25 Haziran 1944’te, Zohar’ın Tamamlanmasında Duydum
Şöyle yazılıdır, “Ey Yaradan’ı seven, günahtan nefret eden; O, azizlerinin ruhlarını korur; O, onları günahkârın elinden alır.” O sorar, “günahtan nefret eden” ve “O, onları günahkârın elinden alır” arasındaki bağlantı nedir?
Bunu anlamak için, öncelikle bilgelerimizin sözlerine kulak vermeliyiz: “Dünya ne tamamen erdemli için, ne de tamamen günahkâr için yaratılmadı.” O sorar: Dünyayı pür günah için yaratmaya değer de, eksik erdem için yaratmaya değmez mi?
O cevaplar: Yaradan açısından, bu dünyada hiçbir şeyin çift anlamı yoktur. Bu sadece alan kişilerin bakış açısıdır, yani alan kişilerin algılarına göre, bu böyledir. Bunun anlamı alan kişi ya iyi bir tat alır ya da son derece acı bir tat alır.
Bunun nedeni, yaptıkları her harekette; hiçbir hareketleri amaçsız olmadığından her eylemi önceden hesaplarlar. Ya bulundukları koşulu daha iyiye getirmek ya da birine zarar vermek isterler. Ama küçük olan bu şeylerin amaçlı bir işletmen için bir değeri yoktur.
Bu nedenle, dünyada Yaradan’ın yönetim tarzını kabul edenler, nasıl hissettiklerine bağlı olarak bunun iyi veya kötü olduğuna karar verirler. Bu yüzden, “Yaradan’ı sevenler,” yaratılışın amacının, Yaradan’ın yarattıklarına iyilik yapması ve bunu hissetmeleri olduğunu anlayanlar; Dvekut (bir olmak) ve Yaradan’a yakınlaşmak için bunun verildiğini anlarlar.
Böylece, Yaradan’a uzak hissedenler, onu “kötü” olarak nitelendirirler. Bu arada oluşan bu durum gerçek dışı olduğundan, kişi kendini günahkâr olarak tanımlar. Başka bir deyişle, kişi ya Yaradan’ı ve O’nun ilahi takdirinin varlığını hisseder, ya da “Dünyanın, günahkârın elline bırakıldığını” hayal eder.
Kişi kendini gerçeklerin adamı olarak hissettiğinden, yani kişi kendini aldatamayacağından ve hissetmezken hissettiğini söylemeyeceğinden, derhal Yaradan’a, ona merhamet etmesi ve onu Sitra Ahra’dan ve tüm diğer yabancı düşüncelerden kurtarması için yakarır. Kişi içtenlikle yakardığından, Yaradan onun dualarını duyar. (Ve belki de bu, şu cümlenin anlamıdır “Rab, ona içtenlikle seslenen herkese yakındır.”) O zaman, “O, onları günahkârın elinden alır.”
Kişi, kendi gerçek halini hissetmediği sürece, yani kötülüğünün ölçüsü, onu ıstıraplarından, içinde tanıdığı kötülükten kurtarması için Yaradan’a yakarmaya uyanmasına yetecek miktarda olana kadar, kurtarılmaya değer durumda değildir. Bunun nedeni “kalbin derininden” denen duayı duymak için Kli’yi (kabı) henüz bulamamış olmasıdır.
Bu böyledir, çünkü kişi hala içinde biraz iyilik olduğunu düşünür, yani kişi kalbinin derinine inmez. Kalbin derinliklerinde kişi, içinde hala iyilik olduğunu düşünür ve manevi çalışmasında ve ıslahında/sevabında hangi sevgi ve korku ile ilişkilendirdiğini fark etmez ve bu yüzden de gerçeği göremez.