e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Sabah Dersi Materyalleri > Kabala Kütüphanesi > Sabah Dersi 2018 > Sabah Dersi Materyali – Bağ Kurmak İçin Atak Yapmak – Haziran

Sabah Dersi Materyali – Bağ Kurmak İçin Atak Yapmak – Haziran

1) Rabaş, Cilt 3, Makale 305, Kötülüğün Anlamı

İnsanın içindeki kötülük ancak kişi bunu kötülük olarak hissettiğinde kötülük olarak kabul edilir. Bu şöyledir; kötülüğün ölçüsü, kötülüğün kişinin bolluğu almasına engel olması kadardır. Normalde, eğer kişi bir arkadaşı yüzünden 1 kuruş kaybederse, ondan nefret etmez, çünkü bir kuruş, onunla, bunun için kavga etmesine değmez. Ancak arkadaşının neden olduğu kayıpların ölçüsünde, ona tahammül edemeyeceği ölçüye varacak kadar içinde nefret oluşur. Buna göre,  Tora ve Mitzvot’a verdiği önemin ölçüsü, kişinin kötülükten nefretinin ölçüsünü belirler, zira bu onun Tora ve Mitzvot’a bağlanmasına müdahale etmektedir. Bu nedenle eğer kişi kötülükten nefret etme koşuluna gelmek istiyorsa, maneviyatın önemini arttırmalıdır. O zaman, öyle bir ölçüde nefret edinir ki bu onu, kötülükle arkadaşlık etmekten uzaklaştırır. Yazıldığı üzere, “Yaradan’ı sevenler kötülükten nefret eder.” Öyle ki, kişi Yaratan’ı sevdiği ölçüde, Yaratanı sevmesini engelleyenlerden nefret eder.

2) Rabaş, Cilt 1, Makale 21, Mantık Ötesi İle İlgili Olarak

Ayrıca, eğer kişi iyi ameller yerine getirmez, manevi çalışmayı arzulamakla meşgul olmaz ve Yaradan’a yaklaşmayı istemezse, kalbini aydınlatacak ve kötülüğü görmesini sağlayacak ışığa sahip olamaz. Kalbinde tüm dostlarından daha fazla kötülüğü taşıdığını görememesinin nedeni daha çok iyiliğe ihtiyacı olduğundandır. Bu sebeple dostlarından daha erdemli olduğunu düşünür.

Görünen o ki, onun için parlayacak ışığın eksikliği sebebiyle dostlarının daha kötü olduğunu görerek, aslında kendi kötülüğünü görecek. Bu nedenle insandaki kötülük meselesi, kendini-sevmek, “almak için almak arzusu” denilen nitelik vasıtasıyla kötülüğü bulmak değildir. Önemli olan kötülüğün tamamen açığa çıkmasıdır. Diğer bir deyişle, kişi alma arzusunu hoşnut ettiğinde kendine bir zarar geleceğini düşünmediğinden, kendini-sevmenin kötü ve zararlı olduğunu görmez ve hissetmez.

Ama gerçeğin yolunda kutsal çalışmayı yapmaya başladığında yani Yaradan’la Dvekut (birleşme) arzusu taşıdığında, tüm eylemleri Yaradan için olacaktır, böyle olduğunda her seferde onun için parlayacak daha çok ışık alır ve bundan sonra kendini-sevmenin kötü olduğunu hissetmeye başlar.

Bu aşamalı bir süreçtir. Her seferinde Yaradan’la Dvekut elde etmekten onu neyin alıkoyduğunu, Kral Süleyman’ın kötü eğilimi “düşman” olarak adlandırması gibi, alma arzusunun onun nasıl gerçek düşmanı olduğunu açıkça görmeye başlar. Bununla ilgili şöyle yazılmıştır: “Eğer düşmanın açsa, onu ekmekle besle, senin için başının üstünde yanan kömür taşıyacaktır.”-

3) Rabaş, Cilt 1, Makale 23 (1987), Bir Anlaşmazlığın Ardından Yapılan Barış, Anlaşmazlık Olmadan Yapılandan Çok Daha Önemlidir

Gerçek çalışma, kişi Lişma niyetini sorgulamaya başladığı zaman başlar, yani ödül almadan çalışmak istediğinde.

Niyet üzerinde çalışmak, ki bu Tora ve Mitzvot’u yerine getirmenin gerçek nedenidir ve burada iyi ile kötü arasındaki gerçek ayrım başlar. Kişi, Yaradan için çalışmaya başlamak istediği zaman, verici olan, Yaradan’a “İyidir ve iyilik yapar,” dendiği için bedene “kötü,” ve “kişiyi engelleyen” denir. Kendi için alma arzusuna “kötü” denir, çünkü yargı niteliği onun üzerinde durur, yargılar ve engeller, böylece kişi karanlıkta kalır ve ışığı almaya uygun olamaz.

Kişi alma arzusu doğası içinde doğduğu için doğasına karşı çalışmak zorundadır, gerçek anlaşmazlık da burada yatar. Bu o kadar büyüktür ki kişi alma arzusunu yenip, boyun eğdiremez, Yaradan için ve O’nun rızası için çalışamaz.

Burada bunlara, “birbirini inkâr eden iki şey,” diyebiliriz. Alma arzusu ihsan etme arzusunun tam tersidir ve bir üçüncü taraf gelir ve onların arasında karar verir, yani Yaradan gelir ve onların arasında barış yapar. Başka bir deyişle Yaradan kişiye bir ödül verir; bu ihsan etme arzusudur. Böylece Yaradan’ın verdiğinin teri olan, kötülük teslim olur, bu alıcıyı, insanın iyiliğinin altına getirir.

4) Rabaş, Cilt 2, Makale 1 (1989), Tövbe Etmenin Ölçücü Nedir?

Şunu bilmeliyiz; kişi amaçsız eylemler yapmaktan çıkıp, ihsan etme eğilimi ile hareket etmek istediği zaman, burada yapacağı çok iş vardır. Zira beden, onun ihsan etme amacında olduğunu duymaya başladığı zaman, derhal buna karşı koymaya başlar ve kişinin çalışmasına devam etmesine izin vermez, ona bu çalışmayı karanlık renklerde gösterir.

Bu durumda, kişi yalnız Yaradan’ın ona yardım edebileceğine inanmalıdır. Burası, kişinin gerçek duaya gelebileceği yerdir. Buna “doğru” denir, çünkü gerçekten de doğrudur. Şöyle ki, Yaradan insanı kendi kendisine yardım edemeyecek şekilde yaratmıştır ve bunun nedeni şudur ki defalarca söylediğimiz gibi, “Kli olmadan ışık olmaz.” Baal HaSulam’ın dediği üzere, Yaradan insanı kendi kendine kendini-sevmekten çıkamayacak şekilde yarattı ki böylece kişinin Yaradan’a ihtiyacı olsun. Yaradan nasıl yardım eder? Zohar’da yazıldığı gibi, Kutsal bir ruh ile. Aksi takdirde kişinin Tora’nın ışığını edinmeye, Tora ve Mitzot’u yerine getirmeye, onun için hazırlanmış olan, Neşama’nın NRNHY’ını edinmeye ihtiyacı olmazdı.

Kişi kendini-sevmekten çıkamayacağını ve form eşitliği ile ödüllenemeyeceğini gördüğü zaman, Yaradan’ın yardımına ihtiyaç duyar. O, insana nasıl yardım eder? Kişiye ifşa olan, “Üst ışık,” denen kutsal bir ruh ile ve böylece kişi içinde, “yukarıdaki Tanrı’nın bir parçası,” olan bir ruh olduğunu hisseder. Buna göre, kişi üstesinden gelme gücüne göre, Yaradan’ın ışığının ifşasını arttırır. Bu nedenle, Yaradan kalbi katılaştırdı ki böylece kişi kendi kendine kötülüğün üstesinden gelemesin ama Yaradan’a ihtiyaç duysun diye. Böylece insan, Neşama’nın NRNHY’ı ile ödüllenmeye ihtiyaç duyar.

6) Rabaş, Cilt 2, Makale 22, Tüm Tora Tek Kutsal Addır

Daima “Yarattıklarına iyilik yapmak” olan amacı dikkate almalıyız. Eğer kötü eğilim kişiye gelir ve ona Firavun’un sorularını sorarsa, buna cevap vermemeli ve şöyle demelidir, “Şimdi bu sorularla ihsan çalışmasına başlayabilirim.” Ama bizi derecemizden düşürmek için gelen kötü eğilim sorularıyla değil. Bütünlük derecelerine yükselebilmemiz için bize çalışma alanı verilmiştir. Bu demektir ki, kötü eğilimin üstesinden gelebilmeye “Yaradan çalışmasında yürümek,” denir. Kötü eğilimin üstesinden geldiğimiz her an bereketin alımı için gereken Kap için birikim yaparız.

Üstesinden gelme, alma kabına ihsan kabını eklemek demektir. Bu Aviut (kalınlık/alma arzusu) üzerine koymamız gereken Masah’dır (perde). Öyle anlaşılıyor ki eğer kişinin alma arzusu yoksa Masah’ı yerleştirebileceği bir yeri yoktur. Dolayısıyla kötü eğilim yabancı düşünceler getirdiğinde, bu düşünceleri mantık ötesi yükseltmemiz gerekir.

Bu insan ruhunun arzularla ilgili her şeyi yapabileceğinin göstergesidir. Çalışmadan reddedileceğini söylememelidir. Daha ziyade düşüncelerin ve arzuların onları Keduşa’ya kabul ettirebilmek için yukarıdan verildiğini söylemelidir. Dolayısıyla yukarıdan yaklaştırılmış, ona çalışma gönderilmiştir.

Bununla ilgili şöyle denir: “Tanrı’nın yolları düzdür; erdemli orda yürür, günahkâr düşer.”

7) Rabaş, Cilt 3, Makale 68, Çalışmanın Düzeni

Kişi keyif ve zevkin mantık ötesinde var olduğuna inandığı zaman, bunu bilinçli olarak hissetme koşuluna gelir, kendi içindeki kötülüğü tanır. Bu, şudur ki, böyle bir keyif ve zevki Yaradan vermektedir, tüm bu iyiliği mantık ötesinde görmesine rağmen, bunu fark etme koşuluna erişir. Şöyle ki, tüm organlarda kendi için almanın kötülüğünün var olduğunu hisseder ve bu kişinin bolluğu almasına engel olur.

Bunu takiben, mantık ötesi inanç kişinin düşmanını mantık içinde hissetmesine neden olur, onu iyiye erişmekten alıkoyanı. Bu standarttır. Şöyledir; keyif ve zevke mantık ötesinde inandığı ölçüde, kötülüğün farkındalığı koşuluna gelir. Daha sonra, bu kötülük, bu keyif ve zevke boyun eğer, zira kötülüğün farkındalığının organlardaki hissiyatı kötülüğü ıslah eder.

Bu öncelikle dua yoluyla yapılır, kişi Yaradan’dan her şeyi ihsan etmek için talep eder, buna Dvekut denir. Bu Kelim yoluyla amaç, açık İlahi Yönetim içinde ifşa olur, yani gizlemeye gerek yoktur, çünkü alabilen Kelim mevcuttur.

8) Rabaş, Makale 30, Çalışmada Menora’yı Yakmak Ne Demektir?

Yazıldığı üzere, karanlığın içinde ışığın faydası vardır. Böylece, seçim yapma meselesinin, iyiyi, yani ihsan etmeyi seçmenin, kötüye gönülsüz olmanın neden bu kadar zor olduğunu görürüz. Bu yüzden karanlığın tadını bilmek zorundayız.

Ancak karanlık bize gerçekte olduğu gibi gösterilmez. Eğer içimizdeki kötülüğün derecesini görmüş olsaydık, derhal çalışmadan kaçardık. O zaman karanlığı hissedemezdik. Çünkü kişi kendi için almanın onu yöneten olduğuna aldırmazdı zira karanlığı hissetmezdi. Yalnızca elinden geldiğince çalışan ve iniş ve çıkışlardan geçen kişi karanlığı tattığını söyleyebilir, çünkü kendi başına alma arzusunun üstesinden gelemez.

Bu nedenle, kişinin, gerçeğin yolunda yürümek isterken aldığı bu düşüşler, aldığı yardımı hissetmesinin araçlarıdır. Şöyle diyen bilgelerimize inanmalıyız; “Arınmaya gelene yardım edilir.” İlerlemediğinin gördüğünde, kişi mücadeleden kaçmamalıdır. Bazen ona casusların düşünceleri gelir, ona bu çalışmanın bizim için olmadığını, bu yolda yürüyebilecek özel kişileri gerektirdiğini söyler.

Tüm bunlar ona şu nedenle gelir, çünkü her defasında ne kadar ilerlediğini görmek zorundadır. Ancak kişi şunu idrak etmez; karanlığı edinmede ilerlemek zorundadır, çünkü edinmek zorunda olduğu tek Kli budur. Kli dolmak için bir ihtiyaçtır. Şöyle ki eğer eksiği için dolumu yoksa karanlıkta olduğunu hisseder. Bu nedenle, kişi çalışmada ilerlemediğini söylememelidir.

Bu nedenle, mücadeleden kaçmak istemesi doğru değildir, bu her defasında ışığı edinmekten, yani Yaradan’ın ona “ihsan etme” Kli’sini vermesinden ne kadar uzak olduğunu gördüğü içindir. İhsan etme arzusunu kendi başına edinemez ve o zaman dünyasının karardığını hissetmeye başlar. O vakit ışık gelir, yani yukarıdan yardım gelir, yazıldığı üzere, “Arınmaya gelene yardım edilir.”

9) Baal HaSulam, Şamati 52- Günah Mitzva’yı Bozmaz

İşlenen bir günah, kişinin yerine getirdiği sevabı (Mitzva – Emir) iptal etmez ve sevapta işlenen günahı iptal etmez. Kişinin manevi çalışmasında yer alması gereken yer, iyiliğin yolu olmalı, ancak kişinin içindeki kötülük iyiliğin yolunu almasına izin vermez.

Ancak, kişi bilmelidir ki kötülüğü köklemek zorunda değildir, zira bu imkânsızdır. Aslında, sadece kötülükten nefret etmelidir, şöyle yazdığı gibi: “Tanrı’yı seven sen, kötülükten nefret et.” Dolayısıyla, ihtiyaç duyulan şey sadece nefrettir, şöyle ki kişinin tutunduğundan onu ayırabilecek tek şey nefrettir.

Bu nedenden dolayı kötülüğün kendi başına hiç bir varlığı yoktur. Dahası, kötülüğün var olabilmesi, ona duyulan sevgi veya nefrete bağlıdır. Demektir ki, her kimin kötülüğe sevgisi var ise ona kötülüğün kontrolü tarafından yakalanan denir. Eğer kişi kötülükten nefret ederse, kişi onun sınırlarından çıkar ve kişi kendi kötülüğünün etkisinden sıyrılır ve kötülüğün kontrolünden çıkar.

Şöyle ki, işin özü aslında kötülükte değildir, ancak sevgi ve nefretin ölçüsündedir ve bu nedenden dolayı günah günahı getirir denir. Kişinin neden böyle bir cezayı hak ettiğini anlamamız gerekir. Kişi çalışmasında düşüş yaşadığında, kişinin bu düşüşten yükselebilmesi için yardıma ihtiyacı vardır. Ancak, burada, kişiye daha fazla engeller gelmektedir ve böylelikle kişi ilk düşüşünden daha derine düşer.

Ancak, kişinin kötülükten nefret edebilmesi için, kişiye daha da kötülük verilir, böylelikle kişi günahının kendisini Yaratan’ın yolundan ne kadar ayırdığını görebilir. Kişi ilk işlediği günahtan pişman olmasına rağmen, kişi hala kötülükten nefret edecek bir ölçüye gelmemiştir.

Dolayısıyla, günah günaha sebep olur ve kişi her pişmanlığında ve elbette her pişmanlığı kötülüğe olan nefretin derecesini de arttırır, ta ki kişinin kötülüğe olan nefreti tamamlanana kadar. O zaman kişi kötülükten ayrılır, zira nefret ayrılığa neden olur.

O zaman şöyle diyebiliriz ki eğer kişi kendisini ayırabilecek bir nefret derecesi bulabilirse, o zaman kişinin, günah günaha sebep olur ıslahından geçmesi gerekmez ve kişi doğal olarak zaman kazanır. Kişi ödüllendirildiği zaman, Tanrı sevgisine kabul edilir. Ve bu şu demektir; “Tanrı’yı seven sen, kötülükten nefret et.” Sadece kötülükten nefret ederler ve kötülük hala olduğu yerde kalır ve sadece ihtiyaç duyulan kötülüğümüzden nefret etmektir.

10) Baal HaSulam, Şamati 219- Sadakat

Bu hizmet öncelikle korku anlayışına dayanan bir sadakatle olmalıdır. O zaman, tüm beden çalışma ile karşıt görüşte olur, çünkü hizmet etmekten tat almaz. Ve beden yaptığı her şeyde, beden yaptığı -bütünlük içinde olmayan- bu hizmeti hesaplar. Böylece, bu çalışma ile eline ne geçecek?

O halde, bu hizmette geçerlik ve zevk olmadığı için, bununla başa çıkması sadece fedakârlık yoluyla olur. Bu demektir ki, verdiği hizmetten acı hisseder ve her hareket onun korkunç acı çekmesine neden olur, çünkü beden boşuna çalışmaya alışkın değildir; bu çalışması ya kendisine, ya da başkalarına yararlı olmalıdır.

Ama Katnut (küçüklük) sırasında, kişi hizmet etmenin kendisi için bir faydasını hissetmez, çünkü halen bu hizmetten bir keyif almaz. Ve hatta kişi başkalarına da bir yararı olacağına inanmaz, eğer bu kendi için önemli değilse, başkaları bundan nasıl keyif alır ki? O zaman acısı şiddetlenir. Ve daha da çalıştıkça, acısı da bu oranda artar. En sonunda, ızdırap ve çabası belli bir miktara ulaştığı zaman Yaradan ona merhamet gösterir ve Yaradan’a hizmet etmekten tat almayı ona bahşeder, çünkü yazılmış ki, “Yukarıdan bize maneviyat akana kadar.”

11) Baal HaSulam, Şamati 19- “Manevi Çalışmada Yaradan Bedenlerden Nefret eder” Ne Demektir?

Eğer Yaradan yukarıdan biraz aydınlanma verirse, alma arzusu teslim olur ve kendini bir fenerin önündeki bir mum gibi iptal eder. O zaman, kişinin, hiçbir çabası, işi kalmaz, çünkü artık Cennetin Krallığı’nın yükünü kendi üzerine, tıpkı bir öküzün yükü çektiği ve bir eşeğin yükü taşıdığı gibi zorla almasına ihtiyaç yoktur. Şöyle yazılmıştır: “Sen, Yaradan’ı seven, kötülükten nefret et.”

Bu demektir ki Yaradan sevgisi sadece kötülüğün yerinden uzanır. Diğer bir deyişle kişinin kötülükten nefret etme ölçüsüne göre; yani kişi alma arzusunun, onun amacının tamamını edinmesini nasıl engellediğini görür, Yaradan sevgisini edinmesi gerektiği ölçüde.

Ancak eğer kişi kötü olduğunu hissetmiyorsa kişiye Yaradan sevgisi bağışlanmaz. Çünkü kişinin buna ihtiyacı yoktur, zira zaten çalışmasından hazzı almıştır.

Dediğimiz gibi, kişi alma arzusu ile yapacak işi olduğunda öfkeli olmamalı; bu onun çalışmasını engeller. Eğer bedende alma arzusu yoksa yani, çalışmasında kişi Torah ve Mitzvot’u (sevap) yerine getirmesini sorgulamıyorsa, çalışmasını engellemiyorsa kişi elbette daha memnun olacaktır.

Ancak kişi manevi çalışmasında alma arzusunun engellerinin kendisine yukarıdan geldiğine inanmalıdır. Kişiye alma arzusunu keşfetmesi için yukarıdan güç verilir. Çünkü tam olarak alma arzusu uyandığı zaman onun çalışması için yer vardır.

Böylece alma arzusunu ihsan etmeye çevirmesine yardım etmesi için kişinin Yaradan ile yakın teması olur. Ve kişi bunun, kişinin O’na duasından Yaradan’ın memnuniyeti ölçüsünde onu yanına, form eşitliği, alma arzusunun ihsan etmek için almak üzere iptal edilmesi denen Dvekut’a (bağa), çektiğine inanmalıdır. Yaradan bunun hakkında der ki: “Oğullarım beni yendi.” Bu, “Ben size alma arzusunu verdim ve siz benden bunun yerine ihsan etme arzusunu talep ettiniz” demektir.

12) Rabaş, Cilt 1, Makale 29, “Kederin Ölçüsü Neyse Ödülün Ölçüsü de Odur,” Ne Demektir?

Kişi tam olarak ihsan etme yolunda yürümeye başladığı zaman, acılı ve kederli bir duruma gelir ve Yaradan’a hizmet etmek için verdiği çabayı hissetmeye başlar.  Şöyle ki, kişi Yaradan uğruna hizmet etmek istediği zaman çaba başlar. İşte o zaman casusların argümanları ona gelmeye başlar. Onlarla başa çıkmak çok zordur ve pek çok kişi casusların argümanlarına teslim olur ve mücadeleden kaçar.

Ancak yer değiştirmek istemeyenler, “gidecek hiçbir yerimiz yok,” derler ve her zaman bunların üstesinden gelemedikleri için acı çekerler. Onlar yükseliş ve düşüş koşulları içindedirler, üstesinden geldikleri her zaman, form eşitliği olan, Yaradan’la Dvekut ile ödüllenmek istedikleri amaçlarından daha da uzak olduklarını görürler.

Tahammül etmek zorunda oldukları kederin ölçüsü şudur, gerçekte kendi için almanın hükmünden hiç kimse kendi kendine çıkamaz, zira bu Yaradan’ın insanı yarattığı doğasıdır, bunu yalnız Yaradan kendi değiştirebilir. Başka bir deyişle, O yaratılmış olana nasıl alma arzusunu verdiyse, daha sonra ihsan etme arzusunu verebilir.

Ancak kurala göre, “Kli olamadan ışık olmaz, eksiklik olmadan dolum olmaz,” kişi önce bu eksikliği edinmelidir. Şöyle ki, “ihsan etme arzusu” denen Kli’den yoksun olduğunu hissetmelidir. Bu nedenle kişi, ihsan etme arzusunun olmamasına neyin sebep olduğu üzerine içsel çalışma yapmalıdır.

Kişi kaybının ölçüsü kadar acı ve keder hisseder. Gerçek eksikliği olduğu zaman, yani, Yaradan uğruna çalışabilmek için gücü olmadığından bunun için, Yaradan’a kalbinin derinliğinden dua edebildiği zaman, yani gerçek bir yoksunluğu, Kli’si olduğu zaman, bu duasının karşılık görmesinin ve yukarıdan yardım almasının zamanıdır. Bilgelerimizin dediği üzere, “Arınmaya gelene yardım edilir.”

13) Rabaş, Cilt 2, Makale 34, Çalışmada, Barış Ne Demektir?

Kişi, tamamen doğaya karşı olan ihsan etme kaplarını edinmek için kutsal çalışmaya bağlandığı zaman, beden “kim” ve “ne” soruları ile gelir, yani “casuslar” denen akla ve kalbe karşılık gelen sorularla gelir. Kişi her defasında üstesinden gelse de bundan böyle çalışmanın tüm düzeni çıkış ve düşüşler içindedir. Ve kişi öyle bir duruma gelir ki form eşitliğine erişme çabasından tamamen vaz geçmek ister.

Keza, pek çok kez mücadeleden vaz geçmek ister, çünkü bu çalışmanın boşa olduğunu, iyi olacağını ummak için hiçbir sebep olmadığını görür, geçmişte olduğu gibi. Bu nedenle ihsan etme çalışmasına başlayan pek çok kişi, bunun çok zor olduğunu görür ve bu nedenle de çalışmayı terk eder ve bu çalışmanın yalnız yüce insanlar için olduğunu, kendisi gibiler için olmadığını söyler.

Bu, kişinin Yaradan’a şikâyetlerinin ve O’ndan taleplerinin olduğu zamandır ve Yaradan ile anlaşmazlık içindedir ve O’nunla tartışır, 1) Yaradan onu neden alma arzusunda olan bir doğada yaratmıştır? 2) Neden Yaradan ondan alma kaplarını iptal etmesini istemektedir? Nihayetinde, “Yaradan iyidir ve iyilik yapar”, peki öyleyse neden bize karşı böyle, bizim anladığımız gibi davranıyor? Biz çıkış ve inişleri öyle bir şekilde anlıyoruz ki bazen çıkış sırasında Yaradan ile barış içindeyiz ve O’nun dünyayı “iyidir ve iyilik yapar,” koşulunda yönettiğini söyleriz. Ama iniş sırasında O’nun “iyidir ve iyilik yapar,” rehberliği içinde davrandığını söyleyecek gücümüz yoktur ve böylece O’nunla anlaşmazlık içinde oluruz.

Gerçekten de, çalışmanın düzeni neden bu kadar zordur, çıkış ve inişler gerektirir? Bunun cevabını anlamak, şu yazılandadır, “Işığın yararı karanlığın içindedir,” Başka bir deyişle, eğer eksiklik ve ışığa olan ihtiyaç yoksa ışığı edinmek imkânsızdır.

Bu nedenle kişi kendi içindeki dünya milletlerinin Yaradan’a itiraz ettiğini gördüğü zaman, içindeki bu İsrail düşmanlarına tahammül edemez, Tanrısı için kıskançlık duyar ve inişlerine aldırmaz, elinden geleni yapar ve içindeki günahkârları yenebilmekte ona yardım etmesi için Yaradan’a yakarır.

Böylece kişi üstesinden gelir ve mücadeleden kaçmaz. O zaman Yaradan ona antlaşmayı verir. Şöyle ki, Yaradan onunla anlaşma yapar, Yaradan’dan bir hediye olan, ihsan etme kaplarını alır ve onunla Yaradan arasında barış olur.

14) Rabaş, Cilt 2, Makale 23, Çalışmada, “Eğer Acı Baharatı Yutarsa, Kişi Çalışmadan Çıkamaz” Ne Demektir?

Kişi çalışmaya başladığı zaman, inanç ile başlar, ama beden bu çalışmaya karşı koyar ve böylece çaba gösterme durumu ortaya çıkar. Kişi bedeni yenmek zorunda olduğu ve çare aradığı zaman, bilgelerimizin dediği üzere; “hilekârlık içinde savaş yapacaksın,” zira beden kendi-menfaatinden vazgeçmez. Çaba gösterdiği ölçüde, hiçbir şey yapamayacağını hissetmeye başlar. Zira kendi bakış açısına göre elinden gelen her şeyi yapmıştır. Bu çabadan sonra yalnız Yaradan’ın yardım edebileceğini anlar hale gelir, durum artık kendi elinden çıkmıştır. Bundan sonra üçüncü durum – dua – gelir, bu dua kişinin kalbinin en derin yerinden gelir, çünkü artık çok açık olarak ona yalnız Yaradan’ın yardım edebileceğini bilir.

Ancak, ona yalnız Yaradan’ın yardım edebileceğinin farkına vardığı, gerçek çarenin yalnız dua etmek olduğunu anladığı zaman bile, beden gelir ve ona der ki “Baksana şimdiye kadar ne kadar çok dua ettin ama yukarıdan hiçbirine cevap almadın. Bu yüzden ne diye Yaradan sana yardım etsin diye dua etmeye uğraşırsın ki? Görüyorsun yukarıdan sana yardım gelmiyor.” O zaman kişi dua edemez. Bu durumda bir kere daha inanç yoluyla bunun üstesinden gelmeli ve Yaradan’ın her ağzın duasını duyduğuna inanmalıyız. Ve kişinin nitelikli veya iyi olup olmadığı önemli değildir. Doğrusu şudur; aklı ona defalarca dua ettiğini ama yukarıdan hala hiç cevap almadığını, bir kere daha dua etmesinin nedensiz olduğunu gösterse bile, bu durumun üstesinden gelip mantık ötesi inanca gelmesidir.

15) Rabaş, Cilt 1, Makale 24, Sadaka ve Hediye Arasındaki Fark

Yaradan çalışmasının başlangıcında kişinin enerjisi, kendine güveni vardır, Tora’ya büyük bir önem verir ve dua eder, çünkü o zaman onda kutsallığın nuru vardır ve Yaradan’a hizmet etmenin önemini hisseder. Ancak bu henüz Yaradan’ın tatmin edeceği bir ‘eksiklik’, Yaradan’la bir olmak için duyulan bir eksiklik olarak kabul görmez, zira Yaradan ile Dvekut’u olmadığı için henüz içinde bir acı hissetmemektedir, çünkü henüz bunun için çaba harcamamıştır, çalışmasına yeni başlamıştır.

Uzun bir süre boyunca çaba gösterip eksikliğinde bir tatmin görmemek, kişinin içine azap ve acı verir, çünkü çaba göstermiş ama ilerleme görememiştir. O zaman aklına birer birer düşünceler gelmeye başlar. Bazen bu bir çaresizlik kıvılcımıdır, bazen kişi güçlenir, ama kişi, bir kere daha bu durumundan düşer, bu böyle tekrarlanır. Nihayet gerçek eksiklik, kişinin içinde biçimlenir, bunu çıkış ve inişlerdeki çabası ile edinir. Bu çıkış ve inişler, Yaradan ile Dvekut bahşedilmediği için her defasında ona acı verir. Nihayet çabanın kabı yeteri kadar dolduğu zaman, buna Kli denir. Sonra, bunun dolumu Yaradan’dan gelir, zira şimdi bu gerçek bir Kli’dir.

Böylece şimdi kişi, senelerce çalışmasından sonra, geri çekildiğini görür, bu kasten böyle olur ki böylece Yaradan ile Dvekut’ta olmadığı için canı yanmasın. Ortaya çıkan şudur, her defasında, “gerçek eksiklik” denen Kli’yi oluşturmaya yakınlaştığını görmelidir. Şöyle ki, Katnut’unun (küçüklüğünün) ölçüsü ve Gadlut’unun (yetişkinlik) eksikliği, yalnız Yaradan’a memnuniyet vermek olan, Yaradan ile Dvekut denen dolumu almadığı için hissettiği acı ölçüsündedir.

17) Rabaş, Cilt 1, Makale 18, Tora’nın Alınışına Hazırlık Yapmak Nedir? (1987)

Gerçeğe erişmek için uyanmak için, yani neden doğmuş olduğunu, hangi amaca erişmesi gerektiği gerçekten anlamak için kişinin yaptığı tüm çalışmadan sonra, şimdi Yaradan ona insan kalbinin eğilimini ifşa eder, o alıcıdır, çocukluktan beri kötüdür. Şöyle ki onun, eğiliminin şimdi kötü hale geldiğini gördüğü, söylenemez. Aksine çocukluktan beri kötüdür. Ancak, şimdiye kadar kişi bunu gerçekten de kötü olduğuna karar verememiştir; bu nedenle kişi, çıkış ve düşüş durumlarındadır. Başka bir deyişle, bazen eğilimini dinler ve bundan böyle biliyorum ki bu benim düşmanımdır ve onun bana tavsiye ettiği her şey benim zararımadır, der.

Ama daha sonra, eğilimin itibarı tekrar yükselir ve kişi tekrar onu dinler ve tüm kalbiyle onun için çalışır ve bu böylece sürer gider.  Kişi “kendisini kusmuğuna geri dönen bir köpek,” gibi hisseder. Şöyle ki, kişi halen onun dinlenmeye değer olmadığına karar vermiştir, çünkü eğilimin ona verdiği besinlerin hepsi de insana değil ama hayvana uygun besinlerdir. Ancak gene birdenbire, kişi hayvan yemine geri döner ve önceki karar ve görüşünü tamamen unutur.

Daha sonra, pişman olduğunda, Yaradan’ın onun “kötü” denen eğilimin gerçekten de kötü olduğunu göstermesinden başka bir yol olmadığını anlar. Böylece, Yaradan ona bu bilgiyi verdiğinde, tekrar yoldan sapmaz ve eğilim onu başarısız kılmak istediğinde, bunun üstesinden gelebilmesi için, her defasında, Yaradan’dan güç vermesini ister ki böylece onu yenebilsin.

Buradan anlaşılıyor ki, Yaradan ona hem Kli, hem de ışık vermelidir, yani hem eğilimin kötü olduğunun farkındalığını ve onun hükmünden çıkmanın gerekliliğini hem de bunu ıslah eden Tora’yı vermelidir. Yazıldığı üzere, “Kötü eğilimi yarattım, şifa olarak da Tora’yı yarattım.” Buna göre, Yaradan kişiye hem Tora için bir ihtiyaç hem de Tora’yı verir. Bu, Yaradan ona hem ışığı hem de Kli’yi verir demektir.

18) Rabaş, Makale 21, Çalışmada Tora’nın Karanlıkta Verilmesi Ne Demektir?

Kişi Yaradan’ı yakınına çekmek istediğinde, yani ihsan etme kaplarını kullanmak istediğinde ama beden buna razı olmadığı için bunu yapamadığında, zira beden alma kaplarından uzanıp gelir, o zaman kişinin dünyası kararır. Şunu anlar, eğer ihsan etme kaplarını edinemezse asla, “O’nun yarattıklarına iyilik yapan” üst ışıkla ödüllenmeyecektir.

Bu nedenle, kendi kendine ihsan etme kaplarını edinememekten dolayı duyduğu bu karanlık, birisinin ona bu kapları vermesine ihtiyaç duymasına neden olur. “Kap olmadan ışık olmaz, eksiklik olmadan dolum olmaz,” kuralı gereğince, şimdi kişi Tora’nın ışığı için bir ihtiyaç edinmiştir. Bilgelerimizin dediği üzere, “Kötü eğilimi yarattım; Tora’yı da şifa diye yarattım.”

Tora, özellikle eksikliği olan kişiye verildi ve bu eksikliğe “karanlık” denir. Yazıldığı üzere, “Tora karanlıktan verildi”, sözünün anlamı, ihsan etme kabına sahip olmadığı için kişi hayatındaki karanlığı hissettiği zaman Tora’yı almaya hak kazanır demektir; böylece Tora aracılığıyla onun içindeki ışıkla ıslah olur. Böylece, ihsan etme kabını edinir ve bununla keyif ve haz bulur. Zira şu ikisi Tora’ya dahil edilmiştir: 1) İhsan etmek isteyen Kli, 2) Böylece kişi keyif ve hazzı bu kabın içine alır.

Aksine, dünya milletleri Tora’yı almadılar, zira o, karanlıktan verildi. Çalışmada “dünya milletleri,” sözünün anlamı şudur, beden yetmiş milletten oluşur, bunlar Tora’yı, ihsan etme kapları olmadığı için karanlığı hissettiklerinden dolayı istemezler. Aksine onların tek arzusu alma kaplarıdır, bunun kontrolünden çıkmak için hiçbir arzuları yoktur. Tora’yı kendilerine daha çok ışık, yani keyif katmak için isterler ki böylece dünyasal meseleler için daha çok alsınlar diye. Bu şöyledir, onlar aynı zamanda sonraki dünyayı da isterler, Zohar’da yazıldığı üzere, “Köpekler gibi havlarlar Hav Hav (İbranice, ver, ver), bize bu dünyanın zenginliğini ver ve bize sonraki dünyanın zenginlini ver.” Öyle ki bu dünyanın zenginliği onlara yetmez, onlar sonraki dünyanın zenginliğini de isterler.

Bu nedenle Tora özellikle alma arzusunun onları kontrol ettiğini hissedenlere verilir. Onlar karanlıktan ağlar yakarırlar, onları karanlıktan, alma kaplarının kontrolünden kurtarması için Tora’ya ihtiyaçları vardır, zira orada Tzimtzum (kısıtlama) vardır ve hiçbir ışık orada parlamaz. Ancak burası Tora’yı edinme ihtiyacına neden olur.

20) Rabaş, Cilt 2, Makale 12, Yakup Babasının Yaşadığı Topraklara Geldi (1985)

Yaradan’ın dünyayı bereketle donattığına inanmalıyız, kişinin bedenindeki kötülük onu bu bereketten uzaklaştırır. Kişi Tora öğrenmeye geldiğinde ve Mitzva yerine getirmeye başladığında bunu kesinlikle tatsız bulur, çünkü bedenindeki kötü eğilim mantık ötesi Yaradan’a inanmasına izin vermez. Ne zaman manevi bir şeye yaklaşsa her şeyi kuru hisseder.

Kişi çalışmaya başladığında Tora’nın, yaşamın Tora’sı olduğu anlatılır, şöyle yazdığı gibi, “Yaşamın ve günlerin için” ve “Altından daha değerli, baldan daha tatlı.”

Bunun farkına vardığında kötü eğilimin her şeyin suçlusu olduğunu görür, onu bu hale düşüren kötülüğü hisseder ve sonra “Erdemli için pek çok acı vardır.”

Sonrasında “Tanrı onu hepsinden kurtarır.” Yaradan’a yardım etmesi için yakarır, çünkü düşünebildiği her şeyi yerine getirmiş fakat hiçbir şey yardımcı olmamıştır, şöyle düşünür, “Yapabildiğini yap.” Kötü eğilim ona teslim olduğu ölçüde kurtuluş gelir.

25) Baal HaSulam, Şamati 121 – O, Ticaret Gemileri Gibidir

Ayette şöyle yazar, “O, ticaret gemisi gibidir; ekmeğini uzaklardan getirir.” Kişi, “o bana ait” diyerek tüm arzularını Yaradan’a adamakta ısrar ederse, Sitra Ahra uyanır ve o da “o bana ait” der. Ve sonra arada pazarlık olur. Pazarlık, kişi belli bir nesneyi almak istediğinde, satıcının ve alıcının malın değeri üzerine tartışması, yani her birinin kendinin haklı olduğunu iddia etmesi demektir.

Ve burada beden, kimin dinlemeye değer olduğunu sorgular; alan güç mü yoksa veren güç mü? Kuşkusuz aralarında “O bana ait,” konusu nedeniyle açıkça tartışırlar. Kişi kendi bayağılığını görür, içinde Tora ve Mitzvot’u bir parçacık bile uygulamaya rıza göstermeyen kıvılcımlar da vardır ve tüm beden “O bana ait” diye iddia etmektedir ve böylece “ekmeğini uzaktan getirir.” Bu demektir ki bu uzaklaştırılmalarla, kişi Yaradan’dan ne kadar uzak olduğunu gördüğünde, pişman olup Yaradan’ın onu yakınlaştırmasını ister, “ekmeğini getirir.”

Ekmek inanç demektir. “Tanrı insanı O’nun önünde korkacak şekilde yaratmış,” olduğundan, bu aşamada kişi kalıcı bir inançla ödüllendirilir. Bu demektir ki, kişinin hissettiği tüm uzaklaştırılmalar ona Yaradan tarafından verilmiştir ki böylece cennet korkusunu üstüne alma ihtiyacında olsun.

Bu, “insan sadece ekmekle değil, Efendi’sinin ağzından çıkan her şeyle yaşar,” sözünün anlamıdır. Bu demektir ki, kişinin içindeki Keduşa’nın (Kutsallık) yaşamı, özellikle O’na yaklaşmaktan, yani Keduşa’ya girme izninden dolayı değil, ama aynı zamanda çıkıştan, uzaklaşmalardan da gelir. Bu böyledir, çünkü “O bana ait” iddiasında bulunan Sitra Ahra kıyafeti vasıtasıyla, kişi bu aşamaların üstesinden gelerek kalıcı inançla ödüllendirilir.

26) Baal HaSulam, Şamati 36- İnsandaki Üç Beden

“Ve ekmeğini alnından akan terle yiyeceksin”. Çünkü, İnsan günah işlemeden önce yaşaması için ekmek yemek zorunda değildi. Bu şu demektir, insan geçimi için ışığı çekmek zorunda değildi. Ancak insan günah işledikten sonra yılanın bedenini aldı ve bu noktadan itibaren hayatı ekmek ve besine dayalı oldu. Her defasında ışıklar yeniden çekilmelidir, bu olmazsa iki beden besinsiz kalır ve ölür. Bu aslında yüce bir ıslahtır ve insanı diğer iki vücuttan kurtarır.

Dolayısıyla insan tüm gücüyle bu iki vücudu düşünmemeye çalışmalı (Belki de hocalarımız bu yüzden bir günahı düşünmeyi, işlemekten daha kötü olduğunu söylerler). Düşünce onların besinidir. İnsan onları düşündükçe onlara hayat verir. Dolayısıyla insan sadece iç bedenini düşünmeli, çünkü bu kutsal ruhu saran şaldır. Bu şu demektir, insan her zaman bedeninin ötesini düşünmelidir, demektir ki kendisi için değil ama başkasının iyiliği için yani kendi derisinin dışında olan kişi için. İnsanın derisinin dışında tutunabileceği bir kabuk yoktur, zira onlar sadece vücudun içindekilere tutunabilir ve bunlar vücuda aittir. Bu demektir ki vücudun kılıfından gelen her şeye hükmederler. O’nun sahibidir ve vücudunun kılıfında olmayan hiç bir şeye ise hâkimiyeti yoktur.

29) Baal HaSulam, 57. Mektup

Bu dünyada insanın kendini çaresizlikte görmesinden daha mutlu başka bir durum yoktur. Bu demektir ki, çabalamış ve yapabileceğini düşündüğü her şeyi yapmış fakat bir şifa bulamamıştır. Ancak ondan sonra O’nun yardımı için tüm kalbinden duaya gelir, çünkü şundan emindir ki, kendi çalışması ona yardım etmeyecek.

Kendinde biraz güç hissettiğinde, duası bütün olmaz, çünkü kötü eğilim gelir ve ona şöyle der, “Önce yapabileceğini yap, sonra Yaradan’a layık olursun.”

Bununla ilgili şöyle denir, “Yaradan yüksektir ve bayağı olan görür.” Kişi çalışma için çabalayıp, hayal kırıklığına uğradığında, herkesten daha aşağıda olduğunu bilerek gerçek bayağılığa gelir ve bedeniyle ilgili iyi hiçbir şey yoktur. Bu sırada duası bütün olur ve O’nun cömert elini tutar.

Şöyle yazar, “İsrail oğulları çalışma nedeniyle iç çekti….ve onların yakarışı yükseldi.” Bu böyledir çünkü bu sırada çalışmadan dolayı çaresizliğe gelirler. Bu delik bir kovaya su çekmeye çalışan birine benzer. Bütün gün su çeker ama susuzluğunu giderecek bir damla su bulamaz.

Mısır’daki İsrail oğulları da böyledir: Atalarımızın dediği gibi, inşa ettikleri her şeyi toprak yutar.

Benzer şekilde, O’nun sevgisiyle ödüllendirilen kişinin tüm çalışması sanki ertesi gün tamamen yanacakmış gibi ruhunu her gün arındırmaktır. Her gün ve her an yeniden başlamalıdır sanki tüm hayatı boyunca hiçbir şey yapmamış gibi.

Sonra, “İsrail oğulları çalışma nedeniyle iç çekti,” çünkü açık olarak görürler ki çalışmalarıyla ürettikleri hiçbir şey için uygun değiller. Bu nedenle, iç çekişleri ve duaları olması gerektiği gibi bütündür ve bu sebeple “Yakarışları yükseldi,” çünkü Yaradan duayı duyar ve O sadece kalpten gelen duayı bekler.

31) Baal HaSulam, Şamati 18 – Çalışmada, “Ruhum Gizlice Ağlayacak,” Nedir?

Gizlilik kişinin gücünü aştığında ve manevi yoldaki ilerleyişi tatsızlaştığında, kendi içerisinde sevgi ve korku hislerini göremez, kutsallığa yönelik bir yaklaşım yapamaz bir duruma geldiğinde, işte o zaman kişinin tek çaresi Yaratan’a dönüp kendisine merhamet göstersin, gözlerini ve kalbini örten perdeyi kaldırsın diye ağlamaktır.

Ağlamak meselesi çok önemlidir. Bilgelerimizin yazdığı üzere: “Tüm kapılar kilitlidir, gözyaşı kapıları hariç.” Dünyadakiler bunu sorgular: “Eğer gözyaşlarının kapıları kilitli değilse, diğer kapılara neden ihtiyaç vardır? Bu şöyledir denir: “Bu, kişinin arkadaşından çok ihtiyaç duyduğu bir şeyi istemesi gibidir. Ondan ricada bulunur ve her tarzda ona yalvarır, ancak arkadaşı talebine hiç kulak asmamaktadır. Kişi rica ve yalvarışlarının artık işe yaramadığını görünce, ağlayarak sesini yükseltir.”

Bununla ilgili şöyle denmiştir: “Tüm kapılar kilitlidir, gözyaşlarının kapıları hariç.” Peki, gözyaşı kapıları ne zamanlar kilitli değilmiş? Tüm diğer kapılar kesinlikle kapalı olduğu zaman. Ancak o zaman gözyaşı kapılarına yer vardır ve kişi onların kilitli olmadığını görecektir.

Ancak, dua kapıları açık olunca gözyaşı kapıları ve ağlayışa yer yoktur, yani gözyaşı kapıları kilitlidir. Peki, gözyaşı kapıları ne zaman kilitli değildir? Tüm diğer kapılar kesinlikle kapalı olduğu zaman, gözyaşı kapıları açıktır. Bunun nedeni kişinin hala dua ve yalvarmak gibi bir tesellisi olmasıdır.

“Ruhum gizlice ağlayacak,” yani kişi gizlilik koşuluna geldiği zaman, bu “Ruhum ağlayacak,” demektir. Çünkü kişinin başka hiç bir seçeneği kalmaz. Bu koşul aynı zamanda şu anlama gelir: “Edinebilmek için elinden ne gelirse tüm gücünle yap.”

33) Rabaş, Cilt 2, Makale 3 (1989), Gözyaşı Kapısı İle Diğer Kapılar Arasındaki Fark Nedir?

Kişi önce gerçekte neye ihtiyacı olduğunu bilmek için dua etmelidir. Böylece, yukarıdan lükse ihtiyacı olmadığı ona bildirilir ve Zohar’ın dediği üzere, “ona günahlarını bildir,” Yaradan ona günahlarını bildirir. O zaman kişi neye tövbe etmesi gerektiğini bilir, yani eksikliğini düzeltir. Bunu takiben kişi eğer neden günahkâr olduğunu bilirse, “günahkâra yaşarken ölü denir,” sözünde olduğu gibi, onu hayatın hayatından ayıran alma arzusunun kontrolü altına yerleştirilmiş olduğunu farkına vardığı zaman, bununla kapıya vurur ve tövbe etmek ister. Şöyle ki, yukarıdan ona yardım edilmesini ister ki böylece kendini-sevmekten çıksın ve tüm kalbiyle Yaradan’ı sevebilsin. Öyle ki, Yaradan’ı seveceği yerde kendisini sevdiği için kendinin günahkâr olduğunu hisseder.

Bunu takiben, onun kapıya vurmasından şunu anlarız, Yaradan’ın onu kendi kötülüğünden alıp O’nun yakınına getirmesi için yapması gerekeni yapar. Buna “gerçek gözyaşı,” denir. Bu açıklamamızın anlamı şöyledir, “Kapı kilitliyken bize kapıyı aç.” Şöyle ki tüm kapıların kilitli olduğunu görür ve kapıya vurmaya başlar. Böylece, kapıların kitli olduğu zaman, halen dua etmiş olduğu ve günahı ona bildirilmiş olduğunda, gerçek göz yaşları dökmeye başlar, yani o zaman gerçekten de Yahudi olmak ister. O zaman onun kapıya vuruşu göz yaşı olarak kabul görür ve bu “pişmanlık içinde kapıya vurana kapıyı açan,” sözünün anlamıdır.

34) Rabaş, 14. Mektup

Kişi üstesinden gelerek her şeyle ödüllendirildiğinde buna “kuvvet” denir ve kişinin ortaya koyduğu her bir kuvvet daha büyük miktarlara bağlanır. Bu demektir ki, kişi bir kez üstesinden geldiğinde ve yabancı düşüncelere, “Tecrübeyle biliyorum ki yakında çalışma için arzum olmayacak, öyleyse şimdi bunun üstesinden biraz gelirsem, ne elde ederim?” der. Ve buna küçük miktarların bir araya gelmesiyle büyük miktarların oluştuğu cevabını vermelidir.

Muhtemelen bu “Gözyaşı kapıları kapalı değil.” sözünün anlamıdır. Şaarei (kapılar) kelimesi Se’arot (saç ya da fırtınalar) kelimesinden gelir, bu üstesinden gelmedir. “Gözyaşları” “yırtma, kopma” kelimesinden gelir, yani burada diğer arzularla beraber bir karışım vardır ve bu arzuların tam ortasında sevgiye ve cennet korkusuna doğru üstesinden gelme arzunun kısa anı vardır. “…kapalı değil,” orada daha ziyade büyük miktarlara bağlanan o an vardır. Miktar tamamlandığında kişi manevi kıyafeti hissetmeye başlar.

Bu gözyaşının öneminin anlamıdır, yani kişi en aşağı aşamada olsa ve en temel arzulara sahip olsa bile, o yine de bunun üstesinden gelme gücüne sahiptir, yani kalpteki noktasından Yaradan’a özlem duyar ve yakarır, bu nedenle bu kuvvet çok önemlidir. Dolayısıyla, kişi sürgündeyken bile kalpteki noktası “Sürgündeki Kutsallık” denilen başka düşüncelerin hükmü altında olduğunda bile bir anlığına bunun üstesinden gelir ve Yaradan’ı kutsar. Tecrübeyle sonrasında tekrar düşeceğine emin olsa bile, yine de insanın gerçeği açıkça söylemesi çok önemlidir.

35) Baal HaSulam, Şamati 68- İnsanın Sefirot’la Bağlantısı

Kişi kendi düşüncelerini düzeltemez, ama ancak kalbini hedefe – doğrudan Yaratan’a doğru – yönlendirmelidir. Böylece tüm düşünceleri ve hareketleri doğal olarak Yaratan’ına memnuniyet ihsan etmek için olacaktır. Ve kalbini Keduşa’nın kalbi ve arzusu olacak şekilde ıslah ettiği zaman, bu kalp Üst Işık’ı almak için bir Kli (kap) olacaktır. Ve böylece Üst ışık bu kalpte parlayacak, kalp güçlenecek ve sürekli eklenecek ve tamamlanacaktır.

Şimdi bilgelerimizin şu sözlerini yorumlayabiliriz: “Eyleme yol açan öğrenim yücedir.” Bunun anlamı, eyleme yönelten Tora’nın ışığı yoluyla, çünkü onun içindeki ışık ıslah eder. Buna “eylem” denir. Bunun anlamı, Tora’nın ışığı kalpte yeni bir yapı inşa eder.

Böylece, yılan derisinden gelen daha önceki Guf ondan ayrılır ve kişi kutsal bir Guf ile ödüllenir. Yarı iyi, yarı kötü olan “Noga kabuğu” denen içsel Guf, tamamen iyi hale gelir ve şimdi NRN onun içindedir, bu yolla eylemlerini edinir, ekler ve tamamlar.

Yeni bir yapı ile ödüllenmeden önce, kalbini arındırmaya gayret etse de kalbi hala değişmeden kalır. Bu durumda, onun “O’nun sözünü yerine getiren” formda olduğu kabul edilir. Hatta bilmeliyiz ki çalışmanın başlangıcı özellikle “O’nun sözünü yerine getiren” formundadır.

Ama bu, tamam değildir, çünkü bu durumda düşüncelerini arındıramaz, kalbi Klipa’nın Guf’u olduğu için, çünkü günahkâr düşüncelerden kurtulamaz ve kişi ancak kalbindeki düşüncelerden düşünür. Daha doğrusu yalnız onun içindeki Işık onu ıslah eder. Ve bu defa ayrılan Guf onu terk eder ve içsel Guf yani yarı iyi, yarı kötü Noga kabuğu tamamen iyi olur. Bu durumda, Tora, kişiyi yeni bir yapı yapmak yoluyla harekete geçirir. Ve buna “eylem” denir.

37) Rabaş, Cilt 2, Makale 6, Çalışmada Mantık Ötesi Nedir? (1989)

Şu sözlerin anlamı budur, “İsrail kralı ve onun kurtarıcısı.” Bu şudur; bir kere “İsrail kralı,” denen cennetin krallığını üstlendiklerinde, onun kurtarıcısı olan Yaradan’a erişirler, yani yalnız Yaradan onları kötülüğün hükmünden kurtarır, kendi başlarına bunu yapacak güçleri yoktur.

“Ev sahiplerinin Efendisi,” sözünü bu yoldan yorumlamalıyız. Baal HaSulam’ın yorumuna göre bu sözün anlamı şöyledir; Tzevaot (ev sahipleri) iki kelimedir: Tze (git, dışarı çık) ve Ba (gel). Bu şudur, Tzava (ordu) savaş adamları. Bu insanlar her gün kötü eğilimle savaşa gidenlerdir. Onlara “ordu” denir. Bu nedenle kurtuluş ile ödüllendikleri zaman, yani kötü eğilimi yenip kötülüğün hükmünden çıktıkları zaman, bu çalışmalarındaki hal ve tutumları iniş ve çıkışlar yoluyladır, buna Tzevaot denir. Bunun anlamı şudur, bazen kendi kontrollerinden çıkarlar ve sonra tekrar kendi kontrollerine alırlar. Bu nedenle çıkış ve inişlere Tzevaot denir.

Çalışma sırasında kişi şöyle demeli, “Eğer ben kendim içim değilsem kim benim için?” Çalışma zamanında kişiler yükseliş ve inişleri kendilerinin yaptıklarını düşünürler, onlar savaşçılardır, onlara Tzava “yüce adamlar” denir. Daha sonra kurtarıldıklarında, Yaradan’ın ev sahibi (Tzevaot) olduğunu anlarlar, yani tüm o iniş ve çıkışları Yaradan yapmıştır.

Başka bir deyişle inişler Yaradan’dan gelir. Kişi nedensiz yere o kadar çok iniş ve çıkış almaz. Aksine Yaradan olanların hepsinin nedenidir. “Çıkış” sözünü Keduşa’dan çıkış ve “geliş” sözünü Keduşa’ya geliş olarak yorumlayabiliriz. Her şeyi Yaradan yapar. Bu nedenle kurtuluştan sonra, Yaradan “Ev sahiplerinin Efendisi” diye adlandırılır. Ve O kimdir? “İsrail kralı ve onun kurtarıcısıdır.”

39) Rabaş, Makale 13, Çalışmada “Kem Gözün Ekmeği” Ne Demektir?

Tüm çalışmamız, sürgünden yani “kendi için almaktan,” geri dönmektir ki böylece ihsan ederek Yaradan’ı memnun etmek için çalışabilelim. Yani Yaradan’a hizmet ettiğimizi ve Yaradan’ın yüceliğinden kaynaklanan sevgiyi hissetmek isteriz.

Aldığımız tüm keyfin Yaradan’ın hizmetinde olmaktan gelmesini isteriz, tek ödülümüzün bu olmasını isteriz. Bu hizmetin kendisinin ödül olduğunu hissetmek ve Yaradan’a hizmet etmekten daha büyük bir ödül olmadığını hissetmek isteriz.

40) Rabaş, Makale 15, Çalışmada, “Erdemli Günahkâr Tarafından Görünür Hale Getirilir,” Ne Demektir?

Genel halkın çalışması ödül almak içindir ve bireyin çalışması Yaradan hatırı içindir ve onların ödülü Kral’a hizmet edebilmektir. Yani onların tüm sevinci, onlara yakıt veren şey ihsan etmek için çalışabilmeleridir ve böylece Yaradan’ı memnun etsinler. Kral’ı över ve O’nun için çalışma düşüncesi ve isteği verdiği için O’na şükrederler, çalışmalarından dolayı başka bir ödül almayı istemezler.

Onlar ödül almak için şöyle derler; “Yaradan’ın yüceliğini hissetmek zorunda değiliz, Aksine, eğer Tora ve Mitzvot’u yerine getirirsek alacağımız ödülün büyüklüğünü ve önemini göz önüne almamız gerekir.” Ancak Yaradan onlarla aynı büyüklük ve önemde kalır, çalışmanın başında olduğu gibi.

Eğer niyetleri Yaradan’a memnuniyet ihsan etmek ise ve bu nedenle eğer çalışmalarını daha fazla arttırmak istiyorlarsa, Yaradan’ın yüceliğini arttırmaları gereklidir, zira yalnız Yaradan’ın yüceliği ölçüsünde O’nun önünde kendilerini iptal edebilirler ve yaptıkları işleri yalnız İlahi Gücün hatırına yapabilirler. Ve bu Kutsal Zohar’ın “Onun kocası kapılarda tanınır,” dizesi hakkında gibidir, yani her biri kendi “kalbinde biçtiği değere göre.” Bu nedenle, İlahi Güç hatırı için çalışanlar, çalışmaları için yakıt almak amacıyla, Yaradan’ın yüceliğine inanç edinmek için her gün çalışmak zorundadır, bu onları çalışmaya sevk eder. Ve çalışmalarından aldıkları keyif de budur.

41) Rabaş, Cilt 3, 42. Makale, Efendiye Mutlulukla Hizmet Et

Kutsal Zohar sorar: “Efendi kırık kalbe yakındır,” diye yazılmamış mı? Yaradan’a hizmet eden, yani niyeti ihsan etmek için olan kişi, mutluluk içinde olmalıdır, çünkü Yaradan’a hizmet etmektedir. Eğer kişi çalışma sırasında mutlu değilse bu onun Yaradan’ın yüceliğini takdir etmediğine işaret eder. Bu nedenle kişi, mutlu olmadığını hissederse, Yaradan’a dua etmeli; O’nun yüceliğini hissetmesi için, kalbini ve gözünü açması için.

Ve burada iki durum gelişir:

1) Kişi Kral’ın yüceliğini hissetmediğine hayıflanır.

2) Kişi mutlu olur, çünkü tüm hüznü manevi yoksunluktan gelmektedir; yoksunlukları alma arzusundan gelen diğer insanlar gibi değildir.

Ve kişi ona bu bilgiyi- maneviyat için endişe duyup hayıflanmayı- kimin verdiğini anlamalıdır. Ve bu, onu mutlu etmelidir, çünkü Yaradan ona manevi yoksunluk hakkında düşünceler yollamaktadır; buna “Efendinin kurtarışı,” denir ve bu nedenle de kişi mutlu olmalıdır.

42) Baal HaSulam, Şamati 19- “Manevi Çalışmada Yaradan Bedenlerden Nefret eder” Ne Demektir?

Kişi her zaman kendisini incelemelidir. Çalışmasının amacı, Yaradan’ın kişinin yapmış olduğu her eylemden hoşnut olmasıdır. Çünkü kişi, form eşitliğini istemektedir. Buna, ”Tüm eylemlerin, Yaradan için olacaktır” denir. Yani kişi her ne yaparsa, Yaradan’ın hoşnut olmasını ister. Yazıldığı gibi: “Onu yapana memnuniyet getirmek.”

Aynı zamanda, kişinin kendisini alma arzusuyla da idare etmesine ihtiyaç vardır. Ve ona der ki: “Karar verdim ki; hiçbir haz almak istemiyorum. Çünkü sen, zevk istiyorsun. Bunun sebebi, senin arzun yüzünden, Yaradan’dan ayrı kalmaya zorlanıyor olmam. Zira form eşitsizliği ayrılığa ve Yaradan’dan uzaklığa sebep olur.”

Kişinin ümidi olmalıdır; alma arzusunun hâkimiyetinden kurtulamadığı için, daima yükseliş ve düşüşler içerisindedir. Bu yüzden, kişi Yaradan’ı bekler; Yaradan tarafından gözlerinin açılmasıyla ödüllendirilmek ve üstesinden gelecek güce sahip olmak ve sadece Yaradan’ın yararına çalışmak için. Şöyle yazılır: “Yaradan’dan tek bir şey talep ettim; hep O’nun peşinde olayım”. Bu, Kutsal Şehina’dır (Kutsallık). Ve kişi talep eder (Psalm 27:4): “Ömrümün tüm günlerinde, Yaradan’ın evinde barınabileyim.”

43) Rabaş, Cilt 1, Makale 3 (1985), Gerçeğin Ve İnancın Anlamı

Bize mantık ötesi inanç yolu verilmiştir, yani hislerimizi ve aklımızı dikkate almayıp, şunu söylemeliyiz; “Onların gören gözleri yok. Onların duyan kulakları yok.” Daha ziyade inanmalıyız ki, Yaradan bizim için iyi olanı bilir. O, olduğum aşamamı hissetmemi ister ve ben kendimi nasıl hissettiğimle ilgilenmem, çünkü ihsan etmek için çalışmak isterim.

Dolayısıyla temel şey şudur ki, Yaradan için çalışmam gerek. Çalışmamda bütünlük olmadığını hissetmeme rağmen, yine de üst olanın Kabında, yani üst olanın perspektifinden ben kesinlikle bütünüm. Bu nedenle çalışmamdan—Kral’a en düşük seviyede hizmet etme ayrıcalığından—hoşnudum. En azından Yaradan’ın O’na birkaç derece yakınlaşmama izin vermesi benim için büyük bir ayrıcalık.

44) Baal HaSulam, Şamati 175- Ve Eğer Bu Yol Senin İçin Çok Uzunsa

“Parayı elinde sıkı tut.” Bunun anlamı şudur: Özlem duymak bile insanın elinde değildir, eğer onun için arzusu yoksa bir şey yapamaz. Yine de Kisufin için istek göstermelidir; isteme arzusu ya da belki de bağlanma (VeTzarta) arzusu, Ratzita (istenen) sözcüğünden gelir. Kişi bunun için istek göstermelidir, Yaradan’ı istemek, O’na özlem duymak için arzusunu göstermelidir; yani Cennet’in görkemini arttırmalı, O’nun gözüne girmek için O’na memnuniyet vermelidir.

Bir Zahav’ın (altın) anlayışı ve bir de Kesef’in (gümüş, para) anlayışı vardır. Kesef, genel olarak Kisufin’e (özlem) sahip olmak anlamına gelir. Ve Zahav (altın, “bunu ver” sözcüklerinden türemiştir) bu, kişinin tek bir şey istediği, pek çok şeye olan özlem ve arzusunun bu bir tek özlem içinde iptal olduğu anlamına gelir. Ve o sadece “bunu ver” der; yani Kutsallığı tozdan kaldırmak dışında başka hiçbir şey istemez. Tek arzusu budur.

Bundan dolayı, eğer kişi doğru arzusunun olmadığını görse bile yine de bu arzuyu elde etmek için eylem ve düşüncelerinde çaba göstermelidir. Ve buna “parayı elinde sıkı tut,” denir. Kişi bunun elinde olup olmadığını düşünmemelidir, bu önemli değildir. Aksine öküz (istemeye istemeye) veya koyun gibi yapmalıdır, çünkü yalnız bu yolla en yüce ışıklarla ödüllenecektir.

45) Baal HaSulam, Şamati 14 – Yaradan’ın Büyüklüğü Nedir?

Yaratan’ın Romemut’u (büyüklüğü, yüceliği) kişinin mantık ötesi gitmek için gücü Yaradan’dan istemesi gerektiği anlamına gelir. Bunun anlamı; Yaradan’ın büyüklüğünün iki yorumu vardır:

Bilgiyle dolmak değildir; bu kişinin sorularına cevap bulabildiği akıldır. Aksine kişi sorularını Yaradan’ın cevaplamasını ister. Buna Romemut denir, çünkü tüm bilgelik yukarıdan gelir, adamdan değil, yani bu kişi ancak kendi sorusunu cevaplayabilir anlamındadır.

Kişinin cevaplayabildiği herhangi bir şey, dış akılla cevaplanıyor sayılır. Bunun anlamı, Tora ve Mitzvot’u tutmanın değerli olduğunu alma arzusu anlıyor demektir. Ancak, eğer mantık ötesi kişiyi çalışmaya zorlarsa, buna “alma arzusunun fikrine karşı” denir.

Yaradan’ın büyüklüğü demek, kişinin dileklerinin kabul olması için Yaradan’a muhtaç hale gelmesi demektir. Bu nedenle;

Kişi mantık ötesi gitmeli. Böylece kişi boş olduğunu görür ve dolayısıyla Yaradan’a muhtaç hale gelir.

Sadece Yaradan, kişiye mantık ötesi gidebilme gücünü verebilir. Başka bir değişle, Yaradan’ın verdiği şeye “Yaradan’ın Romemut’u” denir.

46) Rabaş, Makale 29, Lişma ve Lo Lişma

İhsan etme yolunda yürümek isteyen birisi, şunu anlamalıdır; yukarıdan ona özel bir muamele yapılmıştır, önceki durumundan aşağı indirilmiştir ki böylece amacını, yani insandan isteneni, Yaradan’ın insana vermek istediğini gerçekleştirsin. Ancak yükseliş durumunda olduğunda, Tora ve Mitzvot’a karşı arzusu olduğunda, maneviyat hakkında endişe etmesine gerek yoktur. Bunun yerine, böyle mutlu olduğu için, tüm yaşamı boyunca bu halde kalacağını görür.

Anlaşılacağı üzere, aldığı iniş, kişinin kendi iyiliği içindir; yani, biraz bütünlüğe sahip olduğunu düşündüğü içinde, bulunduğu bu durumdan aşağıya indirilerek, özel bir muamele görmüştür. Bu, onun içinde bulunduğu bu durumda tüm yaşamı boyunca kalmaya razı olmasından da açıkça bellidir.

Fakat şimdi, maneviyattan uzak olduğunu görür ve şöyle düşünmeye başlar: ‘Gerçekte benden istenen nedir?’ Ne yapmalıyım? Erişmem gereken amaç nedir?’ Çalışmak için gücü olmadığını görür ve kendini ‘Cennetle, yeryüzü arasında’ bir durumda bulur. Öyle ki insanın güçlenmesine, yalnızca Yaradan yardım edebilir; kişi kendi başına, ölüme mahkûmdur.

Bunun hakkında şöyle söylenmiştir (Isaiah, 4:31): ‘Sadece Efendi’ye ümit bağlayan, yeniden güç kazanacaktır’. Bu, Yaradan’a ümit bağlayanlar anlamındadır. Yani dünyada, her seferinde, onlara yeniden güç kazandırarak yardım edecek, başka kimsenin olmadığını görenler demektir. Bunu takiben, bu iniş aslında yükseliştir, yani hissettikleri bu iniş, onların bir sonraki dereceye yükselmelerini sağlar, zira ‘Kli olmadan, ışık olmaz.’

47) Rabaş, 26. Mektup

Kişi Yaradan yolunda yürüdüğünde, ona yukarıdan pek çok uyanış verilir—duanın ortasında, Tora çalışırken ya da Mitzva yerine getirirken. Bu uyanış kalbe girer ve kişi kutsallığın ihtişamını ve tadını hissetmeye başlar.

Ancak, bilmelidir ki, bu bereket ona sadece eğilim ile savaşında yeni güç elde etmesi ve çalışmada daha çok ilerleyebilmesi için verilmiştir. Her sefer geçici bir mola, üst bereket verilir çünkü yukarıdan uyanış geldiği zaman kişi artık savaş olmayacağını düşünüp, kutsallığın güzelliğini ve dünyasal meselelerin bayağılığını hissetmeye başlar, ta ki yalnızca Yaradan için çalışana kadar.

Fakat kişi çalışmasını henüz bitirmediğinden, ona verilmiş olan uyanış ondan alınır ve güzellik ve ihtişamı sadece maddesel meselelerde hissettiği bir önceki aşamasına düşer. Bu sırada Tora ve Mitzvot’a uyanıştaki gibi arzu ve coşku için değil, zorunluluk nedeniyle bağlanır.

Uyanış Hanuka mumudur. Dolayısıyla eğer akıllıysa gerçek bütünlükle ödüllendirilmek için yukarıdan yardım alana kadar çabalamalıdır.

49) Baal HaSulam, Şamati 42 – Çalışmada ELUL Kısaltması Nedir?

Çünkü ihsan etmek için çalışmak isteyenler Kral’ın salonuna kabul edilirler. Ve kişi ihsan etmek için çalıştığı zaman, çalışma sırasında ne hissettiğine aldırmaz.

Aksine, siyah şekiller gördüğü durumda bile, bundan etkilenmez, tüm engellerin üstesinden gelebilmek için Yaradan’ın ona güç vermesini ister. Yani kişi Yaradan’dan beyaz şekiller vermesini değil, tüm sırların üstesinden gelmek için güç vermesini diler.

Böylece, bu insanların, ihsan etmek için çalışmak isteyenler için, her zaman beyazlık durumu var gibidir ve bu beyazlık onların çalışmasına imkân sağlar. Çünkü beyaz parladığı için, kişi kendi için alma formu içinde bile çalışmaya devam edebilir.

Çünkü eğer her zaman beyazlık durumu olsaydı ve bu beyazlık onun çalışmasına imkân verseydi kişi asla çalışmasının saf ve temiz olup olmadığını bilemezdi. Ve bu kişinin asla Yaradan ile Dvekut (bir olmak, bağlanmak) ödüllenememesine neden olurdu. Bu nedenle kişiye yukarıdan siyahlık verilir, böylece çalışmasının saflık ve temizliğini görsün diye.

Başka bir deyişle, eğer siyahlık durumunda da kişi memnuniyet içinde ise, bu kişinin çalışmasının saf ve temiz olduğunun işaretidir, çünkü kişi kendisine yukarıdan ihsan etmek için çalışabilme fırsatı verildiğine inanır ve mutlu olur.

50) Rabaş, Makale 195, Din Niteliğinin Rahamin Niteliği İle Birleşip Bütünleşmesine Dair

Din niteliği Rahamim ile bütünleşerek aşağıdaki Mohin’e uygun hale gelir ve yukarıdakinin AHP’ı aşağıdakine iner.

Çalışmanın temeli, seçmek, yani Lişma Behina’sı ile bir olmaya erişmek için hayatı seçmektir. Ve bununla kişi Hayatın Hayatı ile bir olmaya erişir. Ve ilahi yönetim açık olduğu zaman seçim yapmaya yer yoktur, bu nedenle yukarıdaki Din niteliğinde olan Malhut’u Enayim’e (gözlere) yükseltir ve böylece gizleme yapılmış olur. Yani aşağıdaki yukarısı için bir eksiklik hisseder, yukarıdaki Gadlut’da olmadığı için.

Daha sonra yukarıdakinin nitelikleri aşağıdakininki ile yerleşir, yani eksiklik kalmaz. Bunu takiben, bu kaplar aşağıdaki ile eşitliğe erişir, yani aşağıdaki için geçim kaynağı olmadığı gibi yukarıdaki için de geçim kaynağı yoktur, bu nedenle kişi Tora ve Mitzvot’u tatmak zorundadır, çünkü geçimleri (rızıkları) yoktur.

Ve böylece seçim yapmaya yer olur, yani aşağıdaki şunu söylemelidir; hissettiği tüm bu gizlilik, yukarıdakinin, aşağıdakinin hatırına kendini kısıtlaması yüzündendir. Ve buna “İsrail sürgüne gitti, kutsallık da onlarla sürgüne gitti” denir ve hangi lezzeti tadarsa onu söyler, yani o hayatın tadını alacak nitelikte değildir, onun fikrine göre gerçekte geçimi (rızkı) yoktur.

Eğer kişi bunun üstesinden gelirse, bu besinlerde tattığı acı tadın, kendisinin bu bolluğu almaya uygun kapları olmadığı için böyle olduğunu söyler, zira kapları ihsan etme kabı değil, alma kabıdır. O vakit, yukarıdakinin kendini gizlemesine esef eder ve bununla aşağıdakinin Laşon Hara (iftira) için yeri vardır, bu aşağıdakinin MAN’ı yükseltme Behina’sıdır. Böylece yukarıdaki AHP’ını yükseltir. Bu yükseltme meselesi şudur; Yukarıdaki aşağıdakine, aşağıdakinin ifşa edebileceği AHP kapları içinde, övgü ve sevinci gösterir. Bu durumda, aşağıdaki bakımından, Galgalta ve Enayim’e yükselmiş olur, aşağıdaki yukarıdakinin erdemini görür. Böylece aşağıdaki yukarıdakinin AHP’ı ile birlikte yükselir.

51) Baal HaSulam, Şamati 47- O’nun Yüceliğini Bulduğun Yerde

“O’nun yüceliğini bulduğun yerde, O’nun alçakgönüllülüğünü bulursun.” Bunun anlamı şudur; daima Dvekut (bağlılık, birlik) içinde olan kişi, Yaradan’ın kendini alçalttığını görür, yani Yaradan alçak yerlerde bulunur.

Kişi ne yapacağını bilmez ve bu nedenle “yüksekte tahta çıkan, aşağısını, göğü ve yeri aşağı görür,” diye yazılmıştır. Kişi Yaradan’ın yüceliğini görür ve böylece “aşağısını aşağı görür,” yani kişi göğü yere indirir. Buna verilen tavsiye şudur; bu arzu, Yaradan’dan mı diye düşün, bundan daha yüce bir şeyimiz yoktur. Yazıldığı üzere: “Yoksulu bataklık çukurundan çıkarıp kaldırdı.”

Önce, kişi bir arzusu olduğunu görmeli. Eğer görmezse, bunun için, neden yok diye dua etmeli. Kişinin arzusunun olmamasının nedeni farkındalık eksikliğidir.

Bundan dolayı her Mitzva’da (emirde) kişi dua etmelidir, neden farkındalığı yok, neden Mitzva’yı bütünlük içinde yerine getirmiyor diye. Başka bir deyişle, alma arzusu öyle bir örter ki kişi hakikati göremez.

Eğer böylesine alçak bir durumda olduğunu görürse, kişi kesinlikle bu durumda olmayı istemeyecektir. Bunun yerine, tövbeye gelene kadar her an çalışmasında gayret gösterecektir. Yazıldığı üzere: “Mezara kadar aşağıya indirdi; yukarıya çıkardı.”

Bunun anlamı; Yaradan, günahkârın tövbe etmesini isterse, cehennemi ona öyle bir aşağılık yapar ki, günahkârın kendisi öyle olmayı istemez. Bu nedenle kişinin, Yaradan ona Tora ışığı vererek gerçeği göstersin diye yalvarıp dua etmesi gerekir.

52) Rabaş, Makale 71, Sürgün Hakkında

“İsrail sürgüne gittiğinde Şehina da onlarla sürgüne gitti,” sözünün anlamı şudur, eğer kişi düşüş durumundaysa maneviyatı da düşüş durumundadır. “Bir Mitzva bir diğer Mitzva’ya neden olur,” kuralına göre, kişi neden düşüş durumuna gelir? Cevap: Çünkü, sürgünde olduğunu hissetmesi için, ona yukarıdan bir düşüş durumu verilmiştir, böylece kişi, sürgünden geri alınması için merhamet diler, buna tövbe etmek denir ve eğer öncesinde sürgün yoksa tövbe de yoktur.

Sürgün nedir? Kişinin alma arzusunun kontrolünde olması ve cennet hatırına çalışamaması demektir. Ve ne zaman “kendi-sevgisine” sürgün denir? Yalnızca kişi onun kontrolünden çıkmak istediği ve cennetin hatırı için hiçbir şey yapamadığı için ızdırap çektiği zaman.

Buna göre, kişi çalışmaya başladığı zaman, derhal bunda bir keyif ve ödül vardır, zira bedenin razı geldiği budur ama daha sonrasında kişi “cennet hatırı için” koşulu ile ödüllendiği zaman, “Bir Mitzva bir diğer Mitzva’ya neden olduğu,” için kişi sürgünden geri alınmayı talep etmelidir. Kişi sürgünden kaçabilir. Peki, şimdi sürgünden nasıl kaçacak? Çalışmasında başarılı olamadığını söyleyerek. Ve sonra ne yapmalıdır? Kendini öldürmelidir, yani çalışmayı bırakıp maddesel hayatına geri dönerek, bu, “günahkârlara yaşarken ölü denir,” anlayışıdır.

Anlaşılan şudur ki, tövbe etmek yerine sürgünden kaçamakla kendini öldürür. Yazıldığı üzere, “Yaradan’ın yolu dosdoğrudur, erdemli orada yürür, günahkâr orada düşer.” Ve kişi mantık ötesinde yürümelidir.

Maneviyatta düşüş demek şimdi kişinin inancı yok demek değildir aksine kişi daha çok çaba göstermelidir, zira daha önceki inancı şimdi bu çalışma ile karşılaştırıldığında düşüşte gibidir.

53) Baal HaSulam, Şamati 83- Sağ Vav ve Sol Vav İle İlgili

İçinde bulunduğu herhangi bir aşamada kişi hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı ve her şeyi mantık ötesi yerine getirdiğinden, Yaradan’ın hizmetkârı olabilir. Öyle görünüyor ki, kişinin onun vasıtasıyla Yaradan’ın hizmetkârı olacağı bir Mohin’e ihtiyacı yoktur.

Şimdi şu yazılanı anlayabiliriz, “düşmanlarıma karşı benim önüme bir sofra kur.” Yazıldığı üzere sofra şöyledir: “Onu evinden gönderdi ve o onun evinden çıktı ve gitti.” Bir Şulhan (sofra) Ve Şlaha (onu gönderdi) gibidir, yani çalışmadan çıkmak.

Çalışmadan çıkma sırasında, yani düşüş aşamasında bile, kişinin çalışma yeri olduğunu anlamalıyız. Bu demektir ki, kişi düşüşler sırasında mantık ötesine razı geldiğinde ve düşüşlerin ona Yukarıdan verildiğine inandığında, düşmanları bile iptal olur. Bu böyledir, çünkü düşmanları düşünür ki düşüşler vasıtasıyla kişi en alta düşecek ve mücadeleyi bırakacak, oysa sonunda bunun tersi olur, düşmanlar iptal olur.

“Tanrı’nın önündeki sofra” sözünün anlamı budur, ancak bu şekilde kişi Yaradan’ın yüzünü edinir. Ve kişi Cennet Krallığının yükünü her zaman üzerine aldığından, tüm yargılara, en büyüklerine bile boyun eğdirmenin anlamı budur. Bu demektir ki, onun daima çalışmak için yeri vardır, Rabi Şimon Bar Yohay’ın dediği gibi, “Sen’den saklanacak bir yer yok.”

54) Baal HaSulam, Şamati 191- Düşüş Zamanı

Çalışmanın başından düşüş zamanına kadar yapılan tüm çalışmalar ve çabalar kaybolduğu için düşüş zamanını tasvir etmek zordur. Yaradan’ın hizmetinde olmanın tadını hiç tatmamış olanlara bu, kendi dışındaymış, yani bu yalnız o yüksek kademelerde olurmuş gibi görünür. Ancak sıradan insanların Yaradan’a hizmet etmekle hiçbir bağlantıları yoktur, onlar yalnız dünyevi şeyleri elde etmek için özlem duyarlar, bu dünyanın akışı içinde, tüm dünyayı bu arzu ile aşındırırlar.

Ancak, onların bu duruma nasıl geldiklerini anlamamız lazım. Nihayetinde kişinin rızası olsa da olmasa da Yaradan’ın cennetinde ve yeryüzünde hiçbir değişiklik yoktur; O daima “iyidir ve iyilik yapar,” şeklinde davranır. O zaman, bu durumdan ortaya çıkan nedir?

O’nun yüceliğini duyurma gereği ortaya çıkar diyebiliriz. Kişinin, O’nu istemiyormuş gibi davranması gerekmez. Aksine, kişi kendisi ve Yaradan arasındaki mesafenin farkına vararak, O’nun haşmetinden korkar şekilde davranmalıdır. Bunu yüzeysel bir akılla anlamak ve de Yaradan ve yaratılış ile bağlantı kurmak zordur.

Ve düşüş zamanında kişi, Dvekut (tek ve bir olma) yoluyla, Yaradan’a bağlanmanın ve O’na ait olmanın imkânsız olduğunu hisseder. Çünkü K

56) Rabaş, 65. Mektup

Bir kez tam iptale karar verdiğinde, Yaradan’dan bunu başarması için yardım ister. Bu demektir ki, aklı ve arzusu Yaradan önünde iptal olmaya hemfikir olmasa da, Yaradan’a O’nun önünde iptal olmak için dua etmelidir. Buna “tam dua” denir, yani kendisi için bir şey istemeden Yaradan’ın ona tam bir arzu vermesini ister ve daima erdemlik içinde kalmak için Yaradan’a yakarır.

58) Baal HaSulam, Şamati 122 – Şulhan Aruh’ta Yazılanların Anlaşılması

Kişi, “bizi hayata kaydet” duasını yakardığında; “hayat” “hayatın hayatı” anlamına gelir ve özellikle, bununla tamamen ihsan etme formunda çalıştığında, kişinin tüm kendine haz verme düşünceleri iptal olur. Böylece kişi söylediği şeyi hissetmeye başlar, söylediği duanın kabul edilmemesinden kalbi korkabilir; onun kendisi için hiçbir arzusu kalmaması işte budur.

Ve kendine haz vermekle ilgili bir durum ortaya çıkar; burada kişi bu dünyanın tüm zevklerinden, bütün insanlardan, arkadaşlarından, ailesinden, maldan mülkten vazgeçmiş gibi görünür ve orada vahşi hayvanlardan başka bir şey olmayan çöle çekilir, hiç kimsenin onu tanımadığı ve varlığını bilmediği bir yere. Ona tüm dünyasını birden kaybediyormuş gibi gelir, hayat ve canlılık dolu bir dünyayı kaybettiğini hisseder ve bu dünyadan ölüp gitmeyi üstlenir. Bu görünümü deneyimlediğinde sanki intihar ediyormuş gibi hisseder.

Bazen, bu durumunu kafasında canlandırması için Sitra Ahra, tüm karanlık renklerle ona yardım eder. Sonra beden bu duayı reddeder, böyle bir durumda, kendisi bu duanın kabul edilmesini istemediği için kişinin duası kabul edilemez.

Bu sebeple de duaya hazırlık yapması, sözü ve kalbi birmiş gibi kişinin kendisini duaya alıştırması zorunludur. Alışkanlık yoluyla kalp rıza göstermeye gelebilecek, böylece almanın ayrılık demek olduğunu anlayacaktır ve en önemlisi Hayatın Hayatı -yani ihsan etmek- ile bir olmaktır.

Kişi her zaman Malhut’daki çalışmasını derinleştirmek zorundadır ki buna “yazmak” denir ve “mürekkep” ve “siyahlık” olarak kabul edilir. Bu, kişi çalışmasını her zaman Libni ve Şimey formunda tutmak istemeli anlamına gelir. Yani Torah ve Mitzvot’a sadece beyazlık zamanında değil, şartsız ve koşulsuz bağlı kalır. Beyaz ya da siyah, ne gelirse gelsin, onun için her zaman aynı olacaktır; Torah ve Mitzvot emirlerine bağlı kalacaktır.

59) Rabaş, Cilt 1, Makale 19, Firavun’a Gel 1

“Firavun’a gel” sözüne dikkatimizi vermeliyiz ve olabilecek en kötü durumda bile inanmalı ve mücadeleden kaçmamalı ve ister büyük bir yardıma, isterse az bir yardıma ihtiyaç duysun, Yaradan’ın insana yardım edebileceğine güvenmeliyiz.

Gerçekten de diğer insanlardan daha kötü olduğu için Yaradan’ın ona çok yardım etmesi gerektiğini anlayan kişi, duasının kabul edilmesi için uygun kişidir. Yazıldığı üzere, “Efendi kalbi kırık olana yakındır ve yıkılmış bir ruh halinde olanı kurtarır.”

Bu nedenle kişi Yaradan’ın onu yakınına alması için uygun olmadığını söylememelidir, bu çalışmasına boş vermesine neden olur. Bunun yerine kişi her zaman üstesinden gelmeli ve ümitsiz düşüncelerin aklına girmesine izin vermemelidir. Bilgelerimizin dediği üzere; “Keskin bir kılıç boynuna yerleştirildiği zaman bile kişi kendisini merhametten esirgememelidir” ve gene yazıldığı üzere; “O beni katletse bile O’ndan ümidimi kesmeyeceğim.”

“Keskin bir kılıcın boynuna yerleştirilmesi” sözünü yorumlamalıyız; kişinin “kendi-sevgisi” denen günahı ensesine yerleştirilmiş ve ona, onun hükmü altında kalmanın imkânsız olduğunu göstererek, onu Keduşa’dan ayırsa bile, kişi gene de gördüğü resmin gerçek olduğunu söylemelidir.

Ancak “kişi kendisini merhametten esirgememelidir,” o zaman da Yaradan’ın ona merhamet edeceğine, yani ona ihsan etme niteliğini verebileceğine inanmalıdır. Şu gerçektir ki kişi kendi için alma koşulunun hükmünden kendi başına çıkamaz. Ancak Yaradan bakımından, Yaradan kişiye yardım ettiği zaman, tabi ki O kişiyi bundan çıkarabilir. Bu, şu yazılanın anlamıdır; “Ben Efendinim, senin Tanrınım, senin Tanrın olmak için seni Mısır topraklarından çıkardım.”

60) Baal HaSulam, Şamati 70- Güçlü Bir El ve Taşkın Bir Gazapla

Sadakatle O’na tutunmak ve Kral’ın sarayına girmek için Yaradan’ın hizmetine girmek isteyenlerin hepsinin kabul edilmediğini bilmemiz gerek. Aksine kişi sınanır; eğer başka hiçbir arzusu yoksa ve yalnız Dvekut (bir olmak, bağlanmak) istiyorsa kişi kabul edilir.

Peki, kişinin yalnız tek bir arzusu olduğu nasıl sınanır? Kişiye engeller verilir. Bu demektir ki; böylece bu yolu bıraksın ve ayaktakımının yolunu izlesin diye kişiye yabancı düşünceler yollanır.

Eğer kişi tüm bu güçlüklerin üstesinden gelirse ve onu engelleyen tüm bariyerleri kırarsa ve küçük şeyler onu yoldan ayırmazsa o zaman, başka bir şeye değil ama yalnız O’na bağlanmasının kabul edilmesini geri çevirmek için Yaradan ona büyük bir Klipot ve arabalar yollar. Bu, Yaradan onu güçlü bir elle reddediyor demektir.

Eğer Yaradan güçlü elini göstermezse, onu geri çevirmek zor olur zira onun, başka bir şeye değil ama yalnız Yaradan’a bağlanmak için güçlü bir arzusu vardır.

Ancak Yaradan, arzusu o kadar güçlü olmayan birisini geri çevirmek istediği zaman, onu küçük bir şeyle yoldan ayırır. Dünyevi şeyler için büyük bir arzu verir, böylece kişi kutsal çalışmayı tamamen bırakır ve güçlü bir elle geri itilmesine gerek kalmaz.

Ancak zorlukların ve engellerin üstesinden gelen birisi kolayca değil ama ancak güçlü bir elle geri çevrilir. Eğer kişi güçlü elin bile üstesinden gelirse ve ne olursa olsun Keduşa’nın yerinden uzaklaşmak istemezse ve gerçekten yalnız O’na tutunmak isterse ve geri çevrildiğini görür ise o zaman kişi gazaba uğradığını söyler. Yoksa içeriye alınmış olacaktı. Ama Yaradan’ın gazabına uğramış olduğu için içeriye, Kral’ın sarayına kabul edilmemiştir, gerçekten O’nun ile bir olmak, O’na bağlanmak için.

Böylece, kendi yerinden ayrılmayıp içeriye girmek istemesinden ve zorla içeriye girmesinden önce, bu kişinin gazaba uğradığı söylenemez. Aksine tüm reddedilmeler ve tüm geri çevrilmelerden sonra, hala kendi yerinden ayrılmadığı zaman, yani güçlü bir el ve taşkın bir gazap ona ifşa olduğu zaman, ancak bundan sonra “, sizin üzerinizde Kral olacağım.” Çünkü ancak büyük bir hamle ve büyük bir çaba ile Cennetin Krallığı ona ifşa olur ve o Kral’ın sarayına kabul edilir.

62) Rabaş, Makale 34, Çalışmada, Onların Meyvelerini Bu dünyada Yemek ve Depozitinin Sonraki Dünyaya Kalması, Nedir?

Çalışmanın doğası gereği kişi istediğini almanın zorluğunu gördüğü zaman, çalışmadan kaçar, şöyle der: İnanıyorum ki Yaradan’ın ihsan etmeyi bahşedeceği insanlar vardır ve onlar benden daha yeteneklidirler. Ancak onun gibi diğerlerinden daha kötü özellikli olan birisinin bu ödülü alma şansı yoktur. Böylece kişi mücadeleden kaçar ve genelin çalışmasına girer. Yalnızca, bu mücadeleden kaçmak isteyen ama gidecek başka bir yerleri olmayanlar zira başka hiçbir şeyde tatmin bulamayanlar, işte bu kişiler çalışmadan ayrılmazlar. Çıkışları ve inişleri olmasına rağmen ümitsizliğe düşmezler. Yazıldığı üzere, İsrail çocukları çalışmaktan iç çektiler, yüksek sesle ağladılar ve onların yakarışı Yaradan’a yükseldi. Bunun anlamı şudur; Çalışma yüzünden ağlayıp yakardılar, çünkü çalışmada Yaradan’ı memnuniyet ihsan edebilecek ve Mısır’dan çıkacak yani “alma arzusunun kontrolünden çıkıp ihsan etmeye girecek” kadar ilerlemediler.

 

 

 

 

 

 

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,144