e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Düsseldorf Belgesi

KLASİK KABALA İLMİ VE ACİL İHTİYAÇ DUYULAN GEZEGENSEL VİCDANIN EVRİMİ

DÜSSELDORF, 24 MART 2006 MICHAEL LAITMAN, PHD

Sevgili Arkadaşlar,

Yükselen küresel krizler dünyanın her yerinden kesin kararlar (çözüm) talep etmektedir. Birçok bilinen bilim adamı ve filozof krizleri çalışıp araştırıyorlar, hâlihazırda bunun sebebini anlayamıyoruz ve dahası bunları çözecek eylemleri de.

Bugün, krizlerin doğasını ve bunların hepten yok edilmesiyle ilgili araçları (yollar) ilgilendiren teori ve önerilerin varlığını daha fazla reddedemeyiz. Bu sunumda insanlığın durumunu hayatımın son otuz yılını vermiş olduğum Kabala ilminin bakış açısından anlatmaya çalışacağım.

Antik zamanlarda insanoğlu doğaya daha yakındı ve onunla yakınlık kurmaya çalıştı. Bunun iki sebebi vardı; gelişmiş egoizm insanı doğadan ayırmadı ve insanları onun ayrılmaz parçaları gibi hissettirdi. Doğa hakkında yetersiz bilgi korku uyandırdı ve insanı doğaya üstün gözüyle bakmaya zorladı.

İki sebepten dolayı insanoğlu sadece etrafımızda, dünya olgusu hakkında bilgi toplamayı değil ayrıca dünyayı yöneten güçleri bilmeyi de amaç edindi. İnsanlar, bugün olduğu gibi suni yaratılmış bir dünyanın doğa güçlerini görmezden gelip elementlerden gizlenemedi. Onların duyu organları henüz bozulmuş ya da çağdaş teknoloji tarafından dejenere edilmemişken, etrafımızdaki dünyayı daha derin (yoğun) hissedebiliyorduk. Aynı anda doğadan korkmak ve ona yakın olmak, insanoğluna doğanın ondan ne istediğini, bir amacı mı var ve insanları neden yarattığını keşfetmeyi arzulattı. İnsanlık bunu mümkün olduğunca derinden anlamayı amaçladı.

Antik çağların bilim adamları doğa hakkındaki bilgilerini paylaştılar. Kabalistler de kendi bilgilerini bilim adamlarıyla paylaştılar. Kabala dünyayı yöneten sistemi çalışır. Kabala’nın asıl görevi yaradılışın sebep ve amaçlarını ayrıntılı bir şekilde açıklamaktır. Doğal olarak “Kabala” başlığı altında satılan onun popülaritesinden sermaye sağlamaktan bahsetmiyorum. Hakiki Kabala evrenin yapısını araştıran (ve diğer birçok bilime öz bilgiyi veren) ciddi bir bilimdir. Kabalistler ve eski filozoflar arasındaki ilişki antik felsefeyi doğurdu, bu da bilimin kökeni oldu. Bu sempozyumun organizatörlerini ödüllendirmek için bu konuda özellikle Alman bilim adamları ve öğretim görevlilerinin ifadelerini seçtim.

Johann Reuchlin “De Arte Cabalistica” kitabında şöyle yazıyor: Felsefenin babası olan öğretmenim Pisagor, öğrenimini Kabalistlerden aldı. Kendi çağdaşlarının bilmediği Kabala kelimesini Yunanca kelime olan Philosophy (Felsefeye) ilk çevirendi. Kabala hayatımızı kum içinde geçirmeye izin vermekten ziyade aklımızı bilginin yüksekliğine eriştirir. Yüzyıllar boyunca, Kabala saklı kalmış bir öğreti, gizli bilgelik olarak sayısız efsane, safsataya sebep olmuştur ki bunlar gerçek kökenleri araştırmaya çalışan herhangi çağdaş bir kişiyi şaşırtır. Özellikle büyük matematikçi ve filozof Leibnitz, “Hauptschriften zur Grundlegung der Philosophie” adlı kitabında bununla ilgili yazdı. Çünkü insan gizli bilginin doğru anahtarına sahip değildi, bilgiye susamışlık eninde sonunda her tür safsata ve hurafe, gerçek Kabala ile çok az ilgisi olan ve bunun yanında büyü adı altında çeşitli fanteziler ki kitapları dolduranlar da bunlar, “bayağı Kabala”yı ortaya çıkardı.

Felsefe Kabala’nın bir kısmını asimile edip farklı bir yöne çekti. Maddi dünyamızı ve onun beş duyumuzla algılanan olgunun çerçevesindeki yasalarını araştıran (Modern Bilimin) doğmasına sebep oldu.

Bu arada antik öğretiler, Kabala da dâhil araştırmacıların ilgi alanları dışında kaldı. Bilimin anlayamadığı her şey ve elde edemediği her şey dinlerin, ritüellerin ve geleneklerin alanına girdi. Antik öğretiler yavaş yavaş unutuldu.

Bilim ve din, insanlığın bu dünyayı araştırdığı ve insanın yer ve olasılıklarını anlamaya ve var oluşun amacını ve anlamını tanımlamaya çalışan iki paralel yoldur. Bununla birlikte iki yolda insanlığı yüksek yöneten gücü elde etmekten (O’nunla ilişkilendirmekten) alı koydu. İnsan doğayı kendinden ve istediğini öğrenmek için değil sadece onu insanın kendi egoizmi için değiştirmek ve fethetmek için çalıştı.

Bilimden kişisel zor durumlara kadar insan aktivitesinin bütün alanlarındaki krizler hayatın anlamı ve amacı hakkındaki aynı sonsuz sorulara sebep olur. Gitgide doğa var oluşumuzun sebebi, yönetim süreci ve varlığımızın amacı hakkında hiçbir şey bilmediğimizden emin oluyoruz.

Sorunlar doğanın büyük bilgeliğinin ve yüksek planının varlığını kabul etmemize yol açıyor. Bilim sorularımıza cevap veremediğinden bizi dinde, inançta ve mistisizmdeki gerçeği araştırmak için doğaya karşı yeni bir yaklaşım aramaya zorlar. Dışsal krizler içsel bir sebep oldu ve biz kendimizi bu dünyada kafaları karışmış olarak bulduk.

Bu öğretilere olan büyük ilgi yaşamlarımızı bilimsel araştırmalar değil her tür “supernal” yöntemce açıklamak son otuz yıldır yürürlükteyken şimdi gözlerimizin tam önünde yok oluyor. Bütün insana ait yanlış fikirlerin içinden, insanlık hâlâ test etmeli, reddetmeli ve sonunda kalan birkaç mana sistemini unutmalı.

Bugün öyle bir zaman ki mistisizm aracılığıyla insanlık gerçek antik bilgeliği yeniden keşfediyor. Son yıllarda açığa çıkan Kabala ilmi bu süreçte anahtar bir rol oynamalı.

Kabala, bütün antik öğretiler gibi 5000 yıl önce uygarlığın beşiği olan Mezopotamya da ortaya çıktı. İşte burada insanlık bizim zamanımıza kadar unutana dek onları o zamanda tekrar keşfetti. Şimdi onlar yeniden keşfediliyor. Bir zamanlar eski Mezopotamya’nın şimdi modern uygarlıkların çarpıştığı merkez olması bir tesadüf değil.

İnsanın egoizminin yavaş yavaş gelişmesini insanlık tarihi belirler, tanımlar ve gerçekten de planlar. Gelişen egoizm insanların yoğunlaşan egoist arzularının farkına varmak için çevreyi incelemeye (çalışmaya) teşvik eder. Dünyamızın cansız, bitkisel ve hayvansal doğasına ters olarak, insanlar (her bir nesilde ve her birey kendi kısa var oluşunda) durmaksızın gelişirler.

İnsan egoizmi beş yoğunlaşma seviyesi ile gelişir. Antik çağlarda insan kendini doğanın karşısına yerleştirecek kadar egoist değildi. Doğayı ve kendini çevreleyen her şeyi hissetti ve karşılıklılık hissi doğayla iletişim tarzıydı. Hatta birçok bakımdan telepati gibi sessizdi ve belli bir ruhani düzeydeydi. Bu tarz iletişim hâlâ insanlar arasında bulunabilir.

Egoist gelişimin ilk düzeyi insanlar arasında bir isyana sebep oldu. O doğaya benzemek için insanı değiştirmektense, insanın hatırı için doğayı değiştirme arzusu yarattı. Mecazi anlamdaysa, bu arzuyu doğayı yönetmek için gökyüzüne ulaşan bir kule inşa etme arzusu olarak tanımlanır.

Büyüyen egoizm insanı doğadan uzaklaştırdı. Doğaya karşıtlığı düzeltmek yerine insan (egoizmi düzeltmek yerine her şeye hükmederek) Yaradan’ı egoistçe elde edebileceğini hayal etmeye cesaret etti.

Dolayısıyla, insan kendisini toplum ve doğanın tersine çevrenin karşıtına yerleştirdi. Diğerlerini aynı soydan ve yakın; doğayı evi gibi algılamak yerine insanlar artık doğayı ve diğerlerini anlamadılar. Nefret sevginin yerine aldı; insanlar birbirinden uzak düştüler ve antik dünyanın tek milleti (doğuya ve batıya sürüklenen) iki gruba ayrıldı. Sonradan iki grup birçok millete ayrıldı ve bugün tekrar birleşmenin ve tek bir millet olarak bağlanmanın başlangıcına tanıklık ediyoruz.

Tora bunu alegorik olarak şöyle anlatıyor: “Ve bütün dünya tek bir dil ve lehçedendi. Ve onlar doğuya yolculuk ettiler. Shinar ülkesinde bir düzlük buldular ve orada yaşadılar… Ve şöyle dediler: “Gel, bir şehir inşa edelim ve bir kule, üstü cennette ve kendimize bir isim verelim; bütün dünyanın üzerine yayılalım.” Ve Tanrı insanın çocuklarının inşa ettiği şehri ve kuleyi görmeye aşağı geldi. Ve Tanrı dedi ki: “Bakın onlar tek bir halk ve onların tek bir lisanı var ve bu onların yapmaya başladığı ve şimdi onlardan hiçbir şey esirgenmeyecek; çünkü amaçları buydu. Gelin aşağı gidelim ve onların dillerini şaşırtalım da birbirlerinin konuşmasını anlamasınlar.” Böylece Tanrı oradan bütün dünyanın yüzeyine dağıttı ve onlar şehri inşaya koyuldular.”

Josephus Flavius, Nemrut’un halkı Yaradan’a meydan okumaya kışkırttığını yazar. Onlara suların yükselebileceğinden, daha yüksek bir kule yapmalarını, eğer Yaradan bir daha sel gönderirse, atalarının ölümlerinin öcünü Yaradan’dan almayı tavsiye etti. Su baskını dersinden sonra insanların kendilerini düzeltmediğini görünce, Yaradan onlara birçok dil konuşturdu. Artık birbirlerini anlamadılar ve dağıldılar. Kulenin inşa edildiği yere şimdi Babilon deniliyor, çünkü orası tek bir dil yerine birçok dile karışılan yerdi.

Yirminci yüzyılın başında alman arkeolog Robert Koldewey, Babilon’da 90x90x90 metre boyutlarındaki kulenin yıkıntılarını buldu. Ek olarak, Herodot (484-425 BCE) kuleyi aynı ölçüde yedi kat piramit olarak tarif etti.

Tarihi kaynaklar Babilon’un merkezinde tapınak semti olan Esagila vardı ve yakınında, yüce tanrı Marduk’un tapınağı Babil Kulesi. Ona Etemenanki deniyordu yani cennet ve dünyanın köşe taşı.

O günlerde, Esagila tek tanrıcılığa karşı mücadelede dünyanın dini merkeziydi.

Aramik dilinde Babil, Bilbul kelimesinden gelir ve düzensizlik ve karışıklık anlamına gelir.

Astroloji, zodyakın işaretleri ve horoskoplar, divination, numeroloji, spiritüalizm, sihirbazlık, cadıcılık, büyücülük, şeytanın gözü, şeytani ruhları çağırmak, bunların hepsi Esagila’da gelişti. Bu inançlar hâlâ varlar ve özellikle bugün onların son çıkışlarına tanık oluyoruz.

O günden beri ve geçtiğimiz 5000 yıldır insan doğaya meydan okudu, yani devamlı büyüyen egoizmi karşılıksız vermeye düzeltmek yerine, doğaya benzemek yerine, insanlık kendi doğasını korumak için suni bir kalkan kaldırdı. Bu korumaya yardım için insanlık son 5000 yıldır bilim ve teknolojiyi geliştirdi, bu aslında Babil kulesinin kaldırılışı. Öyleyse, kendimizi düzeltmek yerine, doğayı yönetmek istiyoruz.

İnsanoğlunun egoizmi o zamandan bu yana büyüyor ve bugün sonuçlanıyor. İnsanlık egoizmi sosyal ve teknolojik gelişmelerle tatmin etmekten hayal kırıklığına uğradı. Bugün Babil’deki karışıklık zamanından beri boşa yol aldığımızı anlıyoruz.

Özellikle bugün karışıklığın ve gelişimimizin çıkmaz sokağına geldiğimiz, gerçeğinin farkına vardıkça egoizm ile Yaradan’ın karşı karşıya gelmesi Babil Kulesi’nin asıl yok oluşudur. Önceden, Babil kulesi yüksek güç tarafından yok edilmişti ancak bugün kendi bilincimiz tarafından sanki biz yıkıyormuşçasına yıkılıyor. İnsanlık, egoizmini karşılık beklemeden vermeye düzeltmek yerine doğadan teknolojiye egoist karşıtlığın bedelini ödemek için seçtiği yolun çıkmaz sokak olduğunu itiraf etmeye hazır.

Babil’de başlayan iki grubun coğrafi ve kültürel ayrılması süreci bugün sonuçlanıyor. Geçtiğimiz 5000 yıl içinde her bir grup birçok farklı halkın olduğu bir uygarlığa dönüştü. Bir grup batı uygarlığı dediğimiz ve diğeri doğu uygarlığını oluşturuyor; Hindistan, Çin ve İslam dünyasını kapsıyor.

Bugün insanlığın devamını tehdit eden bir titanik uygarlıklar çatışmasına şahit olmamız bir tesadüf değildir. Bu, küresel krizin anahtar faktörlerinden biridir. Dahası, bu çatışma Babil kulesinin düşmesiyle başlayan sürecin sonucunu yansıtıyor. Babil’de tek bir ulusu “Egoizm” yüzünden üyelerini ayırmıştı ve şimdi insan türünün tek ulusunun üyelerinin yeniden birleşip bir ve birleşmiş halk olma zamanı. Bugün biz Babil zamanında oluşan ayrılma noktasındayız, tek fark biz durumumuzun farkındayız. Kabala bilgeliğine göre bu çarpışma, dünya çapında kriz, mistisizm ve batıl itikadın yüzeye çıkması, bütün insanlığın yeni ve birleşmiş bir uygarlığa yeniden bağlanmasının başlangıcıdır, aynı Babil kulesinden önceki durumuna benzer olarak.

Babil şaşkınlığı zamanında, “Kabala” adım adım yükselen sebepleri hakkında bir bilgi kaynağı olarak keşfedilmişti. Kabala, tüm var olanların doğasının kendini tatmin için bir egoist arzu olduğunu belirtir.

Ancak egoist arzular kendi doğal hallerinde doyurulamaz, çünkü arzunun tatmin edilmesi onu bozar ve sonuç olarak, o bir daha hissedilmez. Benzer şekilde, yiyecek açlık hissini azaltır ve bununla birlikte yemek yemeden hazzı yavaş yavaş yok olur.

Ancak biz zevk almadan var olamayız. Sürekli olarak yeni arzular geliştirmeye zorlanırız ki onları tatmin edebilelim. Aksi takdirde haz hissetmeyiz. Bu sonsuz haz (uğraşı) takibi, hazzın kendini elde etmek imkânsız olsa bile, bizim bütün hayatımızı teşkil eder (oluşturur). Eninde sonunda, gözünü açma ve boşluk depresyona sebep olur ve uyuşturucuyu getirir.

Yerine getirme arzu ve doyumu bitiriyorsa o zaman sonsuz doyumu tatmak gerçekten mümkün mü?

Antik bilgelik mecazi olarak insanın bir yaratık olarak yaratıldığını anlatır. Yani, başlangıçta bütün insanlar tek bir insan olarak birbirine bağlıdır. Bu doğanın bizimle olan ilişkisi, aynı tek bir insana olduğu gibidir.

Bu ortak prototipe Âdem denir. “Dome” (benzer) kelimesinden Aramice’de, antik Babil’in konuşma dili anlamı “Yaradan’a’’ benzemektir.” Başlangıçta tek bir birey olarak içsel, bağlı olarak yaratıldık. Egoizmimiz yükseldikçe, yavaş yavaş birlik hissimiz kayboldu ve birbirimizden giderek uzaklaştık. Sonuç olarak karşılıklı birbirimizden nefret eder hale geldik.

Kabala bilgeliğine göre doğanın planı biz koşullarımızdaki gerçeği görene dek egoizmimizi büyütmektir. Bugün küreselleşme bize şunu gösteriyor; bir tarafta, hepimiz birbirimize bağlıyız, diğer taraftan da muazzam abartmalı egoizm bizi birbirimizden soğutuyor.

İlk olarak tek bir yaratık şeklinde yaratılmamızın ve sonra egoist ve mesafeli, ayrı bireyler olarak ayrılmamızın sebebi; bunun Yaradan’dan tam karşıtlığımızı görmemizin tek yolu,

Sahip olduğumuz mutlak egoizm özelliği gerçeğini kabul etmemiz. Bu vaziyette, onun küçüklüğünü, limitli doğasını, ümitsizliğini görüp, egoist doğamızdan ki bu bizi birbirimizden ve doğadan ayırır, nefret etmeye başlayacağız ve bütünleşmek için bir arzu geliştirip, doğamızı tersine karşılıksız verme doğasına dönüştüreceğiz. Öyleyse biz bağımsız olarak kendimizi dönüştürmek ihsan etmeye ve tüm insanlıkla tek bir bütün olarak bağlanmak için bir yol bulacağız.

Aynı egoist hücrelerin tek bir vücuda birleşip kendi bireysel egoizmlerini vücudun varlığı için sonlandırmaları ve sonuç olarak bütün vücudun yaşamını hissetmeleri gibi, öyleyse bizde kendi aramızda böyle bir bağlantıya ulaşmalıyız. Sonra birleşmemizdeki başarıya göre şu an hissettiğimiz fiziksel var oluş yerine doğanın sonsuz var oluşunu hissedeceğiz.

Eski söyleyiş “Komşunu kendin gibi sev.” bunu yapmamızı söylüyor. Bu söyleyiş Babil kulesinin inşasına kadar geçerliydi, Babil kulesinin yıkılması ve insanların uluslar ve devletlere ayrılmasından sonra eski Babil bilgeliğinden ortaya çıkan bütün dinlerin en temel bilgilerine dâhil edildi. Bu kuralı uygulamakla her bir kişi kendini izole edilmiş ve boş bir egoist değil ancak bütün organizmanın yaşamını hisseder, Âdem’in Yaradan’a benzemesi gibi. Başka bir deyişle, bu durumda doğanın sonsuz mükemmel var oluşunu hissederiz.

Özellikle şu an karşılıksız vermek (ihsan etme) insanlığın kurtuluşu için gerekli hale geldi. Bunun nedeni artık hepimizin tamamen bir birimize bağlı olduğumuzun çok açık olması. Bu açıklık ihsan etmeye yeni bir tanım kazandırıyor: Yardım etme arzusundan kaynaklanmayan (her hangi bir niyet ya da eylem) ancak insanlığın tek bir bütün olarak bağlanma gerekliliğinden kaynaklanan gerçek karşılıksız verme olarak addedilir. Kabala ilmine göre, tüm insanlığı tek beden olarak birleştirme yoluna hedeflenmeyen tüm ihsan edici eylemler faydasız eylemler olarak görülür. Ek olarak gelecekte, toplumda sadece tek beden olarak birleşme dışında her hangi bir eylem veya düzeltme yapmamızın gerekli olmadığı açık olacak.

Bir arkadaşına karşı egoistlikten ihsan etmeye giden davranış değişikliği o kişiyi diğer bir dünyayı algılamaya yükseltir. Dünyayı duyu organlarımızla algılarız ve duyularımıza belirenleri hayatın duyuları olarak kabul ederiz. Şu anki egoist algılarımız çevreden, sadece bizim kendi izlenimlerimizi hissetmemizi mümkün kılar. Doğamızı düzeltmemiz içimizde olanları değil, dışımızda olanları, bütün doğayı hissetmemizi sağlar.

Öyleyse, içimizdeki yerine dışımızdakileri algılamakla, bir parçası yerine çevreleyen tüm dünyayı algılamaya geçeriz. Eninde sonunda, çevremizdeki dünyanın doğanın tek bir ihsan edici güç olduğunu keşfederiz.

Onunla birleştiğimizde, var oluşumuzun doğanın var olduğu gibi olduğunu hissederiz, sonsuz ve mükemmel. Bu duyguyu anlıyoruz, o bizi yönetiyor ve bu halde bedenimizin süresi dolsa bile kendimizi sonsuz doğada var olmaya devam ediyor hissederiz. Bu halde fiziksel dünya ve ölüm var oluş hissimizi etkilemez çünkü içsel egoist algımız dışsal ihsan etme algılaması ile yer değiştirmiştir.

Zohar kitabı yaklaşık 2000 yıl önce yazılmış, 20. yüzyılın sonlarına doğru insanlığın maksimum egoizme ve aynı zamanda, onun maksimum boşluğuna geleceğini yazar. Daha sonra Zohar kitabı zamanın Kabala’yı doğaya benzerliğe ulaşma yöntemi olarak tüm insanoğluna ortaya çıkaracağını söyler.

Bir insanı düzeltmekle tüm insanlığı, ihsan eden doğa ile benzerlik sağlama hepsi bir seferde ve herkese aynı anda olmaz. Daha ziyade düzeltme, her bir kişinin ve bütün insanlığın global kriz gerçeğini kabul ettiği ölçüde mümkündür.

Düzeltme, kişinin kendi egoist doğasının bütün kötülüğün kaynağı olduğunu anladığında başlar. Sonuç olarak, kişi bu doğayı düzeltmek için yollar arar. Arayış, sadece toplumun etkisinin bu hedefe yardım edebileceği sonucunu çıkarır. Yani eğer toplum değerlerini değiştirir ve karşılıksız vermenin değerini yükseltirse sadece bu insanı düzeltilme için ileriye doğru iter. İhsan etme ile karşılıklı yardımlaşmadan değil tüm insanların dünyadaki tek değer olarak Yaradan’a benzemede birleşmesini anlatıyorum.

Toplum insan bilincini ortak sorumluluğumuzu anlama seviyesine getirmeye mecbur. Bunun nedeni, Yaradan bizi tek birleşmiş yaratılmış varlık, Âdem, olarak görür. İnsan hedeflerini bencilce başarmaya (yerine getirmeye) çalıştı ancak bugün insanlık problemlerini ortak ihsan ederek çözmeyi keşfediyor. Egoizmin yavaşça ortaya çıkışı bizi eski Babil’de uygulamakta başarısız olduğumuz antik Kabala yöntemini yerine getirme zorluyor.

Dünyada ortaya çıkan bütün acıların kaynağı insanın doğaya olan karşıtlığıdır. Doğanın diğer bütün parçaları cansız (durağan), bitkisel ve canlı içgüdüsel ve kesinlikle doğanın emirlerini takip ederler. Sadece insanın davranışları onu durağan, bitkisel ve canlı doğaya karşı yerleştirir.

İnsan doğanın yaratılışının tepe noktasıdır, diğer bütün parçalar (cansız, bitkisel ve canlılar) ona bağlıdır. İnsanın düzeltilmesiyle doğanın diğer bütün parçaları tüm evren Yaradan’la tam bir birleşme içinde o ilk mükemmel seviyesine yükselecek.

Yaradan’ın planına göre tüm evren bu duruma ulaşmak zorunda ve düzeltilme için ayrılan zaman kısıtlı. Zohar kitabı düzeltilmenin 21. yüzyılın başından itibaren uygulanacağına işaret eder. Bu zamandan itibaren insanlık yoğun acılarla düzeltilmeye çalışılacak.

Yaradılışın amacının anlaşılmaya başlaması ve düzeltilme metodunun bilgisi (acılarla, arkadan yakalamanın tersine) hedefe bilinçli yaklaşmamızı sağlayacaktır. Öyleyse acıların yerine düzeltilme yolu üzerindeyken tatmin ve ilham hissedeceğiz.

Her şey bizim topluma krizin sebebini açıklamaktaki çabalarımıza ve onu çözmemizdeki yolumuza bağlı. Krizin bizim en güzel, sonsuz ve mükemmel varlık durumunu başarmamız için gerekli olduğunu açıklamalıyız. Bu maksadı açıklamak kolay bir görev değildir, ancak artan karışıklık hepimizin sürecin gerekli ve maksatlı olduğunu algılamamızı sağlar. Artan karışıklığın yanında bizim zamanımızı özel yapan şey değişim fırsatı penceresinin açılıyor olması, gerçekten de karışıklığın yeni ve düzeltilmiş bir uygarlığın var oluşu ve sağlanmasının optimum bir durum olduğunu açıklamaya mecburuz ve bunu yapabiliriz.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,131