Makale No. 22, 1989
Kişi, ne zaman soru sorar? Eksiklik içinde olduğu zaman. Şunu sorar; “İhtiyacım olduğunu düşündüğüm şeye sahip olamadığımda, neden acı çekmem gerekiyor?” Kişi, Yaradan’a şikâyetle, taleple gelir ve sorar; “Neden acı çekmem gerekiyor?” Oysa bereketle dolduğunda, hiçbir şeyin kölesi olmadığını bildiğinde, özgür olduğunu ya da içinde acı olmadığını hissettiğinde, “Neden” diye sorması için bir sebep var mıdır?
Dolayısıyla, neden özellikle özgürlük festivali olan, Pesah’da sorular sorduğumuzu anlamalıyız. Buna, “dört soru” yani kişi, tam olarak hiçbir şeyin eksikliğini hissetmediğinde, dört kez “Neden?” diye sormak, denir.
Ari’nin söylediğine göre, Pesah gecesi, Şabat arifesinden daha bütündür. Şöyle der; Şabat arifesinde, Malhut’un Mohin de Neşama’ya yükselişi, Pesah gecesinde ise Şabat gününde olduğu gibi, Malhut’un Mohin de Haya’ya yükselişi vardır (bkz Shaar HaKavanot). Bu nedenle, neden özellikle bütünlük zamanında sorular sorduğumuzu anlamalıyız. Elbette, bunun pek çok cevabı var ve bunu, çalışmada yorumlayacağız.
Bilinir ki bize verilen Tora ve Mitzvot (emirler) çalışması, onlar aracılığıyla haz ve mutluluğu almaya layık hale gelmek için, kendimizi ıslah edelim diye verilmiştir zira insanın yaratılma sebebi budur, yaratılış amacının; O’nun, yarattıklarına iyilik yapmak olduğu bilinmektedir. Ancak, hazzın alınmasının üzerine her dal, köküne benzemek istediği ve kök, yaratılanlara ihsan ettiğinden utançtan kaçınmak için, alıcı ve veren arasında form eşitsizliği vardır, bu eşitsizlik, utanca sebep olur.
Dolayısıyla, bunu düzeltmek için, üst yönetime bir Tzimtzum (kısıtlama) ve gizlilik yerleştirildi. Böylelikle, Tzimtzum ve gizlilik vasıtasıyla Yaradan’ın, yaratılanlar üzerindeki yönetiminin çok küçük bir anlayışına sahip olmamıza neden olan, Yaradan’dan çok uzakta olduğumuz bir yer yapıldı. Bununla ilgili, “On Sefirot Çalışmasına Giriş”te (madde 42-43) şöyle yazılmıştır; “Eğer İlahi Yönetim, ifşa olmuş olsaydı, yasaklanmış yiyeceği yiyen kişi, aniden ölürken Mitzva’yı (emir/iyi iş) yerine getiren kişi, onun içinde, dünyadaki büyük hazlara eş, muhteşem hazlar bulurdu, hangi aptal hemen hayatını kaybedeceğini bile bile yasaklı yiyeceği tatmayı düşünür ya da eline geldiğinde büyük maddesel hazları almak için bekler? Böylece, utancı düzeltmek için yapılan Tzimtzum (kısıtlama) ve gizlilik, emeğe ve Yaradan’dan uzaklığa yol açar.
Öyle görünüyor ki Tzimtzum ve gizlilik, aşağıda olanın yararı için yaratılmıştır. Bu nedenle, İlahi Yönetimle ilgili olarak, ‘Neden Yaradan, bize bu şekilde davranıyor, zira bizler iyilik göremiyoruz ve sürgünde olmaktan, yoksulluktan acı çekiyoruz?’ sorusunu sormanın bir anlamı yoktur. Diğer bir deyişle, herkes, Yaradan’ın bize karşı neden gizli rehberlikle davrandığından şikâyet eder, bunun sadece iyi olduğunu belirtir.
Ancak, O’nun yönetimini, yarattıklarına davranma şeklini kötülemek yasaklanmıştır. Bunun yerine, bunun tam olarak gördüğümüz gibi olması gerektiğine mantık ötesi inanmalıyız. Hissettiklerimizle ilgili olarak, Tora’nın yolunda yürümeliyiz, atalarımız bizlere, hissettiğimiz tüm bu hislerle nasıl davranmamız gerektiğini ve onlarla ilgili olarak, 1943’teki makalede olduğu gibi, ‘Gözleri var ama görmezler’ dememiz gerektiğini öğretti.
Bilinir ki karalamak (kötülemek) üzerinde, bir yasaklama vardır. Bununla birlikte, çok kötü olan bu karalamanın, genellikle insanla insan arasında olduğu düşünülür. Fakat gerçekte bu, öncelikle insanla Yaradan arasındadır, şöyle yazdığı gibi (Şemot Rabbah, bölüm 3,12): “Musa, ‘Tanrı biliyor ki ondan yediğin gün, gözlerin açılacak ve sen kötülük ve iyiliği bilerek, Tanrı gibi olacaksın’ diyerek, Yaradan’ı karalayan yılanın oyununu anladı.”
Yukarıda söylenenlerle karalamanın, diğer şeylerden neden daha kötü olduğunu görebiliriz. Bu böyledir çünkü karalamak, Yaradan’ı kötüleyen ve “Yaradan, sana bilgi ağacından yememeni, onu gizlilikte tutmanı ve saklamanı emretti” diyen, yılandan gelir. Yılan ona, ‘O’nun, bilgi ağacının aşağıdakilerden gizlenmesi gerektiğine dair söylediklerine itaat etmemelisin.’ Bunun yerine, onun argümanı, her şeyin açık olması gerektiğiydi.
Bu, yılanın karalamasıdır. Öyle görünüyor ki Yaradan’ın gizli yönetiminin, yaratılanlara gizli rehberlikle yaklaşmasının, yanlış olduğuyla ilgili konuşmaktadır. Oysa gerçekte gizlilik, yaratılanların sadece utanç olmadan haz ve mutluluk alması içindir. Bu, ancak yaratılanlar, Yaradan’a memnuniyet vermek için aldıklarında yani tüm alma, yalnızca ihsan etmek için olduğunda gerçekleşebilir.
Öyle anlaşılıyor ki yılanın kötülemesi, kısmi değildir. Aksine, ondan uzanan aşağıdakilerin, “utanç” denilen hoşnutsuzluk olmadan, haz ve mutluluk almalarını sağlayacak ‘form eşitliği’ denen, Dvekut’u başarabilmeleri için Malhut’ta gerçekleşen tüm ıslahla ilgili konuşmuştur.
Bu ıslah yüzünden bizlere, Yaradan’dan ayrılık olan, kendine-sevgiden çıkabilmemiz ve form eşitliğini edinebilmemiz için Tora ve Mitzvot verildi, atalarımızın şöyle söylediği gibi; ‘Kötü eğilimi yarattım, şifası için de Tora’yı yarattım.’ Yılanın karalamasına göre, açık yönetim olmalıdır yani her şey ifşa edilmelidir, Yaradan, Adem’e açıkça; ‘Ama bilgi ağacından yemeyeceksin’ demesine rağmen. Oysa bu farkındalık, gizlenmelidir çünkü sadece ıslahın sonunda, bu anlayışı aydınlatmak mümkün olacaktır.
Ve bu idrakle ilgili olarak, yılan ona, Yaradan’a itaat etmemesini söyledi. Diğer bir deyişle, ona göre Yaradan, yaratılanlar üzerindeki rehberliğinin -İyilik Yapan İyi- gizli olmasını, Adem’in faydası için değil, başka sebeplerle yaptı. Öyle görünüyor ki yılanın karalaması, genel bir şeydir yani Tora ve Mitzvot’un gücüyle yapmamız gereken tüm ıslahın, insanın amacı olmadığını söyler.
Karalama, tüm Tora’yı kapsadığından, tüm yasakların en ağırıdır. Diğer bir deyişle, bu karalamaya göre, yapılan tüm ıslahlar, yapılmamalıdır. Dolayısıyla bu, insanla Yaradan arasında çok önemli olduğundan, insanla insan arasındaki yasak da çok önemli bir meseledir, Kabalist Akiva’nın, Tora’nın büyük bir kuralı olduğunu söylediği ‘dostunu kendin gibi sev’ ile ilgili söylediğimiz gibi.
Öyle anlaşılıyor ki karalayan kişi, “dostunu kendin gibi sev” kuralının tersine hareket eder. Dolayısıyla, insanla insan arasındaki karalama da bir kuraldır. Bu yüzden, böylesine ağır bir yasaktır.
Yukarıda söylenenlerle atalarımızın şu sözlerini (Sanhedrin 38) yorumlayabiliriz; ““Kabalist Yehuda şöyle der: “Rav, ‘Adam HaRişon kâfirdi’ dedi.” Ve Raşi şöyle açıkladı, ‘kâfirdi’ demek, putperestliğe yöneldi demektir.’’”
Bunu anlamak zordur. Adam HaRişon, Yaradan’la konuştu. Yaradan’la konuşan biri, nasıl kâfir olur, kalbi putperestliğe meyleder? Her şeyden önce, Yaradan onunla konuştu, öyleyse kalbinin putperestliğe meyil ettiği konusunda nasıl yanılmış olabilir?
Yukarıda söylediğimiz gibi, Yaradan ona, bilgi ağacının gizlilik içinde kalması gerektiğini ve ıslahın sonuna kadar ifşa edilmeyeceğini söyledi. Yılan, ona gelip, Yaradan’a itaat etmemesini, Yaradan’ın ondan gizlediği bilgi ağacında büyük hazlar olduğunu söylediğinde, yılanın iftirasını kalbinde tuttu. Buna, o “kâfirdi” denilir.
Raşi, onun kalbinin, putperestliğe meyil ettiğini söyler, yani kalbi, yılanın ona söylediği -dünyada açık bir İlahi Yönetim olsa daha iyi olurdu- şeye inanmıştır. O’nun yönetiminden hoşlanmayan kişiye “kâfir” denir. Bu demektir ki bilgi ağacı ifşa olsaydı, orada açık yönetim olurdu ve pek çok kişi, kutsal çalışmaya bağlanırdı zira herkes, mantık ötesi olarak Tora ve Mitzvot’u yerine getirirdi, çünkü her şey akılda, mantık dahilinde, mantık ötesi olması gerekmeyecek şekilde kıyafetlenirdi diyen, yılanın tavsiyesine göre düşündü.
Diğer bir deyişle, bilgi ağacı demek, her şey mantık dahilinde ifşa olur demektir ve bu yüzden, onu yemekten kaçınma emri vardır. Yani, her şeyin mantık dahilinde kılıflandığını, Yaradan’ın hizmetkârlarının çoğalacağını düşünmek, mantıklı olsa da Yaradan’a doğru çalışmamız, mantık dahilinde değil, mantık ötesi olmalıdır.
İlahi Yönetimle ilgili kötü konuşan yılanın, kara çalmasının anlamı budur. Yaradan, Yaradan çalışmasını mantık ötesi yaptığından, bu demek değildir ki Yaradan her şeyi mantık dahilinde yapabilir. Onun yerine, anlamasak da inanmalıyız ki bu rehberlik, en iyisidir.
Baal HaSulam da Yaradan’ın, mantık ötesi inancın yolunu seçtiğini, çünkü Yaradan’ın, aşağıda olanların “ihsan etmek için almak” denilen form eşitliğine, “Yaradan’la Dvekut” hedefine ulaşabilmesinin en başarılı yolunun bu olduğunu bildiğini, söylemiştir.
Bilgi ağacının günahı, yüksek derecelerle, ıslahın sonundaki ışıkla ilgili olsa da “Panim Meirot uMasbirot Kitabı’na Giriş”te açıklandığı gibi çalışmamızla ilgili olarak, O’nun, yaratılanlar üzerindeki rehberliğinin, yardım amaçlı olduğuna ve bunun mantık ötesi inanmak için böyle olduğuna inanmak istemediğini söyleyen, İlahî Yönetimi kötüleyen kişiyi yorumlamalıyız.
Ancak, kişi şunu söylerse; “Açık bir İlahi Yönetim olsaydı, aklımla Yaradan’ın yaratılanlar üzerine iyiliksever bir şekilde ihsan ettiğini görebilseydim ve bu mantık dahilinde olsaydı, sadece bu şekilde Tora ve Mitzvot’u yerine getirebilirdim.” Bu, bilgi ağacının günahından, insanın özellikle mantık dahilinde gitmek istemesinden ve mantık ötesi inanmak istememesinden gelir. Bu nedenle, kişi, O’nun iyi olduğuna ve iyilik yaptığına inanmadığı zaman Yaradan’ı karalar. Bu, yılanın, Adam Ha Rişon’a Yaradan’ı karaladığı zamana dayanır.
Bir insanın mantık dahilinde gitmek istemesi, “bilgi ağacının günahı” olarak adlandırılır. Bu günah, iki yolda, ondan uzanan iki soruda ortaya çıkar: 1) “Sesine itaat etmek zorunda olduğum Efendi de kim?” diye soran Firavun ’un sorusu, yani kişinin, mantığa ters düşen bir şeye inanmasının zor olması. Ve bundan başka bir şey, ikinci bir soru uzanır, “Neden insan, kendisi için değil de Yaradan için çalışmalıdır?” Diğer bir deyişle kişi, şunu sorar, “Kendi menfaatim için değil de Yaradan için çalışmakla ne kazanacağım?”
Yukarıda söylenenlerden şunu anlarız; kişi, üstesinden gelip, gerçeğin yolunda yürümeyi üzerine aldıktan ve atalarımıza inanca inanmaya başladığını söyledikten sonra bile, mantığı ona her gün ilerlemek zorunda olduğunu söyler. Oysa kişi, gerçekte bunun tam tersini, her gün gerilediğini görür. Böylece, mantığı şunu söylemesine sebep olur; “İhsan etme çalışması, bana göre değil. Bu, daha ziyade seçilmiş birkaç kişinin çalışması.” Kişi, mücadeleden kaçmasının daha iyi olacağını anlar.
Ona ne söylendi? Bir kez daha mantık ötesi inançla gitmesi ve mantığının onu yapmaya zorladığı şeye aldırmaması gerektiği söylendi. “Rav’ına İnanç” (1943) makalesinde yazıldığı gibi, kişi gerçek durumunu göremez. O yüzden, mantık ötesi gitmelidir, sadece bu şekilde hedefe ulaşabilir ve Yaradan’la Dvekut’la (bütünleşme) ödüllendirilebilir.
Ancak, neyin bize mantık dahilinde ilerleme yerine, gerileme hissini verdiğini anlamalıyız. Diğer bir deyişle, kişinin ne amaçla düşüşte olduğunu hissetmesi gerekir? Bunun faydası nedir? Görüyoruz ki kişi, yükseliş aşamasında ve manevi arzuya sahip olduğunda, tüm dünyanın elde etmek için peşinden koştuğu dünyevi hazları, sanki gereksiz yere yaratılmışlar gibi görür, yani Yaradan tüm yaratılışı, manevi şeylerden haz alacak şekilde yaratsaydı daha iyi olurdu, der.
Bu nedenle, kişi düşüş düşüncelerine dair, her yükseliş sonrası düşüşe gelmesi gerçeğiyle ne kazanır? Sonuç olarak, kişi daima şunu sorar; “Ne kadar yükseliş ve düşüş var ve bunlar neden gerekli? Yükseliş aşamasında kalabilseydim daha iyi olurdu.”
Ancak bunun cevabı, kişinin bir şeyin önemini bilmeden, onu takdir etmesinin imkânsız olmasıdır. Diğer bir deyişle, kişinin bir şeyden aldığı hazzın, onun önemine bağlı olduğuna dair bir kural vardır. Bazen kişiye önemli bir şey verilir ve eğer onu takdir ederse ondan büyük bir haz alır. Fakat o şeyin değerini bilmediği için, önemini anladığı ölçü dışında, ondan haz alamaz.
Örneğin; kişi, dışı o kadar da güzel olmayan bir nesne, bir kitap satın alır, daha sonra bu kitap yeniden basılır ve daha pahalıdır ama fazla parası olmadığı için, bu kitabı satın alır. Satıcının da bu kitabın öneminden haberi yoktur ve onu düşük bir fiyata satar. Ama bir süre sonra, bir adam kitabı alan kişinin evine gelir, kitabı görür ve şöyle der: “Bu kitap, 300 sene önce basıldığı ve dünyada bunun gibi sadece üç kitap olduğu için, bir servet değerinde.” Kişi, kitabın yüksek değerini duyunca, kitaptan haz almaya başlar.
Buradaki ders şudur; bizler, yükselişi nasıl takdir edeceğimizi bilmiyoruz. Yani Yaradan’a inanma gücüne ve Yaradan’ın yüceliğinin hissine biraz olsun sahip olmanın, tek bir anının bile değerini anlamıyoruz. Yükseliş durumunda, meşalenin önündeki bir mum gibi, herhangi bir neden olmadan, O’nun önünde iptal olmayı arzularız. Doğal olarak, Yaradan’ın bizi daha da yakınlaştırdığı ve bize getirmesi gereken neşe ve sevinci elde etmemiz gereken bir yakınlık verdiği gerçeğinden haz alamayız. Ancak, bunu takdir etmenin önemine sahip olmadığımız için, alegoride açıklandığı gibi, sadece öneme göre haz alabiliriz.
Bu nedenle, yükselişlerin önemini anlamamız için bize düşüşler verilmiştir, şöyle yazdığı gibi: “Işığın üstünlüğü, karanlıktan dolayıdır.” Özellikle düşüşler sayesinde kişi, yükselişleri anlamaya ve onları takdir etmeye başlar ve o zaman, yükselişlerden haz alır ve şu hisse gelir; “Onlar, bizim yaşamımız ve günlerimizin uzunluğu.” Fakat kişi, Tora’ya bağlanmanın ve Mitzvot’u yerine getirmenin, Yaradan’ın hizmetkârı sayılmak için yeterli olduğunu düşündüğü için, inanç gerekliliğini bilmediğinden, yükselişleri takdir etmesi için ona yukarıdan düşüş verilmez.
Onların çalışması dışarıdadır. İçeriye girmeye niyetli değildirler. Öyle ki Keduşa’nın (Kutsallık) önünde tamamıyla iptal olma niyetleri yoktur ve kutsal, ‘uzaklaşmış ve kendinden ayrılmış’ demektir, şöyle yazıldığı gibi; “Ben kutsal olduğum için, sen kutsal olacaksın,”, o zaman, yalnızca Yaradan’ın otoritesi vardır çünkü aşağıda olan, kökün önünde iptal olmak ister ve tüm gördüğü, yalnız Yaradan için yaşamanın değerli olduğudur.
Kişinin, sadece Yaradan’a memnuniyet vermek için yaşamak istediği bir durumda olması, Yaradan için kendisini iptal etmeye değer hale getirmesi için, Yaradan’ın yüceliğine dair büyük bir inanç edinmek zorundadır. Yetiştirilişi sırasında edindiği inanç, onun için yeterli değildir. Yetiştirilişi sırasında edindiği inanç ile zaten çalışabilir ve Tora ve Mitzvot’u tüm detayları ve hassasiyetiyle yetine getirebilir. Bunun nedeni ise Yaradan’ın önünde kendisini iptal etmek zorunda kalmamasıdır. Onun yerine, Yaradan’ın, Musa vasıtasıyla emrettiği Tora ve Mitzvot’u yerine getirdiği için, Yaradan’ın tüm dileklerini yerine getirmesini ister.
Kişi, ödül ve cezaya inanır, atalarımızın dediği gibi: “Eğer çok fazla Tora çalışırsan, çalışmanın karşılığında, mülk sahibinin ödeme yapacağına güven.” Dolayısıyla, Tora ve Mitzvot’u izlemeye onu zorunlu kılan prensip, ödülü verene değil ödüle bağlı olduğundan, kişi, Yaradan’a inancının yüceliğine bağlanmak zorunda değildir, sadece ödülün büyüklüğü ve küçüklüğüyle ilgilenir. Bu yüzden yükseliş ve düşüş, Yaradan’ın yüceliğine ve büyüklüğüne inanç sorunu yoktur. Daha ziyade, burada geçerli olan şey, Tora ve Mitzvot’a bağlanması ya da ödüle her zaman inanmadığı için, bunları yerine getirmede zayıflamasıdır.
Bu, ödül almak amacıyla Tora ve Mitzvot’a bağlananların ki bunlar, bazen ödül ve cezaya inanmayan insanlar arasında olanlardır, kendi düşünceleriyle bir insanı etkileyebilmelerine sebep olur. Bu, kişinin Yahudilikten tamamen sapmasına bile neden olabilir. Bu nedenle, onlar, ödül ve cezaya inançla ilgili onlara yabancı düşünceler getirdiklerinden, görüşlerinde özgür olan insanlarla temas etmemelidirler. Ancak, genel olarak Lo Lişma’ya (O’nun adına değil) bağlananlar, yükseliş ve düşüşler deneyimlemezler yani onlar için, düşüşlerin varlığına gerek yoktur.
Fakat Yaradan’ın önemi yüzünden çalışmak isteyenleri, daima Yaradan’ın önem ve yüceliği inancını arttırma ihtiyacı duyanları, yalnızca Yaradan’ın önem ve yüceliğinin onları Yaradan’la Dvekut’u edinmek için Tora ve Mitzvot’u yerine getirmeye zorladığı bu insanlar, her zaman Yaradan’ın yüceliğini üstlenmeli ve değer vermelidirler. Onlar, kendileri için biraz olsun fayda sağlayamayacaklarını görmedikleri sürece, kendileri tamamen güçsüz iken Yaradan onları yaklaştırdığı için, maneviyatta biraz olsun anlayışa sahip olup olmadıklarını daima değerlendirmelidirler. Öyle anlaşılıyor ki temel çalışma, kendini iptal etmektir. Oysa bu doğamıza aykırıdır; sadece O’nun kurtarışıyla buna ulaşabilirler.
Bu nedenle, yükseliş sırasında, kişi, bunun doğal olduğunu ve Yaradan’ın yardımına ihtiyaç duymadığını düşünür. Dolayısıyla, kişinin gücünün ölçüsünü ona göstermek, kendi başına ne yapabileceğini ve bunu nasıl göreceğini görmesi için, “düşüşler” denilen ıslah yapılmıştır. Ancak kişi, hâlihazırda insan olduğunu ve kendisi için çalışan bir hayvan olmadığını düşündüğü safhasından atıldığında, birden, kendisini daha sonra keşfedeceği, bu bayağılığa atmak istediklerini bile hissedemez.
Ama yine de düşüş sırasında, düşmeye başladığını göremez. Aksine, düşerken bilinçsiz kalır. Bir süre aşağıda kaldıktan sonra yukarıdan da yardım alır ve ona şöyle söylenir: “Şimdi düşüşte olduğunu bil.” Bilinçsiz olduğu, ona söylenmeden önce hiçbir şey bilmez. Ancak, kişi, bunun böyle olduğuna inanmalıdır zira bilmek, kendiliğinden gelmez. Onun yerine bilmelidir ki bu düşüşler ona, yükseliş aşamasını nasıl takdir edeceğini öğrenmesi için verilmiştir. Fakat düşüş sırasında kişi, bundan hiçbir şey öğrenemez.
Ancak, kişi, yükseliş sırasında gerçek bir yargıya varır ve şöyle der: “Şimdi inanç durumundayım ve bu, bana Yaradan’dan geldi. Aksi halde, derhal kendini-sevme aşamasına düşerim.” Eğer kişi, bu hesapları yapmazsa ve onu yakınlaştırdığı için Yaradan’a şükretmezse, derhal atılır. Öyle görünüyor ki bunu takdir etmediği sürece, Yaradan’a yaklaşmaktan gerçek hazzı alması imkânsızdır, yukarıda söylediğimiz gibi, “Işığın üstünlüğü, karanlıktan dolayıdır.”
Öyle anlaşılıyor ki yaratılanların haz ve mutluluk alması ve hissetmesi için, bu düşüşler gereklidir. Bunlara “sürgün” denir ve bu aşamaya “Şehina (Kutsallık) sürgünde” ya da “Şehina tozun içinde” denir. Kişi, sadece bununla haz ve mutluluğu hissetme kaplarına (Kelim) sahip olabilir.
Yukarıda söylenenlerle Ari’nin; Malhut, Mohin de Haya’ya yükseldiğinden Malhut aynı Gadlut’a sahip olur, dediği gibi, neden özellikle Pesah gecesi olan özgürlük zamanında tam bütünlük olduğunu anlamalıyız.
Cevap şudur; tam olarak yükseliş sırasında, kişi düşüşleri düşündüğünde, onların, özellikle yükselişlerin önemini açığa çıkarma gücü vardır. Aksi takdirde bu durum, servet değerinde bir şey verilen kişinin, bundan haz alıp sanki bunun değeri birkaç kuruşmuş gibi harcamasına benzer.
Bu nedenle, özellikle özgürlük zamanında soru sormak mümkündür. Bu, soru sorma meselesi değildir, cevapları anlamak amacıyla sorulara ihtiyaç duyarız, yazılanlarla ilgili Baal HaSulam’ın dediği gibi, “Şimdi insanların kulağına söyle, her erkek komşusundan ödünç alsın.” Raşi bunu, erdemlinin şöyle diyeceği şeklinde yorumlar: “ ‘O, tutarsa’, onlar, onlara hizmet edecekler ve onlar da onlara eziyet edecekler. ‘O, tutmazsa,’ onlar, sonrasında büyük büyük kazançlarla çıkacaklar.” Bir soru akla gelir, “Yaradan, İsrail halkına büyük kazanç vermek istediğinde, bunu onlara veremez miydi? İsrail halkına, hilekâr olmalarını ve Mısırlılardan gümüş ve altın kapları ödünç almalarını söylemek zorunda mıydı?”
Cevap şudur; Yaradan, İbrahim’e; “Miras alman için, sana bu toprakları vereceğim,” dediğinde, İbrahim şunu sordu; “Onu miras alacağımı nerden bileceğim?” Ve Yaradan, İbrahim’e şöyle dedi; “Emin ol ki tohumun, onlara ait olmayan topraklarda yabancı olacak… ve sonrasında büyük kazançlarla ortaya çıkacaklar.” Şöyle sordu; ‘Yaradan’ın, “İbrahim’in ‘Nerden bileceğim…’ sorusuna verdiği cevapta ne görüyoruz, onlara ait olmayan topraklarda, yani sürgünde, İbrahim, o toprakları miras alacağından emin olabilir mi?”
Kli (kap) olmadan ışık olmadığı, yani eksiklik olmadan haz olmadığı için, İbrahim, Yaradan’a, onların “İsrail toprakları” denilen, böylesine büyük ışıklara ihtiyaçları olacağını göremediğini söyledi. Yaradan ona, sürgünde olmaları ve Yaradan’ın onları sürgünden çıkarmasını istemeleri suretiyle O, onları nasıl çıkaracağını söyledi. Sadece büyük ışıklarla zira “İçindeki ışık, onu ıslah eder.” Bu nedenle, o zaman, onların büyük ışıklara ihtiyacı olacaktır.
Raşi bunu şöyle açıklar; bu sebeple Yaradan, ışıkları almaları için, onların Mısırlılardan Kelim (kap) -yani Mısırlıların acımasızlığını bir kredi gibi almalarını- ödünç almalarını ve sonra kapları onlara geri vermelerini söyledi. Diğer bir deyişle, soruları, cevapları anlamak için aldılar. Yukarıda söylendiği gibi, eğer karanlığın içinden gelmiyorsa ışığı anlamak imkânsızdır. Bu nedenle, bütün sorular, özellikle özgürlük zamanında gelir.