinci Behina Hasadim olan “Su” olarak adlandırılır.
İlk Behina Yukarıdan aşağıya alt Behina’dan hiç yardım almaksızın genişler. İkinci Behina alttakinin yardımı ile genişler, böylece “su” adı verilmiştir zira Işığın doğası Yukarıda olmak suyun doğası aşağıda olmaktır.
Suyun kendisinin içinde de iki Behinot vardır: Dört Behinot içinde Behina Bet tarafından Üst Su ve dört Behinot içinde Behina Dalet tarafından alt su bulunur.
Alma arzusu olan Kli’nin ortaya çıkmasını sağlamak için Or Eyn Sof’un dört Behinot’a genişlemesinin açıklanması.
30. Bu nedenle, Or Eyn Sof’un her türlü genişlemesi Eser Sefirot’dan oluşur. Bunun nedeni Kök ve Kaynak olan Eyn Sof’un Keter olarak adlandırılmasıdır. Genişlemenin kendisinin Işığına Hohma denir ve bu Işığın Yukarıdan, Eyn Sof’dan genişlemesinin tüm ölçüsüdür.
Alma arzusunun Işığın Yukarıdan her genişlemesine dâhil olduğu zaten söylenmişti. Ancak, arzu varlığın içinde uyanmadan arzunun formu genişlemesinin ölçüsünden daha fazla Işık genişletmek için bilfiil belirgin olmaz.
Dolayısıyla, alma arzusu genişlemenin Işığında anında potansiyel olarak dâhil olduğundan Işık potansiyeli gerçeğe çevirmeye zorlanır. Sonuç olarak, Işık Eyn Sof’dan genişlemesinin ölçüsünden daha fazla ilave Bolluk genişletmek için uyanır. Dolayısıyla, alma arzusu gerçekte o Işık içinde ortaya çıkar ve form eşitsizliği içinde yeni formu edinir, böylece yeni formuyla daha bayağı olduğundan Işıktan daha karanlık olur zira yeni formuyla daha kalınlaşmıştır.
Ayrıca, bu daha kalınlaşmış kısım Bina olarak adlandırılır. Gerçekte, Bina Hohma’nın parçasıdır yani tam olarak Eyn Sof’un genişlemesinin Işığıdır. Ancak, arzusunu yükseltip Eyn Sof’dan içindeki genişliğin ölçüsünden daha fazla Bolluk çektiğinden form eşitsizliği edindi ve Işıktan biraz daha kalınlaştı. Böylece “Sefira Bina” olan kendi ismini edindi.
Arzusunu gücüyle Eyn Sof’dan genişlettiği İlave Bolluğun özü Or Hasadim ya da “Üst Su” olarak adlandırılır. Bunun nedeni bu arzunun Or Hohma gibi Eyn Sof’dan direk uzanmaması ancak arzuyu yoğunlaştıran varlığın yardımıyla olmasıdır. Dolayısıyla, Or Hasadim ya da “su” olarak adlandırılmayı hak ediyor.
Artık Sefira Bina’nın Işığın üç izleniminden oluştuğunu biliyorsunuz:
1. Or Hohma’nın parçası olan Bina Işığının özü.
2. Arzunun yoğunlaştırılmasıyla edinilen içindeki kalınlaşma ve form eşitsizliği.
3. Eyn Sof’dan kendi genişlemesi vasıtasıyla ona gelen Or Hasadim.
Ancak bu yine de alma kabının tümünü tamamlamaz, zira Bina esasen Or Eyn Sof’dan direk uzanan Hohma’dır. Sonuç olarak, sadece alma kaplarının kökü ve Kli’nin işletilmesi için işlemci Bina’da ortaya çıktı.
Sonrasında, yoğunlaşmasının gücü nedeniyle ondan genişleyen aynı Or Hasadim bir kez daha genişledi ve bir kısım Hohma ışığı daha eklendi. Or Hasadim’in bu genişlemesine Zer Anpin ya da HGT denir.
Bu Hitpaştut Işığı da Bina’dan genişlemesindeki Hohma Işığının ölçüsünden daha fazla yeni bolluk genişletme arzusunu arttırdı. Bu genişleme de iki Behinot olarak kabul edilir, zira içindeki yoğunluk Malhut olarak adlandırılırken genişlemenin Işığının kendisi ZA ya da VAK olarak adlandırılır.
On Sefirot’a bu şekilde geliyoruz: Keter, Eyn Sof’dur, Hohma Eyn Sof’dan genişlemenin Işığıdır, Bina bolluğu arttırmak için yoğunlaşan ki bununla Aviut’u edinen Or Hohma’dır. HGT NHY’den oluşan ZA, Bina’dan genişleyen Hohma Işığıyla Or Hasadim’dir; ve Malhut, ZA’da bulunandan daha fazla Hohma eklemek için ikinci yoğunlaşmadır.
Arzudaki dört Behinot KHB TM olan dört HaVaYaH harfidir.
31. Dört harfli İsimdeki dört harfin anlamı budur: Yud’un ucu Eyn Sof’dur, yani işleten güç Yaratılış Düşüncesi’ni dâhil etti ki bu Keter’in Kli’si olarak adlandırılan O’nun varlıklarına haz vermektir.
Yud Hohma’dır, yani Eyn Sof’un genişlemesinin Işığına dâhil edilen potansiyeldeki asıl olan Behina Alef’dir. İlk Hey Bina Behina Bet’dir ki bu potansiyelin gerçekleşmesidir, yani Hohma tarafından kalınlaştırılmış Işıktır.
Vav Zer Anpin ya da HGT NHY’dir, yani Bina’dan geçerek ortaya çıkan Or Hasadim’in genişlemesidir. Bu, işlemin gerçekleşmesinin gücü olan Behina Gimel’dir. HaVaYaH’daki alt Hey Malhut yani Behina Dalet’dir. Bu Bina’dan genişlemesinin ölçüsünden daha fazla bolluk genişletmek için yoğunlaşan alma kabındaki tam aksiyonun ortaya konulmasıdır. Bu, alma arzusunun formunu ve daha öncesinde değil de sadece bu dördüncü Behina’da tamamlanan alma arzusu olan Kli’sini kıyafetlendiren Işığı tamamlar.
Şimdi Üst Dünyalarda ya da dört Behinot olan dört harften oluşan İsmin altında düzenlenmemiş alt dünyalarda Işık olmadığını kolaylıkla görebilirsiniz. Bu olmadan, her Işıkta olması gereken alma arzusu eksiktir zira bu arzu yer ve Işığın ölçüsüdür.
HaVaYaH’ın Yud ve Vav harfleri incedir çünkü sadece potansiyel olarak ayrılmışlardır.
32. Bu bizi şaşırtabilir zira Yud Hohma’yı ve Hey Bina’yı işaret eder ve Hohma’ya kıyasla Bina, Zer Anpin ve Malhut sadece kıyafetler iken on Sefirot’da var olan Işığın tüm özü Sefira Hohma’da mevcuttur. Dolayısıyla, Hohma dört harfli İsimdeki büyük harfi almalıydı.
Aslında dört harfli İsimdeki harfler on Sefirot’daki Işığın ölçüsüne işaret edip belirtmez. Tersine, Kli’deki etkinin ölçüsünü belirtirler. Maneviyatın yazıldığı tirşenin beyaz rengi Işığı ifade eder ve harfleri olan siyah Kelim’in niteliğini belirtir.
Dolayısıyla, Keter sadece Kli’nin kökünün kökü olarak fark edilir ve sadece Yud’un ucunda belirtilmiştir. Gerçekte ortaya çıkmamış güç olan Hohma harflerin en küçüğü olan Yud ile belirtilmiştir.
Gücün aksiyonda gerçeğe dönüştüğü Bina en geniş harf olan Alef ile gösterilir. ZA sadece aksiyonun yerine getirilmesinin gücüdür; dolayısıyla, uzun ve dar bir harf olan Vav ile gösterilir. İnceliği içindeki Kli’nin özünün henüz potansiyel olduğunu ve uzunluğu da genişlemesinin sonunda tamamlanmış Kli’nin ondan geçerek ortaya çıktığını gösterir.
Hohma tüm Kli’yi kendi genişlemesinde göstermeyi başaramadı zira Bina tamamlanmamış bir Kli olmakla beraber Kli’nin işletimcisidir. Dolayısıyla, Yud’un bacağı kısadır, hâlâ kısa olduğunu gösterir ve genişlemesiyle ve içinde gizlenmiş olan güç ile tüm Kli’yi açığa çıkarmadı.
Malhut da Bina gibi geniş bir harf olan Hey harfi ile tam formunda gösterilir. Bina ve Malhut’un aynı harflere sahip olması sizi şaşırtmamalı zira Tikun dünyasında bunlar gerçekten de benzerler ve Kelim’lerini birbirlerine verirler, “Böylece ikisi gittiler” sözlerinde olduğu gibi.
BÖLÜM DOKUZ
Manevi hareket demek form eşitsizliğinin yenilenmesi demektir.
33. Bu ilimde neredeyse her kelimede karşılaştığımız zaman ve hareketin anlamlarını her halükarda anlamamız lazım. Aslında, manevi hareketin bir yerden bir yere somut bir şekilde hareket etmek gibi olmadığını bilmeniz lazım.
Bizler her form yenilenmesini “hareket” olarak adlandırıyoruz. Bu yenilenme, bu form eşitsizliği maneviyatta yenilenip önceki genel formundan farklı olarak o manevi koşuldan bölünüp uzaklaşarak kendi isim ve hükmü ile ayrılması olarak kabul edilir. Bu tamamen fiziksel bir özün bir kısmın ayrılarak bir yerden başka yere hareket etmesine benzer. Dolayısıyla, form yenilenmesi “hareket” olarak adlandırılır.
Manevi zaman birbirinden kaynaklanan belli sayıda form eşitsizliği yenilenmeleri anlamına gelir. Öncesi ve sonrası neden ve sonuç anlamına gelir.
34. Zamanın manevi tanımıyla ilgili olarak: Bizim için şunu anlayın, zamanın manevi tanımı sadece hareket hissidir. Hayalimiz teker teker ayırt ettiği belli sayıda hareketi resmeder ve onları belli bir “zaman” miktarı olarak çevirir.
Dolayısıyla, eğer kişi çevresiyle tamamen rahat olsaydı zaman olgusunun farkında bile olmazdı. Öyleyse maneviyatta: Belli miktarda form yenilenmesi “manevi hareket” olarak kabul edilir. Bunlar sebep sonuç yoluyla birbirine karışmışlardır ve maneviyatta “zaman” olarak adlandırılırlar. Ayrıca, “önce” ve “sonra” her zaman “sebep ve sonuç” olarak kabul edilir.
BÖLÜM ON
Doğmuş varlığa atfedilmiş tüm madde alma arzusudur. Bunun içindeki her ekleme Kaynağa atfedilmiştir.
35. Varlıktaki alma arzusu olan Kli ayrıca varlığa atfedilmiş tüm genel maddedir, öyle ki bunun dışında var olan her şey Kaynağa atfedilmiştir.
Alma arzusu her özün ilk formudur. İlk formu “madde” olarak tanımlıyoruz çünkü özde edinimimiz yoktur.
36. Alma arzusunu bir durum ve özün içinde bir form gibi algılasak da bunu nasıl özün maddesi olarak algılayabiliyoruz? Aslında, bize yakın olan niteliklerle de aynıdır. Özdeki ilk formu “özdeki ilk madde” ismiyle adlandırıyoruz, zira hiçbir maddede edinim ya da algımız yoktur çünkü beş duyumuzun hiç biri de buna uygun değillerdir. Görme, duyma, koklama, tatma ve dokunma ince eleyip sık dokuyan aklımıza duyularımızla işbirliği yapıp ifade ederek sadece özün “durum”larının soyut formlarını sunar.
Örneğin, her hangi bir özün kimyasal bir süreçten geçerek ayrılmış en küçük elementindeki en küçük mikroskobik atomları alırsak onlar da göze öyle görünen sadece soyut formlardır. Daha doğrusu bizler bunları içlerinde bulduğumuz alma ve alınma arzusu yollarıyla ayırt edip inceliyoruz.
Bu işlemleri müteakip çeşitli atomları o niteliğin ilk maddesine kadar seçip ayırt edebiliriz. Ancak, o zaman bile özdeki güçlerden daha fazlası, madde olmazlar.
Dolayısıyla, görüyorsunuz ki fiziksellikte bile ilk formun ilk madde olduğunu varsaymak hariç kendisini izleyen tüm diğer durum ve formları taşıyan ilk maddeyi anlamaktan başka yolumuz yoktur. Bu somut ve hayal ürününün bulunmadığı Üst Dünyalarda da böyledir.
[1] On Sefirot’un İncelenmesi, Bölüm 1, İçsel Yansıma