e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada, Gümüş, Altın, İsrail, Kalan Diğer Milletler nedir?

Çalışmada, Gümüş, Altın, İsrail, Kalan Diğer Milletler nedir?

Makale No. 19, 1988

Zohar’da (Jethro, Madde 40) şöyle yazılmıştır: “‘Ve Jethro duydu.’ O başladı ve dedi ki, ‘Bu nedenle, ulusların arasında Sana şükredeceğim, ya Rab ve Adına ilahi söyleyeceğim.’ Kral Davut, Yaradan’ın görkeminin yücelikte yükselmediğini, Yaradan’ın görkeminin dünyada yüceltilmediğini, O’nun görkeminin yalnızca diğer milletler arasında olduğunu görünce bunu söyledi. Ve eğer, ‘Fakat Yaradan dünyada yalnızca İsrail sayesinde yüceltilmiyor mu?’ derseniz. Bu, gerçekten de öyledir, çünkü İsrail parlayacak olan mumun temelidir. Ama diğer uluslar gelip Yaradan’ın yüceliğine boyun eğerek O’na şükrettiklerinde, mumun temeli tek bir bağda O’nun tüm eserlerini tamamlar ve güçlendirir ve tüm yukarıyı ve aşağıyı yalnız Yaratan yönetir.”

Neden böyle dediğini anlamalıyız, “Gerçekten de öyle, çünkü Yaradan dünyada yalnızca İsrail sayesinde yüceltiliyor, çünkü İsrail parlayan mumun temelidir. Fakat diğer milletler gelip O’na şükrettiklerinde, mumun temeli tamamlanır.” Ancak, milletler gelip Yaradan’a şükrederlerse, mumun temeli nasıl tamamlanır? Bundan, İsrail halkının, ulusların şükranlarından güç ve yardım aldığı anlaşılıyor, sanki İsrail halkının Yaradan’a olan inancı o kadar eksik ki, Yaradan’ın büyüklüğü konusunda uluslardan yardım almaları gerekiyormuş gibi, şöyle yazıldığı gibi, milletler mumun temeline katkıda bulunur. Bunu anlamak çok zordur. Dünya milletlerinden inanç için yardım almaya izin verilmiş midir? Ne de olsa inancın temeli mantık üstü olmalıdır, o halde bir insan mantığının üstüne çıkma gücüne sahip olacak gücü nasıl elde edebilir? Bunun, ışığı onu ıslah eden Tora vasıtasıyla olduğunu öğreniyoruz.

Ayrıca, Rav Elimeleh’in (“Duadan Önce Bir Dua”) duasında yazıldığı üzere, bize O’na olan inancın gücünü vermesi için Yaradan’a dua etmeliyiz, “İnancını düşmeyecek bir kazık gibi kalplerimize yerleştirmen seni memnun etsin.” Buradan, inancın yukarıdakinden alınması gerektiği sonucu çıkar. Hatta burada, milletler gelip Yaradan’a şükrederlerse, “mumun temeli” olarak adlandırılan inancın temelinin tamamlandığını ima eder.

Yukarıda söylenenleri açıklayabilmek için, hepsinin tek bir kişiye ait olması kuralına göre, İsrail’in ve diğer milletlerin çalışmada ne anlama geldiğini hatırlamalıyız. İsrail, eylemleri yalnızca ihsan etmek olanlar olan “ihsan etme” olarak adlandırılır. Buna “insanın iyi eğilimi” denir. “Ulusların geri kalanı ise, “insanın kötü eğilimi” olarak adlandırılan, insanın alma kaplarıdır.

Bilgelerimizin söylediklerini açıkladığımız gibi, “’Tanrın Rab’bi bütün yüreğinle sev’, her iki eğiliminle de: iyi eğilim ve kötü eğilim ile.” Bunun, iyi eğilim olan ihsan etme eğilimi ve alma kapları olan kötü eğilim anlamına geldiğini yorumladık. Aynı şekilde, burada Zohar’ın söylediklerini de yorumlamalıyız: “Gerçekten de öyle, çünkü İsrail parlayan mumun temelidir.” Bu, kişinin çalışmasının üzerine inşa edildiği temelin, “ihsan etme kapları” adı verilen ve “İsrail” olarak adlandırılan iyi eğilim olduğu anlamına gelir.

Ancak, bu yarım derece olarak kabul edilir. Bu derece, iyi kaplar olduğundan üstün bir öneme sahip oldukları kabul edilir. Bu, İsrail’e “ihsan etme eylemleri” dendiğinden Yaradan’ın kişinin tüm eylemlerini kontrol etmesi olarak kabul edilmez, yani bu demektir ki kişi ihsan etme eylemleriyle Yaradan’a ihsan etmeyi hedefleyebilir. Bu nedenle Yaradan’ın onu yalnızca ihsan etme kapları ile kontrol ettiği kabul edilir.

Ancak, Sitra Ahra [diğer taraf/kötü eğilim] ve kabuklar alma kaplarını kontrol eder. Yani kişi onları Yaradan için çalışmaya yönlendiremez. Bu kaplara, “ulusların geri kalanı”, “aşağı/aşağıda” denir çünkü alma kapları daha düşük öneme sahiptir.

Yukarıda anlatılanlara göre şu yazılanları yorumlayabiliriz; diğer milletler gelip, Yaradan’ın ihtişamına boyun eğerek O’na şükrettiklerinde, mumun temeli tamamlanır. Şöyle sorduk, “mumun temeli tamamlanır?” şeklinde yazıldığı üzere, İsrail halkının diğer uluslardan güç aldığı nasıl söylenebilir? Bunun, kişinin alma kaplarının gelip ihsan etmek için her şeyi yapmamız gerektiğini kabul ettiği zaman olduğu anlamına geldiği şeklinde yorumlamalıyız. “Yaradan’ın yüceliğine boyun eğip O’na şükredin” sözlerinin anlamı budur.

Ortaya çıkıyor ki önceleri yalnızca İsrail Yaradan’a ihsan edebilirdi, çünkü İsrail Yaradan’ın görkemini ve kendilerini Yaradan’a köleleştirmeleri gerektiğini anladı. Fakat diğer milletler gelip O’na şükrettikleri ve kendilerini Yaradan’ın yüceliği önünde iptal ettikleri zaman, yani alma kaplarıyla bile Yaradan için çalışmaya değer çünkü onlar bunun üstesinden gelme ve ihsan etmek için çalışma gücüne sahiptirler. Daha sonra mumun temeli tamamlanır çünkü mum “cennetin krallığı” olarak adlandırılır.

Yani, birincil temel İsrail’dir çünkü işin başlangıcı “İsrail” denilen ihsan etme kaplarındadır. Daha sonra mumun temeli tamamlanır yani, “ulusların geri kalanı” olarak adlandırılan alma kapları da “mum” ve “krallık” olarak adlandırılan Kutsallığın yönetimine girer.

“Mum’un temeli tamamlanır ve O’nun tüm çabasına karşı güçlenir.” Bu, alma eylemlerinin de Kutsallığa girdiği anlamına gelir. “Tek bir bağda”, İhsan etme kapları olan Galgalta Eynaim’den öğrendiğimiz gibi, alma kapları olan AHP’nin Kelim’i ile birleşirler ve bir derece olurlar. Buna Gadlut [büyüklük/yetişkinlik] denir.

Kaplara atıfta bulunarak “ve yalnızca Yaradan yönetir” yazılmasının anlamı budur; yani eskiden, yalnızca İsrail’i kontrol ettiğinde olduğu gibi değil. “Yukarıyı ve aşağıyı Yaradan yönetir.” sözlerinin anlamı budur. Yani “O kontrol eder.” demek, hem daha yüksek görülen ihsan kaplarının hem de daha düşük görülen alma kaplarının O’nun yetkisine girmiş olması anlamına gelir. Her şeyi Yaradan yönetir.

Şöyle yorumlamalıyız, o zaman kişi gerçek bütünlük alır, alabilmek için artık almaya uygun Kaplara sahiptir – hem Katnut [küçüklük/bebeklik] olarak adlandırılan Hasadim hem de Gadlut olarak adlandırılan Hohma.

“Yukarıyı ve aşağıyı yalnızca Yaradan yönetir.” sözlerinin anlamı budur. Bu nedenle Davut bunun hakkında şöyle söyledi: “Uluslarda sana şükrederim ya Rab ve senin adın için ilahiler söyleyeceğim.” Yaradan’ın yönetimi, Yaradan’ın otoritesi altına girmiş alma kapları olan uluslara da yayıldığında, her şeyde bütünlük olur.

Ancak, kişinin içindeki diğer milletler de Kutsallığa girebilsinler diye, bütünlüğe ulaşabilmek için Katnut’ta Tikkun Kavim [çizgilerin ıslahı], Gadlut’ta Tikkun Kavim ve VAK’ta Tikkun Kavim adında bir süreç vardır. Bunlar aynı adı taşıyan üç tutumdur, ancak aralarında bir fark vardır.

Zohar Kitabı (Jethro, Madde 499) şöyle der: “‘Benimle gümüşten tanrılar ya da altından tanrılar yapmayacaksın.’ Rabi Yosi, ‘Nedeni nedir?’ dedi, çünkü şöyle yazılmıştır, ‘Gümüş benim, altın benimdir.’ Gümüş benim, altın benim olmasına rağmen, Benimle yapmayacaksın, yani Ben.”

Çalışmada Yaradan, “Gümüş benim ve altın benim” dediğinde bunun ne anlama geldiğini anlamalıyız, bu nedenle, “Beni yapmayacaksın.” Ayrıca neden “Gümüş benim, altın benim olmasına rağmen” yine de, “Beni yapmayacaksın” dediğini de anlamalıyız: Söylediği “olmasına rağmen” ne anlama geliyor?

Çalışmanın sırası iki şekildedir: 1) Kişi Yaradan ile Dvekut’u [bağlanmayı] arzular. Buna Kisufin (özlem)denir ve “sağ çizgi” olarak kabul edilir, şöyle yazıldığı gibi, “Ruhum Rab’bin avlularını arzuluyor ve özlüyor; kalbim ve bedenim yaşayan Tanrı’ya şarkılar söyleyecek.” (Mezmurlar 84). Bu, kişi sağ çizgide yürüdüğünde “kalbim ve bedenim şarkılar söyleyecek.” anlamına gelir.

Yaradan’ı hatırladığı anda, tüm gün dünyevi ve manevi konularda başka şeylerle meşgul olmuş fakat Yaradan sevgisini hatırlamamış olsa bile Yaradan sevgisini hatırladığı anda, beden Yaradan’ı sevmek istemese bile yine de Yaradan sevgisine dair düşüncelerin kendisine geldiği bu anlara özlem duyar. Ve her birini gözeten, dünyanın bir Yaratıcısı olduğunu hatırlamaktan dolayı sevinç duyar.

Dolayısıyla bir yandan bedenin bu özlemlere nasıl karşı çıktığını görüyor. Yani, O’na bağlanmak isteyen birinden beden zevk almaz. Yine de, “Kalbim ve bedenim yaşayan Tanrı’ya şarkı söyleyecek.” Yani, bu özlemler için, Yaradan’ı kavrayabildiği için Yaradan’a teşekkür eder. Yani, beden ona direnirken Yaradan’a bağlanmak istemesini de büyük bir ayrıcalık olarak görür, çünkü artık kendi içinde “şu ve bu onları yargılar” koşulunu görüyordur.

Ama Yaradan sevgisi konusunu hatırlamadan önce, Yaradan’ın sevgisinden tamamen uzaklaşmıştı. “Yaradan sevgisi” diye bir konu olduğunu tamamen unutmuş ve kafası başka şeylerle meşgul olmuştu. Öncelikle, sağ çizgide yürürken Yaradan sevgisini hatırlamanın tesadüf olmadığına inanmalıdır. Aksine, kişiye doğru yönelen Yaradan’dır ve bir Yaratıcı olduğunu ve O’nunla bağ kurması gerektiğini kişinin zihnine yerleştirmiştir.

Yani, bu düşünce kişiye öyle durup dururken gelmemiştir, aksine, Yaradan ona dönmüş ve ona tüm Yaradan çalışmasını hatırlatmıştır. Ancak bu sadece kısa bir süre için geçerlidir. Yani bu düşünce uzun süre zihninde kalmaz, çünkü kişi bunun için yeterli/uygun olmadığı sürece, bu düşünce kısa ömürlüdür.

Şöyle yazıldığı gibidir, “İşte bakın, bu kötüler kısa ömürlü ve öfke dolu.” Baal HaSulam şöyle yorumlamıştır; kötüler “yukarıdan gelen ışık” denilen bir “gün” elde ettiklerinde, hala kötü oldukları için, yani kendileri için almaktan çıkmadıkları için, ışık onlardan ayrılır. Buna “kısa ömürlü” denir. Bu nedenle öfke doludurlar. Işık neden onlardan ayrıldı diye kızgınlar çünkü ışığı özlüyorlar.

Yine de, kişi doğru olduğunda ve Tanrı’yı ​​haklı çıkardığında, şöyle der: “Yaradan’ın uyanışı benden alması benim iyiliğim içindir.” ve Yaradan’ın kendisine gönderdiği küçük uyanışın ayrıcalığına sahip olduğu için O’nu över ve şükreder. Bunun için sevinir. Yaradan’a şükretme durumuna “sağ” denir çünkü Yaradan’a özlem duymaktadır ve “gün”ün tadına ne kadar vardığına aldırış etmeksizin, bir an için bile olsa O’na bağlanmasına izin verdiği için bütün gün O’na şükreder. Çalışması ya da sadece merhamet arzu ettiğinde merhametin niteliği, sağda olduğunda buna “gümüş tanrıları” denir.

2) Sol çizgi “altın tanrıları” olarak adlandırılır. Baal HaSulam, Zahav’ın [altın] sağ çizginin tersi olan Ze Hav [bunu ver] anlamına geldiğini yorumladı, hiçbir şey istemediği, Yaradan’a özlem duyduğu ve kendini O’nun önünde iptal etmek istediğinde, insanın kendisi hiçbir şey istemez ve elindekiyle mutlu olur, sanki kendisine büyük servet verilmiş gibi.

Fakat sol çizgide “Bunu istiyorum ve bunu istemiyorum” der. Kârlılığı hesaplar. Sanki parmağıyla işaret ediyor ve özellikle yaptığı eleştirilerle, istediğini söylüyor. Şöyle yazıldığı gibi (Eyub 37:22), “Altın kuzeyden gelir.” Tzafon [kuzey], eylemlerinin görüş ve incelemeleri olan Matzpunei Halev’i [kalbin gizli niyetini] işaret eder, yani bu dünyada verdiği uğraş karşılığında ne istiyor, ne mükâfat bekliyor. Düzeltmeler özellikle sol çizgiyle ilgilidir.

Başka bir deyişle, kişi çalışmadaki detayları incelemeye başladığı zaman, yani ne için ve kim için çalıştığını incelediğinde, Yaradan’a hizmet etmekteki gerçek emeği hissetmeye başlar. Kişi kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu zaten bildiğini düşünür, başına gelenin bu olduğunu- çalışmasının sol çizginin yolunda olacağını düşünür. Buna “altın tanrıları” denir. “Sol çizgi” adı verilen bu düşünceleri ona Yaradan vermiş olsa da, Yaradan, “Benimle gümüşten tanrılar ve altından tanrılar yapmayacaksın.” demiştir.

Bununla, “Nedeni nedir?” diye soran Rabi Yosi’nin sözlerini yorumlamalıyız. Bunun nedeni, “Gümüş benim, altın benim.” diye yazılmış olmasıdır. Her ne kadar Gümüş ve altın benim olsa da, Benimle yapmayacaksın, yani Ben. Şöyle yorumlamalıyız; size “gümüş tanrılar” denilen sağ çizgiyi vermiş olmama rağmen ve size sol çizgiyi de ben verdim ve hissettiğiniz tüm düşünceleri ben gönderdim, yine de Beni yapmayın, yani bu, asıl çalışma özellikle orta çizgidedir demektir. Yaradan’ın “Gümüş benim ve altın benim” dediği şey şu anlama gelir: “Benim”, yani sana vermiş olmama rağmen, bu son değil, fakat o her ikisini de kapsadığından, orta çizgide yürümelisin.

Peki, bütün bu yollarda yürüyebilecek gücü nereden alıyoruz? Bununla ilgili şöyle söylenmiştir: “Kötü eğilimi ben yarattım; Tora’yı da şifa olarak yarattım” şöyle yorumladık; her şey Tora’da bulunur. Yani, Tora öğrenirken, Tora çalışmasından ödül talep etmeliyiz, bunu iki genel yolla anlıyoruz: 1) Mükâfatımız, “İçindeki ışık onu ıslah eder” de olduğu gibidir, yani ihsan etme kaplarıyla ödüllendirilecek, çünkü yukarıdan yardım almadan kendini sevmekten çıkmak imkânsızdır. 2) Tora ile ödüllendirilmek, Zohar Kitabında yazıldığı gibi, “Yukarıdakinin emirlerini bilmeyen, O’na nasıl hizmet edecek?”

Bu, kişinin Tora çalışmasındaki çabasıyla istemesi gereken ödüldür. Açıkçası, Kabala çalışması Tora’nın ışığını ortaya çıkarma konusunda daha yeteneklidir. Bir Bilgenin Meyveleri (Cilt 2, s. 160) kitabında yazıldığı gibidir: “Kabala ilminin tamamı Yaradan’ın ifşasından söz ettiğinden, bu görev için daha başarılı bir öğreti yok.”

Başka bir deyişle, kişi Tora ışığını almak amacıyla Tora çalıştığında, şunu anlamalıyız ki, Kabala bilgeliği aynı zamanda Tanrısallık konusundan bahsettiğinden, oysa Tora’nın geri kalan bölümlerinde Tora, bedensel konularda kıyafetlenmiştir, bu nedenle oradan Tora’nın ışığını çıkarmak daha zordur. Çünkü “Bütün Tora Yaradan’ın isimleridir.” olmasına rağmen, Tora’da kıyafetlenmiş olana, yani Yaradan’a odaklanmak zordur.

Spinka’nın ADMOR’u tarafından, Joseph’in Sözleri kitabının girişinde, ayeti yorumlayan (Proverbs 25) Tsanz Hahamından ADMOR adına şöyle yazılmıştır; “Yaradan’ın ihtişamı bir meseleyi gizlemek, kralların ihtişamı bir meseleyi incelemek/tetkik etmektir.”

Soru şudur: Yaradan’ın ihtişamı ile kralların ihtişamı arasındaki fark nedir? Yani her ikisi de kesinlikle maneviyata işaret etmektedir, peki öyleyse bu iki derece arasındaki fark nedir?

Şöyle yorumlamıştır, kişi kaç adet dünya ve Sefirot olduğunu bilmek için Kabala ilmini öğrenmek isterse, yani Yaradan’ın ihtişamını, O’nun yüceliğinin ölçüsünü bilmek isterse, konuyu gizler. Ancak, bilgeliği Yaradan’ı nasıl taçlandıracağını bilmek ve O’na niyetle hizmet etmek ve 248 organını kutsamak ve onları, Yaradan’ın ihtişamı olan Kutsallık için bir savaş arabası yapmak isterse —O’nu nasıl taçlandıracağını ve hizmet edeceğini— konuyu inceler. Kabala ilminin çalışılmasının, kişiye kendini kutsallaştırma/arındırma ve Yaradan’ın savaş arabası olma gücü veren, özel bir çare olduğunu görüyoruz.

Bilgelerimiz şöyle yazmıştır (Avot de Rabi Natan, Bölüm 29,7), “Ishak Ben Pinhas der ki, ‘Bilgisi olup bildiğini uygulamayan kimse bilgeliğin tadını alamaz. Uygulayan fakat öğrenmeyen, günah korkusunun tadını alamaz.” Orada “günah korkusunun tadını alamaz” diye yorumlamıştır. Tüm sözler ve yorumlar, kişiye günah korkusu getiren öğütler, kurallar ve alegorilerle doludur. Ayrıca, zamanın kurallarına bağlı olan bilge öğrenciler ki onların kalpleri kibirlidir ve bilge olduklarına inanırlar ve Tanrı onlara gururu yasaklamıştır. Kötü eğilim onları kovalar, çünkü (kötü eğilimin) taahhüdü akıllı öğrencilere daha fazladır. Şöyle yazıldığı gibi (Sukkah 52), “Dostundan daha büyük/yüce olan kişinin, eğilimi O’ndan daha büyüktür.”

Tora’nın tamamının Yaradan’ın isimleri olduğu bilinmesine rağmen, kuralların neden günah korkusuna yol açmadığını ve neden yorumların kurallara tercih edildiğini anlamalıyız. Kurallara neden “bilgelik” denildiğini de anlamalıyız yani bize ne ifade ediyorlar ki bu kurallara “bilgelik” diyoruz.

Yoruma Druş denir. Yazı şöyle diyor (Jeremiah 30:17), “Çünkü sana Ziyon dediler, kimse onu talep etmiyor.” RADAK şöyle yorumluyor dünya milletleri seni çağırdı ve Ziyon’un kimsenin İsrail’e dönmek istemediği bir şehir olduğunu söyledi. Bilgelerimiz şöyle söylemiştir “Ziyon, kimse onu talep etmiyor, yani ona gereksinim duyulması gerektiği anlamındadır.”

Malhut’un Ziyon olarak adlandırıldığı bilinmektedir. “Talep”, “talep etmek ve istemek” anlamına gelir. Yani kişi yalnızca ihtiyacı olanı talep eder ve sonra ihtiyacını karşılamayı ister. Manevi Çalışma ve Emirleri ile meşgul olmaya başladığımızda, kendimiz için başlarız, bilgelerimizin söylediği üzere, “Kişi her zaman Manevi Çalışma ve Emirleri ile kendisi için çalışmaya başlayarak meşgul olmalı ve kendisi için çalışmaktan Yaradan için çalışmaya geliyoruz.” Bu nedenle, kişi kendini Lo Lişma’yı çalışmaya alıştırdığında, Lişma’yı çalışamaması konusunda bir eksiklik hissetmez. Durumunda bir eksiklik hissetmediği için düzeltme ihtiyacı da duymaz. Bu, kişinin içinde ihsan etme arzusu uyandığında—kendi menfaatimiz için değil, Yaradan için çalışmamız gerektiğinde—çalışmada toz tadı hissetmesine neden olur. İnsanın, Şehina’yı [Kutsallığı] tozdan kaldırmak için Manevi Çalışma ve Emirleri ile çalışması gerektiğini söylediğinde Zohar’ın bahsettiği şey budur.

Başka bir deyişle, çalışmada, Yaradan uğruna çalışması gerektiğinde kişi toz tadı alır çünkü yalnızca kendi iyiliği için çalışmaya alışmıştır. Maneviyat ile meşgul olduğunda, Maneviyat kişiyi yeniden yapılandırır ve böylece çalışmasında hayatın tadını hisseder çünkü ihsan etme amacından Hayatların Hayatı ile Dvekut’u edinir.

Ancak kişi mutlaka Yaradan’dan cennetin krallığını yükseltmesini, yani onu önemli hale getirmesini istemelidir. Alttakiler ondan bolluğu almaya uygun olmadığı için, alttakilere ihsan etmesi gereken, “İsrail topluluğu” denen Malhut’un [krallığın], tüm ruhların toplamının, alttakilere vereceğini göstermemek için kendini gizlemelidir.

Bu İsrail’in çıkarları adına böyledir. Aksi takdirde, yüceliğini ortaya koyarsa, herkes almak için ondan alacaktır. Bu nedenle kendini gizlemek zorundadır ve ondan ortaya çıkan tek şey toz tadıdır.

Ancak ondan aldığımız toz tadı bile insanın yararınadır. Yani, kişi bilmelidir ki bu, ihsan etmek için cennetin krallığının yükünü üstlenirken, onun içinde bulduğu toz tadının nedenini araştırmasını sağlayacaktır.

Çalışma bize, Yaradan’ın yolunu izlersek, yani bu tüm eylemlerimizin ihsan etme niyetiyle olması anlamına gelir, hayatın tadını hissedeceğimizi vadetmiştir, şöyle yazıldığı gibi, “Tadın ve görün, Rab iyidir.” Peki, tozun tadını neden hissederiz? Bununla gerçekten hakikat yolunda yürüyüp yürümediğimizi görüyoruz. Toz tadı hissetmemiz gerçeği çalışmamıza tanıklık ediyor. Bunun, hala ihsan etme kaplarına sahip olmamamız nedeniyle böyle olduğunu bilmeliyiz.

Bu nedenle Kutsallık toz içinde olmalıdır ve Yaradan’dan bize saf bir ruh vermesini, öz sevgiyi kalbimizden çıkarmasını ve onu tozdan kaldırmasını istemeliyiz. Bununla, Kutsallığın güzelliğini görmekle ödüllendirileceğiz ve kişi, Kutsallığın sürgünü ve Kutsallığın üzüntüsü için Yaradan’a dua etmelidir olarak yazılanı anlayabileceğiz.

Kutsallığın neden üzüntü içinde olduğunu ve Yaradan’ın onu tozdan kaldırmadığını anlamalıyız. Bunun yerine, Yaradan’dan onu yükseltmesini istemeliyiz ve bizim duamız olmadan onu yükseltmeyecektir, şöyle yazıldığı gibi (Yiyecek için Kutsama), “Merhametli Olan bizim için Davut’un düşmüş tapınağını inşa edecek.” Yani, O’nun bizim talep etmemize ihtiyacı var. Bunun nedeni nedir?

Anlatılanlara göre, Malhut tozda ve karanlıktayken gizliliğin, alttakilerin ihsan etmek için çalışabilmesi için gerekli olduğunu anlayacağız. Kutsallığın üzüntüsü, ruhlara vermek istediği haz ve mutluluğu gizlemesi gerektiğidir, ancak bunu yapamaz çünkü bu onların zararına olacaktır, çünkü kendi alma kaplarındayken onlara verdiği bolluk nedeniyle, bolluk Kötü eğilime gideceği için Yaradan’dan daha da uzak olacaklar. Bundan, yukarıdakilerde kederin/üzüntünün, alttakilere ihsan edememesi anlamına geldiği sonucu çıkar. Buna “Yaradan’ın üzüntüsü” denir.

Bu nedenle, kendimiz için alma kaplarını yenme gücü vermesi için Yaradan’a dua ederiz ve ancak o zaman ihsan etmek için çalışabiliriz. O zaman Kutsallık, vermek istediğini alma yeteneğine sahip olmamızla, içindeki yüceliği ve ihtişamı gösterebilecektir. Bir kural vardır: “İnek, buzağının yemek istediğinden daha fazlasını yedirmek ister.” Bu nedenle, her şey alana bağlıdır.

Kişi, çalışmasının karşılığında bir şey almayı amaçlamaksızın Manevi Çalışma ve Emirleri çalıştığında, ışık onu ıslah eder fakat aksine yorumlara aldırmadan kuralları öğrendiğinde, yani idrak etmeye, “Ziyon, kimse onu talep etmiyor”. Şehina’yı tozdan kaldırmak için herhangi bir talebi ve isteği olmadığında, RADAK’ın söylediği gibidir, “Çünkü Ziyon öyle bir şehir ki, kimse İsrail’e dönmeyi talep etmez.” RADAK’ın sözlerini yorumlamalıyız, Selihot’ta ( [“bağışlanma dileyen”, önemli/kutsal günlere giden dönemde okunan dualar]) yazıldığı üzere, “Tanrı’yı ​​hatırlayacağım ve her kentin sapasağlam ayakta durduğunu, ancak Tanrı’nın kentinin yer altı dünyasının dibine indirildiğini gördüğümde ağlayacağım.”

Bu, Tanrı kentinin “Ziyon” olarak adlandırıldığı anlamına gelir. Manevi Çalışma ve Islahlarını çalışanlar, Ziyon şehrinin İsrail’e iade edildiğini görecek ve talep edecek kimse yoktur, yani bu Kutsallık adı verilen cennetin krallığının tüm İsrail’e ve her birinde var olan bireysel İsrail’e geri döneceği anlamına gelir.

Bununla, bilgelerimizin şu sözlerini yorumlamalıyız: “Çalışmayı uygulayan fakat ilim bilgisi olmayan, öğrenmemiş olan günah korkusunun tadını alamaz.” Bunun nedeni, günah korkusunun, kişinin ihsan etmeyi hedefleyemeyeceğinden, kendisi için almakta kalmaktan korkması anlamına gelmesidir, Sulam’da (“Zohar Kitabı’na Giriş”) yazıldığı gibi.

Bilmeliyiz ki, kişi ihsan etmek için çalışamama korkusuna sahip olamaz. Aksine, kişinin talebi Ziyon içindir, yani kişi “Şehina’yı topraktan kaldırmak” için çalışır, yeraltı dünyasının dibine indirilmeyi değil Tanrı’nın şehrini ister. Bu, özellikle ihsan etmek için çalışmayı istemekle olabilir, yoksa Malhut önemini saklamalı ki bolluk Klipot’a gitmesin.

Bunu tam olarak günahtan korkması takip eder, çünkü onun için günah kişinin ihsan etmek için çalışmaması demektir.  Almayı günah olarak görür çünkü tek engel budur. Bu, Şehina’nın açığa çıkmış yüzünde değil, daha çok gizlenmiş yüzünde olmasına neden oluyor. Buna “Şehina’nın üzüntüsü” denir yani onlar için sakladığı haz ve mutluluğu yaratılanlara verememektedir. Bundan şu sonuç çıkar, kişi Şehina’nın üzüntüsüne yakınlık, sempati duyarsa bu, o, kendini sevmeye batmış olmak ile nelere sebep olduğunu yansıtmış demektir. Yani, kişi alma kaplarına dair ve onun tarafından kabul edilebilecek hazlardan tat almak istediği ölçüde, bu canlılığa “Klipot’un canlılığı” denir, Zohar’ın, onları sürdürmek için Klipot’a verilen “ince bir ışık” diye adlandırdığı canlılık anlamına gelir.

Bu canlılığı, özellikle ihsan etme kaplarına aktarılmış olan ve hala Keduşa’nın ışığını alamayan herkese verirler. Bu, dünyada Yaradan’dan başka hiçbir canlılık olmadığına inanmamız gerektiği anlamına gelir. Yani, alma kaplarında alınan canlılık bile Klipot tarafından alınmış olarak kabul edilir. Bu, Yaradan’ın Kendisi’nin değil, verenlerin Klipot olduğu anlamına gelir, çünkü ihsan etme kaplarını edinmeden önce sürekli bir inanç içinde olmak imkânsızdır, burada açıklandığı gibi (“Zohar Kitabının Tanıtımı.”)

Aldıkları canlılığın, O’nun, dünya milletleri üzerinde hâkimiyeti bakanlara vermesi ve onları Kendisi’nin yönetmemesi olarak kabul edilen, Klipot aracılığıyla olduğu sonucu çıkar. Yorumladığımız üzere çalışmada bu, yalnızca kısmi inancı olan kişilerin, yukarıdaki bakanların – bakanlar veya doğa veya diğer ruhlar olsun – dünyadaki yaşamı etkilediğini söyleyen “dünya milletleri” olarak kabul edildiği anlamına gelir ve yalnızca Yaradan’ın yönettiğini söyleyemezler.

Buradan Klipot’a verildikleri sonucu çıkar, yani öyle diyorlar, fakat bu Şehina’nın üzüntüsü olarak kabul edilir, çünkü kendini yaratılmışlardan gizlemek zorundadır. Bu, çocuğundan kendini gizlemek zorunda olan bir annenin alegorisine benzer. Çocuğunu, annenin çocuğuna uyguladığı tedavi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir tedavi uygulayan bir merkeze, engelli çocuklar için bir kuruma teslim eder. Sonuç olarak, çocuk acı çeker, anne de, gerçek bir anne-oğul gibi çocuğunu büyütememekten ve ona ihtiyacı olan her şeyi verememekten dolayı acı çekmektedir. Onun çektiği bu ıstırap “Şehina’nın üzüntüsü” olarak adlandırılır.

O, Tora ve Mitzvot’taki çalışmayı bize Şehina’yı tozdan kaldırmak için çalışalım ve böylece çocuğuna bakamamanın üzüntüsünü çekmesin diye verdi çünkü onu özleyen bir annesinin olduğunu bilmemek çocuğun yararınadır.

Diğer bir deyişle, Tora ve Mitzvot yoluyla Şehina’nın üzüntüsünden dolayı, bu amaçla, Şehina’nın onlara ifşa olamamasının nedeninin alma arzusunun form eşitsizliği olduğu anlamına gelecektir ve Tora’nın ışığı kişiyi ıslah ettiği için ıslah olmak isteriz, bu, bize tarafından korku bahşedilen Tora ve Mitzvot aracılığıyla, ihsan etme kaplarıyla ödüllendirilmek anlamına gelir.

Korku yoluyla, inançla ödüllendiriliriz. O zaman İsrail’i kimin yönettiğini, yalnızca O’nun yönettiğini bilmekle ödüllendiriliriz. Bu, Yaradan’ın kendisinin yönetici olduğunu bildiği anlamına gelir, ancak aşağıdakiler inançla ödüllendirilmeden önce bunu hissetmezler, “Zohar Kitabının Girişinde” (Madde 138) yazıldığı gibi, “Bütün işleri/eylemleri O tek başına yapsa ve yapacak olsa bile, yine de kendini iyi ve kötü hissedenlere gizli kalır.”

Bu nedenle, kişi Yaradan’dan kendisine ihsan etme kaplarını vermesini istemelidir, böylece insanlara gizli kalmak zorunda olmak Şehina için üzüntü olmaz. Söylendiği gibi, bu insanın yararınadır. Ancak, bu yalnızca, Sitra Ahra’nın [diğer taraf] otoritesinde daha derine gitmesin diye kişinin yararınadır, ancak kişi bundan amacına ulaşamaz çünkü yaratılışın amacı yaratılmışların haz ve mutluluk almasıdır. Dolayısıyla, yaratılanlar haz ve mutluluğu almaya lâyık olmadıkları müddetçe bu Şehina’nın üzüntüsü olarak kabul edilir, çünkü yaratılanların kendisinden alacaklarını onlara veremez.

Artık bilgelerimizin, “Çalışmayı uygulayan fakat ilim bilgisi olmayan, öğrenmemiş olan, günah korkusunun tadını alamaz.”  sözlerini yorumlayabiliriz. “Öğrenmenin” yorumu şurada yazıldığı gibidir; “Ziyon, kimse onu talep etmiyor” yani Yaradan’dan Ziyon şehrini İsrail halkına geri getirmesini isteyen ve talep eden hiç kimse yoktur. O zaman kişi onun düşüşünün nedenini anlamaya başlar, şöyle yazıldığı gibi “O düştü ve bir daha kalkmayacak, İsrail’in bakiri.”, çünkü bize kendimizi sevdiğimiz için gelir.

Sebebi bildiğimizde günahın ne olduğunu anlamaya başlarız, böylece neyi düzelteceğimizi bilebiliriz. İşte o zaman tüm günahın aslında kendimizi sevmeye batmış olmamız olduğunu hissetmeye başlarız. Dolayısıyla, ancak bununla günah korkusuna gelebiliriz, yani günahın ne olduğunu bilerek, çünkü bu nedenden dolayı haz ve mutluluk alamadığımız için acı çekiyoruz.

Yukarıda anlatılanlara istinaden şu yazılanları yorumlamalıyız; ‘Bilgisi olup, bildiğini uygulamayan kimse bilgeliğin tadını alamaz.’ Bilinir ki Kli [kap] olmadan ışık olmaz. Genel olarak ışık, Yaradan’ın yaratılmışlara verme arzusu olarak kabul edilir. Buna “O’nun, yarattıklarına iyilik yapma arzusu” adı verilir. Bu isim, Hohma [bilgelik] adı verilen ışığı içerir. Ancak “yaratılışın ıslahının ışığı” adı verilen ikinci bir ışık daha vardır. Buna “Hasadim [merhamet] ışığı” denir. Bu, Yaradan’ın yarattıklarına iki ışık vermesi gerektiği anlamına gelir.

Bilinen kurala göre, Ein Sof [sonsuzluk] dünyasından söz etmiyor, Tzimtzum Alef’ten [birinci kısıtlamadan] sonra konuşmaya başlıyoruz yani, alma kaplarını kullanmanın yasak olduğuna dair bir karar alındıktan sonra bolluğu almaya uygun, ayrılığa sebep olmayacak yeni Kelim [kaplar] inşa etmeliyiz. Buna, yaratılışın ıslahından gelen Kelim olan “ihsan etme kapları” dendiği bilinmektedir.

Yani, bir kez alma kapları olan, tüm yaratılmışların özü olan yaratılışa sahip olduğumuzda, yani kişinin kendisi için alma arzusu, bu Kli’ye iki ışık çekebiliriz: 1) Tora’daki ışık vasıtası ile çekilebilen yaratılışın ıslahının ışığı, bilgelerimizin söylediği gibi, “İçindeki ışık onu ıslah eder.” Bununla “ihsan etme arzusu” denilen Kli’yi elde ederiz. Bu, korkuya sahip olmak/korkmak olarak kabul edilir, yani kişi zaten yapmalı mı ya da yapmamalı mı diye her şeyi düşünüyordur. İhsan etmeyi hedefleyemeyeceğini gördüğü takdirde, ona dokunmamaya özen gösterir.

Yaratılışın, Yaratılanların haz ve mutluluk alması olan doğasına aykırı olduğu için kişi bu Kli’yi yapamaz. Ve yaratılanların kendileri için alamadıkları şey daha sonra Tzimtzum Aleph’ten gelir. Ancak bu, Malhut de Ein Sof’un form eşitliğine özlem duymasından sonrası ile ilgilidir. İşte o zaman Masah’ın [perdenin] yapıldığını öğrendik. O Masah vasıtasıyla, almak istemediği zaman reddedebilmenin gücüyle, Ohr Hozer [Yansıyan Işık] adında yeni bir Kli [kap] doğdu.

Ohr Hozer iki güçten doğar: 1) kendisi için alan olmak istemeyen, “tutucu güç” olarak adlandırılan Masah 2) aşağıdakilerin bolluğu alması için vermek isteyen ışık.

Bu ikisinden, Ohr Hozer doğar. Aşağıdakilerin, Yukarıda olana ihsan etmeyi istemekten büyük haz aldığını anlamalıyız. İşte o zaman aşağıda olan, aşağıda olanların Yukarıya ne vermesi gerektiğini, Yukarının neden memnuniyet duyacağını hissetmeye başlar, alttakilerin verebileceği, O’nda eksik olan şey nedir ki? İşte o zaman, Yukarının tüm memnuniyetinin, amacını gerçekleştirebilmesi için O’na yardım eden aşağıdakinde olduğunu fark eder, yani, aşağıda bulunan Yukarıdakine arzusunu tatmin etme fırsatı verir. Ve Yukarıdakinin arzusu, yarattıklarına iyilik yapmak olduğundan, aşağıda olanların haz ve mutluluk alması için, aşağıdaki, Yukarıdakinden haz ve mutluluk almaya gelir, çünkü bu O’nun isteğidir, On Sefirot Çalışması’nda (Bölüm 4, Histaklut Pnimit) uzun uzun yazıldığı gibi.

Bu nedenle, bir kez Yukarıdan Kelim’i aldığında, yani öğrenme yoluyla kendisine gelen ihsan etme kaplarını aldığında, işte o zaman elde ettiği yeni Kelim’e ışığı alma zamanıdır.

2) Bu, Yukarıdan bolluk çekmek için ikinci anlayıştır (idrak). Buna yaratılışın amacı olan Hohma [bilgelik] denir, yaratılanların haz ve mutluluk alabilmeleri için. Bu ışığa “bilgelik ışığı” denir ve öğrenmenin kuralları olarak kabul edilir, şöyle yazıldığı gibi; ‘Bilgisi olup, bildiğini uygulamayan kimse bilgeliğin tadını alamaz.’

Halahot [kurallar/uygulamalar] ile bilgelik arasındaki bağlantıyı anlamalıyız. Malhut’a Halaha [kural/uygulama] dendiği bilinmektedir, bu, Kalah [gelin] kelimesinden gelir. Ayrıca, bilgelik ışığını alacak olan Kli, Malhut’tur, ihsan etme kaplarına Bina denir. Bina’nın ışığına, Hasadim’in ışığı olan “yaratılışın ıslahının ışığı” dendiği bilinmektedir. Buna istinaden, ‘bilgi sahibi olan’ ihsan etme kaplarıyla ödüllendirilmiş demektir, ‘günah korkusuna sahiptir’ yani kişinin korkusu, ihsan etme gücüne sahip olamayabileceğindendir yani bu Bina adı verilen ihsan etme kaplarını zaten elde etmiş demektir.

O zaman kişi Halahot [uygulamalar] yapmaya çalışmalı, bu, Hohma ışığı için alma kabı olarak kabul edilen, Malhut olan Kalah’ı [gelin] elde etmek için çaba sarf etmek anlamına gelir. Sulam’da [Merdiven Tefsiri] (“Zohar Kitabının Girişi”, Madde 203) yazıldığı gibidir: “Korku, O’na olan inancın kapısı olduğu için, Tora’daki tüm Mitzvotları içeren bir Mitzva’dır [emirdir]. Ve kişinin korkusunun uyanışına bağlı olarak, Yaradan’a olan inanç kişidedir/kişinin içindedir. Ancak, hem birinci hem de ikinci korku, kişinin kendi menfaati için değildir, Yaratıcısına memnuniyet getirmekte geri kalmaktan korkar.

Böylece, ilk önce korku ile daha sonra inancın ışığı ile ödüllendirilmemiz gerektiğini görüyoruz, çünkü tam inanç, Hasadim’in ışığının Hohma’nın aydınlığında parladığı zamandır, buna Halaha [uygulama] denir, “Uygulaması olan herkes (öğrendiğini uygulayan anlamında), bilgeliğin tadını alır.” ve yorumu -günah korkusunun tadı- şeklindedir.

Ancak, kişi ne yapabilir, eğer korkusu olduğunu hissettiği zamanlarda bile, yani Yaradan’a ihsan etmek istiyordur, derece, derece yükseleceğini ve en yüksek seviyeye çıkacağını düşünür fakat çok geçmeden geçmişe bakması gerektiğini gösteren düşüncelere kapılır, yani bir şeyle ödüllendirildiğini düşündüğü zamanlar zaten olmuştur. Ve o günden sonra hiçbir düşüş olmayacağından ve artık kötülüğünün üstesinden gelememenin acısını çekmeyeceğinden emindi fakat artık kişi çalışmadan haz aldığından, bu devam edecektir.

Fakat sonrasında ne oldu? Derecesinden, bu dünyaya yani memnuniyet/hoşnutluk dolu bir yaşama sahip olmadığı için ıstırap duyduğu bir duruma geri düştü. Bunun yerine, ne hoşnutluk ve memnuniyet içindedir ne de bir sonraki dünyaya sahiptir yani ne de kutsal çalışmayı yapma arzusu vardır. Bu nedenle, şimdi önceki derecelerinden biraz daha yüksekte olduğundan ve kutsal çalışmayı memnuniyetle yapmak istediğinden, düşünceleri onu sadece düşüncelerle bozar, dikkatini dağıtırsa kişi ne yapabilir?

Kişiye göre, onlara verilecek herhangi bir cevap yoktur. Bu nedenle sanki şimdi kişi bir düşüş halindeymişçesine, hiç bir şey yapamaz. O halde, kişiye şimdi yukarıdan yardım verilmiş olmasının ve Yaradan’ın onu çağırdığına ve onu yakınlaştırmak istediğine inanmasının ne faydası vardır? Ancak düşüncelerin öne sürdüğü iddialar kişiye şöyle söyler; “Kendin gör, her seferinde başına bu geliyor.” Yukarıda olduğunu her düşündüğünde, derinlere düşersin. ”Peki, bu defa aynı olmayacağından emin olmanı sağlayan şey ne?”

Yine de, bize yol gösteren bilgelerimizin yolunu izlemeliyiz (Sotah 48b), “Sepetinde ekmeği olup ‘Yarın ne yiyeceğim?’ diyen kimse, inancı az olanlar arasındadır. Metzudat David’deki (Zachariah 4) Rabi Elazar gibidir, “’Küçüklük gününden [Katnut] kim nefret etti?’ Erdemlilerin gelecekteki sofralarını hor görmelerine kim neden oldu? İçlerindeki küçüklük – yani Yaradan’a inanmamaları.”

Ne dediğini anlamalıyız; “Erdemlilerin, Yaradan’a inanmadıkları için, gelecekteki sofralarını hor görmelerine kim neden oldu? Bu, onların küçüklüğüdür. Ayrıca Yaradan’a inanmadılarsa, neden erdemli kabul ediliyorlar?”

Onları inançsız oldukları halde “erdemli” olarak nitelendiren yazıları yorumlamalıyız. Kişi yukarıdan bir uyanış aldıktan sonra, en önemli şeyin ihsan etmek için çalışmak olduğunu ve kendisi için çalışmaya hiç değmediğini hissetmeye başlar. Böylece kişi artık erdemli olduğunu hisseder ve Yaradan’a, kendisini O’na yaklaştırdığı ve gizliliği ortadan kaldırdığı için teşekkür etmelidir.

Bu nedenle şimdi O’nun önünde kendini iptal etmek istiyordur. Şimdi kendisi için almanın “kötü” olarak adlandırıldığını ve onu kullanan kişiye “günahkâr” denildiğini anlıyor ve hissediyordur, işte o zaman kişiye “erdemli” denir, şöyle yazıldığı gibi “Sepetinde ekmeği olup ‘Yarın ne yiyeceğim?’ diyen kimse, inancı az olanlar arasındadır.”

Bu, kişinin artık inancının olduğu ve en önemli şeyin Yaradan’a bağlı olmak olduğuna ve bir an bile kendini düşünmeye değmediğine inandığı anlamına gelir. Bu nedenle, Yaradan’a yaklaşmakla ödüllendirildiği için sevinmelidir. Ancak hemen kişiye, şu an sahip olduğu inancın küçük olduğu, yani yarın devam edemeyecek olduğu düşüncesi gelir. Bunun yerine, yakında bu inancın kendisini terk edeceğini ve bir kez daha sadece kendi çıkarlarını düşünen kötülerin kontrolüne geçeceğini düşünüyordur. Bunu, sorduğu; “Yarın ne yiyeceğim?” sorusu takip eder.

“Yarın” bir sonraki gün anlamına gelmez diye bir kural vardır. Aksine, “yarın”, “bir süre sonra” anlamına gelir. Başka bir deyişle, “şimdi”, “bugün” olarak adlandırılır ve geleceğe “yarın” denir. Yani kişinin şimdi, şu anda içinde bulunduğu ana “şimdi” ve “bugün”, bir sonraki ana ise “yarın” denir. Bu, kişinin, kendisini yakınlaştırdığı için Yaradan’ı övememesine neden olur.

Bu “yarın ne yiyeceğim” düşüncesi kişiyi Yaradan’dan uzaklaştırır çünkü bu durumun sonsuza dek kalacağına inanmıyordur. Bundan, kişi artık erdemli mertebesinde olmasına rağmen, bunun kalıcı olacağına inanmadığı için, az inançlı olanlar arasında kabul edilir. Yani kişinin inancı vardır fakat kısa süreliğine yanında olur ve sonra inancı gider. Buna “az inanç” denir.

Şimdi Rabi Elazar’ın sözlerini yorumlayabiliriz, “Neden, ‘Küçüklük gününden [Katnut] kim nefret etti?’ diye yazılmıştır. Erdemlilerin gelecekteki sofralarını hor görmelerine kim sebep oldu?” “Erdemlilerin … sebep oldu” sözleri, yükseliş halinde olan ve yalnızca Yaradan’a bağlanmaya özlem duyan insanları ifade eder. O zaman, gelecekteki sofralarını hor gören erdemliler vardır. Yani o masayı, yemek için hazırlanmış o sofrayı gelecekte hor görürler, yani şöyle söylerler; “Şimdiden sonra”, yani şu anda içinde bulunduğu durumdan sonra, bu sofra düzeldiğinde, “sonrasında”, yani daha sonra gelecek olan zamanda, “küçümsenecek” demektir. Yani, sonrasında masa Sitra Ahra’nın [diğer taraf] kontrolü altında olacaktır yani bu, kişinin bir kez daha kendisi için alma arzusunun kontrolüne gireceği anlamına gelir.

Yazılanların anlamı budur, “Küçüklük gününü hor gören.” İçlerinde bulunan küçüklük, Yaradan’ın kalıcı bir yakınlaşma durumu verebileceğine inanmamış olmalarıdır. Kişi, Yaradan’ın hediyesinde herhangi bir eksiklik uyandırmamalı ve Yaradan’ın kalıcı bir şey veremeyeceğinin kendisi için açık olduğunu söylememeli ve geçmişten kanıtlar getirmemelidir ve daha önce birkaç kez iyi koşullarda bulunduğunu, daha sonra bunun hemen kendisinden ayrıldığını söylememelidir çünkü mevcut durumun/koşulun sonsuza dek süreceğine dair bir kanıt yoktur. Burada inanç meselesi devreye girer, yani kişinin mantık ötesinde inanması ve aklın emrettiğini dikkate almaması gerekir, bunun yerine, bilgelerimizin belirlediği yolun bizim gitmemiz gereken yol olduğuna inanmalı, akla/mantığa bakmamalıdır çünkü inançla gitmenin harika bir şifa olduğuna inanmalıyız [erdem/tedavi/çare].

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,097