Makale No. 14, Tav-Şin-Mem-Vav, 1985-86
Şöyle yazılmıştır (Mısır’dan Çıkış 11): Şimdi halkın kulağına de ki; her erkek komşusundan ödünç alacak ve her kadın komşusundan gümüş ve altın kaplar ödünç alacak. Ve Efendi, Mısırlıların gözü önünde bu halka ayrıcalık verdi.’
Bilgelerimiz şöyle dedi (Berahot, 9b): ‘Rabbi Yanai’nin öğrencileri şöyle dedi, ‘Yapmanın anlamı, istemektir. Yaradan, Musa’ya, ‘Lütfen git ve onlara, İsrail’e, altın kapları ve gümüş kapları Mısırlılardan ödünç olarak istemelerini söyle ki böylece, erdemliler ‘O, sözünü tuttu ‘Ve onları köle yaptılar ve eziyet ettiler’ ve sonra, O, sözünü tutmadı. Ve bir sürü mal ve mülkle ortaya çıkacaklar’ demesinler.
Bu kafa karıştırıcıdır. Yaradan ‘Ve daha sonra bir sürü mal mülkle çıkacaklar’ şeklinde yazıldığı gibi, İbrahim’e verdiği sözü tutmak istediyse, Mısırlılardan kaplarını ödünç almadan da İsrail halkını zengin edemez miydi? Bu dolandırıcılık gibi görünüyor, çünkü görünüşe bakılırsa, başlangıçta hile ile yani geri verme niyeti olmadan ödünç aldılar.
Yaradan’ın Musa’ya İsrail’e Mısırlıların kaplarını ödünç almaları için yalvarmasını neden söylediğini anlamalıyız, yukarıda söylendiği üzere, ‘yapmak’ istemek demektir. Ayrıca bu yalvarmak da nedir? Öyle görünüyor ki Yaradan, buna itiraz edeceklerini bildiğini kastediyor. Bu yüzden Musa’dan, İsrail’le konuşmasını istiyor. Bu nedenle de İsrail’in itiraz etme sebebini anlamalıyız.
Ayrıca, ‘Ve Efendi, Mısırlıların gözünde bu halka lütfetti, ayrıcalık verdi’ sözlerini de anlamalıyız. Tamamen çelişkili olan böyle bir şeyi nasıl anlayabiliriz? Yaradan’ın perspektifinden her şey mümkün olsa da gerçekçi perspektiften bunu anlamak zordur, yazıldığı gibi (Mısır’dan çıkış, 1:12), ‘Ve onlara ne kadar eziyet ettilerse, o kadar çoğaldılar ve o kadar yayıldılar ve onlar İsrail oğullarından nefret ettiler’. Bilgelerimiz şöyle dedi, ‘Öyle görünüyor ki, onların gözünde, dikenler gibiydiler’ (Sutah, 11).
Akabinde, Mısırlılar, dikenlerden, yani İsrail halkına dayanamamaktan ve onları diken olarak görmekten, şimdi tamamen döndüler ve İsrail halkını sevdiler.
Yaradan’ın, İbrahim’e verdiği ‘Ve daha sonra, bir sürü mal mülkle ortaya çıkacaklar’ sözünde, orada bulunan tüm meseleyi anlamalıyız, (Yaratılış, 15:6) ‘Ve O dedi ki, ‘Sizi bu toprakları miras almanız için, Keldanilerin Ur’undan çıkaran Efendiniz, benim!’. Ve İbrahim, ‘Efendimiz, Tanrımız, miras alacağımı nerden bileyim?’ dedi. Ve O, İbrahim’e, ‘Oğulların onların olmayan bir toprakta yabancı olacaklarını, dört yüz yıl boyunca köleleştirilip, ezilecekler ve daha sonra pek çok mal mülkle ortaya çıkacaklar, bunu kesin olarak bil!’ dedi.
Burada da İbrahim’in, ‘Miras alacağımı nerden bileyim?’ sorusuna aldığı cevabı anlamalıyız. Zira Yaradan’ın bu soruya cevabı, yazıldığı gibi şuydu: ‘Ve O, İbrahim’e, ‘Oğulların onların olmayan bir toprakta yabancı olacaklar, dört yüz yıl boyunca köleleştirilip, ezilecekler ve daha sonra pek çok mal mülkle ortaya çıkacaklar, bunu kesin olarak bil!’. Dolayısıyla soru mirasın garantilenmesi hakkındaydı ve güvence olarak verilen cevap, İsrail halkının sürgünde olacağıydı. Ama toprağı miras olarak almak için, sürgün garanti midir?
Baal HaSulam, bu sorunun ne anlama geldiğini şöyle açıklar: Kli (kap) olmadan ışık olmadığı bilinir. Şöyle ki, eksiklik yoksa dolumun olması mümkün değildir. Eksikliğe, Kli denir ve İbrahim, Yaradan’ın oğullarına vermek istediğini gördüğünde, ‘Oğullarımın, toprakların manevi mirasına ihtiyaç duyacağını görmüyorum’ dedi. Ve şöyle devam etti: ‘Eğer oğullarım küçük bir aydınlatma alırlarsa, bununla yetinecektir. Çünkü maneviyatın en küçük derecesi, dünyadaki bütün maddesel hazlardan daha fazla haz verir. Buna göre, küçük bir aydınlatmayı biraz olsun aldıklarında, bu edindiklerinden daha büyük bir derecenin olmadığını düşünebilirler ve bundan dolayı daha fazlasını istemeye gerek duymazlar.’
Ve bu sebeple, İbrahim’in Yaradan’a sorduğu soru, ‘Manevi toprakları miras almaya ihtiyaç duyacaklarını nerden bileceğim?’ idi. Dolayısıyla, Yaradan’dan, kendisine Kli olmadan ışığa kavuşmalarının nasıl mümkün olacağını anlatmasını istedi. İbrahim, Yaradan’ın ışığı verdiğini, Kelim’in, daha önce aldıklarından daha büyük ışıklar için bir arzu anlamına geldiğini anlamıştı. Onların, şu an hissettiklerinden daha büyük bir yükselişi elde etmeye ihtiyaçları olduğunu görmelerini kim sağlar ki?
Maneviyatta, kişiye gelen, manevi bir şeyin, kişiyi önüne geçilemeyecek şekilde bütün hissettirdiği kuralı vardır. Zira manevi olan herhangi bir şey, eksikliği olmayan, tam bir hissiyattır. Aksi takdirde, ‘manevi’ olarak kabul edilmez, zira yalnız maddesel meselelerde haz aldığımız halde, gene de daha çok haz olabileceğini hissederiz. Maneviyatta ise bu böyle değildir.
Dolayısıyla, İbrahim ‘bu ülkenin mirası’ olarak adlandırılan, daha büyük dereceleri, Yaradan’dan onlara vermesini istemelerine, neyle ve nasıl ihtiyaç duyacaklarını düşündü ve merak etti. Yaradan’ın kendisine verdiği, ‘Oğulların kendilerine ait olmayan topraklarda, yabancı olacaklar, bunu kesin olarak bil,’ cevabının, buradan, yani Mısır’daki sürgünden, her seferinde daha büyük güç vermesini Yaradan’dan istemek için, bir eksiklik alacakları anlamına geldiğini söyledi.
Bunun sebebi, Yaradan çalışmasında ilerlemeye başladığında ve bütün eylemlerinin ihsan etmek için olmasını istediğinde, kişinin galip gelemeyeceğini görmesidir. O zaman, bilgelerimizin ‘Arınmaya gelene yardım edilir’ ve Kutsal Zohar’ın, ‘Nasıl yardım edilir? Kutsal ruh ile’ sözlerinde olduğu gibi, kişi, Yaradan’dan kendisine yardım etmesini ister.
Aslında, çalışmada üstesinden geldikleri her şey, onların Pithom ve Ramses’in inşasıyla ilgili söyledikleri gibi, yere battı. Yani, inşa ettikleri her şey, uçuruma düştüğünden ve kendilerini çalışmaya hiç başlamamış gibi gördüklerinden, her gün çalışmalarına yeniden başlamak zorunda kaldılar. Çünkü çalışmayla ilgili olarak, Tora’nın hiçbir sözünü hatırlamıyorlardı ve her daim kendileriyle ilgili, ‘Çalışmamız, çalışmada sarf ettiğimiz çaba nerede? Nereye gitti?’ diye düşünüyorlardı.
Firavun’un Klipa’sının, şu noktaya kadar, öyle ki sanki amaçları bütünlüğe erişmek değilmiş gibi sanki, Yaradan’ın hizmetine sanki hiç girmemiş gibi hissettirene kadar tüm çalışmalarını yuttuğunu anlamaları daha da zordu. Ve onlar ne istediklerini biliyorlardı. Birdenbire, her şeyi unuttukları bir safhaya geldiler ve çalışmalarından onlara hiç Reşimot (hatıra) kalmadı.
Bütün bunlar kasıtlıydı. Yaradan bu amaç için, onları sürekli başlangıç safhasında tutacak şekilde bir Klipa hazırladı. Bütün başlangıçların zor olduğu bilinmektedir, böylece yukarıda söylendiği gibi, ‘Arınmaya gelene yardım edilir’ ve Kutsal Zohar’ın, her seferinde ‘kutsal bir ruh’ aldıklarını yani her seferinde ruhlarına ek aldıklarını söylediği gibi, Yaradan’ın onlara yardım etmesini istemek zorunda kalırlar. Bu büyük bir miktarda birikir, bilindiği gibi, ‘Cennet’ten verilen şey, geri alınmaz’ (Hulin 60).
Ancak yukarıdan alınan her aydınlatma, o an için ayrılmış olsa da, sonunda, kişinin harcaması gereken çabanın miktarı tamamladığında, ‘Yapabilmek için gücünün yettiği her şeyi, yap’ ifadesinde olduğu gibi, her şeyi aynı anda ve her şeyi birer birer alır. Kişi, hepsinin Klipot’a gittiğini ancak daha sonra her şeyi geri alacağını düşünür.
Yukarıdakilere göre, Mısır’daki sürgün meselesinin tamamı, Kelim (kap) almak ve ‘bu ülkenin mirası’ denen, büyük ışıklar için bir ihtiyaç oluşturmak içindir. İbrahim’in şaşırması ve oğullarının bu büyük ışıklar için, bir ihtiyaç duyduğunu görmediğini söylemesi bununla ilgilidir. Ve Kli olmadan ışık olamayacağından, vermek için bir arzu olsa bile, almak için Kelim’lerinin olmadığı ortaya çıkar.
Bu sebeple, onlara Mısır’daki sürgün verildi. Burada Mısırlıların soru ve iddialarıyla sürekli olarak, edindikleri küçük Keduşa’dan boşaltıldılar, çünkü onlardan besleniyorlar, emiyorlardı. Bundan dolayı, ileri gidebilmeleri için, Yaradan’dan her zaman yollarını aydınlatmasını istemek zorunda kalacaklardı. Ancak onlar, geriye doğru gittiklerini söylerler. Bu nedenle ARİ şöyle yazdı, ‘Mısır’dan çıkış zamanında, Kralların Kral’ı görünüp, onları kurtarıncaya kadar, İsrail halkı, Tuma’a’nın (kirliliğin) kırk dokuz kapısındaydı.’
Bu, mantığa aykırı görünüyor. Zira Musa ve Aron’un Mısır’a gelip, İsrail oğullarıyla, Yaradan’ın onları Mısır’dan çıkarmak istemesiyle ilgili konuştukları bilinir. Mısır’daki bütün belirtileri gerçekleştirdiler ve Mısırlıların acı çektiği on felaketi gördüler. Ve bu İsrail’i, Keduşa’ya yaklaştırmalıydı, tersine, Tuma’a’nın (kirlilik) daha derin bir kapısından, Mısır’dan çıkma zamanının geldiği noktaya kadar, düşmeye devam ettikleri yöne değil. Yani, kurtuluş ışığını almak için, en iyi hazırlığa sahip olmak zorunda kaldıklarında, Tuma’a’nın kırk dokuz kapısında olduklarını görüyoruz. Bu mümkün müdür?
Baal HaSulam’ın açıkladığı gibi, Mısır’daki sürgün, Mısırlıların Kelim’ini edinmek ama yalnızca ödünç almak ve sonra onlara geri vermek içindi. Baal HaSulam, Yaradan’ın İbrahim’e söylediği ‘Oğulların onların olmayan bir toprakta yabancı olacaklar’ meselesini, mirasın garantisi olarak yorumladı. Bu, Mısırlılara köle olmaktan çıkmak istemeleri, bu yalnızca kutsal ruhun yardımıyla gerçekleşebileceğinden, Yaradan’dan bolluğu almaları gerektiğini işaret eder. Daha sonra, her seferinde Yaradan’ın yardımına ihtiyaç duyacaklar ve bu yüzden, daha yüksek dereceleri çekmeye ihtiyaç duyacaklardı.
Şimdi, Mısır’daki sürgünü ve Mısırlılardan Kelimlerini ödünç almanın ne demek olduğunu açıklayacağız. Musa ve Aron’un İsrail oğullarına geldiklerini görüyoruz, yazıldığı gibi (Mısır’dan Çıkış, 4:29): ‘Ve Musa ve Aaron gittiler ve İsrail oğullarının ileri gelenlerinin hepsini topladılar. Aaron, Yaradan’ın, Musa’ya söylemiş olduğu her şeyi, her kelimeyi onlara anlattı ve halkın gözü önünde, belirtileri gerçekleştirdi, halk inandı ve duydu.’
Bundan, Musa ve Aron İsrail oğullarına gelir gelmez, onların, Yaradan’ın Musa’ya söylemiş olduğu her şeyi, her kelimeyi mantık ötesi inançla kabul ettiklerini görüyoruz. Ve İsrail’in inancıyla ilgili bütün sorular ve şüphelerle, İsrail’in inancı hakkındaki tüm bu soruları ve şüpheleriyle Mısırlıların onların anlamasını sağladığı hiçbir şey hesaba katılmaz, çünkü onlar mantık ötesi giderler. Bu sebeple, tüm bu zamanı, sürgünde geçirmeleri gerçeği, onları hiç etkilemedi.
Şöyledir ki, Musa ve Aron İsrail’e, Yaradan’ın onları sürgünden çıkarma arzusuyla geldikleri zaman, onlar derhal bunu üstlendiler. Bundan sonra onlara Mısır Kralı Firavun adına gelen Mısırlıların – kendi yönetimlerinde kalmanın daha iyi olduğunu, Mısırlıların yolunun doğru yol olduğunu ve Musa ve Aron’un söylediklerini dinlememelerini söyleyen- itirazlarını dinlememeyi üstlendiler. “Hadi gidelim ve Tanrımıza kurban edelim’ diye bağırdığınızı görüyoruz. Bu, Mısır’ı terk etmeniz ve onları izlemeniz gerektiğini düşündürüyor size. Ve onların size söylediği her şeyi, gözünüz kapalı dinlemek istemenizi anlıyoruz. Ancak biz bu kadar mantıklıyken, bu olabilir mi? Bize verecek hiçbir cevabınız yok, yine de Musa ve Aron’un sözlerine göre, bütün bu yolu gitmeye istekli olduğunuz konusunda ısrar ediyorsunuz.”
Bundan, Musa ve Aron’un kurtuluşun haberi ile geldiklerini görürüz; onlar artık kutsal çalışmayı yapamadıkları kölelik durumundan çıkmaktadırlar, bu haberden mutludurlar, Tora ve Mitzvot’un tatlarını abartmaya hiç ihtiyaç duymazlar. Daha doğrusu, tam olarak bununla, yani sadece Tora ve Mitzvot’u yerine getirmekten mutluydular. Bu onlara tam bir doyum verdi ve Efendilerinin isteğini yerine getirmekten memnundular, yazıldığı gibi, ‘Bundan dolayı, ‘Hadi gidelim ve Tanrımıza kurban edelim’ diye haykırdılar’ (Mısır’dan çıkış, 5:8)
Bunu, şimdi, ‘Ve insanlar inandı ve duydu’ şeklinde yazıldığı gibi, hiçbir şeye gerek duymayan Kelim’le, Mısır’dan çıkmaları takip eder. Ve ‘Kesin olarak bilin ki… ve daha sonra pek çok mal-mülkle çıkacaklar’ şeklinde yazıldığı gibi, Yaradan’ın İbrahim’e söz verdiği, toprağın mirasına ihtiyaçları kalmaz. Bu demektir ki, sürgün, Yaradan’ın oğullarına vermeyi amaçladığı toprağın mirası olan, haz ve memnuniyeti alma ihtiyacına sahip olmalarının bir güvencesidir. Ancak, henüz bunun için Kelim’e sahip değildirler ve aza razıdırlar.
Bu yüzden, ‘Efendi Musa’ya dedi ki; ‘Şimdi halkın kulağına de ki; her erkek komşusundan ödünç alacak ve her kadın komşusundan gümüş ve altın kaplar ödünç alsınlar.’’ Baal HaSulam’a göre bunu şöyle yorumlamalı ve demeliyiz ki: Mısırlıların sahip oldukları altın kapları ve gümüş kapları, yani onların arzularını ve özlemlerini, başka bir deyişle onların, İsrail halkının yoluyla ilgili sahip oldukları bütün şüpheleri ve endişeleri alacaklardır.
Mısırlılar, yaptığınız her şeyin her zaman mantık ve idrak içinde olması gerektiğini, kendini-sevmekten çıkmaya çalışmak ve ‘Yaradan iyi ve iyilik yapan’ olduğundan, her şeyi ihsan etmek için yapmak gerektiğinin yanlış yol olduğunu iddia ederler. O, dünyayı yarattığı zaman, bunu kesinlikle yaratılanların fayda sağlaması yani biz, yaratılanların haz ve memnuniyet duyması için yarattı. Ama şimdi doğru yolu terk ediyorsunuz ve yaratılış amacının tam tersi olan bir yola giriyorsunuz. Sen bize, kendini-sevmek için hiçbir şeye ihtiyaç duymadığını, ancak seni yapanı memnun etmek için her şeyi ihsan etmek adına, bu yolun, doğru yol olduğunu söylüyorsun.
Ancak İsrail Halkı, Mısırlıların ihsan etme yoluyla ilgili iftiralarını ne zaman duysalar, onlardan kaçarlar, yani onlar, İsrail oğullarının kafalarını karıştırmaya ve görüşlerini İsrail oğullarının kalbine aşılamaya geldiklerinde, bu düşüncelerden kaçarlar.
Bu sebeple, Yaradan, onların, Mısırlıların ‘kim’ ve ‘ne’ sorularını ve şüphelerini duymak istemediklerini biliyordu. Ancak Kli olmadan ışık olmadığından, pek çok mal-mülkü yerleştirecekleri bir Kelim’e sahip değillerdi. Yani, kişiye arzusu olmadığında hiçbir şey verilemez. Bundan dolayı, eğer O, İsrail oğullarına, ‘Size ne vermemi istersiniz?’ diye sorsaydı, derlerdi ki, ‘Senden bir şey istemiyoruz. Tam tersine, tek arzumuz sana vermektir, senin bize vermen değil.’ Bu nedenle, O’nun vermek istediği Nefeş, Ruah, Neşama ve Yehida olarak düşünülen, ‘pek çok mal-mülk’ adı verilen, haz ve memnuniyeti nasıl alabilirler? Buna ihtiyaçları yok ki!
Yaradan’ın onlardan, Mısırlıların Kelim’ini yani, Mısırlıların Kelim’i olan, sorularını ve şüphelerini ve de onların bütün arzularını almalarını istemesinin sebebi budur. Ancak bu Kelim’i, gerçekten almazlar, sadece ödünç alırlar. Şöyle ki, yalnızca bu eksiklikleri gidermeye ihtiyaç duymak için, Mısırlıların Kelim’ini alırlar, ama bu Kelim’i, Kelim yüzünden, yani bu düşünceler ve arzular İsrail oğullarına ait olmadığından, aslında bu Kelim’i tutmazlar. Bu yalnızca geçici olarak, sonra onlara geri vermek üzere, ödünç almadır.
Şöyle ki, daha sonra, yani onlar bu sorulara ait olan dolumu alır almaz, tam olarak bu vesileyle, onlara dolum ihsan etmek mümkün olacaktır. Bu, ‘almak için alma kapları’ denen, onların Kelim’ine ait olan ışıkları almaya benzer. Ancak, Kelim’lerini derhal atarlar ve her şeyi onları Yapan’ı memnun etmek için aldıklarından, Kelim’lerine ait olan ışıkları kullanırlar.
Bu, Baal HaSulam’ın, Haman ve Mordehay’la ilgili olarak yaptığı yoruma benzer. Ahasuerus’un, Mordehay’ı yüceltmek istediğini gördüğümüzü söyler, yazıldığı gibi (Esther 6:3), ‘Ve kral şöyle dedi: ‘Bunun için Mordehay’a nasıl bir onur ve itibar verildi?… ve Kral ona, ‘Kral’ın onurlandırmak istediği adam için ne yapılmalıdır?’ dedi … Haman, Kral’a … ‘kraliyet kıyafetlerini getirmelerine izin verin’ dedi.’
Buna göre, şöyle sordu, ‘Nasıl böyle bir şey olabilir? Kral, Mordehay’ı onurlandırmak isterse, Haman’a ‘Kral’ın onurlandırmak istediği adam için ne yapılmalıdır?’ diye sorar. O, aşağıdakine bolluğu vermeyi işaret ettiği şeklinde cevap verir. Yaradan erdemliye, erdemli olan Mordehay’a, kesinlikle onur ve büyüklük vermek ister. Ama erdemliye, ‘Sana ne vermemi istersin?’ diye sorsaydı, erdemli hiçbir şey almak istemediğini, tam tersine bütün istediğinin, Kral’a ihsan etmek olduğunu söylerdi.
Bu yüzden, almanın iyi olduğunu düşünen, içindeki Haman’a sormak zorunda kaldı ve sonra dedi ki, ‘Öyleyse Yahudi Mordehay için yap’. Yani, onur ve büyüklüğü, ‘almak için almak’ denen, Haman’ın Kelim’inde almayacak, ihsan etmek için alacaktır.
Benzer şekilde, Yaradan, Musa’ya, İsrail’den, Mısırlıların Kelim’lerini ödünç almalarını istemesini söylediği zaman, Mısırlılardan Kelim’lerini ödünç almakla ilgili açıklama yapmalıyız. Şöyle sorduk: ‘Yaradan, İsrail’den neden böyle bir şey istiyor? İsrail halkı neden bu Kelim’i ödünç almak istemiyor?’ Yanıt, Musa ve Aron’un, Yaradan’ın temsilcileri olarak İsrail halkını sürgünden çıkarmak için gelmeleridir, yazıldığı gibi, ‘Ve insanlar duydu ve inandı’ yani mantık ötesi inançla. Hiçbir şeye ihtiyaçları ve yüksek dereceler için hiçbir arzuları yoktu. Mısırlılardan hiçbir rahatsızlık duymadan, Tora ve Mitzvot’a bağlanabilmiş olmaktan memnundular.
Bu, Kral’ın, erdemli Mordehay’a, ‘Sana nasıl bir onur ve yüceltme vermemi istersin,’ şeklinde anlattığı, yukarıdaki söylediklerimize benziyor. Yanıtı, Kral’dan herhangi bir şey istemediği, tam tersine Kral’a vermek istediği şeklinde olurdu. Bu yüzden Kral, onurlandırmak istediği adamla ne yapacağını Haman’a sordu. Haman, ne isteyeceğini biliyordu. Dedi ki, ‘Kral’ın giydiği kraliyet kıyafetlerini ve Kral’ın bindiği atı getirsinler ve de başının üzerine kraliyet tacı yerleştirilmiş olsun.’ Kral’ın Haman’ın Kelim’ine, yani kişinin Kral’dan alması gerektiğini anlayan Haman’a, ihtiyaç duymasının sebebi budur.
Bu sebeple, Musa’ya İsrail’den, Mısırlılardan Kelim’lerini ödünç olarak almalarını, yani geçici olarak, bir iyilik yapmalarını istemesini söylemek zorundaydı. Böylece, onlar, Mısırlıların karşılamak istedikleri, bütün eksiklikleri gidermek için bir arzuya ve özleme sahip olurlar. Sormak zorundaydı, çünkü İsrail halkı sahip olduklarıyla yetiniyor ve kendi düşüncelerinden ve arzularından daima kaçıyordu, ama şimdi Mısırlıların sorularını ve şüphelerini duydular.
Ve Yaradan, İbrahim’e, daha sonra pek çok mal-mülkle çıkacaklarının sözünü verdiğinden, Mısırlıların Kelim’lerini, sadece ödünç olarak almaları ve daha sonra geri vermeleri gerekliydi. Yani onların istekleriyle bir ilgileri yoktu ve aldıklarını sadece geçici olarak Yaradan’ın, İbrahim’e söz verdiği ‘ülkenin mirası’ denen, ışıkları alabilmek için aldılar.
Şimdi meselenin bir uçtan diğerine nasıl döndüğüyle ilgili sorduğumuz soruyu anlayabiliriz, zira yazılanların anlattığı gibi, ‘Ve İsrail oğullarından iğrendiler, nefret ettiler’, yani dikenler gibiydiler ve daha sonra, ‘Ve Efendi, Mısırlıların gözünde, bu halka lütfetti’. Onların sorularını duymak istemeleri, onlar kendi yollarında gittiklerini düşündükleri için, onların ‘iyiliği’ için bunu yaptı. Onlardan bu Kelim’leri ödünç almalarını söyleyerek ‘Ve Efendi bu halkın iyiliği için bunu yaptı’, zira Mısırlıların istediği de buydu.