e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Alma Arzumuz

Bizim Alma Arzumuz Yaradan’ın İhsanına Eşittir

Alma arzusu aslında, yaratılışın Yaradan’dan yayılan bolluk ve hazza istinaden zevk vermek arzusudur. Bu zevk alma arzusunu hissederiz ve Yaradan bizim zevk almamızı arzular. Sadece alma arzusunu hissetmeye “yaratılış” denemez, daha ziyade bu haz arzusundan doğa, Elohim diye bahsedilir. Bundan dolayı, eğer doğamızın emirlerini izleyerek hareket edersek o zaman Yaradan’ın bize yukarıdan verdiği, ruhun kıvılcımına sahip olmadan, bir hayvana benzeriz.

Ne zaman bizim yaratılmış olduğumuz söylenebilir, yani Yaradan tarafından özellikle yaratılmış olduğumuz ve bir taş değil, bir hayvan ya da bir kuş değil? Eğer bu alma arzusunu, haz alma arzusunun üzerinde nasıl kullanacağımızı öğrenmeye niyetlenirsek, o zaman. Ve bunun için, bu görevin üstünden Yaradan’dan bağımsız olarak gelmeliyiz.

Yemek, içmek ve uyumak, bir eş ve çocuklara sahip olmak doğal şeylerdir ve Yaradan tarafından bize verilmiştir; bu arzulardan ne kaçabiliriz ne de bunları kontrol edebiliriz. Ancak alma arzumuzun üzerine, onun doğru kullanımı niyetimizi inşa edersek, o zaman bu niyetin derece ve derinliği sadece bireye bağlıdır ve bundan yaratılış diye bahsedilir. Doğal arzularımızı kullanmak için doğru yöntemi bulmalıyız. Doğamız bize Yaradan tarafından verilmiştir ve biz sadece onun kullanımını etkileyebiliriz. Kabala terimi olan “Kalpteki nokta” insanın doğaya yaklaşımı (davranışı) anlamına gelir ki bu Yaradan’ın verdiği her şeyin ıslah olmuş bir arzu olarak kullanılması gerektiğidir. Kalbin kendisi insanın arzularıdır ve sadece haz arar.

Yaradan hariç, doğanın sınırlarıyla yoğrulmuş her şeye yaratılış denir. Zevk alma arzusuna göre yaratılış dört kısma ayrılmıştır: Cansız, bitkisel, hayvansal ve insan. Bu dört parçadan sadece insan, kendi geliştirdiği özel niyetle doğadan fayda sağlayabilir. Ve buna “kalpteki nokta” denir.

“Ben kimim?” sorusu hepimizin içinde doğar. Ancak bu soru karşılıksız ve faydasız kaldığında, o zaman Yaradan’a uyarlanır: “O kimdir?”, çünkü Yaradan herkesin içindedir ve insanın, “Ben”in kaynağı olarak vardır. Bu nedenle, kendimize ne kadar sık “Ben kimim?” diye sorarsak soralım, soru her zaman Yaradan’a yöneltilmiştir. İnsanın “ben”i sonuçtur; tüm arzularımız, eylemlerimiz, yaptığımız her şey Yaradan tarafından yapılır. Bunu kavrayamıyoruz. Her düşünce, konuştuğumuz her şey, Yaradan ve kendimiz hakkında söylediğimiz her şey dahil, aslında Yaradan’ın eylemleridir. Şimdi şunu sorabiliriz; “ben” neredeyim?” Gerçekte “ben” diye bir nosyon yoktur. Her şey Yaradan tarafından yaratılmış olan doğanın sonucudur. Yaradan insanı giydirir ve aslında tüm eylemleri sahneler. Bu da “Ben kimim?” sorusunun sadece Yaradan’ın dışında var olabileceğini ortaya çıkartır. Ve işte bizi Yaradan’dan farklı kılan şey tam olarak budur: O’na benzeme arzumuz, O’nun seviyesine ulaşmak.

İlk safhaya embriyo, Aviut De-Şoreş denir. Bu seviyede kendimizi tamamen iptal eder, Yaradan’da eririz. Buradan itibaren her adımda yaratılış, Yaradan’la arasındaki farkı bağımsız olarak aşarak kendini Yaradan’ın seviyesine yükseltmelidir.

Niyet vasıtasıyla “ben”imizi eşzamanlı olarak hissederek ki aslında bu Yaradan’dır, Yaradan’ı içimizde inşa ederiz. Yaradan’ı anlayarak, O’na eşit olarak bizler aslında bizim kendi “ben”imizi öğreniriz.

Yaradan, yaratılışın bağımsız kalmasını istiyor. Yaratılış, söylenildiği kadarıyla, “Yaradan” seviyesini iki kez gerçekleştirir: ilkinde “O’nu” ve ikincisinde “O’nun” gibi davranan yaratılışı gerçekleştirir.

Yaratılışın alma arzusu tamamıyla Yaradan’ın ihsanına eşittir: ihsan etmek uğruna ihsan etmek. Alma arzusu sıfırlanmaz ya da kaybolmaz; yaratılış Yaradan’a dönmek için tüm arzularını kullanarak, bağımsız kalır. Bu anlamda, yaratılış ve Yaradan birbirlerine benzerler. Yaratılış için amaç, emsalsiz kalarak, gerçek mükemmelliği gerçekleştirmektir. Yaradan mükemmel olmayan bir yaratılış yaratamazdı; O yaratılışı kendine benzer yarattı. Peki, bu gerçekleştirmeyi nasıl anlayacağız? Yaratılışı yarattı ve ona O’nun seviyesini gerçekleştirmesi için bir fırsat sağladı.

Buna mükemmellik denir. Ortaya çıkan şey, Yaradan ve yaratılış dışında hiçbir şey olmadığının çok net bir hissidir. Yaratılış kendisi için aniden, Yaradan olmadan var olmadığını ortaya çıkartır, tıpkı yaratılış olmadan Yaradan’ın Yaradan olarak adlandırılamayacağı gibi. Mesela bizim dünyamızda bir anneye sadece çocuğu varsa anne denilir.

Maneviyata sadece bunun için arzumuz varsa girebiliriz. Peki, ne olduğunu bilmeden bu arzuyu nasıl hissedebiliriz? Farz edelim birisi bizi, bu arzuyu uyandırmak için yeterli ilgiyi zirveye çıkartarak biraz itiyor. Bununla beraber, hiçbir şey bilmiyoruz ve eğer anlarsak ve bir şekilde istersek, her şey basit olur. Ancak, maneviyat bizden özellikle gizlenmiştir. Çünkü, alma arzumuzu kullanarak maneviyata girmek arzumuzu değiştirmeyi imkânsız kılardı. Maneviyata girmek için, onu şiddetle arzulamalıyız ve çok arzulamak bilmek demek, çabalamak demek, hissetmek demek – ne kadar harika! Ve maneviyattan yoksun kaldığımızda onun için bir açlık geliştiririz. Bir kural vardır: ışığın yayılımı ve sonrasında kayboluşu kabı kullanım için uygun hale getirir. Peki, bunu nasıl gerçekleştirebiliriz? Yaradan’a özel bir istek ile yalvarmalıyız – dua, maneviyatı kendi zevkimiz için değil sadece ihsan etme arzusu için ifşa etmesini. Ondan sonra arzu, bir Öğretmen ve grubun yardımı ile doğru kullanılmalıdır. Dolayısıyla, başlamak için maneviyatı şiddetle arzulamalıyız.

İnsanın maneviyatı seçme yeteneği yoktur. Böyle bir yetenek Yaradan’dan gelir. Gittikçe artan sayıda ruhun maneviyat için hazır olduğu zaman yaklaşıyor. Bizler arzularımıza göre hareket ederiz. Kabala çalışmaya başlamadan önce yukarıdan rehberlik ediliyorduk ve biz bir kitap açtığımızda Yaradan bir bakıma bizden uzaklaşmaya başlar. Bu, annesi tarafından yürüme öğretilen bir çocuğa benzetilebilir. Anne ilk başta çocuğa destek olur ve sonra çocuk ona doğru gelmeye başladıkça azar azar geri adım atar. Biz de maneviyata doğru benzer şekilde yaklaşıyoruz, giderek artan bağımsızlık edinerek.

Çalışabildiğimiz şeyler var ve çalışamadığımız şeyler var. Bir şey bizi incitirse incitmediğini söyleyemeyiz. Kendi hislerimizden yola çıkarız. Burada hiçbir felsefenin faydası olmaz çünkü “ben”imizin sınırıdır. Temeli olmayan felsefeye göre arzularımızı tatmin etmemiz mümkün değildir. Hareketlerimiz olduğumuz yere uygun olmalı. Çünkü maneviyatı edindiğimizde içsel hislerimizin Yaradan’ın eylemlerinin sonucu olduğunun keşfi sayesinde, hislerimiz farklı olacak. Burada özünde, kişi ve Yaradan aynılardır; aralarında zıtlık yoktur, ikisi de aynı şeyi isterler, sebep-sonuç bile yoktur. Eşit şekilde ifşa olurlar ve buna derecenin bütünlüğü denir.

Yaşamda kim olduğumuz temeline göre hareket etmek zorundayız. Bir yandan, Yaradan’ın ve O’nun adının bir olduğu harika makaleler okuyoruz. Ancak, manevi çalışmamız var olduğumuz seviyeyi dikkate almalıdır. Örneğin, grubun yaşamını “son ıslah” denilen derece seviyesinde düzenlemek mümkün değildir. Bu seviyenin kanunlarına göre yaşayamayız. Bu nedenle, sınırlar kesinlikle var olduğumuz yerle aynı çizgide tutulmalıdır. Eğer, grup yaşamımızın manevi ilerleme sağlamasını istiyorsak, arzu edinilen ile gerçeği birbirine karıştırmak yasaklanmıştır. Aksi takdirde hem grubu hem de kendimizi mahvederiz. Seçimimiz yok. Tüm grubun düşmesini önlemek için yaşam her birimizi bireysel ıslahtan geçmeye zorlar.

Sınırlar değişmedikçe bu birçok gruba olur. Orada burada gruplar var, kişi gidip bunları araştırabilir – biz kimseyi tutmuyoruz. Her birimiz seçim yapmak için bilgi sahibi olmalıdır. Geriye beş öğrenci kalabilir ama onlar buranın onların yeri olduğunu bilirler. Kişi kendisinin ve grubun tümünün düşüşten ne kadar etkilendiğini hissetmez. Izdırap yolunu seçersek birkaç reenkarnasyona daha gebeyiz demektir. Bizi içsel gelişimin kaçınılmazlığına getirecek olan bu gereklilik hissini içimizde açığa çıkartmalıyız. Baal HaSulam, örneğin, akşam hâlâ parası varsa onu verirdi ki sabaha tamamen fakir kalkabilsin. Bu yoğun seviyede bile ek ihtiyaç onun ilerlemesine yardım etti. Yüksek derecelerde bunun nasıl işlediğini bilmiyoruz.

Bizim seviyemizde, en azından üzerimize ağır basan ve bizi manevi ilerlemeye zorunlu kılan sınırlar geliştirmeliyiz. İlk kez mevcut yaşantımızı sonlandırıp yeni bir yaşam oluşturmuyoruz. Her yeni derece, eskisinin sonlandırılıp yenisinin inşasını kapsar. Bu, son nefese dek sürer. Bizler kendimiz, kendi koşulumuzun yargıcıyız. Dışardan bir görüş alma fırsatı yoktur.

Maneviyatta hiçbir şey kaybolmaz. Örneğin, dünyamızda bir merdivenden aşağı indiğimizde, merdiven kaybolur mu? Kaybolmaz. Peki, maneviyatta ne olur? Maneviyatta da aynı şekilde, hiçbir şeyin yok olmaması bir kuraldır. Her geçen durum kalır ve ıslahın sonuna dek birikir. Ancak realitede ya en yüksek ya da en alçak durumda mevcuduz; diğer durumları hissetmeyiz ve bunları hayal bile edemeyiz. Kişideki hayvanca eğilimin, kurtuluşunun yukarıdan geldiğini bilmesi gerekir ve ondan sonra kişi ilerler.

Ari, tipik bir örnek verir. Bir gün öğrencilerine şöyle dedi; eğer bugün Kudüs’e “yükselirlerse”, bu, Mesih’in gelmesine neden olacaktır. Bir müridin eşi onu alıkoydu, diğerinin hasta bir çocuğu vardı ve diğer müridin ayakkabıları parçalanmıştı. Dolayısıyla, bundan hiçbir şey çıkmadı – Mesih gelmedi. Bu, bize de olabilir ve sonra başka bir grup bunu gerçekleştirmek zorunda kalır.

“Zohar Kitabı’na Giriş”, Madde 11: “Ve dünyalar, bu fiziksel dünyanın üzerine peş peşe sıralandılar, yani bir bedenin, bir ruhun ve bir bozulma ve bir ıslah zamanının üzerine anlamında. Çünkü kendisi için alma arzusu olan beden, yaratılış düşüncesindeki kökünden saf olmayan dünyalar arasından geçerek genişletildi… Ve bozulma süreci olan ilk on üç yıl bu sistemin otoritesi altında kalır. Ve Yaratıcısına memnuniyetlik verebilmek için, on üç yaşından itibaren ilkeleri ve Tora’yı inceleyerek alma arzusunu ıslah etmeye başlar ve yavaşça ihsan etmeye döner ve bunun vasıtasıyla kutsal bir ruhu kökünden yaratılış düşüncesindeki kökünden genişletir (büyütür). Ve kutsal dünyalar sisteminden geçer ve bedenle giyinir. Ve bu ıslah sürecidir. Ve böylece Ebediyetteki yaratılış düşüncesinden kutsallık dereceleri biriktirir ve bu dereceler ona kendisi için alma arzusunu hiçbir şekilde kendisi için değil de, Yaratıcısına memnuniyetlik vermek için kabul etmeye çevirene dek yardım ederler. Ve bu sayede kişi Yaratıcısı ile form eşitliği edinir, çünkü ihsan etmek için almaya saf ihsan olarak bakılır. Şöyle söylenildiği gibi, kişi önemli insana verir ve o da şöyle der: bununla günahlarından arındın. Çünkü vereni memnun etmek için almak tamamen ihsan etmek ve vermek olarak addedilir. Bununla kişi O’nunla tam birleşme sağlar, çünkü manevi birleşme form eşitliğinden başka bir şey değildir… Ve bununla insan yaratılış düşüncesi içinde olan zevk, haz ve yumuşaklığı almaya layık olur.”

Yukarıdan aşağıya yavaş yavaş inen ve alma isteğini gitgide artıran bir alma arzusuna sahibiz. Bu arzu kendisini saf olmayan dünyalardan geçerek Yaradan’dan uzaklaştırır, ta ki son bir özellik edinene kadar – “alma arzusu”. Bu duruma “bizim dünyamız” denir. Saf olmayan güçlerin sisteminden ilerlemeye başlayan bir kişi ihsan etme niyetini edinir. Bunun yardımıyla alma arzusunu ıslah etmeye başlar ve Bar Mitzva yaşına ulaşır.

Işık kişiye yukarıdan gelir ve onu ıslahının derecesine göre doldurur. Bu, ruhun, yani ıslah ışığının bedeni, yani alma arzusunu giydirmesi demektir. Ruh, ışık saf dünyaları geçer. Eğer kişi alarak Yaradan’a haz veriyorsa, bu ihsan etmektir. Gimara bize şöyle der; saygıdeğer bir kişi evlendiğinde geline bir yüzük sunmak zorunda değildir. Eğer gelinden almayı kabul ederse, çünkü gelin damada saygı duyar, bu ona vermek gibidir.

Bu şekilde almak saf ihsanla aynıdır. Eğer bunu Yaradan’la bağdaştırırsak (O’na haz getirme amacı niyetiyle O’ndan alırsak) buna form eşitliği denir. İlk önce kendimiz için hiçbir şey almak istemediğimizi beyan ederek kısıtlamayı uygularız. Ancak, Yaradan bunu isterse ve bu O’na haz verirse, o zaman kişi doyumu almaya hazırdır.

Yaradan tarafından verilen eksiklik ve yine O’nun verdiği haz sadece, kişi ve Yaradan arasındaki etkileşim sistemi üzerine kurulu olan bir koşul olarak hizmet eder.

Bizler Yaradan’dan almaya sadece alarak O’na haz getirdiğimize ikna olduğumuzda hazırızdır. İlk önce Yaradan’ı bilmeliyiz ve O’nu hissetmeliyiz ki daha sonra O’nunla bir bağ kurabilelim. Kişinin kendisi için alması ile Yaradan için, O’na haz vererek alması arasında büyük fark vardır. Böyle bir bağ Kutsal bir hediyedir.

“Zohar Kitabı’na Giriş”, Madde 12: “Dolayısıyla, yaratılış düşüncesi tarafından ruhlara nakşedilmiş alma arzusunun ıslahını açıkça anlatmış bulunuyoruz. Çünkü O, ruhların içinden geçtiği ve beden ve ruh olarak iki surete bölündüğü ve birinin diğerinde örtündüğü, karşılıklı iki dünyalar sistemi hazırladı. Ve onlar Tora ve ilkeler sayesinde alma arzusunu sonunda ihsan etme arzusu olmaya çevirirler ve sonra yaratılış düşüncesindeki tüm hazzı alabilirler. Ve bununla beraber O’nunla sağlam bir birleşme edinirler, çünkü Tora ve ilkelerin çalışılması vasıtasıyla Yaratıcılarıyla form benzerliği edindiler ki bu ıslahın sonu addedilir. Ve sonra, artık kötü olan Diğer Taraf’a ihtiyaç olmadığı için yeryüzünden silinecek ve ölüm sonsuza dek bitecektir. Ve son altı bin yıldır dünyaya verilen ve yaşamının yetmiş yılı boyunca her bir kişiye verilen tüm çalışma, sadece onları ıslahın sonuna, yukarıda bahsedilen benzerlik formuna, getirmek içindir. Kabuklar ve saf olmayan şeyler sisteminin oluşması ve büyümesi olgusu, artık O’nun Kutsallığından tamamen ayrı olarak açıkça ortadadır, yani bu olgu büyümek için olmak zorundaydı ki, bedenlerin yaratılmasıyla ki daha sonra bu Tora ve ilkeler aracılığıyla ıslah edecektir. Ve eğer bedenlerimiz, bozuk alma arzularıyla, saf olmayan sistemler tarafından büyütülmüş olmasaydı, hiçbir zaman ıslah edemezdik, çünkü kişi içinde olmayanı ıslah edemez.”

Yaradan’dan iki şey hâsıl olur: Beden ve ruh, ya da Kli ve ışık. Ve ışık bedene ruhu edinmesi için yardım eder, veren olmak için, yani, alma arzusunu ihsan etmeye ıslah etmesi için, ta ki ıslah olan alma arzusu ışık ile dolana dek. Kişinin 6000 basamaktan geçerek maruz kaldığı her durum, her bir anda, kişiyi ıslahın sonuna doğru getirerek düzeltir. Bu yolla, tam ve sonsuz haz ve Yaradan’la birleşme ediniriz. Yaradan’la form eşitliği olmadan, var oluşun bitkisel, hayvansal, ya da insan seviyesinde değil sadece cansız seviyede haz alabiliriz. Saf olmayan güçler sistemi alma arzusunu büyütmek için gereklidir ki sonradan arzunun bu boyutundaki niyeti kullanarak ışık ile doldurulabilsin.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,079