Beşeriyet kendini ve etrafını saran dünyayı incelemek için, nesiller boyunca çeşitli ilim dalları geliştirdi. Bunlar Fizik, Kimya, Biyoloji gibi bilim dalları olup, insanların beş duyudan ibaret hislerine dayanarak geliştirilmişlerdir.
İnsan, doğayı incelemek için kendisine yardımcı olabilmesi için, duyularının etki gücünü büyüten araçlar inşa etmiştir. İnsan böylece nesilden nesle daha çok deneyim kazanarak, bu dünyada nasıl daha iyi bir şekilde varlığını korumaya devam edeceğini anlamaktadır.
Bildiğimiz bütün ilimler arasında bir ilim var ki, bizleri çok farklı bir şekilde geliştirir; bu ilmin adı, “Kabala”dır.
İncelemekte olduğumuz dünyevi niteliklere sahip bu dünya dışında, gözle görmediğimiz, bizden saklı kalan başka bir dünyanın farkındayız fakat bu başka dünyanın varlığını hissetmiyoruz, buna rağmen hissetmediğimiz bu dünyayı varsayıyoruz, Neden? Etrafımızı saran gerçeklerin belli kurallar içerisinde işlediklerini bildiğimiz içindir ki, etrafımızı saran daha geniş gerçeklerin hepsini kapsayan daha mantıklı kuralların olması gerektiğini ve bu kuralların hayatımızı ve varlığımızı gerçeğe daha uyumlu ve kapsamlı bir şekilde izah edemiyorsa, bizim hissetmek kabiliyetimizin dışında kalan ve kavrayamadığımız şeylerden ileri geldiğini anlamak zor olmayacaktır.
Realitenin içinde, kavrayamadığımız ve bilmediğimiz birçok olgu vardır Sanki her şeyin tesadüfe bağlı olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Yarınları tahmin edemezken, yarın ne olacağını bilmeden, yaşayıp gidiyoruz.
Bu dünyaya gelmeden evvel bizimle olup bitenler nelerdir. Ölümün kapısından geçtikten sonra bizimle ne olacak. Yaptıklarımızla, etrafımızı saran dünyayı nasıl etkilediğimizin farkında değiliz.
Etrafımızda, elle tutulmaz bir şeyin var olduğu muhakkaktır, bu varlığı hissedebilmek için gereken uyumlu hislerimiz yoksa onu nasıl hissedebiliriz.
Bu hisleri yaratarak ve bu hislere sahip olarak, daha gerçek ve daha eksiksiz bir yaratılışı hissedebilir miyiz?
Belki yaratılışın bu eksiksiz ve tamamlanmış yapısı etrafımızda varlığını sürdürmektedir ve biz bu varlığı bölerek hissettiğimiz bu bölüme bizim dünya veya “Bu dünya” diyoruz, diğer tarafta kalan bölüm hissetmediğimiz bölüm olarak kalmaktadır. Belki var olan hislerimize ilaveten başka hislere sahip olsaydık, o zaman dünyanın daha geniş ve daha derin bir tablosunu görebilirdik. Fakat bu hislere şimdilik sahip değiliz, bu nedenle ızdırap çekeriz, çünkü başkalarıyla nasıl hareket edilmesi gerektiğini bilemiyoruz, etrafımızı saran doğaya karşı nasıl hareket etmeliyiz, bunu da bilemiyoruz, geçmiş hayatlarımızı göremiyoruz, ölümden sonraki ve doğuşumuzdan evvelki hayatı da göremiyoruz.
Dünyayı ilim yönünden incelerken, öylesine bir safhaya geliriz ki, bilgilerimiz yetersiz kalır ve kendimizi çaresiz bir durumda buluruz.
Gerçi bizim tahmin etmek ve sezmek gücümüzü az da olsa geliştiren birçok sistem vardır. Fakat fazla bir faydası olmaz, ancak belirsiz bir ön görü elde ederiz. İhtiyacını duyduğumuz açık bilgilere, ancak etrafımızı saran dünya ile yapacağımız tam bir işbirliği neticesinde ulaşabiliriz.
Yaratıkların en gelişmişi insandır, fakat insan geliştikçe kendini çaresiz ve yitik hisseder. Açıkça görülen şudur ki, geliştirdiğimiz ilim yoluyla etrafımızı saran dünya üzerinde yaptığımız incelemeler sonucunda, arzu ettiğimiz sonuçlara erişemediğimizi görüyoruz.
Bu aşamada çözümün hislerimizin duyarlılığı ile bağlantılı olduğu gerçeğini kabul etmek zorundayız.
Altıncı his adında, bizde yeni bir duyu, geliştiren eksiksiz ve çok doğru bir sistem mevcuttur. Kabala dilinde buna ”Masah” (Perde) veya ”Or Hozer” (Geri yansıyan ışık) adı verilen bu olgu, normal beş duyularımızın alanı dışında kalan gerçekleri görebilmek kabiliyetini bize vermektedir.
Beş duyu bizde doğuştan var olan duyulardır, altıncı his biz kendimizin basamak, basamak geliştirmemiz gerektiği bir histir.
İnsan birden, daha geniş ve derin gerçekleri hissetmek istediğini anladığında altıncı hissi geliştirmenin zamanı geldi demektir.
Beşeriyet devamlı olarak gelişmektedir, beşeriyetin ve bireylerin arzu ve istekleri devamlı değişmektedir, insan başlangıçta kendini, “hayvansal” ve bedensel zevklere yöneltir, yemekle karnını doyurmak, aile kurmak, cinsel ilişkilerde bulunmak gelir. Daha sonra beşeri zevklerden olan, mal mülk ve para sahibi zengin bir kişi olmak, hâkimiyet kurmak, saygınlık kazanmak ister, itibar sahibi ve bilgili olmak ister, bütün bu arzulardan sonra, insanın normal hisleri ötesinde olan manevi gerçekleri elde etmek için gereken arzular ortaya çıkar.
Bizim dışımızda kalanları duyumsamak gereğinin ilk belirtilerine kabala, altıncı hissin “Dölütü” adını veriyor (A Ubar şel a huş a şişi).
Bu aşamadan sonra, altıncı hissi nasıl geliştireceği, kişinin kendisine bağlıdır.
Bu altıncı hissi tek başımıza geliştiremeyiz, bunu ancak özel bir sistem olan kabala ilmi dediğimiz sistem aracılığı ile gerçekleştirebiliriz.
Her kuşakta, altıncı hissi geliştirmek ihtiyacını hisseden kişiler mevcuttur.
İşte o zaman herhangi bir yoldan, bu hissi kendi içlerinde, iç dünyalarında geliştirebilmek için yardımcı olabilecek öğretmen ve kitaplara ulaşırlar.
Bu öğretmenlere “Mekubalim” (Kabalist) diyoruz, çünkü onlar, bizim dışımızda bulunan manevi dünyaların bilgilerini almaktadırlar.
Kabalistler, yazdıkları kitaplarda, almış oldukları bilgileri bize aktarıyorlar hissettiklerini de bize anlatıyorlar. Onlar bize izlenimlerini ve kendi deneyimlerini, altıncı hissi yapılandıran sürecin içine nasıl girileceğini anlatıyorlar ve bizlerin de onların eriştiği manevi basamağa erişmemize yardımcı oluyorlar. Onlar insanın bu dünya gerçeklerinden olan, bütün arzularını tamamladıktan sonra, hakiki gerçekleri elde edebilecek arzuya nasıl sahip olabileceğimizi yazıyorlar.
Sonuçta herkes bu duruma varmak mecburiyetindedir, bu hayat döneminde varamazsa, gelecek dönemde veya bir sonraki dönemde elbette varacaktır.
İnsan, yaşamış olduğu hayatın çeşitli dönemlerinde, reenkarnasyon sonucunda, realitenin bütün seviyelerini yaşayabileceği noktayı yakalamak mecburiyetinde olup, bunları sadece normal beş his vasıtası ile değil, yeni edinmiş olduğu altıncı hisle yakalamalıdır. İşte o zaman gerçek yaşamı tadacak ve sonsuz bir huzur hissedecektir.
Hislerimiz içimizde var olan birer araçtır, aynı zamanda içlerini doldurabileceğimiz birer kap gibidirler. Beşeriyette altıncı hissin gelişmesi, piramit prensibine benzer ki bütün beşeriyet bu prensibe uygun bir şekilde yapılanmıştır. Bu nedenle altıncı his piramidin en üst kısmında bulunan kişilerde uyanmaya başlamaktadır.
Bu hissin uyandığı ilk insanlara “İvriyim” adı verilmiştir (İbranilerdir), İvriyim, “Avar” (Geçti) ve “Laavor” (Geçmek) kelimelerinden türemiştir.
Neyi geçmek, dünyamızın en dışsal dairesinde var olan bir engeli geçmektir.
Hz. İbrahim’i, bu dünyanın kısıtlanmış duygularını aşarak yüce manevi dünya duygularına geçen ilk kişi olarak tanıyoruz.
Piramidin üst kısmında olanlar Hz. İbrahim’den gelen nesillerdir ve içlerinde altıncı his uyanacak olan ilk kişiler onlardır.
Bu sadece bir başlangıçtır. Onların ardından daha ilerde tüm insanların yüksek bir gelişim seviyesine ulaşacaklarını Kabalistler kitaplarında yazmaktadırlar.
Tüm insanlar, zamanı gelince, tüm gerçekleri hissedecekler, maneviyatın yüksek güçleri ile birleşerek, reenkarnasyon sürecini ve varlığımızın zamanın, yaşamın, ölümün ötesinde kalan gerçekleri anlayabilecekler ve gerçeğin her safhasında varlıklarını sürdüreceklerdir.
Tüm Kabalistler, yaşamakta olduğumuz bu dönemi, bir dönüm noktası olarak işaretlediler. Şimdi yaşadığımız dönemde, insanlar kendilerini maneviyata alıştırarak altıncı hissi geliştirmek için uğraşmaktadırlar.
Şimdiye kadar gelen bütün nesiller, bu dönüm noktasına varmak için yapılan hazırlıklardı. Onlar kendilerini, Ruhların bu dünyaya inmelerini sağlayan sürece vermişlerdi.
Bu süreç zarfında ruh, en yüksek seviyeden, sonsuz dünyadan (Mi Olam Eyn Sof), başlayarak birçok dünyadan aşağılara doğru süzülerek, yaşamakta olduğumuz “Bu dünya” ya kadar iner. Daha sonra ruh, bu yaşadığımız dünyada, nesiller boyunca daha alçaklara düşmeye devam eder. Ruh birinci mabedin yıkımı, ikinci tapınağın yıkımı ve geçirdiğimiz dört sürgün boyunca da düşmeye devam etmiştir.
Bu dönemde bizim nesille birlikte son sürgün de sona erdi. Bundan böyle ruhlar aşağılara doğru düşmeyecekler ve tam aksine hep yükseklere doğru tırmanacaklardır.
Günümüze kadar gelen bütün Kabalistler, ruhlarımızın yukarıya tırmanması için gereken sistemi bizler için hazırlayan kişilerdir.
Genel ruhların sıralanmasında bu dünyaya inen ruhlar arasında özümüzün bulunduğu yere ilk tırmanmak mecburiyetinde kalan ruhlar bizleriz.
Baal HaSulam’ın yazdıkları yazıları inceleyecek olursak, basit ve anlaşılır bir dille her şeyin açıklandığını göreceksiniz. Bu nedenle kabala bizim dönemimizde daha açık olmaya ve daha evvelki dönemlerle mukayese edildiğinde, şimdi daha çok konuşulduğu ve daha çok insanın ilgisini çektiğini görüyoruz. Buna rağmen Kabala’nın ne içerdiğini tam olarak bilenler çok azdır. Kabala neden ilim olarak adlandırılıyor, neden gizliliğini muhafaza ediyor, neden insanlara özel bir yoldan ulaşmaktadır.
Kabala’nın çekiciliği herkes tarafından hissedilmektedir, çünkü Kabalistler geçmiş kuşaklarda kabala hakkında konuşmuşlar ve hissettiklerini yazıya döktüler.
Manevi gerçekleri anlamak ihtiyacını duyan bir kişi, önce yüreğinde var olan küçük bir noktayı geliştirmekle işe başlayabilir, bu ufacık nokta üzerinde altıncı hissi, Kabalistlerin hazırladıkları, kabala sistemi aracılığı ile geliştirmeye başlayabilirler, bu dönem 3 ile – 5 yıl sürebilir, altıncı his yavaş, yavaş büyür ve gelişir ve insan kendi dışında var olan dünyayı, sebeplerin oluşup var oldukları dünyayı hissetmeye başlar. İşte o zaman insan bizim yaşadığımız dünyada olup bitenlerin sebeplerini en doğru bir şekilde görebileceği bir görüş açısından görmeye başlar (görüş açısı açılır). Çünkü o artık sebeplerin oluştuğu tabloyu görebiliyor; bütün çalışmalarımızın, bütün güçlerimizin, bütün arzu ve isteklerimizin ve nihayet bütün düşüncelerimizin nereye gittiğini görmektedir.
Bütün bunları sınırlı beş hislerimizle göremiyoruz, bunları ancak altıncı bir hisle görebiliyoruz. İnsanın özünü oluşturan benliği sadece altıncı hisle hissedebiliriz. Bu hissin insanda gelişmesiyle beraber insan, kendi ruhunu hissetmeye başlar. İşte o zaman insan iki şeyden faydalanır.
Birincisinde insan, düşünceleri ve arzuları görmeye başlar, bunları kendisinden başkalarına ne şekilde geçtiklerini, başkalarından hangi tarzda aldığını veya onların etkisinde nasıl kaldığını, bütün bunların gerçekler üzerinde nasıl işlediğini, etrafındaki doğa ile bunların nasıl bir bağlantı kurduklarını ve kendisine nasıl geri geldiklerini kavrayacaktır.
Bizim dünyada alışık olduğumuz zaman unsuru gözden kaybolduğu için, o her şeyi en açık bir şekilde görmektedir. Zaman unsurunun gerçek anlamını kavradığı için, geçmişi şimdiyi ve geleceği aynı anda görebilmektedir.
İnsanın faydalandığı ikinci şey, olup bitenler hakkında doğru değerlendirme yapma gücüne sahip olmasıdır ve en önemlisi, maneviyatın üstün yönetim sistemi üzerinde etkili olmakla, dıştan herkese etkili olabilmektedir. Şöyle ki sadece olayların izlenimlerini aktarmakla kalmayıp, kendi yarınlarını da değiştirmeye muktedir olarak kendi istikbalini hazırlayabilecek duruma gelebilir. İnsan bu güçleri, kendi doğal karakterinden dışarı çıktıkça ve manevi dünya kavramı üzerinde düşünmeye başladığında elde etmektedir.
Bütün bunlar hepimizin yakalayabileceği hakikatlerdir.
Her halükarda, yaratılışın ve doğanın yönetim sisteminde var olan genel kural öyle bir tarzda kurulmuştur ki, bizi her zaman bu duruma yaklaşmamızı ön görmekte ve bu hedefe doğru ilerlememizi zorunlu kılmaktadır. Aslında bütün beşeriyet bilinçsiz bir şekilde, farkında olmadan bu hedefe doğru ilerlemektedir.
Bütün beşeriyetin aksine, kim bu hedefe kendi arzusuyla ilerlemeye başlarsa hakiki gerçeklere ve manevi hayata erişirse, doğanın baskılarını verdiği ıstırapları hissetmez ve evrenin kötülükler yerine iyiliklerle dolu olduğunu görür.