e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Matan Tora (Maneviyatın Edinimi)

“DOSTUNU KENDİN GİBİ SEV”

Kabalist Akiva “Bu, maneviyatta büyük bir kuraldır” der.

Bilgelerimizin bu ifadesi açıklama gerektirir. Kural kelimesi bir araya getirilen birçok detayın toplamını belirtir. Dolayısıyla, ıslahtan bahsederken “dostunu kendin gibi sev” dediğinde bu, maneviyatın büyük bir kuraldır. Manevi çalışmanın diğer 612 ıslahı (emir-sevap) da tüm anlamlarıyla, bu tek emirden, “dostunu kendin gibi sev” ifadesine yerleştirilmiş toplam detaydan ne az ne de çok olduğunu anlamalıyız.

1. Bu oldukça kafa karıştırıcı çünkü iki kişi arasındaki sevapla ilgili olarak bunu söyleyebiliriz, ancak yasaların özü ve çoğunluğu olan bu tek sevap insan ve Yaradan arasındaki tüm sevapları nasıl içerebilir?

2. Yine de bu kelimeleri bağdaştırmaya çalışsak da Hilal ile karşılaşan maneviyatı öğrenmeye gelmişve “Bana tüm manevi ilmin tamamını tek ayak üstünde dururken öğret” diyen biriyle ilgili daha dikkat çekici ikinci bir söz çıkıyor karşımıza. Ve Hilal cevap verdi: “Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma” (“dostunu kendin gibi sev”in çevirisi) ve geri kalan da tefsirdir, git ve çalış.

Burada, karşımızda çok açık bir yasa var ki tüm 612 sevapta ve tüm manevi ilmin yazılarında “dostunu kendin gibi sev” sevabına tercih edilen bir tane yoktur. Bunun sebebi diğerlerinin sadece başkalarını doğru dürüst sevebilme sevabını açıklamak ve yerine getirebilmemizi sağlamak amacında olmasıdır, zira dediği gibi “gerisi yorum, git ve çalış.” Bu, manevi ilmin geri kalanının bu tek sevabın açıklaması olduğu anlamına geliyor ve “dostunu kendin gibi sev” sevabını onlar olmadan tamamlanamaz.

3. Konunun özüne inmeden önce sevabı dikkatlice incelemeliyiz zira bize “dostunu kendin gibi sev” emredildi. “Kendin” kelimesi “dostunu kendini sevebildiğin ölçüde sev, bir nebze altında değil” der. Bir başka deyişle, sürekli olarak ve dikkatlice halktaki herkesin ihtiyaçlarını karşılamalısın, kendi ihtiyaçlarını karşılamak konusunda her zaman ne kadar dikkatliysen o şekilde.

Bu tamamıyla imkânsız, zira pek çok kişi günlük çalışmalarıyla kendi ihtiyaçlarını karşılayamazken onlara tüm ulusun ihtiyacını karşılamalarını nasıl söylersiniz? Ve elbette yazıların aşırıya kaçtığını söyleyemeyiz çünkü bu kelimelerin ve yasaların mutlak kesinlik ile verildiğini belirterek bizi eklememek ve çıkartmamak konusunda uyarıyor.

4. Ve bu da sizin için yeterli değilse, dostunu kendin gibi sev sevabının basit açıklamasının daha da acı olduğunu söylerim zira dostlarımızın ihtiyaçlarını kendimizinkinden önde tutmalıyız. Bilgelerimizin İbrani köle ile ilgili olarak “çünkü seninle mutlu” diye yazdığı gibi, “bazen sadece bir yastığı vardır, eğer ona kendi yatarsa ve kölesine vermezse “çünkü seninle mutlu” sözünü anlamaz çünkü o yastıkta yatıyor ve kölesi yerde. Ve eğer ona yatmaz ve kölesine de vermezse o zaman Sodomite kuralı işler.” Sonuçta, arzusuna karşın yastığı kölesine vermeli ve kendisi yerde yatmalıdır.

Aynı kuralı dostunu sevmenin ölçüsünde de görüyoruz çünkü metin burada da dostun ihtiyaçlarının tatmin edilmesini kişinin kendi ihtiyaçlarının tatmin edilmesiyle kıyaslıyor tıpkı köle hikâyesinde olduğu gibi. Dolayısıyla, burada da kişinin sandalyesi varsa ve dostunun yoksa ve onu dostuna vermeyip kendi oturursa “dostunu kendin gibi sev” emrini çiğniyor zira dostunun ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçları gibi karşılamıyor.

Ve eğer dostuna vermez de o sandalyeye kendisi oturursa bu, Sodom kuralı kadar kötü. Bu nedenle, sandalyesini dostuna vermeli ve kendisi ya yerde oturmalı ya da ayakta durmalı. Açıkçası, bu kişinin ihtiyacı olan ve dostunda eksik olan her şeyle ilgilidir. Ve şimdi gidip bu sevabın her hangi bir şekilde uygulanabilir olup olmadığını görün.

5. Öncelikle bu manevi ilmin neden özellikle Yaradan’a yönelen bir grup insana verildiğini ve eşit olarak tüm dünyadaki insanlara verilmediğini anlamalıyız. Allah korusun, burada ayrımcılık mı var? Elbette sadece çılgın biri böyle düşünebilir. Aslında, bilgelerimiz bu soruyu incelemişler ve şu sözlerle ifade etmişler: “Yaradan tüm insanlara ve dillere verdi ancak onlar almadılar.”

Ancak, onları şaşırtan şey neden bir grup insanın seçilmiş kişiler olarak adlandırıldığı, şöyle yazılmıştır: “Hükümdarınız Yaradan sizi seçmiştir”, zira onu isteyen başka bir grup insan bulunmamaktaydı. Dahası, bu konunun içinde derin bir soru vardır: Yaradan Yasasını eline almış ve barbar insanlarla anlaşmaya gelmiş olabilir mi? Böyle bir şey hiç duyulmamış ve hiçbir şekilde kabul edilemez.

6. Ancak bize verilen İlim ve Emirler’in özünü tüm yönleriyle anladığımızda, ki bu yüce Yaratılışın gözlerimizin önüne serilen nedenidir, o zaman her şeyi anlayacağız. Zira ilk konsept nedensiz bir hareketin olmadığıdır. Ve en düşük insan seviyesi ve çocuklar hariç bu kuralda istisna yoktur. Dolayısıyla, yüceliği algılamanın ötesinde olan Yaradan, eylem küçük ya da büyük olsun, nedensiz hareket etmez.

Bilgelerimiz şöyle der: dünya Manevi İlmi ve Emirler’i yerine getirebilmek için yaratıldı, yani bilgelerimizin dediği gibi, Yaratılışı yarattığı andan itibaren Yaradan’ın amacı Yüceliğini diğerlerine ifşa etmektir. Bunun nedeni, Yaradan’ın Yüceliğinin ifşasının yaratılışa istenilen ölçüye varana dek sürekli büyüyen hoş bir armağan gibi ulaşmasıdır.

Ve bununla, aşağıda olanlar gerçek kabullenme ile yükselirler ve son tamamlanmaya ulaşana dek O’na tutunurlar: “Hiçbir göz senden öte bir Yaradan görmemiştir” (Isaiah 64:3) Ve bu mükemmelliğin yüceliği ve ihtişamından dolayı ve kehanetler de burada abartıya kaçan tek bir kelimeden bile kaçınmışlardır, bilgelerimizin dediği gibi (Berahot 34), “Tüm peygamberler söylemlerini Mesih’in günleri için yapmışlardır, ancak sonraki dünya için, hiçbir göz senden öte bir Yaradan görmemiştir.”

Bu mükemmellik manevi ilmin ve peygamberlerin sözlerinde ve bilgelerimizin basit bir kelime olan Bütünleşmek sözünde ifade bulmuştur. Ancak kitlelerin bu kelimeyi yaygın olarak kullanmasıyla neredeyse anlamını yitirmiştir. Fakat bu kelime üzerine bir an bile düşünürseniz muazzamlığından kendinizden geçersiniz, zira Yaradan’ın yüceliği ve yaratılmış olanın düşüklüğü gözünüzde canlanır. O zaman, kişinin diğeriyle olan Bütünleşmesinin değerini algılarsınız ve tüm Yaratılışın amacına neden bu kelimeyi atfettiğimizi anlarsınız.

Tüm Yaratılışın amacının alçak seviyedeki yaratılanların manevi çalışmayla yücelmelerini gerçekleştirerek, sürekli gelişip yukarı doğru yükselerek Yaradan’la bütünleşmekle ödüllendirilmeleri olduğu sonucu ortaya çıkar.

7. Ancak burada Kabalistler şunu sorarlar, neden en baştan bu yüksek tutunma seviyesinde yaratılmadık? Yaradan’ın bize Yaratılış yükünü ve manevi çalışma ve sevapları (arınmaları) yüklemesinin nedeni neydi? Ve cevap verdiler: “Kendisinin olmayanı yiyen onun yüzüne bakmaya korkar.” Bunun anlamı şudur, dostunun emeğini yiyen ve zevk alan onun yüzüne bakmaya korkar çünkü bunu yaparak tüm insanlığını kaybetme noktasına gelene dek utanır. Ve Yaradan’ın bütünlüğünden uzananda eksiklik olamayacağından, Yaradan maneviyat ve ıslahı çalışarak yüceliğimizi kazanmak için bize fırsat verdi.

Bu sözler son derece derindir ve bunları kitaplarım Yüzün Nuru ve Hayat Ağacı’nın Açıklaması, 1. Dal bölümünde ve On Sefirot’un Çalışması, İç Yansıma, 1. Bölüm’de açıkladım.

8. Bu durum, bir adamı pazardan alıp yediren, ona her gün altın, gümüş ve tüm arzuladıklarını veren zengin bir adamın durumuna benziyor. Zengin adam onu her gün bir öncekinden daha çok hediyeye boğar ve sonunda sorar, “Söyle bana, tüm arzuların yerine geldi mi?” Ve adam cevap verir, “Tüm arzularım yerine gelmedi, zira tüm sahip olduklarım ve bu değerli şeyler keşke sana olduğu gibi bana da kendi çalışmam ile gelseydi, o zaman senden yardım alıyor olmazdım.” O zaman zengin adam: “Bu durumda, senin arzularını yerine getirebilecek bir insan asla doğmamış oluyor.”

Bu doğal bir şey, zira bir taraftan zengin adam hediyeler yağdırdıkça diğeri daha da çok haz alıyor, ancak diğer taraftan zenginin ona aşırı iyilik yapmasının utancına katlanmak da zor. Bunun nedeni doğal bir yasanın olmasıdır, zira alan kişi verenin merhamet ve acımadan dolayı verdiği hediyelerden utanç ve tahammülsüzlük hisseder.

Buradan ikinci bir yasa uzanır, kişi dostunun ihtiyaçlarını tümüyle karşılayamaz, nihayetinde ona kendi-edinme formunu ve doğasını veremez, zira sadece bununla arzulanan mükemmellik edinilebilir.

Ancak bu sadece yaratılanlarla bağlantılıdır, Yaradan’la ilişkilendirildiğinde bu imkânsız ve kabul edilemez bir durumdur. Ve Yaradan’ın bizim için tüm bu maneviyat ve ıslah olma çalışmasını ve yükünü hazırlamasının nedeni budur, yüceliği kendimizin yaratması çünkü o zaman bize O’ndan gelen haz ve zevk, yani O’nunla Bütünleşmek ile ilgili her şey anlamına geliyor, bize kendi çabamızdan dolayı gelen bir edinim olacak. O zaman kendimizi gerçek sahipler olarak hissedeceğiz ki bütünlük hissi bunsuz olmaz.

9. Gerçekten de, bu yasanın kalbini ve kaynağını ve bir başkasından sadaka almanın utanç ve tahammülsüzlüğünü kimin yüklediğini incelemeliyiz. Bilim adamları tarafından bilinen bir yasa her bir dalın kökü ile aynı doğaya sahip olması ve aynı zamanda dalın da arzulaması, araması, istemesi ve kökün tüm hareketlerinden faydalanmasıdır. Diğer taraftan, kökte olmayan her şeyin dal tarafından uzaklaştırılması ve ona tahammül edememesi ve onun tarafından zarara uğratılması söz konusudur. Bu yasa her bir kök ve dal arasında mevcuttur ve bozulamaz.

Şimdi, bize dünyadaki tüm hazları ve acıları anlamamız için bir kapı açılıyor. Yaradan Yaratılanlarının kökü olduğundan, O’nun içindeki ve O’ndan bize haz ve zevk olarak doğrudan uzanan her şeyi hissediyoruz çünkü doğamız kökümüze yakın. Ve O’nda olmayan ve O’ndan bize doğrudan uzanmayan ancak Yaratılışa zıt olan her şey doğamıza zıttır ve tahammül edilemez. Bu nedenle, hareket etmektense dinlenmeyi tercih ederiz, yani sonunda dinlenmeyeceksek bir tek hareket yapmayız. Çünkü kökümüz hareketsizdir, ve O’nda hiçbir devinim yoktur. Bu nedenle doğamıza zıttır ve bize kötü gelir.

Aynı şekilde, bilgelik, güç ve zenginliği vs. severiz çünkü bunların hepsi kökümüz olan O’nda mevcuttur. Dolayısıyla, bunların tersinden, aptallık, zayıflık ve yoksulluktan nefret ederiz zira bunlar kökümüzde yoktur. Bunlar bize nefret ve kötü hissettirir ve bize sonsuz acı verir.

10. Başkalarından sadaka şeklinde aldığımızda bize o iğrenç utanç ve sabırsızlık hissini veren şey budur, çünkü Yaradan’da yardım şeklinde almak diye bir şey yoktur, zira kimden alabilir ki? Ve bu unsur kökümüzde olmadığından bunu itici ve nefret uyandırıcı hissederiz. Diğer taraftan, ne zaman başkalarına ihsan etsek haz ve zevk hissederiz zira herkese verme özelliği kökümüzde mevcuttur.

11. Şimdi Yaratılışın amacını incelemek için bir yol bulduk, bu da gerçek anlamıyla O’na tutunmaktır. Maneviyatı çalışarak bize gelmesi garantilenmiş bu yüceltilmişlik ve Bütünlük, kökler ve dalların eşitliğinden başka bir şey değildir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi tüm yumuşaklık ve haz ve yücelik bize doğal bir uzantı olarak gelir, haz onun Yaratıcısıyla form eşitliği olan tek şeydir. Ve kökümüzde olan her hareket ile eşitlendiğimizde haz hissederiz.

Ayrıca, kökümüzde olmayan her şeyle karşılaştığımızda bu bize tahammül edilmez, iğrenç ya da o kavramın gerektirdiği gibi inanılmaz derecede ızdıraplı gelir. Ve bizler doğal olarak umudumuzun kökümüzle form eşitliğinin derecesine bağlı olduğunu fark ederiz.

12. Bunlar şu soruyu sorduklarında bilgelerimizin sözleriydi, “Hayvanın boynundan mı ya da ensesinden mi kesilmesi neden Yaradan’ın umurunda olsun?” Sonuçta, ıslahlar sadece insanları arındırmak için verildi ve arındırma karmaşık bedenin temizlenmesi anlamına geliyor ki bu manevi çalışmanın incelenmesinden ortaya çıkan, amaçtır.

“Hoyrat bir eşek insana dönecektir” diye yazar, çünkü kişi yaratılışın rahminden çıktığında son derece kirli ve aşağılık bir durumdadır, yani her hareketi başkalarına küçücük bir iyilik içermeden kendi etrafında dönüp duran ona monte edilmiş kişisel-sevgi bolluğunun içindedir.

Dolayısıyla, kişi kökünden en uzak mesafededir, diğer taraftan, kök bir nebze alma unsuru olmadan ihsan etmek olduğundan yeni doğan da bir nebze verme unsuru olmadan tamamen kendi için alma halindedir. Bu nedenle, kişinin durumu dünyamızda en düşük ve iğrenç noktada olmak olarak değerlendirilir.

Kişi büyüdükçe çevresinin değerleri ve gelişimine göre “başkalarına ihsan etme” payından daha fazla almaya başlar. Ve sonra kişi kendi için olarak adlandırılan, bu dünyada ve ötekinde ödül almak için maneviyatı kişisel-sevgi amacıyla uygulamaya başlar, zira kişi hiçbir şekilde başka türlüsüne alışık değildir.

Kişi büyüdükçe ona tamamen Yaratıcısına mutluluk verme amacıyla maneviyat ve iyiliği nasıl O’nun adına olarak yerine getireceği söylenir. RAMBAM’ın dedi gibi, “Kadınlar ve çocuklara maneviyatı O’nun için yerine getirmeleri söylenmemeli çünkü buna dayanamazlar. Ancak büyüdüklerinde ve bilgi edindiklerinde ve bilgi ve bilgelik edindiklerinde O’nun için çalışmaları öğretilir. Bilgelerimizin dediği gibi, “Kişi kendi için olmaktan O’nun için koşuluna gelir”, ki bu kişisel-sevgi için değil kişinin Yaratıcısına mutluluk verme amacı olarak tanımlanır.

Maneviyata O’nun için bağlanmanın doğal şifası için, bilgelerimiz şöyle yazmıştır “Yaradan şöyle der: ‘Kötü eğilimi Ben yarattım, Işığımı da ona deva olarak yarattım.’” Dolayısıyla, kişinin tüm ihtiyaçlarını alması bile ihsan edebilmek için alma noktasına gelene kadar, tüm kişisel-sevgi kalıntılarından kurtulana, vücudundaki tüm Islahlar yükselene ve tüm hareketlerini sadece ihsan etmek için gerçekleştirene dek yaratılan yukarıda bahsedilen yüceliğe gelişerek ve derecelerle yükselir. Bu nedenle bilgelerimiz demiştir ki, “Vecibeler sadece insanların arınmalarını sağlayabilmek için verilmiştir.”

13. Maneviyatta iki bölüm vardır: 1) İnsan ve Yaradan arasındaki sevaplar ve 2) İnsan ve insan arasındaki sevaplar. Ve her ikisi de aynı amaca yöneliktir – yaratılanı nihai amaç olan Yaradan’la bütünleşmeye getirmek.

Dahası, ikisinin de pratik yönü tek ve aynı şeydir, çünkü kişi içinde kişisel-sevgi olmayan yani kendisi için fayda sağlamayan, başkası için bir hareket gerçekleştirdiğinde dostunu ya da Yaradan’ı sevmeye çalışması arasında hiçbir fark hissetmez.

Bunun sebebi doğanın bir kanunudur, yani kişinin kendi bedeni dışındaki her şey gerçek dışı ve boş olarak görülür. Ve kişinin başkasını sevmek için yaptığı her hareket ve kendisine yarayacak ve sonunda ona dönecek ödül Yansıyan Işık tarafından gerçekleştirilir. Bu nedenle böyle bir hareket “başkasını sevmek” olarak adlandırılamaz çünkü sonu düşünülerek değerlendirilmiştir. Bu tıpkı sonunda kira borcunun kapatılması gibi bir şeydir. Ancak, kiralama aksiyonu başkasını sevme olarak değerlendirilmez.

Ancak, sonunda kişisel çıkar ümidi olmadan, Yansıyan Işık kıvılcımı hiç olmadan, sadece başkalarını sevme sonucu yapılan her hangi bir hareket yaradılış olarak hiçbir şekilde mümkün değildir. Zohar’ın Islahlarında bununla ilgili dünyevi insanlara atfen şöyle yazar: “Yaptıkları her iyiliği kendileri için yaparlar.”

Bu, dostlarına ya da Yaradan’a karşı olsun onların yaptıkları tüm iyi hareketlerin başkalarına sevgiden değil kendilerini sevmelerinden kaynaklandığı anlamına gelir. Ve bunun nedeni (eylemin) tamamen doğadışı olmasından kaynaklanır.

Dolayısıyla, sadece manevi çalışma ile ıslahını yerine getirenler buna yeterlik kazanırlar, çünkü Yaradanlarına mutluluk vermek için manevi çalışmayı ve ruhlarının ıslahını yerine getirmeyi alışkanlık haline getirenler zaman içinde doğal yaratılışın bağrından koparak ikinci bir doğa edinirler, yukarıda bahsedilen “başkalarını sevmek” doğası.

Zohar’ın bilgelerinin “Yaptıkları her iyiliği kendileri için yaparlar” sözüyle dünyevi hayatın içindekilerin dostlarını sevmediğini ifade etmesinin nedeni budur, zira O’nun için manevi çalışmayı yerine getirmekle ilgileri yoktur ve onların Tanrılarına hizmet etmelerinin tek sebebi bu dünyada ve ötekinde ödül ve kurtuluş içindir. Bu yüzden, Tanrılarına tapmalarının nedeni de kişisel-sevgidir ve asla kendilerini basit doğalarının üzerine birazcık bile çıkaracak, bedenlerinin sınırının ötesinde bir hareket gerçekleştirmezler.

14. Böylece, manevi çalışmayı O’nun için yerine getirenler için çalışmanın iki kısmı arasında pratik açıdan bile bir fark yoktur. Bunun nedeni kişinin bunu gerçekleştirmeden önce bir kişiye ya da Yaradan’a karşı herhangi bir ihsan etme aksiyonunu algı ötesi boşluk olarak hissetmeye zorlanmasıdır. Ancak, büyük çabalar sonunda kişi yavaş yavaş yükselir ve ikinci bir doğa edinir ve sonra O’nunla bütünleşmek olan nihai amacı edinir.

Durum böyle olunca, maneviyatın iki kısmından biri olan, insanın dostuyla ilişkisi kişiyi arzulanan amaca getirmekte daha muktedirdir. Çünkü, iyilikteki insan ve Yaradan arasındaki çalışma sabit ve özeldir ve çaba istemez, kişi kolaylıkla buna alışabilir ve alışkanlık haline gelen bir şeyin artık faydası yoktur. Ancak, insan ve insan arasındaki iyilikler değişken ve düzensizdir ve kişi nereye dönse talep onu sarar. Dolayısıyla da çözüm daha kesin ve amaç daha yakındır.

15. Şimdi Hilal Hanasi’nin manevi değişime gelmiş kişiye söylediği sözleri anlayabiliriz, maneviyatın özü “Dostunu kendin gibi sev”dir ve geriye kalan 612 emir sadece bu sözün yorumlanmasıdır. İnsan ve Yaradan arasındaki sevaplar bile bu sevabın bir niteliği olarak görülür. Bilgelerimizin de dediği gibi bu manevi ilim ve emirlerden ortaya çıkan nihai amaçtır, “Manevi İlim ve sevaplar sadece Yaradan’a kendisini yönlendirenler için verilmiştir”. Bu, kişinin “başkalarını sevme” olarak tanımlanan ikinci bir doğayı edinene kadar bedeninin arınmasıdır, yani manevi çalışmanın nihai amacı olan ve ardından kişinin anında Yaradan’la bütünlük edindiği, o tek “Dostunu kendin gibi sev” sevabıdır.

Ancak kişi bunun neden şu sözlerle tanımlanmadığına şaşırmamalı: “Ve Hükümdarı Yaradan’ın gibi seveceksin, tüm kalbinle ve tüm ruhunla ve tüm yüceliğinle”. Bunun sebebi gerçekten de hâlâ Yaratılışın doğası içinde olan kişiye tüm saygıyla söylemek gerekirse, Yaradan sevgisi ile dost sevgisi arasında bir fark yoktur.

Çünkü, kişinin içinde olmayan şey ona gerçek gelmez. Bu nedenle manevi değişime gelen kişi Hilal Hanasi’ye maneviyatın arzulanan sonucunu sormuştur ki uzun yol gitmeden amacı yakın olsun, “Bana maneviyatın tamamını tek ayak üstünde dururken öğret”, böylece Hanasi bunu dostunu sevmek olarak tanımlamıştır çünkü amaç daha yakındır ve daha hızlı ifşa olur (Madde 14), zira bu (dostunu sevmek) hata götürmez ve emek isteyen bir iştir.

16. Yukarıdaki sözlerde, “Dostunu kendin gibi sev” kuralının içeriğiyle ilgili kavramı (Madde 3 ve 4) anlayacak bir yol buluyoruz, manevi gelişim gerekliliğinin bizi nasıl yapılamayacak bir şeye zorladığını.

Gerçekten de bunu şu sebepten dolayı bilin, manevi ilim bize yüce bilgelerimize – İbrahim, İsak ve Yakup – sürgüne çıkıp yirmi yaş ve üzeri altı yüz bin adamlık bir topluluk olup egoizmlerinden kurtulmak için kaçışa kadar verilmemişti. Çünkü o zaman topluluğun her bir üyesine bu yüce çalışmayı kabul edip etmedikleri sorulmuştu. Ve topluluğun her bir üyesi kalplerinde ve ruhlarında hemfikir olduktan ve “Yapacağız ve duyacağız” dedikten sonra maneviyatın tamamını yerine getirmek mümkün oldu, yani daha önce mümkün olmayan mümkün hale geldi.

Çünkü, altı yüz bin adam kendi ihtiyaçları için uğraşmayı bırakır ve dostlarının hiçbir eksiği olmaması dışında bir şeye endişelenmezse, dahası bunu büyük bir sevgi, tüm kalp ve ruhları ile yaparlarsa, yani “Dostunu kendin gibi sev” sevabının gerçek anlamıyla, o zaman hiç şüphesiz o ulusun hiçbir üyesi kendi iyiliğini düşünmek zorunda kalmayacaktır.

Bundan dolayı, kendisinin hayatta kalmasını güvence altına almaktan tamamen özgürleşmiş olur ve kolaylıkla Madde 3 ve 4’de verilen koşulları sağlayarak “Dostunu kendin gibi sev” sevabını yerine getirebilir. Sonuçta yanında altı yüz bin kişi hiçbir ihtiyacının eksik kalmaması için yanında yer alırken kişi neden kendi varlığını sürdürebilmek üzerine endişelensin ki.

Dolayısıyla, ulusun tüm üyeleri hemfikir olur olmaz Işık ve manevi ilim onlara anında verildi, çünkü artık onu yerine getirebilirlerdi. Ancak bütün bir ulus haline gelene kadar, ve elbette ülkede emsalsiz olan atalarımızın zamanında, maneviyatı arzulanan formunda yerine getirme niteliğine sahip değillerdi. Bunun nedeni Madde 3 ve 4’de açıkladığımız gibi, az sayıda kişi ile insan ve insan arasındaki sevabı “Dostunu kendin gibi sev” derecesinde yerine getirmeye başlamak bile mümkün değildir. Bu nedenle de ilmin metodu onlara verilmemişti.

17. Yukarıdakilerin tümünden, bilgelerimizin en kafa karıştırıcı sözlerinden birini anlayabiliriz: “Tüm halk birbirinden sorumludur.” Bu tamamen adaletsiz görünüyor, çünkü bir kişi Yaratıcısını üzecek bir günah işlerse ve onu tanımıyor olsan da Yaradan borcunu senden tahsil edecek? Şöyle yazılmıştır: “Babaları çocukları için ölüme mahkum olmayacak…her bir kişi kendi günahından dolayı ölüme mahkûm edilecektir”, öyleyse nasıl hiç tanımadığın ve nerede olduğunu bilmediğin sana tamamen yabancı birinin günahlarından sorumlu olabileceğini söyleyebilirler.

Ve bu da sizin için yeterli değilse: “Kabalist Şimon’un oğlu Kabalist Elazar şöyle der: ‘Dünya çoğunluğu ile ölçüldüğünden ve birey içinde bulunduğu çoğunluğuna göre değerlendirildiğinden, bir iyiliği yerine getirdiyse ve mutlu ise tüm dünyaya iyilik yapmıştır. Ve eğer bir günah işlerse, ona yazıklar olsun çünkü kendisini ve tüm dünyayı günaha sokmuştur, şöyle söylenir, ‘bir günahkâr pek çok iyiliği yok eder.’”

Ve Kabalist Şimon’un oğlu Kabalist Elazar dünyadaki tüm insanların birbirinden sorumlu olduğunu düşündüğünden beni tüm dünyadan sorumlu tuttu, her bir kişi hareketleriyle tüm dünyaya iyilik ya da günah getirir. Bu iki misli daha kafa karıştırıcıdır.

Ancak yukarıda anlatılanlara göre onların sözlerini çok basitçe anlayabiliriz, maneviyatın 613 ıslahın her biri tek ıslah etrafında döner: “Dostunu kendin gibi sev.” Ve böyle bir koşul sadece tüm bir ulusun her bir üyesinin bununla hemfikir olmasıyla var olabilir.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,075