e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Mitzvot’u Uygulamanın Ölçüsü

Mitzvot’u Uygulamanın Ölçüsü

Makale No. 25, Tav-Şin-Mem-Vav, 1985-86

Bize, uygulamak için, 613 Mitzvot (emirler) verildi. Eğer kişi, şimdi Yaradan’ın bize emrettiği Mitzvot’lardan birini, niyet etmeden bile, yapmaya gayret ederse, eğer bir niyet hakkında düşünmeden, doğrudan bu Mitzva’yı yerine getirmeye razı olsa bile, görevini yapmış demektir.

Ancak, Mitzvot’un hepsini, her bir Mitzva’nın kendi koşuluna göre tutmalıyız. Mesela, bir kişi, Tzitzit (püskül-bir ucuna tutturulmuş, iplerden, kordonlardan oluşan süsleme) Mitzva’sını tutabilir, yazıldığı gibi, ‘Giysilerinin köşelerine, kendilerine püsküller yapacaklar.’ Ancak, Talit’in (Yahudi dinsel töreninde, sabah saatlerinde giyilen, her köşesinde bir Tzitzit olan şal), yapıldığı materyalin yanı sıra, uzunluğu ve genişliği ile ilgili de belirli nitelikleri vardır. Tzitzit’in de kendine dair, püsküllerin sayısı, uzunluğu ile ilgili, yapıldığı malzeme – yün, keten vb.- ile ilgili belirli nitelikleri vardır.

Tzitzit Mitzva’sındaki bu şartlar, kesinlikle uygulanmalıdır. Aksi takdirde bu, Mitza’nın eksik bir uygulaması, eylemin eksik olarak yapılması diye kabul edilir. Ayrıca Mitzvot’un uygulanmasında süslemeler vardır, ayette bilgelerimizin söylediği gibi, ‘Bu, benim Tanrı’mdır ve ben O’nu öveceğim,’  hassasiyetle yapılacak pek çok başka şey vardır.

Bunlar ister Tora’dan gelen Mitzvot, ister bilgelerimizden gelen Mitzvot ya da gelenek olduğu için yerine getirdiğimiz Mitzvot olsun, bu husus Mitzvot’un her yerine getirilmesinde geçerlidir. Bilgelerimizin söylediği gibi, ‘İsrail’in gelenekleri, Tora’dır ve atalarımızın gelenekleri Tora’dır.’

Kesinliğin derecesi, yani Mitzva’nın ne kadar titizlikle yerine getirilmesi gerektiği, bize Pesah’ta mayalı ekmek yememe Mitzva’sında verilmiştir. Ne kadar titiz olmamız gerektiğine bir örnek: Mayalı hamur, kötü eğilim anlamına geldiği için bu bize Pesah’ta verilmiştir. Bu nedenle, pek çok kısıtlama ve kesinlik var. Bu bize, Yaradan korusun, gerçekten günah işlememek için, ne kadar dikkatli olmamız gerektiğiyle ilgili bir örnek olarak verilmiştir. Bundan dolayı, Mitzva’nın kendisini tutmanın yanı sıra, günahın kendisinden uzak tutacak kesin şeyler de verilmiştir.

Ancak, Baal Şem Tov şöyle dedi, ‘Bırakın, çok titiz, çok dikkatli olmasın.’ Yani, kişi bütün duyularını ve zamanını kesinlikler için adamamalıdır. Tersine, kişi, Mitzvot’u, aşırıya kaçmadan, yapabildiğince bütün detayları ve kesinliğiyle tutmaya çalışmalıdır. Tüm Mitzvot’u, Pesah’ta olduğu gibi aynı katılık ve titizlikle uygulamamamızın sebebi, muhtemelen bu eylemlerde, niyetlerimiz için de enerjiye ihtiyacımız olmasındandır. Aksi takdirde, niyet için fazla zamanımız olmayacak, kalmayacaktır.

Bu, niyet hakkında da düşünmemiz gerektiği anlamına gelir, yazıldığı gibi, ‘Kötü eğilimi yarattım, Tora’yı da şifa olarak yarattım.’ Bu nedenle, zamanımızı ve çabamızı, niyet için de ayırmalı, yani Tora ve Mitzvot vasıtasıyla, kötü eğilimin ne derece düzeldiğini görmeliyiz. Şöyle ki, alma arzusunu kullanmaktan daha uzak olup olmadığımızı, ondan uzaklaşıp uzaklaşmadığımızı ve ihsan etme çalışmasına ne kadar girdiğimizi görmek için, ‘alma arzusu’ denen arzumuzu, inceleyip eleştirmemiz gerekir. Yani, sürekli olarak kendimizi kontrol etmemiz gerekir ki böylece alma kaplarımızdan nefret etmek için edindiğimiz nefretin ve de ihsan etme kaplarına olan özlemimizin ölçüsünü, kesin olarak bilelim.

Bu nedenle, kişi Mitzvayla uğraştığında, Mitzva’yı doğrudan yerine getirdiğinde, önce şunu anlamalıdır; şimdi başka bir şey değil, yalnız yapmakta olduğu Mitzva’yı düşünmektedir, yani Yaradan’ın emrini izlediğini ve Yaradan’ın, emirlerini tutmamızı, Musa vasıtasıyla emrettiğine inanıyor. O’nun bize verdiği 613 Mitzvot’u, bunun yanı sıra bilgelerimizin Mitzvot’unu ve Tora da denen, İsrail’in geleneklerini yerine getirirken kişi her şeyi Yaradan’ı memnun etmek niyetiyle yapmalıdır. Yaradan’la konuşabilmesi için ona, yukarıdan, büyük bir ayrıcalık verilmiştir. Bu yüzden, kutsadığında, hem aldığı hazzı hem de Mitzvot’u kutsar, kime şükranlarını sunduğunu ve kimi kutsadığını biraz düşünmeli ve bilmelidir.

Kişi, herkesin ona yaklaşmasına izni olmayan, kasabadaki en önemli adamı görmesine izin verildiğini gözünde canlandırmalı; huzuruna çıkıp, onunla konuştuğunda ne kadar sevinç duyardı? Ya da ülkedeki en önemli adamın huzuruna çıkmasına izin verilseydi, nasıl mutlu olurdu! Ve ayrıca sadece seçilmiş bir kaç kişiyle konuşan, dünyadaki en önemli kişiyle konuşmasına izin verildiğini hayal etse, başkalarının sahip olmadığı bu büyük ayrıcalık, kendisine verildiği için, nasıl mutlu ve sevinçli olurdu? Bu dünyada, bunun bize tatmin ve memnuniyet verdiğini görürüz.

Buna göre, soru şudur, ‘Maddesel dünyada önemli olan birisi ile konuştuğumuzda yaptığımız bu hesaplamayı ve önemlilik tanımını neden maneviyatta Yaradan ile konuştuğunuzda yapamıyoruz, neden O’nunla konuşurken bu hissiyat ve algımız yok ki böylece kendimize şöyle diyebilelim, ‘Bak, dünyada, dünyanın Kralı ile konuşma ayrıcalığına sahip olmayan kaç kişi var? Ama Yaradan bize, gidip O’nunla konuşmak için bir düşünce ve arzu verdi.’

Ancak, kişi bilgelerimizin söylediğine inanmalıdır, ‘Yaradan ona yardım etmezse, üstesinden gelemez’. (Kidushin, 30) Bu nedenle, şimdi Yaradan’ın bize yaklaştığını ve yardım ettiğini söylemeliyiz, öyleyse neden Yaradan’dan ilham almıyoruz ve kalplerimiz neşe içinde değil?

Oysa kişi, Tora’nın sözlerini söylediğinde, Yaradan’a dua ettiğinde, ya da kutsandığında, saygıdeğer biriyle, dünyanın Kralı’yla konuştuğunu hayal etmelidir ve O’nun kendisine yardım etmesini dilemelidir. Yani, bütün bu betimlemelerden sonra, bu hâlâ maddesellikte saygıdeğer birisiyle konuşmakla ve o zaman hissettiğiyle, hiç çaba harcamadan hissettiği önemle aynı şey değildir. Ama maneviyatta, Yaradan’la konuşmanın önemini, biraz olsun hissedene kadar, çeşitli betimlemelerle uğraşmalıdır.

Oysa mesele çok basittir: Maddesellikte, insanların ona saygı duyduğunu görür. Bundan dolayı, birey, halkın verdiği bu önemden etkilenir ve o kişiyle ilgili halkın verdiği önem sebebiyle, ona hizmet etmeyi kabul eder.

Ama Yaradan’la ilgili olarak, kişi insanların Yaradan’ı taktir etmesinin, minnettarlığının gerçek ölçüsünü göremez. Tersine, her şey inanç üzerine inşa edilmiştir. Kişinin inanması gereken yer, emeğin, çalışmanın başladığı yerdir, sonra şüpheler başlar ve evet mi, hayır mı diye karar vermelidir.

Maneviyatta, Yaradan’ı takdir etmesi gerektiğinde, kişinin birçok çalışması vardır. Bunun için, bedenin hoşlandığı bazı şeylerden vazgeçmelidir. Hazları bıraktığı zaman da acı hisseder. Hepsi, Yaradan’ın onayını kazanabilmek ve yanına gidip, O’nunla konuşabilmek içindir. Böylece, O, kiminle konuştuğunu hissetmesine izin verecektir, yani Yaradan ona ifşa olacak ve bu kadar gizli olmayacaktır.

Ama eğer Yaradan’ın önemini, maddesellikte olduğu gibi diğer insanlardan alabilseydi, çalışması gerekmeyecekti. Ancak, ‘Şehina (Kutsallık) sürgünde’ ya da ‘Şehina tozun içinde’ olarak adlandırılan, Keduşa (Kutsallık) ile ilgili özel bir şey vardır. Bu bize, önemin tam tersi olan önemsizliği gösterir.

Doğal olarak, kişi güvenip, verilen önemle yürüyebileceği, bu sayede kendi menfaati için değil de ihsan edebilmek, Yaradan’a hizmet etmeyi üstüne alabilmek, ‘fiziksel yaşam’ denen, dünyasal yaşamını bırakabilmekte destek almak için, bu önemi halktan alamaz, çünkü halkın maneviyata hiç bir saygısının olmadığını ve maneviyatı takdir etmediğini görürüz.

Bu böyledir, çünkü kişi, başkalarının, kendi-sevgisinden vaz geçmeye değecek kadar maneviyatı takdir ettiğini görmez. Bu böyledir, çünkü Tora’yı öğrenen ve Mitzvot’u izleyen diğer kişilere baktığında, onların, ihsan etmek için çalışacak kadar buna önem verdiklerini görmez. Doğal olarak, halktan, maneviyatın önemini alamaz, maddeselliğin önemini aldığı gibi.

Maddesellikte, halkın birisini takdir ettiğini görür. Takdir ettiklerinin kim olduğu ya da neyi takdir ettikleri önemli değildir, kişi onlardan etkilenir. Ama maneviyatta, hiç kimsenin, bireylerin bile, maneviyatı takdir ettiğini görmez. Öyleyse ihsan etme çalışmasına onu değerli hale getirecek önemi kazandırmak için ne yapabilir?

Bundan dolayı, kişi, biraz bile olsa bunun önemini edinebilmek için çok çalışıp çabalamak zorundadır ki böylece büyük niyetler taşımadan, son derece basit bir şekilde O’nun Mitzvot’unu tutmakla ve Yaradan’a hizmet etmekle ödüllendirilmiş olmanın, büyük bir ayrıcalık olduğunu anlayabilsin. Daha doğrusu, sadece Yaradan’ın bize emrettiklerini tutarak, kişi mutluluk ve canlılık hissedebilsin.

Yani, şimdi, Kral’ın iradesini yerine getirdiğini ve O’nun arzusunu yerine getirmesinden, Kral’ın hoşnut olduğunu düşünmelidir. Kişi, Mitzvot’u izlemesine sebep olan düşüncelerini ve arzularını Yaradan’ın gönderdiğine, bunun yukarıdan bir uyandırılış olarak ona geldiğine, mantık ötesi inanmalıdır. Yani şimdi Yaradan onu çağırıyor: ‘Bana gel; sarayımda sana bir görev vermek istiyorum’ demektedir. Kişi bunu düşündüğünde, kalbi kutsanır, mutlu olur, sevinçle dolar ve yüksek ruhlu hisseder.

Dolayısıyla, ne yaptığının bir önemi yoktur. Hepsi aynıdır, yazdığı gibi, ‘Mitzvot’un ödülünü bilmediğin için, hafif bir Mitzva’ya da ciddi olan kadar önem ver!’ denebilir ki, kişinin tek düşüncesi, Yaradan’ı memnun etmek olduğu için, kişinin Yaradan’ın hangi Mitzva’sını yerine getirmekte olduğunun bir önemi yoktur.

Bu nedenle, temel olan, Mitzva’nın büyüklüğü değil, Mitzva’yı verenin ne denli önemli olduğudur, kişi küçük eylemlerden, büyük sevinç duyabilir. Yani bu, Kral’ı ne kadar takdir ettiğine bağlıdır.

Kişi bunun üzerinde düşündüğünde, arzuyu tatmin etmesi ve yerine getirmesi gerektiğini görür. Ancak, kendi arzularını, kalbinin taleplerini, tatmin etmek için çalışanlar vardır. Buna, ‘ihtiras’ denir. Ya da bunun tersine başkalarının arzularını tatmin etmeleri gerekenler vardır, belli şekilde giyinmek, belli bir evde yaşamak vb. gibi, bu itibar kategorisine girer. Ve Yaradan’ın arzusunu, Tora ve Mitzvot’u yerine getirerek O’nun taleplerini yerine getirenler vardır.

Dolayısıyla kişi kendine şöyle sormalıdır: ‘Yaradan’a hizmet etmek benim için bu kadar önemli mi, buna bu kadar büyük bir önem veriyor muyum?’ Eğer öyleyse, bunca hesap kitap yaptıktan sonra neden her şeyi unutup, Keduşa ile ilgili her şeyi durdurup, maddesel dünyaya giriyorum ve Yaradan’ı değil de başkalarının arzularını yerine getirmeyi üstleniyorum, her ne kadar Yaradan’ın arzusu çok önemli, kendi arzularımı tatmin etmekten çok daha önemli demiş olmama rağmen?’

‘Ben, kendi arzumu tatmin için endişelendiğimde, bu, ihtiras kategorisine girer. Başkalarının arzularını tatmin etmeye çalıştığımda, bu, itibar kategorisine girer. Bunların her ikisini de kendi-sevgisi yüzünden tatmin etmek isterim. Ancak Kral’ın arzusunu yerine getirmek istediğimde ki bu çok önemli bir koşuldur, çünkü o zaman, ‘hayvan’ denen kendini-sevme koşulundan çıkarım ve ‘adam’ kategorisine girerim; bilgelerimizin söylediği gibi, ‘Dünya uluslarına değil, sana ‘adam’ denir.’

Böylece, Tora ve dua etme seviyesine gelir gelmez, kişi Keduşa’da yaptığı en küçük şeyin bile, kendisi için çok önemli olduğunu, Keduşa’nın alanına girmekle ödüllendirilmiş olmanın, kendisini çok mutlu ettiğini söyler. Ve ‘Hangi budala, bu duygusal tatmin ve sevinç durumundan çıkmak ister ki?’ diye sorar. Dünyadaki en mutlu adam olduğunu düşünür, hisseder, çünkü bütün bu zaman boyunca içinde olduğu hayvanlıktan çıkma ayrıcalığına sahiptir.

Aniden, kişi Kral’ın huzuruna çıkmak ve O’nunla konuşmak için çağrılır. O zaman, kişi kendine bakar, tüm diğer hayvanlar gibi, dünyasal ihtiraslara nasıl da dalmıştır. Fakat şimdi, gerçek bir adam olduğunu görür. Çevresine karşı çok eleştirel olur, ne kadar da aşağıdadırlar,  o kadar ki onların yanında zorla durabilmekte ve onlarla zorla konuşabilmektedir. Çünkü onlarla konuşmaya tenezzül edemez, Keduşa’nın ruhundan mahrum olan bu insanlar, onlarla konuşmak için çok aşağılıktırlar, kendi-sevgisine batmıştırlar, onların yanında durmaya zorla tahammül eder.

Bütün bunlardan sonra, bir süre sonra, hatta bir dakika sonra, çevresine bütün bu eleştirileri yaptıktan sonra, içinde bulunduğu maneviyatı tamamen unutur ve bütün hayvansal arzularıyla maddesel dünyaya girer. Kişi manevi koşuldan çıkıp maddesel koşula girdiği an, ne zaman dışarı çıktığını bile hatırlamaz.

O zaman soru şudur, ‘Manevi koşuldayken ve bu durumundan hoşnutken, bu bir yalan mıydı? Sadece bir rüya mıydı? Ya da tam tersine önceki koşulu, gerçek hali miydi? Yoksa şimdi hayvansal arzulara battığını hissetmesi bir rüya mı?

Gerçek şu ki, kişi, Yaradan kendisine birazcık göründüğünde, Kral’ın önemini hissetmeye ve O’na doğru çekilmeye başladığına ve meşalenin önündeki mum gibi iptal olduğuna inanmalıdır. Yukarıdan duyduğu haberciyi takdir etmeye devam ederse, bu takdiri ölçüsünde maneviyata olan özlemi de büyür. Ve maddesel dünyadan çıkıp yalnız iyilik olan bir dünyaya girdiğini hissetmeye başlar.

Ancak eğer bu çağrıyı, gelip Kral’la konuşması ve bundan sevinç duyması ve duyduğu bu sevinci alma kaplarına damıtmaya başlaması için çağrıldığını takdir etmeyi unutursa ve Yaradan’a kendisini daha yakına getirdiği için teşekkür edip, övmeye özen göstermez ise, derhal geri çevrilir ve Kral’ın sarayından çıkarılır.

Bu o kadar hızlı olur ki, kişinin çıkarıldığını farkına varmaya zamanı olmaz. Sadece bir süre sonra, gelir ve dışarı atılmış olduğunu görür. Ancak Kral’ın sarayından çıkarıldığında bilinçsizdir, bu yüzden çıkarılma anını hissedemez.

Maddesellikte de, eğer bir kişi yüksek bir kattan, zemine düşerse, ona nasıl düştüğünü sorarsanız, hiçbir şey hatırlamadığı bilinir. Bütün bildiği, şimdi hastanede olduğudur, ancak hiçbir şey hatırlamaz: onu kimin kaldırdığını, hastaneye kimin getirdiğini hatırlamaz, her şeyi unutmuştur.

Bu, maneviyatta da aynıdır. Kral’ın sarayından çıkarıldığında, kişi kendisini kimin çıkardığını, yani mutlak tamlıkta olduğu, sevinç dolduğu bu durumdan düşmesine neyin sebep olduğunu hatırlamaz. Ayrıca kendi yüksek koşulundan zemine ne zaman düştüğünü de hatırlamaz, şöyle söylendiği gibi, ‘Bu noktaya kadar iyiydim ve o anda düşmüşüm.’ Kişi, kendi koşulundan düştüğü anı hatırlayamaz. Ancak bir süre sonra gözleri açılır ve şimdi maddesel dünyada olduğunu görür.

Bu iyileşme -şimdi sarayın dışında olduğunu gördüğünde, yeniden kazandığı bu bilinç- bir kaç saat sonra, hatta bir kaç gün sonra gerçekleşebilir. Aniden, dünyasal, kötü arzulara battığını ve bir zamanlar yükseliş koşulunda olduğunu görür.

Şimdi başladığımız konuya, yani Mitzvot uygulamanın kalitesinin, niteliğinin büyüklüğü, Tora’nın sözleri ve Tora’yı öğrenmekten başka, hiçbir niyet olmadan mutlak sadelik içindeki dua meselesine geri dönelim. Zira Tora’nın tamamı, Yaradan’ın isimleridir ve kişi bununla bağlantısını anlasa da anlamasa da bunu öğrenmektedir, yani kişiyi öğrenmektedir.

Yani, kişi, ‘Bu bize ne öğretir ki?’  dememelidir. Tersine, öğrendiği her kelime, kendi ruhu için mükemmel bir şeydir. Ve bunu anlamasa bile, bize öğreten bilgelere inanmalıdır.

Duada da aynı şekildedir. Kişi bilmeli ve inanmalıdır ki, bilgelerimizin bizim için düzenlediği her bir kelime, kutsal ruhla söylenmiştir. Bu nedenle, her bir kelimeye saygı göstermeliyiz, yani kişiye O’nun emirlerini izlemek için düşünce ve arzu verilerek, kişi bir ayrıcalığa sahip olmuştur ve bu nedenle Yaradan’a şükretmelidir. Kişi maneviyatta yaptığı her şeyi Yaradan, bunu hak etmeyen başka birilerini değil, ama onu seçtiği için yaptığına inanmalıdır.

Kişi, Kral’ın onu çağırması ve en azından O’nun emirlerini tutması için, ona biraz olsun farkındalık vermesi üzerine düşünmelidir, böylece Yaradan’la biraz temasa geçecektir. Aynı şekilde, kişi yapabildiği kadar Kral’ın önemini gözünde canlandırmalı ve bundan sevinç ve mutluluk bulmalıdır. Gerçeğin yolu budur.

Yani, kişi Yaradan’ın yüceliğine inanmalıdır, beden hala etten ve kemikten bir krala hizmet etmekten etkilendiği ölçüde bundan etkilenmese bile.  Zira orada halk, Kral’ı kutsar, önünde saygıyla eğilir ve birey de halktan etkilenir. Ancak maneviyatta kişi, halkın, Kral’ın önünde saygıyla eğildiğini göremez ve O’nun önünde, kendini iptal etmenin değeri, kendisinden gizlidir. Ancak, bunun böyle olduğuna inanmak zorundayız. Buna, herhangi bir niyet olmadan anlamında, ‘sağ çizgi’ denir. Kişi, en küçük farkına varışla çalışıyor olsa bile, sanki büyük bir hizmet veriyor olduğunu düşünmelidir.

Bilgelerimiz şöyle demiştir (Avot, Bölüm 2, Mişna 1), ‘Mitzvot’un ödülünü bilmediğin için, hafif bir Mitzva’ya da ciddi olan kadar önem ver.’ Şöyle ki, Kral’a hangi hizmeti verdiğimizin, hangi hizmet ile Kral’ı memnun ettiğimizin bir önemi yoktur. Tersine, tek bir düşüncemiz vardır: Yaradan yaptığımdan mutlu olacaktır.

Dolayısıyla, bu işin önemli olup olmamasının bir önemi yoktur, çünkü kendimi düşünmem. Bu, pek çok insanın istemeyeceği, önemsiz bir iş olabilir, bundan dolayı, bunu yapmak isterim, çünkü bu, pek çok insanın yapmak istediği önemli bir işten daha çok gereklidir.

Ancak, soru şudur, ‘Kişi çalışmaya başlar başlamaz, Tora ve Mitzvot’ta parlayan ışığı neden hissedemez?’ Bunun yerine, kişi, göremediği, gizli bir ışığın orada var olduğuna inanmalıdır. Bunun öneminin herkese açıklanması kesinlikle daha iyi olurdu, çünkü o zaman herkes, Tora ve Mitzvot’u izleyebilirdi.

Peki öyleyse neden Tora ve Mitzvot gizlidir, öyle ki herkes emek vermek ve çaba göstermek zorundadır, Tora ve Mitzvot’a kıyasla, maddesel dünyanın tümünün değersiz olduğunu söyleyebilmek için çok çalışmak zorundadır. Bilgelerimiz şöyle demiştir (Avot, Bölüm 4, 22), ‘Bu dünyada, bir saatlik tövbe ve iyi işler, sonraki dünyadaki yaşamın tamamından daha iyidir ve sonraki dünyadaki bir saatlik memnuniyet, bu dünyadaki yaşamın tamamından daha iyidir.’

Ancak, bize bu gizlilik verilmiştir, böylece seçim için bir yerimiz olsun, yani Yaradan için Tora ve Mitzvot’ta çalışmaya, ihsan etmeye muktedir olalım. Aksi takdirde, Tora ve Mitzvot’ta gizli olan ışık ifşa olsaydı, kişi, sadece kendini sevme koşulunda çalışırdı. Ancak o zaman, kendisini eleştiremez ve hedefinin ihsan etmek için mi, kendi menfaati için mi olduğunu göremezdi.

Gizlilik süresince yerine getirmemiz için bize Tora ve Mitzvot’un verilmesinin sebebi, bunları mutlak bir sadelikle tutmak ve şöyle demektir, ‘Eğer hedefim ihsan etmekse, hangi tadı hissettiğimi neden umursayayım?’ Bundan dolayı eğer kişi, ödüllendirilmek istiyorsa, Tora ve Mitzvot’u tutmayı mutlak bir sadelikle üstlenmelidir.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,079