Makale No. 30, 1991
Zohar şöyle der (BeHaalotcha, Madde 66), “Rabbi Yosi iki kez ‘adam, adam’ dedi. Neden? ‘Yüksek bir ruhu almaya uygun bir adam olan, ancak kendisinin lekelenmesine neden olduğu için kendini lekeleyen bir adam’ diye yanıtlar. ‘Adam, adam’, kişinin adam olmaya layık olduğu anlamına gelir, ‘ya da uzak bir yolda’, çünkü kendini kirleten kişi yukarıdan kirletilmiştir. Ve yukarıdan kirletildiği için, İsrail soyunun tutunduğu o yerden ve o yoldan uzak bir yoldadır. Rabbi Yitzhak şöyle dedi: “Şöyle yazılmıştır: ‘Eğer [biriniz] bir ruh için ya da uzak bir yol için kirlenirse’, ‘ya da’ kelimesinin anlamı budur. Rabbi Yosi şöyle dedi: ‘Burada, ‘bir ruh için kirlenir’ derken, yukarıdan kirletilmeden önce anlamına gelir. Ama burada ‘uzak bir yol’ dediğinde, yukarıdan kirletildikten ve Sitra Ahra [diğer taraf] olan uzak bir yola düştükten sonra anlamına gelir. Bu, her ikisinin de yukarıda Keduşa’dan [kutsallıktan] yoksun olacağı ve İsrail Pesah’ı yaptığında onu yapamayacağı anlamına gelir.”
Bilgelerimiz, “Kişi, kirletmeye geldiğinde onun için açılır; arınmaya geldiğinde ona yardım edilir.” dediler (Şabat 104). Burada yazılanı, yani “kendini kirleten kişi yukarıdan kirletilir”i anlamalıyız. Onun için açıldığını değil, onun yukarıdan kirletildiğini söylüyor. Ayrıca, onun için neden açıldığını da anlamalıyız, zira “Yaradan yarattıklarına karşı şikâyette bulunmaz.” RAŞİ bunu, Yaradan’ın yarattıklarına iftira atmadığı şeklinde yorumlar (Avoda Zara 3), öyleyse neden ona yukarıdan insanın zararına olan bir yardım veriliyor? Aksine, “Arınmaya gelene yardım edilir” diye yazıldığı gibi, ona yardım edilmeliydi. Kişiye kendi iyiliği için yardım edilmiyorsa, yukarıda en azından onun zararına bir eylemde bulunmamaları gerekirdi.
Kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla birçok açıklama vardır, ancak bunu çalışmada yorumlamalıyız. Bilinir ki, kişi Tora ve Mitzvot’u [emirler/iyi işler] genel halk tarzında, yani ödül almak için yerine getirdiğinde ve ihsan etme niyeti konusuna dikkat etmediğinde çalışmada her gün ilerlediğini görür, zira gerçek budur. Uygulamada kişinin yaptığı her şey kendi adına kayıtlıdır ve Lo Lişma [O’nun rızası için değil] olarak adlandırılan bu durumda, kişi bunun Lo Lişma olduğunu göremez. Lo Lişma [O’nun rızası için değil] çalışıyorken burada bir eksiklik meselesi olduğunu, yani Lişma [O’nun rızası için] olması gerektiğini göremez. Bunun yerine, genel olarak yaptığı şeyler onun için parlar.
Sonuç olarak, kişi kendisinde herhangi bir eksiklik göremez. Yani, genel halk açısından, yaptığı şeylerin onun için Saran Işık olarak parladığı bir ıslah vardır, bu da eylemler seviyesinde bir ıslahtır. Bu nedenle, Tora ve Mitzvot’un uygulamasını hafife almamaya dikkat etmelidir, bu herhangi bir niyet olmadan, sadece eylemde olsa bile. Yani, kişi eylemlerini zorla yapsa bile, yine de bu büyük bir şey sayılır.
Dolayısıyla, ihsan etme niyeti ile henüz çalışamayan insanların şöyle bir ıslahı vardır: Yaptıkları şeylerde herhangi bir kusur bulmazlar böylece çalışmalarından mutlu olacaklardır, “Efendi’ye memnuniyetle hizmet edin.” diye yazıldığı gibi. Tersine, bir kişiye bir düşünce ve arzu gelip Tora ve Mitzvot’u yerine getirmede niyet meselesi olması gerektiğini hissetmeye başladığında ve ödül almak için değil, ihsan etmek için hareket etmeye uyandığında, o zaman yeni bir düzen başlar.
Düzen şudur ki, o zaman, kişi solda çalışmaya geçer, ki bu, ihsan etmek için mi değil mi diye eylemlerini incelemeye başladığı zamandır ve Tuma’a [kirlilik] ve Tahara [saflık] adı verilen çalışmaya girer. Bu, Kelim’in [kapların] arındırılması üzerinde çalışmaya başladığı anlamına gelir.
Tuma’a’nın ne olduğunu bilmeden saflık üzerinde çalışmak imkânsızdır. Yani, Tuma’a meselesi olduğunun yazılmış olması yeterli değildir, kişi Tuma’a’nın hangi kayıplara neden olduğunu, kirlendiğini bilerek ne kaybettiğini, yani kirli olmasaydı ne kazanacağını ve artık kirlenmiş olduğuna göre ne kaybettiğini hissetmelidir.
Başka bir deyişle, ihsan etme çalışmasına başlamadan önce kirlilik ve saflık meselesi olduğunu bilmesine rağmen kirliliğin neden kötü olduğunu ve saflığın neden iyi olduğunu bilmiyordu. Bu nedenle, kişi kötülüğü tanımakla meşgul olmalı, yani kendisi için alma arzusunun Tuma’a olarak adlandırıldığını kavramaya çalışmalıdır. Yani, bu Tuma’a onu Keduşa’dan [kutsallıktan], yani Yaradan’dan uzaklaştırır, “Kutsal olacaksınız, çünkü ben Tanrınız Efendiniz kutsalım.” diye yazıldığı gibi. Bu, sizin uzaklaştırılacağınız anlamına gelir, yani Yaradan nasıl veriyorsa, insan da tüm eylemlerinin ihsan etme niteliğiyle olmasına çalışmalıdır ve buna Keduşa denir. Bunun tam tersi ise Tuma’a olarak adlandırılır.
Kişi, Yaradan’dan, kendisi için alma arzusunda bulunan kötülüğü kavramasına yardım etmesini istemelidir, yani Yaradan, kişinin kendisi için alma arzusunun ona neden olduğu kaybı ve eğer ihsan etme arzusunun gücüne sahip olsaydı ne kadar kazanabileceğini hissetmesine yardım edecektir. Başka bir deyişle, büyük Tuma’a veya küçük Tuma’a ve büyük Keduşa veya küçük Keduşa, Tuma’a veya Keduşa’nın büyüklüğü ile değil, Tuma’a’nın getirdiği zarar ve Keduşa’nın getirdiği önem ile ölçülür, yani kişinin saf olmadığını bildiğinde ne kadar acı çektiği ve Keduşa’da olduğunu bildiğinde ne kadar haz alacağıyla.
Yukarıdakilere göre, bilgelerimizin “Kim kirletmeye gelirse, onun için açılır.” dedikleri hakkında sorduğumuzu yorumlamalıyız. Şöyle sormuştuk: “Yaradan yarattıklarına karşı şikâyette bulunmaz”, öyleyse neden “onun için açılır”? Bu, ona Tuma’a’ya daha çok girebileceğinin gösterildiğini ima eder, oysa kirletmeye gelmeden önce Tuma’a’nın yeri kapalıydı. Ne zaman ki kirletmeye geldi, sadece o zaman onun için açıldı. Yukarıdan, o kişiye merhamet edilmeliydi, “Ve O’nun merhameti O’nun tüm eylemleri üzerindedir.” diye yazıldığı gibi.
“Kirletmeye gelen” sözünün anlamını yorumlamalıyız. Bu, ihsan etme çalışmasına başlamak isteyen kişinin, almak için çalışmanın zararını bilmediği sürece ihsan etmek için çalışamayacağı anlamına gelir, ki bu nedenle şimdi kendisi için alma arzusunda var olan kötülüğün ölçüsünü yani Keduşa’nın zıttı olan, Tuma’a olarak adlandırılan alma arzusunda bulunan kötülüğün ölçüsünün ne olduğunu bilmeye başlar. Yaradan’dan, “saf olmayan”, yani ruh için saf olmayan denilen alma arzusunda bulunan kötülüğün ölçüsünü kendisine bildirmesini ister. Yaradan’dan kendisine yardım etmesini istediğinde buna cevap, alma arzusunun Tuma’a’sında var olan kötülüğü görmesi için “onun için açılır”dır.
İki anlayış vardır: 1) kirletmeye gelmek, 2) zaten saf olmadığını görmek ve şimdi gördüğünden daha fazlasını görmek istemek. Eğer daha fazlasını görmek isterse yukarıdan yardım edilir, burada Zohar’da “Kendini kirleten kişi yukarıdan kirletilir.” yazıldığı gibi. Başka bir deyişle, onun için bir kez açıldığında ve kirletildiğini gördüğünde ve daha fazlasını, gerçeğin – yani Keduşa’dan çok uzakta olduğunun – gösterilmesini istediğinde, o zaman yukarıdan kirletilir. Yani, kendisi için alma arzusunda bulunan kaybın kendisine gösterilmesiyle yukarıdan yardım alır. Bu, “kötülüğün tanınması” koşuluna varmak olarak kabul edilir. O zaman, içinde Yaradan’ın ona yardım edeceği ve ona saflık vereceği Kli [kap] adı verilen bir ihtiyaç doğar, “Ve sana saf su serpeceğim.” diye yazıldığı gibi.
Bununla, “Zohar neden ‘Kendini kirleten kişi yukarıdan kirletilir’ der?” diye sorduğumuzu yorumlayabiliriz. Ne de olsa, Yaradan yarattıklarından şikâyet etmez! Cevap, yukarıdan kirletilmenin yardım olduğudur, yani alma arzusunun ne kadar kötü olduğu ve saf olmadığı gerçeğini görmesi için yukarıdan yardım edilir, çünkü neyin kötü olduğu hakkındaki gerçeği görmek istediği için şimdi bu yardımı istemektedir.
Buna göre, Rabbi Yitzhak’ın Rabbi Yosi hakkında sorduğu, “Eğer bir adam, bir adam, bir ruh için ya da uzak bir yolda kirliyse” ayeti hakkında, uzak bir yolun da Tuma’a olarak kabul edildiğini, ancak yukarıdan kirletildiğinde “uzak bir yol” olarak adlandırıldığını söylemesini yorumlamalıyız. “Ya da uzak bir yolda” diye yazılmıştır, bu da iki şey oldukları anlamına gelir, yani uzak bir yol Tuma’a değildir. Rabbi Yosi şöyle açıklar: “‘Bir ruh için kirlidir’ dendiğinde, yukarıdan kirletilmeden önce anlamına gelir. Ve burada, ‘uzak bir yolda’ dediğinde, yukarıdan kirletildikten ve Sitra Ahra olan uzak bir yola düştükten sonra anlamına gelir.”
Tuma’a’da, çalışma açısından iki anlayış olduğunu yorumlamalıyız: 1) Kirletmeye gelen, yani alma arzusunun Tuma’a olup olmadığını görmeye gelen, yani kalbin aptallığına neden olan. O zaman, kötülüğü görmesi için ona açılır. Fakat bir kişi kirletmeye, yani içindeki kötülüğü görmeye gelmeden önce kişinin kötülüğü göremediğine dair yukarıdan bir ıslah vardır, çünkü kendi içinde düzeltebileceğinden daha fazlasının kişiye gösterilmemesi kuralı vardır. Maddesellikte olduğu gibidir; eğer hastalık tedavi edilemezse kişiye gerçek hastalığı söylenmez.
Bu nedenle, tam da kirletmeye gelen, gerçeği görmek isteyen için açılır. İlerlemek ister ve kendisi için alma arzusunda bulunan kötülüğün gerçek ölçüsünün gösterilmesi için dua ederse yukarıdan yardım edilir, yani yukarıdan kirletilir. Yani, Tuma’a’daki zarar kişiye yukarıdan gösterilir. O zaman, doğası gereği sahip olduğu alma arzusu yerine Yaradan’ın ona ihsan etme arzusunu vermesi ve yukarıdan bir armağan olan ikinci bir doğa verilmesi için kalbin derinliklerinden dua etmeye başlar.
Bununla, şu yazılanı yorumlamalıyız: “Bu, her ikisinin de yukarıdaki Keduşa’dan yoksun olacağı ve İsrail bunu yaparken Pesah Bayramı’nı yapmayacağı anlamına gelir.” Başka bir deyişle, bir kişi hem birinci durumdayken, yani kirletmeye geldiği zaman, hem de ikinci durumdayken, yani çok uzak bir yoldayken, yani Keduşa’dan ne kadar uzakta olduğu yukarıdan gösterildiğinde, İsrail yaparken o Pesah’ı yapamaz.
“İsrail”in, onun zaten “İsrail” niteliğinde olduğu anlamına geldiğini, yani tüm eylemlerinin doğrudan Yaradan’a yönlendirildiğine işaret eden, zaten Yaşar-El [Yaradan’a doğru] durumunda olduğu anlamına geldiğini yorumlamalıyız. Bu, sağ çizgide olmak olarak kabul edilir, ki bu da saflıktır, yani tüm eylemleri Yaradan’ın rızası için olduğunda, Kelim’in saflığı anlamına gelir. Buna Lişma denir, şöyle dendiği gibi: “Rabbi Meir der ki, ‘Tora Lişma’yı öğrenene, Tora’nın sırları açıklanır.'” Bir kişi “İsrail” niteliği ile ödüllendirildiğinde bunun, Pesah sunusu sunma zamanı olduğunu yorumlamalıyız. İsrail saflık demektir ve bir kişi arındığında bu, Yaradan’a sunuyu kurban etme zamanıdır, ki burada sunu kurban etmek bütünlük demektir.
Bu, Zohar’da şöyle yazıldığı gibidir (VaYikra, Madde 109): “Rabbi Yehuda başladı ve dedi ki, ‘Efendi’ye memnuniyetle hizmet edin.’ Sunu çalışmasının böyle olduğunu söylerseniz bu mümkün değildir. Zira, bu adam Efendisinin emrini, Tora’nın emrini çiğnediğine ve Efendisinin önünde tövbe ettiğine göre, O’nun huzuruna hangi yüzle çıkacak? Gerçekten de, onlar ne ile ıslah olurlar? O’nun için sevinci ve şarkı söylemeyi tamamlayan rahipler ve Levililer sayesindedir.”
Orada Sulam’da [Zohar’a Merdiven yorumu] bu konunun üç çizgi düzeniyle düzeltileceğini yorumluyor. Bu nedenle, Mısır’dan çıkış meselesi olan Pesah sunusundan bahsederken çalışmamızda, önce saflığa ulaşmamız gerektiğine, sonra yakınlaşmanın geldiğine ve Keduşa ile ödüllendirildiğimize dair bir bildirim olmalıdır. Bununla birlikte, kişi çalışmaya girmek için uyandığında bunun kendisine yukarıdan geldiğine, yani böylece Keduşa ile bağı olsun diye yukarıdan yakınlaştırıldığına inanmalıdır.
Kesinlikle, onu alçaklık durumundan çekip çıkardığı ve Keduşa’nın alanına yükselttiği için Yaradan’a minnettar olmalıdır, ve bu, rızık alacak daha yüksek bir yer olduğunu, rızkının hayvanlarınki gibi olmaması gerektiğini, “konuşan” seviyeden rızık alması gerektiğini hissetmeye başladığı anlamına gelir. Ve ne kadar minnettar olursa, bu hissini o kadar artırır.
Ama aynı zamanda, Yaradan’dan kendisini şu anda olduğundan daha yüksek bir koşula yükseltmesini, Tora ile ödüllendirilmeyi istemesi gerektiğini bilmelidir. Bu demektir ki, her ne kadar içinde bulunduğu durumun çok önemli olduğunu, yani dünyada daha büyük bir önem hayal edemediğini kendine tasvir etse de, yine de şöyle demelidir: “Şu anki durumumu çok önemli olarak tasvir etsem de, gerçek önemi tasvir edemem. Her ne kadar yüce bir durumu tasvir etsem de, Yaradan’a olabildiğince müteşekkir olmama rağmen, mantığın ötesinde, şu anda bulunduğumdan daha yüksek bir koşul olduğuna inanıyorum ve Senden bana daha büyük bir armağan vermeni istiyorum.”
Bununla, “Her zaman özleyeceğim” diye yazılanı yorumlamalıyız (Mezmurlar 71). Bu demektir ki, hayal edebileceğimden daha yüksek dereceler vardır. Kişi şunu bilmelidir ki, mevcut durumu ne kadar takdir ederse etsin, aslında bundan daha önemlidir çünkü kişi maneviyatın küçücük bir anının bile değerini kavrayamaz. Yine de, mantık ötesinde buna inanır ve bunu ister.
“Her zaman özleyeceğim” sözlerinin anlamı budur, yani tasvir edebileceğimden daha fazla büyüklük olduğunu tasvir edebileceğim. “Ve Senin tüm görkemini artıracağım”ın anlamı budur. Bu demektir ki, şimdi Seni övmeme rağmen, Seni övebileceğimden daha fazla övebilmeyi talep ediyor ve Senin görkemini artırmak istiyorum.
Bununla birlikte, kişi manevi durumu üzerinde düşünmesi gerektiğinde ve kalbindeki yargıcın huzuruna çıkarıldığında, yargıç kişinin suçlu ya da masum olduğuna dair hükmünü verir, yani yargıç bazen ödemesi gereken borçları ödeyemediği için onu beraat ettirir. O zaman, kişinin merhamete ihtiyacı vardır. Yani, bazen, kalbindeki yargıç kötülere, kendilerini değil, Yaratıcısını kınayanlara aittir. Bu demektir ki, bu yargıçlar, kişinin Kral’a karşı suç işleyenlerin zindanına gitmesine neden olur, şöyle yazıldığı gibi (Mezmurlar 107): “Karanlığın ve ölümün gölgesinin sakinleri, yoksulluk ve demir tutsakları, çünkü Tanrı’nın sözlerine isyan ettiler ve Yüceler Yücesi’nin öğüdünü ellerinin tersiyle ittiler.”
İyi yargıçlar var olmasına rağmen, onlar rüşvet almaktadırlar. Yani, kalbindeki yargıç kendi çıkarıyla ilgilenir; bu nedenle, her zaman insanın zararından yana olur. O zaman, kişinin Yaradan’dan merhamet dilemekten ve ona gerçek bir yargıç vermesini istemekten başka seçeneği yoktur. Kişi, Yaradan’dan başka gerçek bir yargıç olmadığını görür.
Bu bağlamda, Kral Davut’un şu söylediğini yorumlamalıyız (Mezmurlar 82): “Kalk, ey Tanrı, yargıla yeryüzünü, çünkü tüm ulusları Sen miras alacaksın”, yani Yaradan yargıç olacaktır. O zaman, kişi Yaradan’dan güç alır, “çünkü tüm ulusları Sen miras alacaksın”, çünkü o zaman kişi kalbindeki tüm ulusları miras alır.
Çalışmanın düzeni öncelikle tek bir şeyle ilgili olmalıdır: insanın mantığına karşı çalışmak. Yani, bir kişiye kendisi için değil, Yaradan rızası için çalışması gerektiği söylendiğinde bu, insanın mantığına aykırıdır. Ne de olsa, “Onlar sayesinde yaşayacaktır ama onlar yüzünden ölecek değildir” diye yazılmıştır. Bunun, O’nun yarattıklarına iyilik yapmak olan yaratılışın amacı ile çeliştiği sonucu çıkar.
Bunu İbrahim’in sınavı üzerinden yorumlayabiliriz. Bir yandan, Yaradan ona şöyle dedi: “Çünkü İshak aracılığıyla soyun devam edecek”, ama sonra şöyle yazılmıştır: “Şimdi oğlunu, biricik oğlunu al ve onu orada yakmalık sunu olarak sun.” Bunu çalışmada yorumlamalıyız. “Senin Ben [oğlun]”, Havana [anlayış] anlamına gelen Bina kelimesinden gelir. “Senin biriciğin”, insanın içinde var olan, ona zarar gelmemesi için kalbi ve ruhuyla koruduğu tek anlayış, yani kendi iyiliği için olan alma arzusu anlamına gelir. “Ve onu yakmalık sunu olarak sun”, kişinin kendi iyiliği için olan alma arzusunu kesmesi, iptal etmesi ve alma arzusuyla değil, yalnızca ihsan etme arzusuyla çalışması demektir.
Daha sonra, “Delikanlıya dokunma” dedi. Bunu, alma arzusunu iptal etmesi gerektiğini söylemememiz gerektiği şeklinde yorumlamalıyız. Daha ziyade, kişi alma azusunu ihsan etmek için kullanabilmek için çalışmalıdır ve ihsan etmek için yönlendiremediği parçaları kullanması yasaktır. Bunu, O’nun ona şu söyledikleriyle yorumlayabiliriz: “Ve İbrahim gidip oğlu yerine koçu aldı.” “Koç”, Zohar’da yazıldığı gibi Bina olarak adlandırılır. Orada, “Neden bir boynuz değil de bir koç” diye sorar. Ve o, koçun Bina, boynuzun da Malhut olduğunu söyleyerek yanıt verir. Malhut’un “alma arzusu” olduğunu yorumlamalıyız. Bu nedenle, ihsan etmek için çalışmasını hedefleyemediğimiz alma kaplarının kullanılması yasaktır. Onların yerine, “ihsan etme kapları” olarak adlandırılan Bina’nın Kelim’ini kullanırız.
Buna göre, bir kişi iyi olmadığını, günahkâr olduğunu hissettiğinde, bunun ona birçok kötü eylemde bulunduğu için gelmediğini anlayabiliriz, zira bir kural vardır, ” günah işlemek ve tekrarlamak, ona izin verilmiş gibi olur.” Bundan dolayı, birçok günah kişiye suçunu hissettirmez. Daha ziyade, günahın büyüklüğü, insanın Yaradan’dan ne kadar uzakta olduğuna dair hissiyatıyla ölçülür. Başka bir deyişle, kişi Yaradan’ı hissettiği ve O’na inandığı ölçüde yüce Kral’dan ne kadar uzakta olduğunu hisseder.
Bu demektir ki, kişi bir günahkâr olduğunu hissettiğinde, Yaradan’ın ona dünyada bir Kral olduğunu biraz olsun hissettirdiğini bilmelidir. Yukarıdan aldığı bu his, günahkâr olduğunu hissetmesine neden olur. Ama Yaradan’la hiçbir bağı olmadığı zaman, dünyada Tora’yı Veren’in olduğunu bilmediği zaman Yaradan’ın önünde günah işlediğini ve Tora’ya aykırı kötü şeyler yaptığını nasıl hissedebilir? Daha doğrusu, günahın hissi, Kral’ın yüceliğine olan inancının ölçüsüne göredir, o ölçüde günahın ölçüsünü hissedebilir. Bu, günahın kusurlu olan kişide ölçüldüğü anlamına gelir.
Bu, bilgelerimizin “Utanç meselesi utandıran ve utanan kişiye göre değişir” dediği gibidir (Baba Kama, Bölüm 3). Utandıran akıllıysa, büyük olan birini utandırırsa bunun büyük bir günah olduğunu bilebilir diye yorumlamalıyız. Yani, utandıran kişi, utananın büyüklüğünü ve önemini takdir edecek zekaya sahiptir. Bu, onun büyük bir günah işlediği anlamına gelir.
Ancak utandıran kişi, utananın önemini takdir edecek zekaya sahip değilse, onun hakkında büyük bir günah işlediği ve birisinde kusurlu olduğu için büyük bir kefarete ihtiyacı olduğu söylenemez. Bu nedenle, günahın büyüklüğü, Kral’ın büyüklüğünün hissine göredir. Dolayısıyla, bir kişi erdemliyse ve Kral’ın büyüklüğüne dair bir anlayışa sahipse, kusuru kesinlikle sıradan bir insanınkinden daha büyüktür.
Bundan şu sonuç çıkar ki, bir kişinin sahip olduğu Kral’ın önemini her zaman kişinin hissiyatına göre ölçeriz. Bu nedenle, eğer kişi günah işlediğini hissediyorsa yukarıdan Keduşa’ya bir yaklaşma verilmiş olmalıdır ve bu yüzden günah işlediğini hisseder. Baal HaSulam’ın bilgelerimizin “Yaradan erdemlilere karşı saç teli kadar titizdir” dedikleri hakkında söylediği gibidir, şöyle yazıldığı gibi: “Ve onun etrafı çok fırtınalıydı.” “Neden diğerlerinden daha fazla cezayı hak ediyorlar?” diye sordu. Dedi ki, erdemli olan kişi, Yaradan’ın kendisine karşı saç teli kadar titiz olduğunu söyler. Bu nedenle, kişi günah işlediğini hissettiğinde telaşlanmamalıdır. Aksine, bu onun yukarıdan yaklaştırıldığının bir işaretidir. Bu nedenle, üstesinden gelmeli ve cennetin krallığının yükünü üzerine almalıdır ve başarılı olacaktır.