e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada Yaradan’ın Birini Kayırması Ne Anlama Gelir?

Çalışmada Yaradan’ın Birini Kayırması Ne Anlama Gelir?

Makale No. 33, 1991

Bilgelerimiz (Midraş Rabbah, Bölüm 11:7) “Efendi yüzünü sana dönecek [sana iyilik edecek]” ayeti hakkında şöyle demişlerdir: “Bir ayet ‘Efendi sana lütfedecek’ derken, başka bir ayet ‘Yüzünü [lütfunu] dönmeyecek’ der. Bu iki ayet nasıl birbiriyle uzlaştırılabilir? İsrail Yaradan’ın arzusunu yerine getirdiğinde, ‘Efendi sizi kayıracak’. Yaradan’ın arzusunu yerine getirmedikleri zaman, ‘lütfetmeyen’.”

Bunu anlamalıyız. Eğer İsrail Yaradan’ın arzusunu yerine getirirse, neden kayırılmaya ihtiyaç duyulsun? Açıkladıkları şeyi anlamak için, öncelikle “Yaradan’ın arzusunun” ne olduğunu ve “Yaradan’ın yüzünün” ne olduğunu anlamamız gerekir. Yaratılış amacının, O’nun yarattıklarına iyilik yapma arzusu, yani onlara haz ve memnuniyet bahşetmek olduğu yazılı olduğu üzere, Yaradan’ın arzusunun ihsan etmek olduğunu öğreniyoruz.  Kişi açık İlahi Takdir’le, Yaradan’ın dünyayı İyilik Yapan İyi olarak yönettiğine ulaşmakla ödüllendirildiğinde, Yaradan’ın yüzü “yüzün ifşası” olarak adlandır

Şöyle yazılmıştır (“On Sefirot Çalışmasına Giriş,” Madde 83), “Yüzün ifşasının ilk derecesi, ödül ve cezanın İlahi Takdiri’nin tam bir açıklıkla edinilmesidir. Bu, kişiye ancak O’nun kurtarışı sayesinde, Kutsal Tora’da gözlerin harika bir şekilde açılmasıyla ödüllendirildiğinde ve ‘akan bir pınar’ haline geldiğinde gelir. Kutsal Tora’da kişinin kendi emeği ve seçimiyle yerine getirdiği herhangi bir Mitzva’da [emir/iyi eylem], kişi Mitzva’nın kendisi için öteki dünyada amaçlanan ödülünü ve günahın büyük kaybını görmeye hak kazanır.”

Yukarıdakilere göre, burada yazılanlar hakkında sorduğumuz, “Yaradan’ın arzusunu yerine getirenleri, O’nun kayıracağı” yorumunu yapmalıyız, eğer Yaradan’ın arzusunu yerine getiriyorlarsa, neden “Efendi seni kayıracak” a ihtiyaç duysunlar?

Mesele şu ki, Yaradan’ın yüzü, O’nun rehberliğinin iyi ve iyilik yapan bir rehberlik olarak ifşa edilmesidir. Bir ıslah olduğu için, kişi ihsan etmek için çalışmak üzere alma arzusunu ıslah etmeden önce, O’nun İlahi Takdiri üzerinde bir gizlilik ve saklanma olacaktır. Dolayısıyla, kişi “O’nun arzusunu yerine getirenler” koşuluna ulaşmadan önce, yani Yaradan’ın arzusunun ihsan etmek olduğu gibi, insan da ihsan etmeyi istemelidir.

Form eşitliği olduğunda, Yaradan kişiye Tora’da gözlerin açılması demek olan yüzünün ifşasını verebilir ve kişi Yaradan’ın dünyayı iyi ve iyilik yapan bir şekilde yönettiğinin edinimi ile ödüllendirilir. Ancak bu, sadece kişi Yaradan’ın arzusunu yerine getirdikten sonra yani ihsan etme arzusuyla ödüllendirildikten sonra olabilir, çünkü özellikle o zaman Tzimtzum [kısıtlama] ve gizlilik kaldırılır.

İsrail Yaradan’ın arzusunu yerine getirmeden önce, Yaradan’ın kendilerine her şeyi alma kapları içinde vermesini istediklerinde, ki bu arzusu ihsan etmek olan Yaradan’ın arzusunun tam tersidir, ” lütfetmeyecek olan” şeklinde ancak “Yaradan’ın yüzünün gizlenmesi” olarak adlandırılan Ahoraim [arka] şeklinde bir rehberlik olmalıdır. Bu “kayırmayacak olan” olarak kabul edilir ve bu ıslah sayesinde utanç meselesi olmayacaktır.

Aynı şekilde, yukarıdaki ayeti, kişi “Yaradan’ın arzusunu yerine getirmekle” ödüllendirilenler arasında olmakla ödüllendirilmeden önce, çalışmanın başladığı zamanla ilgili olarak yorumlamalıyız. “O’nun arzusunu yerine getirenler “i, Yaradan’ın arzusunu yerine getirenler arasında olmayı başarmak için yolda yürüyenler şeklinde yorumlamalıyız, zira onlar bu yolda yürüdüklerinde, zaten üzerinde yürüdükleri yolun adını almış olurlar. Bu, Baal HaSulam’ın “bilgelere bilgelik verecektir” şeklinde yazılanlar hakkında söylediği gibidir. “Burada ‘aptallara bilgelik verecek’ denmesi gerekirdi” diye sordu. Ve bunun zaten bilgeliği isteyenlere atıfta bulunduğunu söyledi; onlara zaten “bilge” denir çünkü bilgeliği edinme yolunda yürürler. Ve onlar aşağıdan bir uyanış sağladıkları için, onlara yukarıdan bilgelik verilir.

Burada da durum aynıdır: Onlar ihsan etme arzusunun gücünü edinmek istediklerinde, bu Yaradan’ın arzusunu yerine getirmek olarak kabul edilir. “Arınmak için gelene yardım edilir” kuralına göre, onlara Yaradan’dan yardım verilir. Bu nedenle, yazı onlara ” Efendi sizi kayıracak” der, yani Yaradan onlara yüzünü gösterir, yani onlara yardım eder.

Peki bu yardım nedir? Zohar’da yazıldığı gibidir, “Arınmak için gelene yardım edilir.” “Ne ile?” diye sorar. Cevap “kutsal bir ruhla” olur, buna “Yaradan’ın yüzü” denir, şöyle yazıldığı gibi: “Çünkü Senin yüzünün ışığıyla bize yaşam yasasını [Tora] ve merhamet sevgisini [Hesed] verdin.” Başka bir deyişle, yüzün ışığı aracılığıyla, ihsan etmek olan Hesed sevgisini alırlar. Bu demektir ki, Yaradan onlara Hesed’i yani veren olmayı sevmeleri için güç verir.

Buna “Efendi yüzünü sana dönecek [seni kayıracak] ve sana selâmet verecek” denir. Selâmet demek, şöyle yazıldığı gibidir (Mezmurlar 85): “Efendimiz Tanrı’nın ne diyeceğini işiteceğim, çünkü O, halkına selâmet diyecek ve onları budalalığa döndürmeyecek.” Dolayısıyla “selâmet” demek, Yaradan’ın “selâmet” demesi, kişinin bir daha günah işlemeyeceği ve Yaradan’la barış içinde olmakla ödüllendirileceği anlamına gelir. “Yaradan’ın arzusunu yerine getirdiklerinde” ifadesinin anlamı budur, “Efendi sizi kayıracak” dediği üzere onlar Yaradan’ın yardımını alırlar.

Ama “Yaradan’ın arzusunu yerine getirmedikleri zaman,” Yaradan’ın arzusunu, yani ihsan etme arzusunu edinme yolunda yürümedikleri zaman, onlar için “lütfetmez” denir. Diğer bir deyişle, Yaradan onların arzularını tatmin ederek onlara yardım edemez, zira onların arzuları Keduşa’nın [kutsallığın] tam tersidir, o halde Yaradan, arzusuna ters düşen bir şeyi onlara nasıl verebilir, çünkü kişinin bu çalışmada yapması gereken tek şey, ihsan etmek üzere eylemlerini düzeltmektir? Eğer Yaradan onları kayırırsa, yani yardım alırlar da kendileri için alma arzusu için çalışırlarsa, sanki Yaradan onları yüzüstü bırakmış gibi olur. Dolayısıyla, Yaradan onları kayırmayarak onlara yardım eder, böylece onlar da kendilerine olan sevgide kalmazlar. Bu konuda şöyle denmiştir, “Kim kirletmeye gelirse, onun için açılır,” ama arınmaya geldiğinde yardım edilenin aksine, ona yardım edilmez.

Şimdi tövbenin ne anlama geldiğini anlayabiliriz. Teşuva [tövbe/cevap/dönüş] bir şey aldığı ve aldığını (iade etmesi) gerektiği anlamına geldiğine göre, kişi ne cevap vermelidir? Mesele şu ki, insan kendi menfaati için alma arzusu olan bir doğayla doğduğu için, sadece insanın iyiliği için çalışmak istediğinde, yani Yaradan’ın onun alma kaplarını doldurmasını istediğinde, kişi bunun için tövbe etmeli, yani her şeyi Yaradan’ın rızası için yapmalıdır. Başka bir deyişle, kişi ne alırsa alsın, kendi iyiliği için almak istemez, aksine aldığı her şey Yaradan’a memnuniyet vermek içindir. Yaradan, “O’nun arzusu yarattıklarına iyilik yapmaktır,” yazıldığı üzere, insanın almasını istediğine göre, bundan çıkan sonuç, kişinin aldığı her şeyin sadece iade etmek için olduğudur. Aksi takdirde, almak istemeyecektir. Bu Teşuva’dır [iade etmek], yani kişi aldığı her şeyi geri verir.

Bu, Zohar’da (Nasso, Madde 28) yazıldığı gibidir, “Tövbe eden kişi, sanki Malhut olan Hey harfini, HaVaYaH’ı tamamlayan Yod-Hey’in oğlu ZA olan Vav harfine iade etmiş gibidir. Bu kesinlikle tövbedir, çünkü ‘Hey, Vav’a geri dönecektir’in harfleridir.”

Ve Zohar’da (Nasso, Madde 31) şöyle der, “Malhut ve HaVaYaH’ın Hey’i olan bu tövbeye ‘hayat’ denir, ‘çünkü ondan hayatın dalı çıkar’ diye yazıldığı gibi, bunlar İsrail’in ruhudur, ‘hayat’ denilen Malhut’un dalıdır. O, zahmetsiz ve emeksiz bir şekilde kişinin ağzından çıkıp ağzına giren bir Hevel’dir [ağız/nefes], ki bu BeHibaram’ın Hey’idir [yaratıldıklarında], çünkü Hey harfi ağız tarafından tüm harflerden daha kolay ifade edilir ve onun hakkında, ‘Ve Efendinin suretini görür’ denmiştir, zira Malhut’a ‘Efendinin sureti’ denir. Ayrıca, ‘Kişi sadece gölgesinde yürüyebilir’ ve o insanın başının üzerinde olduğu için, kişi dört arşın başı açık yürümemelidir, çünkü o insanın başından ayrılırsa, yaşam ondan hemen ayrılır.”

Zohar’ın tövbenin Hey’in Vav’a geri dönmesi anlamına geldiğini söylediği sözlerini yorumlamalıyız. Mesele şudur ki, tüm çalışmamız gizli ve saklı olmasına rağmen cennetin krallığının yükünü üzerimize almaktır. Bu demektir ki, yaratılış düşüncesi O’nun yarattıklarına iyilik yapmak olsa da cennetin krallığı üzerinde bir Tzimtzum ve gizleme vardır, böylece seçim için yer olacaktır, yani insan cennetin krallığının yükünü kendini sevdiği için değil, Yaradan’ı hoşnut etmek için kabul ettiğini söyleyebilecektir. Eğer Kral ifşa olsaydı, insan kendini sevdiği için Kral’ın ifşasını kabul ederdi, zira dünyada Kral’ın yüzünü görmekten daha büyük bir zevk olmadığına inanmalıyız. Dolayısıyla, cennetin krallığının kabulü sırasında insan form eşitsizliğinden dolayı ayrılmaya zorlanmıştır, çünkü maneviyatta eşitsizliğin ayrılığa neden olduğu bilinmektedir.

Demek ki bu gizlilik, cennetin krallığının yükünü üstlenmemizin ve O’nun rehberliğinin iyi ve iyilik yapan şeklinde olduğuna inanmamızın zor olmasına neden olmaktadır. Ancak kişi form eşitliğini edinme yolunda yürüdüğünde, yani tüm eylemleri Yaradan rızası için olduğunda, amacı ihsan etmek olduğu ölçüde, o ölçüde gizlilik ve Tzimtzum [kısıtlama] ondan kaldırılır. O zaman kişi hazzı ve memnuniyeti edinebilir, çünkü o zaman Ohr Hozer [Yansıyan Işık] tarzında alır, yani sadece Yaradan’a memnuniyet getirmek istediği için zevk alır. Dolayısıyla, hazzın alınması ayrılığa neden olmaz. Bu durumda kişi, “Buzağının yemek istediğinden daha fazlasını, inek yedirmek ister” kuralına göre bolluğu alır. O zaman kişinin bir şey edinmek için daha fazla çalışması gerekmez çünkü üstteki zaten verebilir zira o zaten form eşitliğinin Kelim’ine [kaplarına] sahiptir. Buradan, insanın çalışmasının özünün ihsan etme kaplarını edinmek olduğu sonucu çıkar.

Yukarıdakilere göre, HaVaYaH isminden ayrıldığı için, “Malhut olan Hey geri dönecek” dediğinde, tövbenin ne olduğunu yorumlamalıyız. Bu demektir ki, Malhut, ruhların bütünüdür ve tüm ruhların ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Yaratılan varlıklar (yapmaları gerektiği gibi) çalışırlarsa, yani her şeyi ihsan etmek için yaparlarsa, her biri ruhunun kökünde bir ihsan etme arzusuna neden olur. O zaman, Malhut, Veren olan Yaradan ile form eşitliği kazanır.

Dolayısıyla bolluk, Zohar’ın sözlerinde olduğu gibi, hiçbir çaba ve emek olmaksızın yaratılanlara dökülür, çünkü bolluğun verilmesi Yaradan’a aittir. O verecektir ve insanın bunu edinmek için çalışması gerekmeyecektir. Aksine, insanın tüm çalışması Kelim üzerinedir, böylece form eşitliğine sahip olacaklardır. Buna “yeryüzünün çalışması” denir, yani çalışma göklerin krallığının ihsan etmek için çalışması içindir.

“Cennet korkusu dışında her şey cennetin elindedir” (Berakot 33) diye yazıldığı gibidir. “Her şeyin” derken Yaradan’ın verdiği doyumu kastettiğini yorumlamalıyız. Bolluk içinde birçok çeşit vardır ama genel olarak bunlara NRNHY ya da Hohma ya da Hassadim denir. Yaradan, cennet korkusu dışında, insanın herhangi bir emeği olmadan tüm bunları verir; burada korku, kişinin ihsan etmek için çalışamayacağı korkusuna sahip olmak üzere çalışması gerektiği anlamına gelir. Bu insanın çalışmasıyla ilgilidir.

Başka bir deyişle, kişi ihsan etmeyi amaçlayamayacağından korkar. Biz alamama meselesini insana, verme meselesini ise Yaradan’a atfederiz. Buradan, cennet korkusunun, kişinin almaktan korktuğu anlamına geldiği sonucu çıkar, zira bu şekilde Yaradan’dan ayrılabilir. Bu çalışmayı, (biz) insana atfediyoruz. Yani, insanın tüm çalışması ihsan etme kaplarını edinmektir, ancak bu konuda endişelenmemize gerek olmadığından, bolluğu nasıl elde edeceğimize dair tavsiye almak insana düşmez. Aksine, tüm endişelerimiz ihsan etme arzusunu nasıl elde edeceğimiz olmalıdır, çünkü “yaşam” olarak adlandırılan Malhut, yaşamın kaynağıdır.

Bu, kişi “alan Kli” olarak adlandırılan Malhut’u şimdi “veren Kli” olarak geri döndürerek ihsan etme kaplarını edindikten sonradır, yani yaratılan varlıklar ruhlarının kökünde, yani Malhut’ta, onun almak için değil ihsan etmek için çalışacağı şeklinde bir ıslah gerçekleştirmişlerdir. O zaman Malhut onlara yaşam bahşeder, “çünkü ondan yaşam akar” diye yazıldığı gibi. Kişi bunu hiç çaba sarf etmeden ve emek harcamadan alır ki bu da BeHibraam’ın Hey’inin [yaratıldıklarında] anlamıdır. Başka bir deyişle, kişi son Hey olan Malhut’u Yod-Hey-Vav ile form eşitliği olacak şekilde ıslah ettiğinde, bolluk onu ıslah eden kişiye çaba ve emek olmaksızın yayılır.

Malhut’a “Efendimizin sureti” denildiği için, “Onun hakkında ‘ve Efendimizin suretini görüyor’ denildi” denmesinin anlamı budur. Bunu, tüm çalışmanın sadece “korku” üzerine yani bolluğu almamak, ihsan etmek amacıyla hedefleyememek üzerine olduğunu söylemek istediği şeklinde yorumlamalıyız. Bu Musa hakkında şöyle yazıldığı gibidir (Berahot 7), “‘Ve Musa bakmaktan korktuğu için yüzünü sakladı. Dediler ki, ‘Musa yüzünü sakladı’ karşılığında, ‘Efendinin suretini görmekle’ ödüllendirildi.”

Başka bir deyişle, “bakmaktan korktuğu için” yazıldığı gibi, çaba korku üzerinedir, ardından zahmetsiz ve çabasız ödül gelir, “çünkü Malhut’a ‘Efendinin sureti’ denir” denildiği gibi, Efendinin suretini, yani Malhut’u görmekle ödüllendirilir. “HaVaYaH’ın Vav-Hey’ine ‘yaşam’ denir” dediği gibi, tüm yaşamın Malhut’tan geldiği sonucu çıkar ki bu da çaba ya da emek olmadan gelir.

“Kişi sadece gölgede yürüyebilir” sözünün anlamı budur. Baal HaSulam “gölge”nin “karanlık” anlamına geldiğini ve gölgenin güneşin parlamadığı yer, yani gizlilik olduğunu söylemiştir. Başka bir deyişle, kişi cennetin krallığını mantık ötesi bir gizlilik olarak kabul ettiğinde, Keduşa [kutsallık] bilgisi ile ödüllendirilir. “Kişi ancak gölgede yürüyebilir” sözünün anlamı budur; kişi tam da cennetin krallığını kutsallığın basamaklarını tırmanabileceği bir “gölge” olarak kabul ettiği zaman. “Kişi yürüyebilir” ifadesinin anlamı budur.

Ayrıca, “Kişi başı açık dört arşın yürümemelidir” diye yazılanları da yorumlamalıyız. “Baş” bilgi ve akıl anlamına gelir. Başı örtmek, aklı örtmek ve ona bakmamak, ama mantığının ötesine geçmek anlamına gelir. “Dört arşın” insandır; bu onun boyudur. Bu, kişinin mantık ötesi inanç olmadan yürümesinin yasak olduğu anlamına gelir. Eğer kişi mantık dahilinde, yani “başı açık” yürürse, ” Yaşam ondan derhal ayrılır.” Bunun yerine, kişi özellikle başını örterse, Keduşa bilgisi ile ödüllendirilecektir.

Ancak bu mantık ötesi inanç çalışması sağlam bir akılla yapılmalıdır, çünkü ancak o zaman kişi mantık ötesi olanı anlayabilir. Aksi takdirde kişi mantık ötesi kavramının anlamı konusunda yanılgıya düşer. Bilgelerimizin şöyle dediği gibidir (Avot, Bölüm 4:23): “Komşunuz öfkeliyken onu yatıştırmayın.” Nitekim kişi öfkelendiğinde, içinde bulunduğu durumdan memnun olmadığında ve iç gözlem yapmaya başladığında hatalara düşer ve bilgelerimizin dediği gibi (Sifrei Matot) doğru hesap yapamaz: ” Kişi bir kez öfkelendiğinde, her hataya düşer.”

İnsanın kendisine duyduğu asıl öfke, çalışma sırasında içinde bulunduğu duruma duyduğu üzüntüyle ifade edilir. Dolayısıyla, kişinin yaptığı tüm hesaplar yanlıştır, çünkü kendisi de iç huzurunun olmadığı bir durumdadır. Kişi bu durumdayken hiçbir hesaplama yapmamalı ve hiçbir hesaplama yapmadan cennetin krallığını kendi üzerine almalıdır. Ancak cennetin krallığının yükünü zorla üzerine aldığında ve öfkesi yatıştığında, neyin mantık ötesinde, neyin mantık altında ve neyin mantık dahilinde olduğunu bilmek için hesap yapabilir.

Şunu bilmeliyiz ki, bir kişi bir şeye öfkelendiğinde, kendisini rahatsız edici bir durumda hisseder. Böyle bir zamanda, Yaradan’ın dünyayı iyi ve iyilik yapan bir şekilde yönettiğine dair İlahi Takdire inanmak imkânsızdır. Dolayısıyla, bu durumda Yaradan’ın rehberliğine iftira atar ve doğal olarak inançtan uzaklaşır, zira yukarıdan gelen bir ıslah vardır ki bilgelerimiz buna “Kişi içine ahmaklık ruhu girmedikçe günah işlemez” demişlerdir. Bu, kişinin sahip olduğu Keduşa ruhunun ondan ayrıldığı anlamına gelir. Bu insanın iyiliği için yapılır, çünkü Keduşa ruhuna sahip olmadığında, sahip olmadığı şeyi lekeleyemez.

Dolayısıyla, kişi üzüntü durumuna düştüğünde, yani sevinç duyacağı hiçbir şey kalmadığında, Keduşa’dan ayrılmış olur. O zaman, tek bir tavsiye vardır, cennetin krallığının yükünü zorla üzerine almak ve Yaradan’a ona yardım etmesi için dua etmek, böylece kendi üzerine aldığı bu zorlamayı, “Efendimiz’e sevinçle hizmet edin” diye yazıldığı gibi, Yaradan sevinçle yapmasına yardım edecektir. Artık bu çalışma onun için zorunlu olduğuna göre, neşeyi nereden alacak?

Bu nedenle kişi, “Efendimize sevinçle hizmet edin” diye yazılanları yerine getirebilmesine yardımcı olması için Yaradan’a dua etmelidir. Ayrıca, o zaman, kişi “aşağıdan bir uyanış” tarzında üstesinden gelmeli ve durumunun üstesinden gelebilmesinin ve ” mantık ötesi” olarak adlandırılan akla karşı bir şeyler yapabilmesinin büyük bir ayrıcalık olduğuna inanmalıdır.

Ayrıca, bir kez aklın üstesinden geldiğinde, bunu Yaradan’ın bir hizmetkârı olarak görmesi gerektiğine inanmalıdır. Yani, şu anda yapmakta olduğu bu üstesinden gelmeye “Yaradan’ın çalışması” denir, çünkü şu anda mantık ötesi bir inançla çalışmaktadır. Başka bir deyişle, beden bu çalışmayı kabul etmediği için, sadece şimdi “çalışıyor” olarak kabul edilir.

Bu nedenle, bedenin kutsal çalışmayı yapmak istemediği bir duruma gelindiğinde ve kişi yaşam ruhuna sahip olmadığı bir durumda olduğunda, bu kişinin Yaradan’a inancının olmadığı kabul edilen zamandır, çünkü Yaradan’a inanç neşe getirir. Dolayısıyla, kişi etrafındaki hiçbir şeye tahammül edemeyecek kadar sinirli ve öfkeli olduğunda, “putperest” olarak kabul edilir.

Bilgelerimizin dediği gibi, “Kim kızgınsa, o sanki puta tapıyor gibidir.” Bu böyledir çünkü inancı yoktur. Dolayısıyla, kişi maneviyatla kurduğu her temas için Yaradan’a şükretmeye çalışmalıdır ve o zaman Yaradan’la olan bağını bütünleştirir. Başka bir deyişle, bedenin Keduşa’ya dair her şeyi reddettiği bir durumda olsa bile, Yaradan’la teması bunun üzerinden bile sürdürebilir, yani kişi o anda şunu söylemelidir, “çalışma arzum olmadığını hissettiğim gerçeğine, buna da ‘bağlantı’ denir.”

Yani, kişi her zaman çalışmayı, çalışmak isteyip istemediğini düşünmediğini görür. Bunun yerine, maneviyatla hiçbir bağlantısı olmayan diğer meseleler hakkında düşünüp endişe etmelidir. Dolayısıyla, şimdi bir bağlantısı olduğu için, bunun için şükreder ve bu sayede çalışmaya yeniden başlayabilir ve bir Keduşa hayatı yaşamaya başlayabilir.

Kişinin kendisini Yaradan’a bağladığı bağda birçok farkındalık olmasına rağmen, herhangi bir bağ harika bir şeydir. Bu konuda şöyle yazılmıştır (Mezmurlar 48:11), “Adın nasılsa, Tanrım, yüceliğin de öyledir.” Bu demektir ki, kişi Yaradan’ın yüceliğini ve önemini ne kadar takdir edebilirse, o ölçüde Yaradan’a şükredebilir ve övgüde bulunabilir. Açıkçası, kişi Yaradan’ın yüceliğini ve önemini kendine ne kadar çok tasvir edebilirse, Yaradan’a o kadar büyük övgüler sunabilecektir. Ancak, Yaradan’a teşekkür ettiği şey ne olursa olsun, bir şeyin üstesinden gelip Yaradan’ı övmekle, bu eylem zaten Yaradan’la bağ kurar ve bununla gerçekte kutsal çalışmayı yapmaya gelebilir. Dolayısıyla, her durumda, sadece dua yardımcı olur.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,093