e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada, “Yaradan Gururu Tolere Etmez” Nedir?

Çalışmada, “Yaradan Gururu Tolere Etmez” Nedir?

Makale No. 27, 1988

Bilgelerimiz şöyle dedi (Sotah 5), “İçinde ahmaklık olan bir kişi için, Yaradan dedi ki, ‘O ve ben dünyada yaşayamayız.’, ‘Kim gizlice komşusuna iftira ederse, onu yok ederim; Gözleri kibirli, yüreği kaba olana, yapamam.’ denildiği gibi. Bunu yapamam değil ”onunla yapamam” şeklinde okuyun. Metzudat David, “’Kibirli gözler’ gurur anlamına gelir ve ‘kaba bir kalp’ her şeye göz koyan ve can atan kişi anlamına gelir.”

Yaradan’ın diğer günahlar hakkında neden dünyada onunla yaşayamayacağını söylemediğini ve gurura geldiğinde, onunla yaşayamayacağını anlamalıyız. Ayrıca, orada ne dediğini anlamalıyız, “Rabbi Yohanan, Rabi Şimon Bar Yohai adına dedi ki, ‘Kendisinde kabalık bulunan bir kişi, putperest gibidir.’ Ve Haham Yohanan’ın kendisi dedi ki, ‘o sanki bir kâfir olmuş gibidir.’”

Bu nedenle, gururun neden bu kadar ciddi olduğunu anlamalıyız. Ayrıca, “Efendi yücedir ve alçak olan görecektir.” diye yazılanı da anlamalıyız, bu da kişinin, Yaradan’ın büyüklüğünü ve kendi alçaklığını görmesi gerektiği anlamına gelir. Anlayabiliriz ki, bir kişi Yaradan’ın büyüklüğünü edinmeye çalışmalıdır zira insanın çalışmasının amacı “O büyüktür ve hükmeder.” olduğundan olmalıdır. Bu nedenle, kişi Yaradan’ı takdir ettiği ölçüde çalışması kalbi ve ruhu ile olabilir. Fakat hangi amaçla kendi alçaklığını görmeye çalışması gerekir? Bu, çalışmada ona ne katacaktır?

İlk olarak, yaratılışın amacını, yani doğduğumuz amacın ne olduğunu bilmeliyiz ki böylece ulaşmamız gereken, tamamlamamız gereken hedefin ne olduğunu bilebiliriz ve bu hedefe ulaşmadan önce, bizler eksiğizdir. Yaratılışın amacının “O’nun yarattıklarına iyilik yapma arzusu” olduğunu öğrendik. Bunun sonucu olarak, yaratılanlar dünyada kendilerini mutlu hissedecekleri bir safhaya gelmeden önce, huzur ve sükûnet bulamadıkları için eksik olarak kabul edilirler.

Yine de, soru şudur ki; Yaradan yaratılanları, onlara zevk ve haz vermek için yarattığına ve bundan dolayı da yaratılanlarda zevk ve haz alma arzusu ve özlemi yarattığına göre, buradan Verenin bir verme arzusu ve alıcıların alma arzusu olduğu sonucu çıkar. Öyleyse, onları bütünlüğe hemen ulaşmaktan kim alıkoyuyor? Ancak, bize Manevi Çalışma ve Emirlerde zevk ve haz alabileceğimiz çalışma verildi. Aksi takdirde, Yaradan’ın vermek istediği tüm iyi şeylerden mahrum kalırız.

Kişi Manevi Çalışma ve Emirleri ile meşgul olduktan sonra bile, bilgelerimizin dediği gibi (VaYikra Rabbah 2:1), “Bin kişi İncil’e girer, onların yüz tanesi Mişna’ya çıkar, on tanesi Talmud’a ve bir tanesi öğretiye.”  Bu nedenle, buradan yalnızca binde birinin öğretiyle ödüllendirilebileceği sonucu çıkar ve “öğreti” bütünlük anlamına gelir. Aksi takdirde, kişi “öğretiyi ve öğretimi başaramayan bir öğrenci” olarak kabul edilir (Avoda Zarah 19b). Bu, “ahlaksız bir yargıç” olarak kabul edilir. Bilgelerimiz bunun hakkında şunları söyledi (Sanhedrin 7b): “Rish Lakish, ‘Her kim kötü bir yargıç olarak konumlandırılırsa, İsrail’de Aşera [putperestlik için kullanılan ağaç] diken biri gibidir.’ dedi.”

Zevk ve hazla ödüllendirilmenin o kadar kolay olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla soru şudur: Engelleyen kim? Burada, Verici veya alıcı tarafında herhangi bir engel yokmuş gibi görünür. Açıktır ki, yaratılanları yaratan Yaradan, onlara haz alma arzusu vermiştir. Haz almak için can atan bu arzu iptal edilemez. Öyleyse, onu ancak emek yoluyla alabilmemizin sebebi nedir?

Cevap, Dvekut [tutunma] adı verilen form eşitliğine sahip olmaktır ve bu sebeple, utanç sorununu önlemek için bir yenilik yapılmıştır. Kişinin kendisi için alma arzusu olan Yaradan’ın yaratılanlarda yarattığı Kaplar, yukarıda belirtilen nedenle diskalifiye edilir. Bunun yerine, bir kişi alma kaplarını ıslah etmek için çalışmalıdır ki böylece onlar, ihsan etmek için çalışırlar. Bu tek önlemdir.

Yani, Yaradan’ın bakış açısından hiçbir değişiklik olmadı. Ancak yaratılışın ıslahı açısından, bu, kişinin bereketi almaya uygun Kapları yokmuş gibi kabul edilir. Bu husus üst dünyalarda belirlenmiştir ve buna Tzimtzum [kısıtlama] denir. Bu, aşağıdakilere yerleştirilir ki böylece onlar ihsan etme kapları ile ödüllendirilmeden zevk ve haz alamazlar. Buradan, zevk ve haz almaktan bizi alıkoyan şeyin kendimiz için alma arzusu olduğu sonucu çıkar.

Bu, iki otorite olduğu anlamına gelir: 1) Yaradan, 2) Yaradan’ın otoritesinden kendi otoritelerini ​çıkarması gereken yaratılanlar.

Buradan iki konudan söz etmemiz gerektiği sonucu çıkar: Yaratan ve yaratılan. Aralarındaki fark, Yaradan’ın veren ve yaratılanın alıcı olmasıdır. Bu, Yaradan’dan çıkan bolluğun, alıcının otoritesine girmek için görünüşte Yaratan’dan ayrılması gerektiği anlamına gelir ve bu ayrılık olarak kabul edilir. Yine de Tzimtzum ve gizlilik öncelikliydi ki üst ışık Yaradan’dan ayrılmasın.

Aksine, öğrendiğimiz gibi, Tzimtzum, Malhut’un “kendi otoritesini iptal etmek” olarak adlandırılan köke bağlı kalmak ve “tekil otorite” olarak adlandırılan Yaradan’a yapışmak istemesi yüzündendi. Bu, alıcının otoritesinin iptal edileceği ve yalnızca Yaradan’ın otoritesinin kalacağı anlamına gelir.

Bizi iyiyi almaktan alıkoyan şeyin yalnızca kendi otoritemiz olduğunu görüyoruz; “kendimiz için alma arzusu” adı verilen otoritemizi iptal etmek istemiyoruz. Yani, bir kişinin almak istediği her şey yalnızca kendi otoritesi içinedir, şöyle yazıldığı gibi, “Bir kişi sahip olduğu her şeyi, ruhu için verecektir.” Kişi sadece ruhunu korumak, yani varlığını hissetmek için her şeyi vermeye isteklidir, aksi yönde değil.

Yani bir kişiye, “Sana her istediğini ve ruhunun arzuladığı her şeyi vereceğim, ama önce, sen ruhunu bana ver” denilir. Ardından kişi, “Kendi otoritesine değilse kime veriyorsun?” diye sorar, yani alma arzusuna anlamındadır, yani kişi kendi otoritesine sahip olacak ve her şeyi kendi otoritesine alacaktır ki aksi halde kişi çalışamaz. Bu, Yaratan’ın yaratılanlara, yarattıklarına iyilik yapma niyeti olan amaca uygun, haz alma arzusunu damgalamış olduğu doğadan kaynaklanmaktadır.

Bilgelerimiz şöyle dedi (Masehet Berahot 17), “Rabbi Alexandry dua ettikten sonra dedi ki, ‘Dünyanın Efendisi, dileğimizin Senin iradeni yerine getirmek olduğu sana ifşa olur ve bilinir ve bundan kim alıkoyar? Hamurdaki maya ve Malhut’ların köleleştirilmesi.’” Raşi, “hamurdaki mayanın”, bizi ekşi yapan kalplerimizdeki kötü eğilim olduğunu yorumlar.

“Dua ettikten sonra dedi” yazıldığı gibi, “bu dua ettikten sonrayı” anlamalıyız. Yani duadan sonra başka bir dua etti. Ne için dua etti? Öyle ki daha önce etmiş olduğu duanın üzerine başka bir dua etmesi gerekir. Dua etmeden önce, kişiye hala neyi eksik olduğunun belirgin olmadığını yorumlamalıyız. Ancak dua ettikten sonra, kendisine gerçek eksikliğin ne olduğu yukarıdan gösterilir. Yani bir kişinin, ihtiyacı olduğunu düşündüğü şey için ettiği dua, yalnızca bir Segula (şifa) olup, bu dua aracılığıyla Yaradan ona neye ihtiyacı olduğunu ve ne isteyeceğini bilmesi için yukarıdan bir yanıt gönderir.

Bu, şöyle yazıldığı gibidir (Roş Aşana’da Musaf [ek] duasında), “Senin önünde, Senin Halkın İsrail evi için dua ve ayin aramak adına ayaklanan İsrail evi Senin halkının elçilerinin ağızlarıyla ol. Onlara ne söyleyeceklerini öğret ne konuşacaklarını anlamalarını sağla; soracaklarına cevap ver.” Dua ettiğimizde özel bir dua olduğunu görürüz ki Yaradan bize neye ihtiyacımız olduğunu ve bunun için kalplerin derinliklerinden dua etmemizi anlamamız için bilgi gönderecektir.

Çalışmada insana “bütün bir dünya” denildiği bilinmektedir. Böylece bir kimse dua ettiğinde, o safhaya “halkın elçisi” denir, çünkü o, bir parçası olduğu İsrail’in tamamı için dua eder. Bu nedenle kişinin dua etmesi gereken özel bir dua, insanın neyde eksik olduğu gerçeği bilmesi için yukarıdan Yaradan’ın kendisine yardım olarak vereceği bir dua vardır ve bunun için Yaradan’ın yardımını isteyin.

Bununla, Rabi Alexandry’nin sözlerini yorumlayabiliriz ki o, duadan sonra asıl duayı ederdi, zevk ve hazzı Yaradan’ın istediği şekilde almamıza izin vermeyen engelleyicimiz konusunda Yaradan’ın kendisine yardım etmesini istediğini söyleyerek. Bu engelleyiciye “hamurdaki maya ve Malhut’ların köleliği” denir, yani Yaradan’ın otoritesinden ayrılan ve kendi için alma arzusunun kökü olarak kabul edilen ve bir kişi kontrol eden ve onun kendi otoritesinden çıkmasını istemeyen Malhut’tan gelen, kişinin otoritesi olan kendisi için alma arzusu.

Keduşa’nın [kutsallık] Malhut’u şu anlama gelir (On Sefirot’un Çalışması, 2. Kısım, “Cevaplar”, “Cevap No. 39”), “Son anlayışa Malhut denir, çünkü ondan iddialı bir yönetim ve tam kontrol genişler, ‘Malhut’un [krallık] korkusu’ gibi.” Öğrendiğimiz gibi, Malhut’a “alma arzusu” denir. O zevk ve hazzı aldı ve ardından bir Tzimtzum yaptı, “ihsan etmek için” denilen bir ıslah olmadan almamak için. Bu kontrol altında, Keduşa’nın tüm Partzufimleri ortaya çıktı.

Buradan, kendi otoritelerini iptal edip ihsan etmeyi hedefleyebilenler dışındaki alma kaplarına, Keduşa’nın hiç dökülmemesi için, onun sadece kontrolü veren bu Malhut’ta olduğu sonucu çıkar. Sonuç olarak, tüm eylemler sadece Yaradan içindir ve kişi, kendisi için yaşamaya değmeyeceğini söyler. Bununla kişi dünyada tek bir otorite yapar.

Sonuç olarak, bir miktar hazzı devam ettirdiğinde, hazzı almadaki niyeti onun kendi yetkisine girmesi değil, Yaradan’ın yetkisine girmesidir. Yani, aldığı haz Yaradan içindir, kendisi için değil. Dolayısıyla burada tek bir otorite vardır. Buna “tekil otorite” denir. Gerçekten neye ihtiyacı olduğunu bilmek için bu farkındalık, duadan sonra, gerçekten neye ihtiyacı olduğunun bildirilmesi için dua ettikten sonra gelir. O zaman kişi dürüst bir dua eder ki, Malhut yani kendisi için alma arzusu olarak adlandırılan- Kutsallığın zıddı olan Malhut’ların köleleştirilmesi bir kişinin ulaşması gereken hedefe ulaşmasına tek engeldir.

Fakat neden bunun için dua etmemiz gerekir ve bir kişi kendi başına alma kaplarının üstesinden gelemez? Bilgelerimiz bunun hakkında şöyle dediler: “İnsanın eğilimi onu her gün yener. Yaradan’ın yardımı olmasaydı, kişi üstesinden gelemezdi.” Malhut’un kontrolünden çıkmak insanın gücü dahilinde değildir, çünkü insan bu doğada doğmuştur ve sadece Yaradan’ın Kendisi insanı bu kontrolden kurtarabilir.

Buna “Mısır’dan çıkış” denir, sadece Yaradan’ın Kendisinin İsrail halkını Mısır’dan kurtardığı yer, “Ve Efendi bizi Mısır’dan güçlü bir elle çıkardı, bir melek tarafından değil, bir Seraf [melek türü] tarafından değil, bir elçi tarafından değil, Yaratan’ın Kendisi tarafından.” yazıldığı gibi (Pesah hikayesinde). Bu demektir ki Yaradan, insanı kendisi için almayı isteyen bir doğayla yarattığından, ikinci bir doğayı yani ihsan etme arzusunu insana yalnızca O verebilir.

Buna göre, dünyaların basamaklanmasından sonra doğduğu için, Nekudim dünyasında meydana gelen kapların kırılması nedeniyle kabuklar çıktığında, insanda üç muhakeme yapmamız gerektiğini görürüz. Bu yüzden çalışmada, adamın kendisini buluruz. 1) Tora ve Mitzvot ile hiçbir bağlantısı olmayan kişiler. Bunlara “Bir eşeğe benzeyen bir ulus” denir. Onlar hayvanca tutkuların ötesinde hiçbir fikri olmayan basit eşeklerdir. 2) Tora ve Mitzvot’u yerine getirenler, ancak Lo Lişma’da [O’nun hatırı için değil]. Bunlara “dünya ulusları” denir, Zohar’da “Ulusların merhameti bir günahtır, yaptıkları her iyiliği kendileri için yaparlar” ayeti hakkında yazıldığı gibi. Bu, onların her şeyi sadece kendi çıkarları için yaptıkları anlamına gelir. Yani, “ihsan etme eylemleri” olarak adlandırılan tüm iyilikler, onların kendi yararınadır. Buna dişi olan “hayvanlar” denir. Tersine “adam”; “erkek” olarak adlandırılır, çünkü veren olan ZA’in, Âdem [adam] olarak adlandırıldığı bilinmektedir. Gematria’da Adam MA adıdır, oysa alıcı olan Malhut’a, Gematria’da Behema [hayvan] olan, “alıcı” olarak adlandırılan BON denir.

“On Sefirot Çalışmasına Giriş”te yazdığı gibi (Madde 31): “Bütün etler samandır, hepsi saman yiyen hayvanlar gibidir ve tüm merhametleri tarlanın tomurcuğu gibidir. Yaptıkları her merhameti kendileri için yaparlar, Tora’da çabaladıkları zaman bile, yaptıkları her merhameti kendileri için yaparlar.” Zohar’ın sözlerinden, Tora’yı ihsan etmek için değil, kendi çıkarları için yapanların “saman yiyen hayvanlar” yazıldığı gibi, hayvan olduklarını görüyoruz. Buna “insanın içindeki hayvan” diyebiliriz zira onlar Tora ve Mitzvot’la zaten meşgullerdir, ancak bu Lo Lişma’dır.

3) Bu, “insandaki adam”dır, yani Yaradan’ın rızası için, kendi çıkarları için değil Yaradan korkusundan dolayı çalışanlar anlamına gelir. Yukarıda belirtildiği gibi, bir erkek olan “adam” olarak adlandırılırlar, Gematria’daki Âdem [adam] MA, yani ZA olan, verendir. Bu, “Rabbi Şimon Bar Yohay der ki, ‘Putlara tapanların mezarları, ‘Ve sen, sen benim sürümsün, otlağımın sürüsü’ denildiği gibi bir çadırda kirletilmez. Sana “adam” denir ve putperestlere “adam” denmez.” yazıldığı gibidir. (Yevamot 61a)

Ancak, özellikle İsrail’in “adam” olarak adlandırdığı “adam”ın niteliğinin ne olduğunu anlamalıyız. Bunu, bilgelerimizin (Berakot 6b) “Sonunda, işittiği her şey, Tanrı’dan korktur.” ayeti hakkında söylediklerini açıkladığımız gibi yorumlamalıyız. Gemara, “Çünkü insanın bütünü budur? Nedir?” diye sorar. Rabbi Elazar, “Bütün dünya sadece bunun için yaratılmıştır.” dedi.

Bu, “Tanrı’dan korkun”un “insanın bütünü” olduğu anlamına gelir. Başka bir deyişle, “insan”, Rabbi Elazar’ın dediği gibi, tüm dünya sadece bunun için, cennet korkusu için yaratıldığından, ”adam” Yaradan’dan korkan kişidir. Ancak, “Çünkü insanın bütünü budur.” derken, “Bütün dünya sadece bunun için yaratılmıştır.” dediğini anlamalıyız.

Bilgelerimiz (Iruvin 13) şöyle dedi: “İnsanın yaratılmaması, yaratılmasından daha iyidir. Ama şimdi yaratıldığına göre, kişi eylemlerine bakmalıdır.” Yaradan’ın insanı görünüşte gereksiz yere yarattığının yani Yaradan onu yaratmasaydı daha iyi olacağının nasıl söylenebileceğini anlamalıyız. Yaradan insanı yaratmaya geldiğinde, O’nun, zamanın sonunu göremediğini ve yine de onu yarattığı söylenebilir mi? Eğer öyleyse, “İnsanın yaratılmasındansa yaratılmaması daha hayırlıdır.” nasıl denebilir? Ayrıca verdikleri “Şimdi yaratıldığına göre, kişi eylemlerine bakmalıdır.” nasihati nedir?

Baal HaSulam’ın yorumlarına göre, “insan için daha iyidir”i,“insan için”i onun için anlamına gelecek şekilde yorumlamalıyız. Yani, bir kimse sadece kendi menfaati için çalışmak isterse, yaratılmış olmaması, yaratılmış olmasından daha iyidir. Bu, bilgelerimizin dediği gibidir (Berachot 17a), “Lo Lisma’da çalışan herhangi biri, yaratılmasaydı daha iyidir.”

Ancak, Lo Lişma’da neden yaratılmamışsa daha iyi olduğunu anlamalıyız. Sebep, yaratılanların Yaradan’dan haz ve zevk aldıkları yerde bile form eşitsizliği ve ayrılık nedeniyle gerçekleşen ıslahtır. Bu nedenle, ihsan etme kaplarında olmadıkça haz ve zevk almanın imkânsız olduğuna dair bir ıslah vardı. Yani, özellikle, kişi yalnızca ihsan etmek için çalıştığında, O’nun yarattıklarına iyilik yapmak olan düşüncesi gerçekleşir, yalnızca Yaradan’ın yararını düşündüğü zaman.

Bu demektir ki, insanın tüm düşünceleri Yaradan’a nasıl hoşnutluk getireceğine dair olduğunda, haz ve zevki alarak Yaradan’ına hoşnutluk getireceğini hissetmeye başlar, bu yaratılışın amacı olduğundan ve bu yüzden, şimdi kişi haz ve zevk almak ister. Ve bu sayede yaratılış amacı gerçekleşecektir.

Tersine, eğer Lo Lişma’yı kendi iyiliği için çalışıyorsa, “kendisi için almak” denilen bu Kli’de bir Tzimtzum ve gizleme vardı. Doğal olarak, insanın yaratıldığı amaca kişi asla ulaşamayacaktır. Bu nedenle, bir kişi Lişma çalışmazsa, o zaman boşuna, yani anlamsız yaratılmıştır. Bu nedenle bilgelerimiz, “Lo Lişma’yı öğrenen kişi için, yaratılmış olmasındansa, yaratılmaması daha iyidir” demiştir. Bu, bilgelerimizin “Yaratılmış olmaktansa, yaratılmaması daha iyidir.” sözünün anlamıdır, yani bir kişi kendisi için çalışıyorsa, yaratılmaması daha iyidir.

Bununla sorduğumuz şeyi yorumlamalıyız: “Yaradan’ın işi hakkında, eylemi yapmasaydı -yani insanın yaradılışını- yapmasından daha iyi olurdu, denebilir mi? Yaradan’ın işine iftira atma iznimiz var mı? Ayrıca, “Şimdi yaratıldığına göre, kişi eylemlerine bakmalıdır.” ne demektir?

Gerçekten de bilgelerimiz gözlerimizi açmaya gelirler ki böylece ne yapmamız gerektiğini, yani Manevi Çalışma ve Emirlerdeki çalışmanın bize verilme amacını görebilelim. Bu nedenle bizim önce, insanın yaratıldığı ve kendi alma arzusu adına, Yaradan’ın doğamıza yerleştirdiği, kendimiz için anlamında, haz almayı arzuladığı unsurunu görmemizi sağlarlar, bu yaratılmasaydı daha iyi olurdu. Bununla birlikte, Yaradan insanı yapmak için yarattı ve “yapmak”, ihsan etme amacını alma arzusunun üzerine yerleştirmemiz gereken kapların ıslahını ifade eder. Bu sayede insan, haz ve zevki elde edebilecektir. “Şimdi o yaratıldı.” sözünün anlamı budur. Bu nedenle, kişi ne yapmalıdır? “Eylemlerine baksın” ve yaptığı her şeyin ihsan etmek için olduğunu görsün.

Bununla, Yaradan’ın neden gururlu biriyle aynı mekânda yaşayamayacağını sorduğumuzu anlayacağız. Bilinmektedir ki, form eşitliği birini diğerine bağlar, form farklılığı da birbirinden ayırır. Dolayısıyla form eşitliği olmayan, O’ndan ayrı düşer. Dolayısıyla gururlu olan, kendi otoritesini ve varlığını iptal edemeyecek demektir. Yaratılan “yokluktan varoluş”, kişinin kendi otoritesidir ve Yaradan’ın tüm haz ve zevki onun otoritesine vermesi arzusudur. Buna “kendisi için alma arzusu” denir.

Sonuç olarak, gururlu olan herkes için, Yaradan der ki, “Bilin ki bu ayrılığa ve uzaklığa neden olur. Buradan şu sonuç çıkar, o ve Ben dünyada yaşayamayız. Neden? Çünkü ayrılık ve uzaklık vardır.” Bu nedenle onlar aynı dünyada olamazlar.

Bu yüzden Rabi Şimon Bar Yohai, içinde kabalık bulunan herhangi bir kişinin putperestmiş gibi olduğunu söyler. Yani kişi Yaradan için çalışmalıdır, yine de kendisi için çalışır. Buna “putperestlik” denir.

Rabbi Yohanan, kişinin sanki bir kafir olmuş gibi olduğunu söyler. Yani, kişi O’nun yarattıklarına iyilik yapması olan yaratılışın amacını inkâr etmiş gibidir. Kabalığı olan biri, form eşitliği olan Dvekut’a (tutunmaya) asla ulaşamaz. Eğer kişi ihsan etme kaplarına sahip değilse, zevk ve hazzı asla alamaz. Bundan, O’nun yarattıklarına iyilik yapmak olan yaratılışın amacını inkâr ettiği sonucu çıkar çünkü ihsan etme kapları olmadan insan karanlıktadır. Bu nedenle, insana, kendini alçaltmasını, otoritesini iptal etmesini ve her şeyi Yaradan’a vermesini öğütlerler.

Bununla şu soruyu anlayacağız: Neden kendi alçaklığımızı bilmemiz gerekiyor, Yaradan’ın büyüklüğünü bilmek neden yeterli değil ve kendi alçaklığımızı bilmek bize ne veriyor? Cevap, alçaklığımızın, Yaradan’ın önünde kendimizi iptal etmeye güçsüz olduğumuz anlamına gelmesidir. Bu nedenle, kötülüğün farkındalığına erişmeden önce, Yaradan’dan bize yardım etmesini istememize gerek yoktur çünkü kendimizin bilgi ve anlayışa sahip olduğunu düşünürüz ve ne anlarız, yapacak gücümüz olduğunu. Ruhumuzu ve hayattaki amacımızı durdurabilecek hiçbir güçten korkmayız ve Yaradan’ın önemli olduğunu aklımızla anlarsak, hemen zeki insanlara yakışanı yaparız.

Sonunda, küçük bir tutku ortaya çıktığında, onun önünde teslim olduğumuzu görürüz. Özellikle kendimizi Yaradan’ın yararına adama çalışması ortaya çıktığında ve beden bununla ne kazanacağını göremediğinde, kişi ne kadar zayıf bir kalbe sahip olduğunu hemen görür ve hemen mücadeleden kaçmak ister. Bu nedenle, kişi kendi alçaklığını gördüğünde, bu ona cennetin merhameti için, yardım edilmesi için ihtiyacı verir. 1) mücadeleden kaçmamak ve en azından Yaradan’a dua etme becerisine sahip olmak 2) ki o zaman bedenin kontrolünden çıkması için Yaradan ona gerçekten yardım edecektir.

Sonuç olarak, bir kişi gururlu olduğunda ve Yaradan’ın önündeki otoritesini iptal etme arzusunda olmadığında ve kendisinde alçaklık olmadığını söyler, daha ziyade ne isterse onu yaparsa, bundan ona tüm kötü nitelikler gelir. Yukarıdan gelen haz ışığı, dünyayı ayakta tutmak için ince bir ışık gibi aydınlatır. Bilindiği gibi, bu, kıskançlık, şehvet ve onur olmak üzere üç nitelikte kıyafetlenir ve her üç nitelik de gurur niteliğine dahildir.

Fakat görünüşte, şehvet ve gurur arasındaki bağlantı nedir? Sonuçta, şehvet hayvansal bir niteliktir, peki gurur burada nasıl bağlantılıdır? Mesele şu ki, gurur mutlaka insan ve insan arasında değildir. Her şeyden önce, insan ile Tanrı arasındadır. Bu nedenle, kişi Yaradan’a ilişkin ilgili gururlu olduğunda ve kendi otoritesini iptal etmek istemediğinde, bu, kendisi için alma arzusunun kontrolünün nedenidir. Ancak bir kişi, tekil otoritenin önünde kendi otoritesini iptal ettiğinde, sonsuz yaşamla ödüllendirilir.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,099