Bir zamanlar uzaklarda küçük bir köyde, yüksek taş duvarları ve muhteşem bir kapı girişi olan eski kocaman bir ev vardı. Fakat köydeki bütün diğer evlerden farklıydı, soğuk ve hoş karşılamayan bir evdi bu. Pencereleri sıkı mühürlenmiş, kapıları kilitlenmiş ve birinin, eve ayak basmadığından şimdiye dek çok uzun bir zaman olmuştu. Köydeki bütün diğer evler mutlu ailelerle dolmuştu fakat bu evde hiç kimse yaşamıyordu. Bu ev tamamen terk edilmişti.
Her gün köyün insanları oradan geçerken durup, gözlerini dikerek, fısıldaşırlardı “Ne kadar garip ve eski bir ev, tamamen yalnız, çok büyük ve boş”
Ev şaşırmıştı “Benden ne istiyorlar” diye merak etti. “Ben sadece burada duruyorum, kimsenin canını sıkmıyorum. Neden bana dik dik bakıyorlar? Pencerelerimin boyası soyulmuş diye mi? Veya belki de menteşelerim paslanmış diye mi?”
Ev bir zamanlar çok güzel döşenmiş ve her şey istiflenmiş olarak duruyordu, mutfakta yeterince tabaklar, kristal bardaklar ve gümüş sofra takımları yemek odasında, misafir odasında üst üste atılmış yataklar, her masanın üzerinde masa örtüsü bulunuyordu. Fakat ev çok sessizdi, Issızdı. Pencereleri kaplayan ağır perdeler, güneş ışığının içeri girmesini engellemişti ve evin içi karanlık ve kasvetliydi.
Arada bir yemek masası sofra takımının moralini düzeltmeyi denerdi. “Haydi, tabaklar bir sıra haline düzenli şekilde geçin” dedi.
“Neden’ diye cevapladı onlar. ‘Kim gelip bize yemek dolduracak?”
“Mumlar haydi destelerinizden çıkıp aşağı gelin” dedi masa. “Neden? Kim gelip bizi yakacak?” diye mumlar cevapladı.
Nihayet masa yemek odasındaki avizeye döndü. “Avize haydi evi aydınlat. Sen en fazla ışığa sahipsin” dedi.
“Fakat benim düğmeme basacak kimse yok” diye cevapladı avize. “Hatta kendi kendime açabilsem bile, kim görecek ki? Kim için?”
Yani bu donuk ve kasvetli evde, tartışmanın dışında yapılan hiçbir şey yoktu. Kaşıklar, çatallarla tartışıyor hangisi daha önemli diye. Evin merdiveni yerdeki halının çok tozlu oluşundan dolayı huysuzca gıcırdıyordu.
Bulaşık teknesi, musluğa suyu temizlemediği için kızgındı. Hatta küçük masa lambası, avizeyi “eski bir hurda parçası” diye çağırıyordu.
Ev, etrafına üzgünce baktı, bir şeyler yapılması gerekiyordu, fakat Ne? Ne yapmalıydı? Aniden, evin aklına bir fikir geldi.
“Şömineye soracağım’ diye düşündü. Çünkü şömine hepsinden önce inşa edilmişti. Bu yüzden çok akıllıydı.
Fakat şömine uykudaydı. Ev, bacadan ona doğru seslenmeye çalıştı. Uyanmıyordu. Şöminenin üzerine bacadan kurumları sıçrattı fakat şömine halen uyuyordu. Ev, şömineyi uyandırmaktan vazgeçmedi.
“Tabaklar” diye haykırdı ev. “Haydi hep beraber şömineyi uyandıralım. O bize ne yapabileceğimizi söyler yapabileceğiniz kadar gürültü yapın”
Hemen tabaklar şıngırdamaya başladılar. Sonra diğerleri de onlara katıldılar: şamdanlar şangırdadılar, çatallar ve kaşıklar birbirlerine çarparak gürültü çıkardılar, avize sallanarak ses çıkarmaya başladı ve hatta yataklar bile ayakları üzerinde aşağı yukarı zıpladılar. Hep beraber öyle bir gürültü çıkarttılar ki evin çatısındaki kuşlar yuvalarıyla birlikte korku içinde sıçradılar.
Nihayet, şömine uyandı. “Herhalde kötü bir durumdasınız” dedi Eve esneyerek “Bu kadar gürültü yaparak beni uyandırmanızın sebebi nedir” dedi.
“Tavsiyene ihtiyacımız var” dedi ev. “Bazı şeyler çok feci yanlış. Fakat ne olduğunu bilmiyoruz.”
“Oldukça basit” diye cevapladı şömine. “Bilmemenize şaşırdım” dedi.
“Nedir? Söyle bize!” diye ev ısrar etti.
“Altın bir kural vardır: sıcaklığınızı diğerleriyle paylaşmalısınız. Bakın bana ateşim yandığı zaman, bu sıcaklığı kendime saklamıyorum bunu diğerleriyle paylaşıyorum. Köydeki bütün evler, sıcaklığını ve rahatlığını içindeki ailelere veriyorlar. Bu sırada, sen onların hepsinin içinde tek başına duruyor ve paylaşmayı reddediyorsun. İşte bu yüzden mutsuz ve kendi içinde kavgalısın.” dedi şömine.
Ev şok oldu. Bu altın kural, herkes tarafından paylaşılmalı ve uygulanmalı diye karar verdi. Bir sonraki sabah, bütün perdeleri fırlatarak, içeri hava girsin diye bütün pencereleri açtı. Aynalar çok mutluydular yıllardır ilk kez güneş ışığını yansıtıyorlardı! Bütün kavgalar aniden durdu.
“Paspaslar, toz bezleri! Yerleri yıkayın ve örümcek ağlarını temizleyin! Musluk, onlara su ver!” bağırarak seslendi.
Az sonra ev parıldamaya başladı.
‘Yemek masası! Misafirlerimizi karşılamaya hazırlanın’ anons edercesine seslendi ev.
Aniden tabaklar kar beyaz masa örtüsü üzerinde hizaya geçtiler ve hemen çatallar ve kaşıklar düzenli bir şekilde yerlerini aldılar. Yemek masası keyifle dans etmek istedi. Fakat hiçbir şeyin devrilmemesi için itinayla ayakta durdu.
Yemek saati geldiğinde, Ev bütün kapılarını sonuna kadar misafirleri için açtı. Şimdiye kadar insanların hiç görmediği bir güzellikte onları karşıladı. Köydeki insanlar içeriye girdiklerinde, onlar için hazırlık yapılmış olduğunu gördüler.
“Bak” dediler hayretle “Akşam yemeği hazır”
Ve böylece bu kocaman eski evde, bütün köylüler hep beraber harika bir akşam geçirdiler, hikâyeler paylaşıldı şarkılar söylendi. O günden sonra, O ev sürekli misafir ağırladı, sıcaklığını ve rahatlığını onlarla paylaştı. Ve kısa bir süre sonra mutlu bir aile oraya taşındı.
Şimdi O ev, kendilerine böylesi harika fikri vereni unutmuyor ve her gece bütün aile uykuya daldıktan sonra Ev fısıldar “Teşekkürler sana akıllı ve yaşlı şömine. Asla senin tavsiyeni unutmayacağım. Diğerlerine sıcaklığını vermek ne kadar büyük YÜCELİK..!”