e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Yaradan’ın Çalışmasında Genel ve Birey Arasındaki Fark Nedir?

Yaradan’ın Çalışmasında Genel ve Birey Arasındaki Fark Nedir?

Madde No 33, 1988

Bilgelerimiz şöyle yazdı (Makot 24), “Habakkuk geldi ve onları birbirinin üzerine kurdu: Dendiği gibi, ‘Erdemli inancı ile yaşar.’” Bunun anlamı, tüm Tora ve Mitzvot’a [emirler/ iyi işler] uymamız gerektiğidir, inanç bu unsura ulaşmak içindir. Yani insandan bütünlüğe ulaşması için istenen şey, Yaradan’a inanmaktır. Bu, inanca ulaştığında tam bir insan olduğu, anlamına gelir.

Bu konuyu anlamalıyız. Kişinin yaratılışın ıslahıyla uğraşması gerekli bir meseledir, çünkü insan kendisi için alma isteği doğası ile yaratılmıştır ve bu Yaradan’la form zıtlığıdır, çünkü Yaradan, verendir ve bu form eşitsizliği ile insan Yaradan’dan ayrılır, o halde halen Yaradan’dan ayrılmışsa, inanç sahibi olmak ona nasıl yardımcı olur? Ayrıca, neden “Habakkuk geldi ve onları birbirinin üzerine kurdu: Ve ‘Erdemli inancı ile yaşar,’ dediler? Bu, kişinin inancı varsa bütünlüğe sahip olduğu anlamına gelir.

Cevap, burada önemli bir konu olduğunu bilmemiz gerektiğidir, bu çok dikkat gerektiren önemli bir konudur, öyle ki bunu insanın tam bir inançla ödüllendirilebileceği kapı olarak kabul edebiliriz. Aksi takdirde, kişinin yalnızca kısmi bir inancı olacaktır. “On Sefirot’un Çalışmasına Giriş” te (Madde 14) yazılmıştır: “Daha Doğrusu, bu kısmi inançtır. Böylece birinci kişi kendini Yaradan’a olan inancının ölçüsüne göre Tora’yı uygulamak ve çalışmak için günde sadece bir saat ayırır. … Üçüncü kişi tek bir anı bile ihmal etmiyor. … Bu durumda yalnızca sonuncusunun inancı bütündür.” Kişinin tam bir inançla ödüllendirilmesi için, önce kendini sevmekten çıkması gerekir, aksi takdirde ona tam bir inanç verilemez. Aksi takdirde, tam bir inanca sahip olma imkânı yukarıdan ona verilmeyecektir.

Ancak bu, insanın yararı içindir. Sulam’da (“Zohar Kitabına Giriş” [Sulam (Merdiven) Yorumu ile], Madde 138) ‘de yazıldığı gibi: “Yaratılanın Yaradan’dan ifşa olmuş bir kötülük alamayacağı bir yasadır, çünkü bu, Yaradan’ın ihtişamına kusur bulmaktır çünkü yaratılan, Tam Operatör’e yakışmadığı halde, kişi O’nu kötü olarak algılar. Bu nedenle, kişi kendini kötü hissettiğinde, onun üzerine, Yaradan’ın rehberliğini inkâr etmek düşer ve Operatör ondan gizlenir. ”

Bu nedenle, kişi Yaradan’dan haz ve keyif almadan önce inanca ulaşamaz. Haz ve keyfin verilebilmesi için yerine getirilmesi gereken koşul ihsan etme kaplarıdır. Alım kaplarında, onları kullanmamak için bir ıslah vardır, çünkü onlar tarafından, aralarındaki form eşitsizliği nedeniyle kişi Yaradan’dan uzaklaşmıştır. Buna göre inançtan önce, kişi Kelim’in, [kapların] “yaratılışın ıslahı” olarak adlandırılan ıslahı ile ödüllendirilmelidir.

Baal HaSulam’ın orada yazdığı gibi: “Bu dünyada, ıslahtan öncesi ve ıslahın sonu arasındaki tüm farkın bu olduğunu bilin. Islahın sonundan önce, Malhut’a “iyiliğin ve kötülüğün ağacı” denir, çünkü Malhut, Yaradan’ın bu dünyadaki rehberliğidir. Alanlar tamamlanmadığı sürece, Yaratılış düşüncesinde bizim lehimize düşündüğü O’nun iyiliğini alabilmeleri için tamamlanmadıkça, (yani alma kaplarımız ihsan etmek için çalışmak üzere düzeltilmemişken,) O bize haz ve keyif veremez çünkü hepsi Klipot’a [kabuklar] gidecektir. Rehberlik iyi ve kötü, ödül ve ceza biçiminde olmalıdır. Böyledir, çünkü alma kaplarımız, niteliği açısından çok kısıtlayıcı olan ve aynı zamanda bizi Yaradan’dan ayıran kendi kendine alma ile hala lekelidir. Bu nedenle, O’nun bizim için düşündüğü, büyük ölçüdeki, tam fayda yoktur. ”

Buna göre gerçekten de inanç olan bu unsurun en önemli şey olduğunu görüyoruz. Sorarız, “İhsan etme kaplarını elde etme” denilen yaratılışın ıslahına da ihtiyacımız olduğuna göre, inancın bütünlük olduğu nasıl söylenebilir? Aksi takdirde, form eşitsizliği nedeniyle bolluk alttakilere gelemez. Cevabı, ihsan etme kapları elde etmek için genel olarak Tora ve Mitzvot’a uymamız gereklidir. Bilgelerimizin dediği gibi, “Kötü eğilimi ben yarattım; Tora’yı şifa olarak yarattım, çünkü içindeki ışık onu yeniden biçimlendirir. ”

Buna göre, çalışma sırasındaki ilk izlenimin, “kendisi için alma arzusu” olarak adlandırılan kötülüğü yeniden biçimlendirmek, yani her şeyi ihsan etmek için kullanma gücüne sahip olmaktır. Ancak burada, alma arzusunun “kötü” olarak adlandırıldığını öğrenebilmek için Tora ve Mitzvot’a ihtiyacımız olduğunu fark etmeliyiz. Alanın “kötü” olarak adlandırıldığını anlamadan önce kişi onu nasıl düzeltilebilir? Daha önceki makalelerde söylediğimiz gibi, bilgelerimiz şöyle der, “Tora’ya neden Tushia [cesaret / beceriklilik] denir? Çünkü Mateshet, insanın gücünü tüketir.” Biz sorduk ama onlar, “Başı ağrıyorsa Tora’yla uğraşsınlar, karnı ağrıyorsa, uğraşsınlar, zira o tüm bedenine şifadır,” dediler (Iruvin 54).

Baal HaSulam’ın söylediği gibi, Tora’ya “iksir” denir. Yani bazen yaşam iksiri, bazen de ölüm iksiridir. Tıbbi bir iksirin hastaları iyileştirdiğini söyledi. Ama eğer sağlıklı bir insan tıbbi bir iksir alırsa hastalanır. Yani Tora ihtiyacı olan kişiye geldiğinde onu iyileştirebilir. Buna göre kişinin hasta olduğunu görmek için önce Tora’yı öğrenmesi gerektiğini anlamalıyız.

Bu yüzden Tora’nın kişinin gücünü tükettiğini söylediler. Yani, Tora aracılığıyla, içindeki “adamın” zayıf olduğunu ve üstesinden gelmek için hiçbir gücü olmadığını görebilir. O zaman maneviyatta hasta olduğunu görür. Tora aracılığıyla, Zohar’ın “Ya da günahını ona bildir” ayeti hakkında söylediği gibi, kötülüğün tanınmasına gelir, yani Tora ona günah işlediğini bildirir.

Eğer Tora ona haber vermezse, kişi kendisi ile Yaradan arasındaki form farklılığından dolayı kendisi için almanın “kötü” olarak adlandırıldığını bilemez veya hissedemez. Form eşitsizliğinin ayrılığa neden olduğunu bilmek, Tora aracılığıyla yukarıdan gelmek zorundadır. Bu nedenle, sıranın şu olduğunu söylemeliyiz: 1) kişi kötülüğün tanınması için Tora ve Mitzvot’u yerine getiriyor ve 2) Tora ve Mitzvot’u yerine getiriyor çünkü “içindeki ışık onu yeniden şekillendiriyor.” Bu, formun denkliği olarak kabul edilen “ihsan etme arzusu” denilen gücü yukarıdan aldığı zamandır. 3) “Habakkuk geldi ve onları birin üzerine kurdu: ‘Erdemli inancı ile yaşar.’” Bunun sonucu olarak, Tora ve Mitzvot’ta yaptığımız her şey genel olarak, bu unsuru, inancı elde etmek içindir. O zaman kişi tam bir inanç alabilir. Buna göre, tüm çalışma sadece bunu başarmak içindir.

Ancak, yukarıdaki bu üç anlayıştan önce, İsrail’in tamamı için geçerli olan bir anlayış vardır. Bu, kişinin Tora ve Mitzvot eğitimine başladığında ilk izlenimdir: Bu şöyledir, tüm dünya, Tora ve Mitzvot’a hangi amaçla uymaları gerektiğini bilmelidir; ödül almak için. Ve eğer uymazlarsa, azap çekerler. Maimonides’in dediği gibi genel düzen şudur, “Çocuklara, kadınlara ve eğitimsiz insanlara öğretirken, onlara yalnızca korkudan ve ödül almak için çalışmaları öğretilir. Bilgi ve bilgelik kazanana kadar bu sır yavaş yavaş öğretilir.” (Maimonides, Hilhot Teşuva, Bölüm 10).

Buna göre çalışmanın sırası şöyledir; 1) tüm İsrail’e, kendini sevme niyetiyle tüm detayları ve incelikleriyle Tora ve Mitzvot’u gözlemlemeleri öğretilir. Lişma’da [Onun uğruna] ihsan etmek için çalışmaları gerektiği öğretilmemelidir. Aksine, yalnızca kendi çıkarları için almak için çabalamalı ve çalışmalıdırlar.

Kendini-sevmek için çalışmanın, Tora ve Mitzvot’u yerine getirerek sonraki dünya ile ödüllendirilmek anlamına geldiğini bilmeliyiz. Eğer bu kişi kendi çıkarına çalışmak için gerçek bir enerjisi varsa, her şeyi yapmaya hazır olacaktır. Yani, eğer enerjikse ve bir sonraki dünya ile ödüllendirilmek istiyorsa, kişi mantık ötesinde, nedenini anlayamadığı işleri yapmaya istekli olacaktır. Yazıldığı gibi (Tesniye 12:30), “Dikkat edin, ‘Bu milletler tanrılarına nasıl hizmet ediyorlarsa, ben de aynısını yapabilirim,’ diyerek onların tanrılarının peşine düşmeyin. Bunu yapmayacaksınız, çünkü onlar ateşte oğullarını ve kızlarını bile tanrılarına yakarlar.”

RAŞİ bilgelerimizin yorumunu getiriyor: “Babaları ve anneleri dâhil. Rabbi Akiva, “Babasını köpeğinin önüne bağlayan ve onu yiyen bir yabancı gördüm,” dedi. Siftei Hahamim kitabının yazarı, “Putperestliği kast ediyor. “Onu yedi” demek onu ateşte yaktığı anlamına geliyor.”

Ancak şunu bilmeliyiz ki, bir adam kendi menfaati için çalışmaya istekli ise, oğullarını, kızlarını ve ebeveynlerini yakmaları söylense bile, bir sonraki dünyanın garanti altına alınacağına inanıyorsa, en zor işi bile yapmaya isteklidir. Bu iş için enerji ve gücü vardır, çünkü hala kendini sevmenin Kli’si [kabı] içindedir. Buna göre, bu henüz “yukarı mantık” olarak görülmez. Başka bir deyişle, kişinin kendisi için alma arzusu uğruna her şeyi yapmaya istekli olmasının, doğasında var olduğunu anlayabiliriz.

Ayrıca Tapınağın yıkılışı sırasında şöyle yazıldığını da görüyoruz (Ağıtlar 4:10) “Merhametli kadınlar kendi çocuklarını pişirdiler; bu onlar için yiyecek oldu.” Kutsal Alsheich, “onlar için yiyecek” ifadesini “çocuklarının etini sadece kendileri yediler,” anlamına geldiğini yorumlar. ‘Onlar için’ kelimesinin anlamı bu, sadece anneler yemek yiyor ve aç olmalarına rağmen geri kalan çocuklarıyla da paylaşmıyorlardı.”

Bu bize, Keduşa [kutsallık] olmadığında, ama daha ziyade Keduşa’nın harabesi olduğunda ve sadece kendileri için alma arzusu kurallarına göre: “Şefkatli kadınlar kendi çocuklarını pişirdiğini” ve kişinin kendini sevmek için neler yapabileceğini gösterir.

İki örneğimiz var: Alma arzusu için, (1) çocuklarını ve ebeveynlerini sonraki dünyayı almak için yakmak ya da (2) bu dünyayı almak için “şefkatli kadınların kendi çocuklarını pişirmesi”. Bunun sonucu olarak, kişinin alma arzusunu -insanın doğduğu doğayı- tatmin etmek için her şeyi yapabilir.

Ancak kişi bu yolda çalışmaya başlandığında, yani Yaradan ile Dvekut ile ödüllendirilmek için, kendini sevmekten çıkması gerektiğinde, en küçük işi bile yapamaz. Yani, kişiye, “Yaptığınız aynı şeyi yap, ancak bunun üzerine, herhangi bir ödül olmaksızın, Yaradan’a ihsan etme amacını koy,” dendiğinde, bunu yapması çok zordur çünkü bu, “kendisi için alma arzusu” denen doğasına aykırıdır.

Şöyledir, aynı iş, yani kişinin herhangi bir çaba eklemeden, ancak bunu sadece Yaradan için yapmayı hedefleyerek yaptığı aynı pratik emek, onu güçsüz bırakır. Önünde yüksek bir dağ duruyormuş gibi görünüyor ve o dağı bir birazcık bile hareket ettiremez. Tüm dünyası mahvolmuş gibi hisseder ve bunların hepsi doğamıza aykırı olduğu içindir.

Bu durumda kişi gerçeğe ulaşmak ve kişisel işini yapmak istediğinde, yukarıdan aşağılık bir durumda olduğu ona bildirilir, çünkü Yaradan için hiçbir şey yapamayacağını görür. Bu duruma “kötülüğün farkına varılışı,” denir. Bu, kötülüğün tanınması olan “bireyin çalışmasındaki ilk durum” olarak adlandırılır.

Daha sonra, Tora ve Mitzvot’un yerine getirilmesi gereken ikinci aşama başlar, böylece içindeki ışık onu yeniden biçimlendirir, çünkü ışık aracılığıyla ihsan etme kapları alır, yani Yaradan’a ihsan etme tutkusuna sahip olur ve bundan zevk alır.

Bundan sonra, tam bir inanç olan üçüncü aşama gelir, yukarıda söylendiği gibi: “Habakkuk geldi ve onları tek ve bir üzerinde inşa etti: ‘Ve erdemli inancıyla yaşar’.” Bu, kişinin erişmesi gereken unsurdur. İnancı olunca, O’nun İyi ve İyilik Yapan İlahi Takdiri içindeki haz ve zevkle ödüllendirilecektir.

Sulam’da [Zohar Üzerine Merdiven Yorumu] yazılanlar hakkında sorabiliriz: “Yaratılanın Yaradan’dan ifşa edilmiş bir kötülük alamayacağı bir yasadır; çünkü yaratılanın O’nu kötü olarak algılaması Yaradan’ın görkemini lekeler. Dolayısıyla, kişi kendini kötü hissettiğinde Operatör ondan gizlenir.” Peki, ama kişi onu kötü biri olarak algıladığında, Yaradan neden bunu umursasın? Yaradan, yaratılan varlıklardan saygı duymak için O’na saygı duymak ister mi? O’nun et ve kanla ilgili şeylere ihtiyacı yoktur.

Aksine, bu insanın iyiliği içindir. Maneviyatta bahsettiğimiz kusur, örneğin Keduşa’da bir kusur bulmak, yukarıdakinde kusura neden olan Sitra Ahra [diğer taraf], kişinin ruhunun kökenindedir. Yani, Yaradan’ın adının İyilik Yapan İyi olduğuna inanmalıyız.

Kişi kötü bir durumda olduğunu hissettiğinde, İlahi Takdir’i haklı göremez ve Yaradan’ın ona İyilik Yapan İyi gibi davrandığını söyleyemez. Buna göre, kişi İyilik Yapan İyi olan Kutsal Adda kusur bulduğunda, bu kusuru alır. Ve kişi yukarıdan bir iyilik aldığında mutlu olur ve tüm kalbiyle şunu söyleyebilir: ” ‘Dünya olsun’ diyen kutsansın.”

Ama kişi kendini kötü hissettiğinde, “Ne mutlu, ‘Dünya olsun’ diyene” diyemez. Bunun yerine, kişi Eyüp’ün dediğini söyler (Eyüp 3), “Ve Eyüp cevap verdi ve Doğduğum gün yok olsun, ‘bir oğul ana rahmine düştü,’ denen gece yok olsun! O gün kapkaranlık olsun.” Şu nedenle bu bir ıslahtır çünkü kişi, tüm zorlukları Yaradan’ın kendisine verdiğine inanmadığı zaman, Yaradan’a iftira etmez.

İlaveten, maddesellikte, bazen oğlu onu geçindirmek için yeterli olmayan bir maaş için çalışan bir kişiyi görüyoruz. Çalışmaya başladığında hala bekardı ve o zamanlar maaşı iyiydi. Ama şimdi bu maaşla geçinemiyor. Baba oğluna şöyle konuşuyor: “İşverenin sana zam vermediğini gördüğüne göre, git daha iyi maaş veren bir iş ara.” Ancak oğul, “Ben halen işverene ve iş arkadaşlarına alıştım; Oradan ayrılamam.”

Baba ne yapar? İşverene gider ve ona oğluyla olan durumu anlatır. İşveren ona zam veremeyeceğini, ancak daha iyi maaş alacağı yere gönderebileceğini söyler. O sırada baba ona sorar: “Oğluma onun için işin olmadığını söyle ki başka yere gidecek. Kendisine iyi maaş almadığı işten ayrılıp daha iyi maaş ödediği yere gitmesi hakkında onunla birkaç kez konuştum, ama gerçeği söyleyeceğim, bana seni ve iş arkadaşlarını sevdiğini söyledi ve bu yüzden sevmiyor buradan ayrılmak istiyorum. Bu nedenle, onu kovarsan, başka bir yere gitmekten başka seçeneği kalmayacak. Ama senden rica ediyorum, ona burada olduğumu ve senden onun senin için çalışmamasını istediğimi söyleme. Aksi takdirde oğluna acımasız bir babası olduğunu söyleyecektir. Yani, onu kovdurmaya çalışmanın en iyisi olduğunu anlayamaz. İşvereninden onu kovmasını istediğimi duyduğunda, ne der, “Rab sadece benim için bu kadar çabalayan babamı korusun.” Hiç şüphe yok ki babasına çok kızacak.”

Maneviyatta da bu böyledir; Yaradan kişiye bir düşüş gönderir. Yani rızık aldığı bir durumdan, babası bunun yeterli rızık olmadığını ve daha fazla kazanabileceğini anlasa da, oğul bunu anlamaz. Bu nedenle Yaradan ona işten kovulmaya benzer bir düşüş gönderir. O sırada, Yaradan’a kendi yoluna zarar verdiği için kızgındır, çünkü bundan önce maneviyatta yükseliş durumunda olduğunu biliyordu ama şimdi Yaradan onu fırlattı attı, bu yüzden elbette Yaradan’a kızgındır. Bu şöyle kabul edilir, “Şehina’dan [Kutsallıktan] şüphelenenin cezası çok ağırdır.” Bu nedenle, kötülük yapanı bulamadığı, bir düzeltme olduğu zaman, kızacak kimsesi yoktur. Bu yüzden, onun iyiliği için bütün bunları yapanın kim olduğunu bilmez

Orada şöyle dedi: “İlahi Takdirde kötü bir tada sahip olmasına rağmen, O’na inanmaktan ayrılmamaya çalışan kişi ödüllendirilir. Eğer çaba göstermezse, O’na inançtan ayrıldığı için cezalandırılacaktır. Böylece, tüm işleri O tek başına yapmış, yapıyor ve yapacak olmasına rağmen, bu yine de kendini iyi ve kötü hissedenlerden gizlidir.”

Yaradan’ın kendisine kötülüğü gönderdiğini ve bunun en iyisi olduğunu söyleyebilen ve bunun için çabalayan birinin, Yaradan’ın kendisine içinde bulunduğu durumu kendi iyiliği için gönderdiğini söyleyebildiği ölçüde, inancını koruduğunu görüyoruz. Bu, “zarar vermek” olarak kabul edilmez. Böylece kişi inançta kalır.

Tersine, bunu kendisine iyilik için, Yaradan’ın yolladığını söyleyemezse, ancak bunun kendi aleyhine olduğunu söylerse, bu duruma Yaradan’ın zarar vermesi denir; bu nedenle Operatör’ü kendisinden saklamak zorundadır. Bu, inancını kaybetmek olarak kabul edilir ve ceza olarak kabul edilir.

Buna göre, çıkışlar ve inişler olmasaydı, kişi eksik olduğunu hissedemezdi. Yani, cennetin merhametine ihtiyacı olduğunu, kendini sevmekten çıkmanın ve sadece Yaradan’ına memnuniyet vermeyi arzulamanın insanın gücü dahilinde olmadığını düşünmezdi. Aksine, tüm çalışmaları yalnızca kendi iyiliği için olabilir ve kendi çıkarına göre,  kişi hayal bile edemeyeceği şeyleri yapma gücüne sahiptir. Ya da tapınağın yıkıldığı zamanki gibi, şefkatli kadınlar kendi çocuklarını pişirirken, kendi tanrılarına hizmet ederek oğullarını ve kızlarını yaktılar.

Ama Yaradan için çalışmak, yani işlerinin karşılığında herhangi bir geri dönüş istememek, hatta bu sadece alım eylemleri üzerinde bir niyet bile olsa, kişi bunu yapamaz. Eğer kişi kendi iyiliği için değil de Yaradan için yemek istiyorsa, eylem hazzın alınması olsa da niyet etmesi gereken şey kendi elinden çıkar. Burada yalnızca Yaradan yardımcı olabilir. Bu, genel halka ait olan genel çalışma ile bireyin çalışması arasındaki farktır.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,091