Yom Kipur akşamı 4 Ekim, 1957
“Neden savaşta bu kadar yalnız bırakıldık?” der atalarımız, “Değerli biri için ağlayan ve matem tutanlar,” Ağlama ve matem tutmanın anlamı nedir?
Bilinir ki, iki çeşit ağlama vardır: Acının gözyaşı, sevincin gözyaşı. İster mutluluktan, ister acıdan gelsin, kalp heyecanla dolar ve bu heyecan dışsallığa hükmeder. Bu bir bardak suya benzer—dolduğunda taşar. Fazlalaştığında dışarı akan gözyaşı da böyledir. Bu nedenle sevinç gözyaşları ve acı gözyaşları vardır.
Ancak, sebepsiz gözyaşı imkânsızdır, elbette başkasına bir şeyden çok etkilendiğini göstermek isteyen kişi de gözyaşı döker fakat bu sunidir.
Dolayısıyla sevdiğimiz bir insan öldüğünde ve onun eksikliğini hissettiğimizde, acı ve üzüntü kalpte birikir ve gözyaşlarına sebep olur. Doğal olarak insan belli bir eksiklik hissi içinde olduğunda bu eksikliğe “dua” denir ve dua vasıtasıyla kişi bu kaybı bir kez daha açığa çıkarır. Fakat buna dikkatimizi vermeyip durumu kabullendiğimizde, tamamıyla unutana kadar ondan uzaklaşırız.
Bilinir ki, bir şeyin ölümüne “çaresizlik/keder” denildiğinden, kalp ölümü (yokluğu) unutur. Dolaylısıyla, ölmüş erdemliye (yok olmuş maneviyata) bağlanmış insanın karalamasından kaçınmak için, erdemli ona vermiş olduğu şeyi geri alarak bir ıslah yerine getirir. Bunun sonunda kişi daha da kötüleşir, çünkü maneviyat için alma arzusunda olanlar maneviyatı kaybettiklerinde dünyasal konular onların maneviyat hazzını doldurmaya başlar. Bu nedenle daha da aşağıya, yani bayağılığın en düşük derecesine, gururun hırsına düşerler.
Düşüncelerini gizleyen ve bu direnci gösteremeyen insanlar vardır, onların düşünceleri dışarıya yansır, yani yanlış şeyler yapar ve sahip olmadıkları ya da maneviyat bağları olmadan önce sahip oldukları her şeyi gösterirler.
Şimdi, “Dünya benim için yaratıldı” diyen atalarımızın sözlerine inanmanız gereken bir anlayışa geldik. Fakat kişinin bu düşünce içinde olması gerektiğine nasıl inanırsınız? Temel tamamen inanç ise buna inanabiliriz. Eğer kişi kendisi için çalışıyorsa o zaman bir çekişme olur. Yolumuzun her adımında inanca ihtiyacımız olduğundan, arzusunun Yaradan için olmasını isteyen kişi buna da inanır.
“Erdemli öldüğünde yaşarkenkinden daha yücedir.” Bu demektir ki, yaşadıkları zamandan daha çok öldüklerinde, yani maneviyat eksildiğinde inancımızı arttırmalıyız, çünkü erdemli olmak inanca dayanır. Sadece bu şekilde bilmek ortaya çıkar ve inanç yolunda yürüme ile ödüllendirilmiş olan kişi bu kudreti ve ilmi alabilir.
“Maneviyatı övmekte aylaklık eden kişi, yaşarken gömülmelidir.” Bu demektir ki, kişi eksiklik hissetmediğinde aylaklık içinde olur. Kişi hala canlı olsa bile eksiklik hissetmediğinden ve kalbindeki övgüyü uyandırmaya yetecek kadar bundan etkilenmediğinden, maneviyattan aldığı canlılık ondan ayrılmadan önce yaşarken gömülmelidir.
Ölmüş olan—maneviyatta—yalnızca gömüldüğünde ıslah olduğundan, bu insan gömülmelidir çünkü zaten ölümün gelmesi, yaşam ve canlılığın ondan ayrılması kesindir. Bu sebeple atalarımız onun hemen şimdi gömülmesi gerektiğini söyler.
Baruh Şalom Halevi
Baal HaSulam’ın oğlu