e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada Kişinin Bir Oğul ve Bir Kız Çocuk Doğurması Ne Anlama Gelir?

Çalışmada Kişinin Bir Oğul ve Bir Kız Çocuk Doğurması Ne Anlama Gelir?

Makale No. 24, 1991

Zohar’da (VaYikra, Madde 94-95) şöyle yazar, “O, bu yüzden onu erkek ve dişi olarak yarattı, böylece yukarıdaki gibi bütün olacaktı. Ve ondan ve karısından bir oğul ve kız dünyaya geldi ve o zaman o, yukarıdaki gibi bütün bir adamdır ve üstteki Kutsal İsim gibi aşağıyı da tamamlar. Bu böyledir çünkü Yod-Hey AVI’dir ve Vav-Hey oğul ve kızdır. Bu durumda kişi, üstteki Kutsal İsim’in adıyla çağrılır. Aşağıdaki Kutsal İsmi tamamlamak istemeyen, yani bir oğul ve kız doğurmak istemeyen bir kişinin, doğmaması onun için daha iyi olur, çünkü onun Kutsal İsimde hiçbir payı yoktur.”

Çalışmada bunun, eğer kişinin bir oğlu ve bir kızı yoksa, doğmamasının onun için daha iyi olmasının bize ne ifade ettiğini anlamalıyız. Dünyada iki şeyi ayırt etmemiz gerektiği bilinmektedir: 1) Yaratılışın amacı olan “O’nun yarattıklarına iyilik yapması”, yani yaratılanların zevk ve haz alması. Bu nedenle O, yaratılanlarda zevk ve haz alma arzusu ve özlemi duyacakları bir doğa yaratmıştır. Eğer yaratılanlar O’ndan haz ve zevk alırlarsa, bu Yaradan’a O’nun arzusunu yerine getirdikleri ve O’ndan zevk aldıkları için hoşnutluk getirir. 2) Yaratılışın ıslahı. Yaratılanların haz alırken utanç duymamaları için, yaratılanların sadece Yaradan’ı memnun etmek adına haz almaları gerekir, kendi çıkarları için değil. Bu, hayattan keyif almak istemelerinin sebebinin, bunu Yaradan’ın istemesi olduğu anlamına gelirken, kendileri açısından, Yaradan’a bağlanmak istedikleri için hazlardan feragat edeceklerdir, ki buna “form eşitliği” denir.

Bu nedenle, içimizde iki tür Kelim [kap] ayırt ederiz: 1) “İhsan etme kapları” ve bunların içine çekilen ışık, bu ışığa “Hasadim ışığı” denir. Bu ışık, “eril ışık” olarak adlandırılır, zira ışığın kıyafetlendiği Kli [kap] ihsan etme Kli’sidir ve erkek “ihsan eden” olarak adlandırılır.

Alma kaplarında kıyafetlenen ışığa “Hohma ışığı” veya “yaşam ışığı” denir ve Hohma ışığını alan Kli’ye “dişi”, yani alan denir. Bu şu anlama gelir, bu ışığa “yaratılış amacının ışığı” denildiği için, ki bu “O’nun yarattıklarına iyilik yapmasıdır”, yani Yaradan Verendir ve alttakilerin almasını ister, bu yüzden alma Kli’sine “dişi” denir, bu da Yaradan’dan alır ve Yaradan Verendir.

İhsan etme kaplarında ise durum tam tersidir -alttaki üsttekine ihsan eder. Bu yüzden alttaki “erkek” olarak adlandırılır, zira bilgelerimizin dediği gibi (VaYikra, Madde 98), “İsrail cennetteki babaları için verir.”

Bu nedenle çalışmanın sırası şudur: insan, kendi iyiliği için alma arzusu doğasıyla yaratıldığından, insanın çalışmasının başlangıcı, yaptığı her şeyin Yaradan’ın rızası için olduğu bir koşula gelmeye çalışmasıdır. Ve burada kişi, yapabileceği her şeyi yapmaya başlar, yani Tora ve Mitzvot’u [emirleri/iyi işleri] yerine getirir, böylece “kötülüğün tanınmasını” edinir, yani yerine getirdiği Tora ve Mitzvot için ödül ister ve ödülü, kötülüğün tanınmasıdır, yani kendisi için alma arzusunun kötü ve yaşamına zararlı olduğunu, bu nedenle manevi yaşamla ödüllendirilemeyeceğini bilmesi ve hissetmesidir. Bu, kişinin “kötülüğün tanınması” olarak adlandırılan ödülüdür; artık kendisi için alma arzusunun zarar verici olduğunu ve ölüm meleği olduğunu bilmektedir.

Dolayısıyla, eğer kişi halen alma arzusunun ölüm meleği olduğunu hissetmediğini söylüyorsa, bunun, gerçeği görebilmek için daha fazla ışığa ihtiyaç duymasından kaynaklandığını bilmelidir, zira karanlıkta göremeyiz. “Ve Tora ışıktır” diye yazıldığı üzere, ışığa “Tora” denir. Bu sebepledir ki, kişi Tora’dan ışık almak niyetiyle Tora’da gayret göstermelidir ki, kendisine gerçek yaşamı, yani manevi yaşamı inkâr eden düşmanı ve ölüm meleğinin kim olduğu gerçeği ona gösterilebilsin.

Bu nedenle, kişi bazen “Arzu yokluğu günleri” denilen bir koşula geldiğinde, yani ne düşüncede ne konuşmada ne de eylemde hiçbir şey yapmak için bir enerjisi olmadığında, bunun nedeni Yaradan’ın insanı “Tanrı’nın yapmak için yarattığını” yapmak için yaratmış olmasıdır. Dolayısıyla, kişi çalışmasında ilerlemediğini gördüğünde, çalışma araçlarını kaybeder, yani motivasyonu kalmaz. O zaman soru şudur: Kişi böyle bir durumdayken ne yapmalıdır?

Cevap şudur ki, o zaman kişi bu durumun da -içinde uyanan bir arzu ve bu arzuyu doldurabilecek bir şey olmadığında, ancak o anda içinde bulunduğu durumu kabul etmek istediğinde- Yaradan’dan geldiğine ve ona kasten gönderildiğine “mantık ötesi” bir şekilde inanmalıdır. Ve bunun nedeni, “karanlığın içinden gelen ışığın avantajı gibi” olmasıdır.

Başka bir deyişle, kişi düşüşte olduğunu gördüğünde, daha sonra bu durumdan çıkmakla ödüllendirildiğinde, yükseliş durumunun önemini nasıl takdir edeceğini bilecektir. Yani, o zaman ışık ve karanlık arasındaki farkı ayırt edebilecek ve kendisini maneviyata yaklaştırdığı için Yaradan’a teşekkür edebilecektir. O zaman, konunun önemini takdir ettiğinde, Tora’nın ışığını yayma gücüne sahip olacaktır, zira o zaman “kutsanmış olan Kutsal Olan’a tutunur”. Kişi bütünlüğünü, sahip olduklarıyla ne kadar kutsanmış olduğunu, Yaradan’ın onu ne kadar yakınlaştırdığını takdir ettiği ölçüde, “kutsanmış olan Kutsal Olan’a tutunur” diye yazıldığı gibi, kutsamayı da o ölçüde yayabilir.

Bu nedenle, eğer kişinin karanlığı yoksa, ışığı takdir edemez. Dolayısıyla, kişi Yaradan’a yakınlık elde edebildiği için, yükseliş halini nasıl takdir edeceğini bildiği zamanki kadar memnun olmaz. Bu nedenle, bunlar orantılıdır: Kişi kendisini O’na yaklaştırdığı için Yaradan’a ne ölçüde şükreder ve övgüde bulunursa ve Yaradan tarafından ne ölçüde kutsanmış hissederse, o ölçüde yukarıdan bolluğu çekebilir. Buradan, kişinin çekebileceği bolluk miktarının, kişinin “kutsanmış” koşulunda olduğu seviyeyle orantılı olduğu sonucu çıkar.

Kişi galip geldiğinde ve Yaradan’dan yardım istediğinde, kalbinde “alma arzusu” adı verilen bir zarar verici olduğuna ve bundan kurtulamayacağına karar verdikten sonra, yani birkaç yükseliş ve düşüşten geçtikten sonra, sonunda çıplak ve yoksul kaldığını görür. O zaman duası kalbin derinliklerinden gelir. Yani, Yaradan ona yardım etmezse bunun üstesinden gelemeyeceğini görür.

Her ne kadar kişi, mantık ötesinde sadece Yaradan’ın kendisine yardım edeceğine inandığını söyleyebilse de, mantık dahilinde bunu hissetmez, zira maneviyatta bir şeyleri edinmek için çaba ve emeği kendisinin sarf ettiğini bilir. Fakat kişi tüm çabalardan sonra, kendisi için alma arzusunun hükmünden kurtulamadığını gördüğünde, o zaman mantık dahilinde sadece Yaradan’ın ona yardım edebileceğini görür.

Sonuç olarak, bilgelerimizin dediği gibidir, “İnsanın eğilimi onu her gün yener ve Yaradan’ın yardımı olmasaydı, bunun üstesinden gelemezdi”, Tora ve Mitzvot’u yerine getiren Yaradan’ın sıradan işçilerinin “mantık ötesinde” bunun böyle olduğuna, Yaradan’ın onlara yardım ettiğine inandıkları gibi, buna mantık ötesi bir şekilde inanmaya ihtiyaç duymaz. Aksine, ihsan etmek için çalışmak isteyen insanlar için, bu, mantık dahilindedir, Yaradan’ın alma arzusunun hükmünden çıkmalarına yardım edebileceğine mantık ötesinde inanmaları gereken noktaya kadar.

Bu, Zohar’da ajanlar hakkında yazıldığı gibidir; ajanlar, ev sahibinin kendi kaplarını kurtaramayacağını söylemişlerdir. Baal HaSulam bu konuda, İsrail topraklarına iftira atan ajanların, Malhut olan Eretz’e [toprak] atıfta bulundukları anlamına geldiğini söylemiştir. Ajanlar, Yaradan’ın da kendi Kelim’ini [kaplarını], yani Keduşa [kutsallık] Kelim’ini, yani ihsan etme kaplarını kurtarmaya yardım edemeyeceğini söylediler. Dolayısıyla herkes, kendi için almanın kontrolünden çıkmanın insanın gücü dâhilinde olmadığını, ancak Yaradan’ın yardım edebileceğine inanmamız gerektiğini biliyordu.

Bu durumda kişi, Yaradan’ın bu konuda yardım edebileceğinin doğru olup olmadığı konusunda şüpheye düşer zira Yaradan’dan kendisine yardım etmesini, ihsan etme arzusunu vermesini ve Yaradan sevgisi ile ödüllendirmesini defalarca istediğini ancak dualarına hiçbir cevap alamadığını söyler. O zaman, Yaradan’ın kendisine yardım edeceğine inanmak onun için zordur. Ama gösterdiği tüm çabalardan sonra, mücadeleden kaçmadan, ihsan etme arzusunu edinmekle ödüllendirilir ve o zaman mantık dahilinde görür ki, “Yaradan’ın yardımı olmasaydı, bunun üstesinden gelemezdi.”

Sonuç olarak, şimdi Yaradan ona yardım ettiğine ve dualarını kabul ettiğine göre, Yaradan’dan kendisine yardım etmesini istediğinde, şöyle denildiği gibidir, “O, yasasıyla [Tora] kalplerimizi açacak ve kalplerimize O’nun korkusunu ve sevgisini yerleştirecek, O’nun arzusunu yerine getirmek ve O’na tüm kalbimizle hizmet etmemiz için.” Kişi dualarını kabul ettiği için Yaradan’ı nasıl da över ve Yaradan’dan aldığı kutsamaya nasıl da değer verir. Artık kişi gerçekten “kutsanmış” olarak adlandırılır. Ve buna uygun olarak, “Kutsanmış olan Kutsal Olan’a tutunur” deriz ve o zaman kişi büyük bir aydınlanma alabilir çünkü onun “kutsanmış” niteliği büyüktür.

Bununla birlikte, kişi bir kez ihsan etme kaplarıyla ödüllendirildiğinde, bir oğul, yani bir erkek çocuk doğurmuş sayılır. Yani, “ihsan etme kaplarını” edinmiştir, bu da yaratılışın ıslahıyla ödüllendirildiği anlamına gelir ki bu da Hesed’dir [merhamet/lütuf], bu da Yaradan’a yukarıdan uzanan ihsan etme kaplarıyla hizmet etmek anlamına gelir (“Hasadim “in uzandığı Zeir Anpin’den, çünkü Hasadim’i ihsan eden ZA’ya “erkek” denir).

Buna göre hazırlığa “baba” denir, çünkü bir şey için yapılan hazırlığa “sebep” ve sonuca da “oğul” denir. Bu, kişinin bir erkek çocuk doğurduğu, şimdi ihsan etme arzusunu üzerine aldığı, bunun yaratılışın ıslahı olduğu, bu sayede zevk ve haz alabileceği anlamına gelir.

Dolayısıyla, kişi, “yaratılışın ıslahı” olarak adlandırılan bir erkek çocuğa sahip olduğunda, yaratılışın amacını, yani “O’nun yarattıklarına iyilik yapma arzusunu” edinmeye çalışması gereken zaman gelir. Bu, bolluğun yukarıdan aşağıya doğru geldiği, yani aşağıdakinin alıcı olduğu anlamına gelir. Bu, şimdi yaratılış amacının ışığını alan bir kız çocuğu niteliğinin doğması olarak kabul edilir. Bu, Veren’den alan bir dişidir ve buna HaVaYaH isminin son Hey’i olan Malhut denir.

Başka bir deyişle, şimdi HaVaYaH isminin Vav-Hey’ini işaret eden bir oğlu ve bir kızı vardır (HaVaYaH ismi Yod-Hey-Vav-Hey harflerinden oluştuğu için, burada Yod Hohma’dır, ilk Hey Bina’dır, buradan ZA niteliği genişletilir, Hesed olarak adlandırılır ve Hasadim’i alır. Malhut da Yod-Hey’den genişler, çünkü Hohma’yı alır, “kız evlat” olarak adlandırılır). Dolayısıyla, kişi çalışmasıyla “oğul” ve “kız” niteliklerini taşımakla ödüllendirildiğinde, kutsal ismi tamamlamış kabul edilir.

Eğer kişi çalışmasıyla bir oğul ve bir kız doğurmamışsa, kutsal ismi tamamlamamış demektir. Bu nedenle Zohar, doğmamış olmasının onun için daha iyi olacağını söyler, zira bilgelerimizin “Efendimiz yemin etti; Efendimiz Amalek’e karşı savaşacak” ayeti (Çıkış 17:16) hakkında söyledikleri gibi, insan ıslahlar yapmak ve kutsal ismi tamamlamak amacıyla dünyaya gelir.  Onlar, “Yaradan, Amalek’in adını silmeden adının tamamlanmayacağına ve tahtının tamamlanmayacağına yemin etti” dediler.

HB olarak adlandırılan Yod-Hey isminin Vav-Hey’i aydınlatması gerektiğine dair yorum yapmalıyız. Bu, içinde Hasadim’in ışığının parladığı ihsan etme kapları olan bir oğul ve bir kız, yani bir erkek doğuran ve aynı zamanda Hohma’nın ışığının aydınlattığı alma kapları olan “kız” olarak adlandırılan Malhut’a uzanan insanın çalışmasıyla gelir. O zaman, kişi çalışmasıyla, Yod-Hey-Vav-Hey denilen kutsal ismi tamamlar ve bu Amalek’i silerek, yani kutsal ismi tamamlamak için Tora ve Mitzvot ile meşgul olarak gelir. Ve sonra “O birdir ve O’nun adı Bir’dir” denilen bütünlüğü ifşa edecektir.

Sonuç olarak, kutsal ismi tamamlamayan, bir oğul ve bir kız doğurmayan, yani içinde erkek olarak kabul edilen Hasadim’in ışığının parladığı ihsan etme kaplarını ıslah etmeyen kişi, “erkek” olarak adlandırılan bir oğul doğurmuş olsa bile, “dişi” yani içinde yukarıdan aşağıya yaratılanlara doğru parlayan ışık demek olan ‘dişi’ olarak adlandırılan Hohma ışığının parladığı Keduşa’ya girecek bir “kız” yani alma kaplarını doğurma işini tamamlamamıştır, çünkü bolluğun alıcıları “dişi” olarak adlandırılır, bize onun hala işini tamamlamadığı söylenir. Bu nedenle, onun için doğmamış olması daha iyidir çünkü kutsal isimde hiçbir payı yoktur.

Bu yukarıda söylendiği gibidir, kişi, Vav-Hey’i çekmemiştir, çünkü ışığı Vav-Hey’e çekmek alttakilerin eylemlerine bağlıdır. “Tanrı’nın yapmak için yarattığı” ifadesinin anlamı budur, aşağıdakilerin iyi eylemleri aracılığıyla çekmeleri gerekir. ARI’nın şöyle dediği gibi, “Aşağıdakilerin tüm işleri, ister iyi ister kötü işler olsun, sadece ZA ve Malhut olarak adlandırılan Vav-Hey’i ilgilendirir.”

Yukarıdakilere göre, “Bu ay sizin içindir” yazısını yorumlamalıyız. “Güneşin altında yeni bir şey yoktur” [Hodeş (ay), Hiduş (yenilenme) kelimesinden gelir] şeklinde yorumlamalıyız. O halde, “Bu ay sizedir” diye yazılı olan yenilenmenin anlamı nedir? Bunun cevabı “size” dir, çünkü tüm yenilikler ve değişiklikler özellikle “sizedir”, yani sizin içindir. Başka bir deyişle, Yaradan’la ilgili olarak, “Ben Efendiniz değişmem” diye yazılmıştır. Bu, Yaradan’la ilgili olarak hiçbir değişiklik olmadığı anlamına gelir. Aksine, tüm dereceler ve değişimler sadece alıcıların bakış açısına göredir.

Peki ama alıcılar açısından neden değişiklikler vardır? Ne de olsa, maneviyatta (hiçbir) değişiklik yoktur. Cevap şudur: herhangi bir ışığı almak ancak giysinin büyüklüğüne göre mümkün olduğundan, giysi ışıktaki değişiklikleri etkiler, böylece giysinin değerine göre ışıktaki kazanım da öyle olur.

Peki ışığın kıyafetlendiği giysi nedir? Bu giysi Ohr Hozer’dir [Yansıyan Işık]. Bu, zevk ve haz alırken utançtan kaçınmak için bir Tzimtzum [kısıtlama] ve gizliliğin olduğu bir ıslah olduğu için ışığı göremediğimiz, ancak kişinin ihsan etmek için alabildiği ölçüde görebildiğimiz anlamına gelir. Başka bir deyişle, kişi ihsan etmeyi amaçlayabildiği ölçüde, ışık ona ifşa edilir.

Dolayısıyla, Kli ışığı esasen kişinin Yaradan’a ihsan edebildiği ölçüde alabilir ve Yaradan rızası için olmadıkça hiçbir şey yapmaz. İhsan etmek için çalışma konusu doğaya aykırı olduğu için, bu çalışma çok ağır ilerler. Kişi ne ölçüde üstesinden gelirse, ihsan etmek için çalışmayı ne ölçüde başarırsa, o ölçüde giyinir ve ışığı edinir. Doğal olarak, alanların çalışmalarının değerine göre birçok derece oluşur, ancak Veren açısından bakıldığında hiçbir değişiklik yoktur. “Bu ay sizedir” sözlerinin anlamı budur, yani tüm değişiklikler sizin içindir, yani bu sizin çalışmanızdır, sizin içindir, alttakiler içindir.

Ve asıl çalışma, “mantık ötesi inanç” olan ek üstesinden gelmeye ihtiyaç duymamızdır, yani çalışmadaki her türlü yenilenme “mantık ötesi inançtan” gelir. Bunun tersine, “mantık dahilindeki inanç” ile çalışanlarda hiçbir yenilenme olmaz. “Güneşin altında yeni bir şey yoktur” sözlerinin anlamı budur, yani özellikle güneşin altında yenilenme yoktur, ama güneşin üstünde yenilenme vardır.

Çalışmadaki “güneş”in anlamını anlamalıyız. Güneş, gün boyunca parlar. “Gün”, yazıldığı gibi (Pesahim 2), “‘Katil şafakta kalkar; yoksulu ve düşkünü öldürür’ anlamına gelir. Bu, ışığın gündüz olduğu anlamına mı gelir?” Bunun anlamı şudur: Eğer konu sizin için gün gibi açıksa, buna “güneş” denir, bu da bilmek anlamına gelir. Tersine, “gece” şüphe anlamına gelir. “Güneşin altında yeni bir şey yoktur” sözünün anlamı şudur: eğer güneş, yani bilgi, üstün bir öneme sahipse, yani kişinin aklı eylemlerin nedeni ise, bu bakımdan çalışmada yenilenme yoktur, çünkü çalışma akla itiraz etmediğinde, orada yenilenme olmaz.

Ancak kişi, güneşin üzerinde, yani mantığının ötesinde çalışmak isterse, o zaman çalışmada yenilenmeler olur, çünkü her seferinde günahkâr ona gelir ve Firavun’un sorusunu ve günahkârın sorusunu sorar, bunlara “Kim” ve “Ne” denir ve kişi bunlara cevap vermelidir. Bu çalışma size aittir. Bu sorular ve cevaplardan her zaman yenilikler ortaya çıkar, “Güneşin altında yeni bir şey yoktur” denildiği üzere, ancak güneşin üstünde, yani mantık ötesinde yenilikler vardır.

Mantık ötesi çalışma kayıtsız şartsız teslim olmaktır. Yani, kişi mantık ötesinde cennetin krallığının yükünü üzerine almalıdır. Kişi şöyle demelidir: “Çalışma hakkında hiçbir fikrim olmamasına ve çalışmadan hiçbir tat almamama rağmen Yaradan’ın hizmetkârı olmak istiyorum. Yine de, sanki bu çalışmada bir edinimim, hissim ve bir tat varmış gibi tüm gücümle çalışmaya istekliyim ve kayıtsız şartsız çalışmaya hazırım.” O zaman kişi ileriye gidebilir ve o zaman içinde bulunduğu seviyeden düşebileceği bir yer yoktur, zira tam toprağın içindeyken bile çalışmayı üstlenir, çünkü topraktan daha aşağıda olmak mümkün değildir.

Bu, “Bir nesil gider, bir nesil gelir ve yeryüzü sonsuza dek ayakta kalır” (Vaiz 1) diye yazıldığı gibidir. Çalışmada, “Bir nesil gider ve bir nesil gelir” ifadesini yükselişler ve düşüşler olarak yorumlamalıyız. Gerçek şu ki, kişi bilgiye özlem duyar, yani mantık ötesinde değil, özellikle mantık dâhilinde çalışmak ister, yani beden çalışmanın ve Kral’ın Mitzvot’unu [emirlerini/iyi işlerini] yerine getirmenin faydalarını anlarsa, emek vermeye ve çalışmaya istekli olduğunu söyler. Ancak mantık ötesi inanma konusunda, beden bunu kabul etmez. Bunun yerine kişi durur ve bedeninin bunu anlamasını bekler, aksi takdirde kutsal çalışmayı yapamaz. Bazen bu düşünce ve arzuların üstesinden gelir ve bu da onun yükseliş ve düşüşlerine neden olur.

Yine de, kişi “toz” koşulunda çalışmak istediğine karar verdiğinde, yani çalışmada toz tadını aldığında bile, Yaradan rızası için bir şeyler yapabilmenin kendisi için çok önemli olduğunu söyler ve kendisi için hangi tadı hissettiğini umursamaz ve toz tadını aldığı bu çalışmayla, yani bedenin bu çalışmayla alay ettiğini söyler, bedene kendi görüşüne göre bu çalışmanın “Şehina’yı [Kutsallığı] tozdan yükseltmek” olarak kabul edildiğini söyler.

Başka bir deyişle, beden bu çalışmada toz tadı alsa da, kişi bunun Keduşa olduğunu söyler ve çalışmada ne kadar tat aldığını ölçmez. Aksine, Yaradan’ın bu çalışmadan keyif aldığına inanır, çünkü burada kişinin alacağı bir şey yoktur, çünkü bu çalışmada sadece toz tadı olduğu için hiçbir lezzet veya koku yoktur. Bu nedenle de kişi, bunun kutsal bir çalışma olduğuna inanır ve bundan mutluluk duyar.

Buna göre, “Bir nesil gider ve bir nesil gelir” ifadesini yükselişler ve düşüşler olarak yorumlamalıyız. “Bir nesil gider”, yükseliş halinin kendisinden ayrıldığı anlamına gelir ve “bir nesil gelir”, başka bir yükselişin kendisine geldiği anlamına gelir. Bu sonsuzdur. Ancak, “yeryüzü sonsuza dek ayakta kalır”. Yeryüzü, kişi yeryüzüne yerleştirildiğini, içinde bulunduğu durumdan daha aşağı bir durum olmadığını hissettiğinde “toprak” olarak kabul edilir. Kişi “toprak” gibi çalışırsa, yani “toz” halindeyken bile çalışmayı kabul ederse, bu “sonsuza dek ayakta kalır”, çünkü zaten toprağa yerleştirildiği için düşmez ve toprağı kutsar.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,097