e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Kabala Kütüphanesi > Kabala'ya Giriş Dersleri > 7-İnsanoğlunun İçinde Bulunduğu Çıkmaz Durum

7-İnsanoğlunun İçinde Bulunduğu Çıkmaz Durum

Şu ana kadar gördük ki gerçeğin kanunu insanoğlunu hep iyiye ve mutluluğa doğru götürmek için var. Peki, bu yolda neden bu kadar üzüntü ve acı var? Madem üst dünyalar bize iyilik gönderiyor, neden kendimi kötü hissediyorum ve mutsuzum?

Öğrendiğimiz kadarıyla insan gerçeği zıtlık kanunuyla yaşıyor: soğuk – sıcak, acı – tatlı, ama gerçeği incelemeye başladığında olan bitenlere anlam veremiyor. Nasıl olurda doğanın yasaları hep bizlere karşı özgecil oluyor ama ben buna karşılık kendimi kötü hissediyorum.

Peki, nasıl oluyor da bir yandan doğa bize özgecil ve iyi davranıyor diyebiliyor ve öteki yandan da kendimizi kötü hissediyoruz. Genelde her hangi bir insana sorsanız size Allah’ın iyi olduğunu ve O’nun duaları kabul edip gerçekleştirdiğini söylerler- ama kötülüğün neden var olduğunu anlamamız ise çok zor – kötülüğün, iyiliğin geldiği yerden geldiğine ve aynı kaynaktan olduğuna ilişkilendiremeyiz.

Dünyadaki terörü, depremleri, savaşları ve iflasları O yapmıyor mu? Eğer O yapıyorsa neden yapıyor? Ve O yapıyorsa neden binlerce yıldan sonra bunları yapmayı bıraksın ki? Uçmak istediğimiz zaman yer çekimi birden bire durup bizi havaya uçurmuyor.

Bu çelişkiyi bir örnekle açıklayalım:

1. Safha – insan olgunlaşana kadar doğa ona iyi davranır; duran, büyüyen, yaşayan, konuşan. Her safhada belli bir düzen var, doğa kanunları işlemekte ve insana annesinin ya da babasının, akrabalarının ve çevresindeki dünya vasıtasıyla büyüyüp gelişmesi için her şey o kişiye verilir.

2. Safha – insan doğa tarafından büyütülüp olgunlaştırılınca; insan bağımsızlığına kavuşur kavuşmaz ve gelişme sürecini tamamladıktan sonra, aynı doğa ona tam zıt şekilde davranmaya başlar. Acımasız, zalim ve talepkar davranır, sanki kişiden bir şey istiyormuş gibi. Ama neyin talep edildiğini insan anlayamaz. Peki, olanlardan ne anlamalıyız? Doğada bir düzenin olduğunu, bağışlayıcı ve yardımcı olduğunu mu? Yada doğanın tümüyle bir kaos halinde kuralsız, düzensiz herkesin istediğini yapabildiği bir halde yürütüldüğüne mi?

BARIŞ adlı makaleden; yazar Baal HaSulam

İlahi Takdir ve Çelişkileri

“Kendi önündeki gerçekleri inceleyen bir kişi gerçeğin iki zıt kutba ayrıldığını görür. Gerçeği ve yaratılanları her haliyle araştıran kişi tüm yönetimin hem ilk yaratılışın hem de sürekliliğin sağlanması olarak nasıl erdem ve beceriyle işlediğini görür. 

Örneğin insanın yaratılışını ele alalım: anne ve babasının sevgi ve mutluluğu ilk sebep ve ona bakılmasının garantörü bu sevgi ve mutluluk. İlahi takdir onu babasının beyninden bir damla alarak hayat almasını ve güvende olmasını sağlar. Ona günlük yiyeceğini verir, annesinin rahminde güvenli bir ortam sağlar. Ona sürekli bakan bir bakıcı gibi anlık bile ondan dikkatini ayırmaz ta ki dünyaya gelmeye hazır olana kadar. O zaman ona etrafındaki duvarları yıkacak güç verir ve tıpkı eğitilmiş bir asker gibi kendisini dünyaya getirecek yolu bulur. Doğduktan sonra bile ilahi takdir onu yalnız bırakmaz, ona zorlukladan geçmesinde yardımcı olsunlar diye anne ve baba diyebileceği iki insan verir. Sadece insan değil tüm hayvanlar ve bitkilerde bu şekilde sürekliliklerini sağlarlar.

Doğanın bu sürekliliğini inceleyenler büyük karışıklıklar görürler, sanki lidersiz ve ilahi takdirin olmadığı bir düzen varmış gibi. Kötülük her tarafa el atmış ve iyi insanların üzerinden acımasızca geçiyor.

Unutmayalım ki bu çelişkili görüntü mantıklı her insanın gözleri önünde ve yıllardır da akılları düşündürmekte. Birçok metot var olan bu zıt kutupları açıklamaya çalışır.”

Doğayı yöneten düzenli bir yapı, mutlak hesaplamalarıyla ve formülleriyle işleyen bir kanun var mı? Doğada hiç israfın olmadığını görüyoruz, yada hiç bir kuralın olmadığını – her şey sanki bir kaos ve ben her istediğimi ne zaman isterse yapabilirim.

Bu sorulara olan cevaplara bir göz atalım. Baal HaSulam’ın açıklamasıyla insanoğlu dört ana açıklama getirdi:

Doğa

Bazılar bu çelişkilerin düzeltilmesinin mümkün olmadığını ve bu gerçeği yaratan ve sürekliliğini sağlayanın hiç bir zekâ ve hissi olmadığını savunur. Erdemli ve mutlak bir şekilde işleyen bir gerçeği yaratmasına rağmen bu gücün bilgi ve hisleri yok. Dünyayı hiç bir plan olmadan yarattı ve her şey bu şekilde olu verdi, zira zekâsı ve hisleri olsaydı bozuklukların olmasına izin vermezdi ve yaratılanlara böyle acımasızca davranmazdı. Eğer erdem ve his sahibi olsaydı bu kadar savaş, hastalık, ölüm, trafik kazlarında ölen bebekler olmazdı. Bu mantıkla bu düzenin hiç bir zeka ve his sahibi olmadığına kanaat getirdiler ve dolayısıyla kızacak yada dua edecek kimsenin olmadığı sonucuna geldiler. Bu kanuna “Doğa” dediler.

İki Otorite

Bazıları biraz daha ekiydi ve dolayısıyla Doğa Teorisini kabul edemezdi. Doğayı inceledikçe her şeyin ne kadar kusursuz organize edildiğini ve hiç bir insanın asla bu düzeni kuramayacağını ve daha da iyileştiremeyeceğini gördüler. Sonuç olarak hisleri ve zekâsı olduğuna kanaat getirdiler. Ancak hala iyi ve kötü arasındaki bu çelişkiyi açıklayamadılar ve iki gücün – iyi ve kötü – olduğuna kanaat getirip bu iki gücün sürekli birbiriyle kontrol için çarpıştığını savundular. Bu varsayımdan bir sürü kanıt, hikâye ve sembol, gelenek vs türettiler.

Çoklu Tanrı

Bu teori İki Terinin bir uzantısı, zira gerçeğin çok daha komplike olduğuna ve sadece iki güçle tanımlanamayacağını savunarak, her hareketin ve maddenin bir güç vasıtasıyla işlediğini savundular. Örneğin güzelliğin, zenginliğin, gücün vs sembollerini yarattılar ve bu güçlerin bağımsız olarak hareket ettiğini ve bu nedenden dolayı çelişkiler olduğunu öne sürdüler. Bu teorinin farklı düşüncedeki savunucuları kendi arzularına göre farklı tanrılar yarattılar.

Dördüncü Yaklaşım

Daha güncel olarak, bilim ve insanlık ilerledikçe ve giderek daha çok şey keşif ederek önceden gizli olan ve birbirleriyle bağlantılı olan bazı şeylerin yüzeye çıkması sağlandı. Tüm evrenin nasıl tek bir düzen dâhilinde, tıpkı insan vücudu gibi işlediği ortaya çıktı ve dolayısıyla tekrar iyi ve kötü arasındaki çelişki yüzeye çıktı.

Bu noktada bazıları her kim bu düzeni kurduysa tüm evreni erdemle yönetmekte ve hislere sahip olduğu varsayımında bulundular. Ayrıca bu Yaratıcının erişilmez olduğunu ve bu dünyanın O’nun için çölde bir kum tanesi kadar önemsiz olduğunu ortaya koydular. Dolayısıyla bizler O’nun umurunda değiliz ve doğru düşündüğümüz her şeyi yapabiliriz.

Tüm bu metotlara rağmen, evrenin kanunlarıyla oluşan gerçekleri birbirine daha yakınlaştırmaya çalışırken binlerce yıldır hiç bir şeyi değiştiremedik. Dünya her zamanki haliyle işlemekte ve hatta anlamaya çaba sarf etmemize rağmen, daha iyi bir gelecek yaratmak arzusunda da olsak sanki o iyi his denilen huzur ile aramızdaki mesafe daha da fazla.

Peki, neden her şey insandan gizli?

Barış adlı makale hakkında bir sohbetten / Prof. Michael Laitman

“Neden her şey insandan gizli? Görmesi yasak olduğundan değil ama bu kadar çok şeyi görürse delirir. Üst dünyaların, Yaratan’ın ve ruhani zevklerin bizim algılarımızın ötesinde olduğu ve bizden gizli olduğu söylenir çünkü bunların tadına varır varmaz insanın bu zevklerin bağımlısı olacağı bir gerçektir. Bu bağımlılık insanın kendi bencilliği içerisinde yüzmesinden farksız olur, tıpkı herkesin önünden kaçan hırsızın, yakalayın hırsız diye  bağırması gibi. Bu yüzden gizliler. İnsanın arzusuna bağımlı olmaması için. Eğer insan ruhaniliğe özenmezse ve bunu arzulamazsa ruhani zevklere karşı bir saygısı olmaz.

Farklı bir Kliyle, farklı bir eksiklik hissiyle ruhaniliği özgecil arzularla ister, Yaratan’a yakınlaşmak ve O’na sarılmak için. Bunu kendi isteği için yapmaz. Barış adlı makalede Baal HaSulam bu yolu tümüyle reddeder ve insanın bilimsel olarak, mantıkla ve nedenlerle düzeltilme yolunda ilerlediğini ancak düzeltilme yolunda ilerlemesinin daha verimli olacağını anlatır.

… O zaman Yaratan kim? İnsanın düzeltilmiş yanları insana Yaratan’la ilgili bilgi verir, O’nun formuyla ilgili yapıyı algılamasını sağlar. Ama bunlar Yaratan değil, sadece kişinin içinde düzelttiği O’na ait özellikleri, yapısı, karakteri. Bu yanlarını Yaratan’a endeksli olarak düzeltti, dolayısıyla Yaratan gibi tabirini kullanabilir. Neden? Çünkü bu şekilde insan Yaratan’a yakın olmak ister çünkü karakterleri birbirine benzer olur.

İnsan Yaratan’la aynı özellikleri taşıdığını nasıl anlar? Çünkü bu yanı zevkle dolu olur. Ama zevkler Yaratan değil. Bir koşul var, zevk sadece Yaratan’a benzerliği kadar Kliyi doldurur. İnsan asla Yaratan’ın özüyle bir iletişime girmez, O’nun kim olduğuyla, ne olduğuyla ilgili hiç bir bilgimiz olmaz. “Davranışlarından Seni biliyoruz” sözleri bunu ifade eder. Bize olan davranışlarından O’nu tanırız, yoksa O’nu tanımıyoruz ve bilmiyoruz.

Kabalada en büyük ilke, algılamadığımız ve mutlak olarak bilmediğimiz hiç bir şeye isim vermeyiz ve hakkında konuşmayız. Sadece kesin bilinen bir şeye isim verilir ve hakkında konuşulur.

Sonuç olarak şu soruyu sorabiliriz: Belki aradaki mesafe ve çelişki işleyen bu güçte değil ama kendi içimizde?

Çocuk örneğine geri dönelim. Çocuk büyüyene kadar ona bir şekilde doğa göz kulak oluyor ve büyümesini sağlıyor. Aynı erdemlikle büyüdükten sonrada bir güzel fırçalıyor ve zalimce davranıyor, belki de kişisel gelişmesi için bunu yapıyor? Peki, neye göre gelişmem gerekiyor, neden gelişmeye ihtiyacım var? Hiç gelişmeden çocuk olarak kalsam nasıl olgunlaşırım? Evlenip kendi hayatının dizginlerini eline alınca. Bunu yapana kadar büyüdü kabul edilmez.

Ancak doğanın gelişim olarak bizden istediği henüz belli değil. Doğayı araştırdıkça nasıl derin bir erdemle tüm evreni sardığını görüyoruz, her şeyi nasıl hazırladığını ve bize olan acımasızlığının bizden ilerlememiz için bir istek olduğunu. İnsan sadece kendisinden ne istendiği sorusu üzerinde yoğunlaşsa bunun cevabını sorgudan bulabilir.

Doğanın düzenlemiş olduğu bu doğal gelişim dışında kendi özgür irademi nasıl kullanıp ilerlemeye ve gelişmeye devam edebilirim? Bu yüzden insan sanki kendi seçimleriyle büyüyormuş hissini alır, sanki doğa her şeyi onun özgürce seçebilmesi için önüne koymuştur. Bu varsayımdan yola çıkan insan, hayatı boyunca başına gelen şeylerin mantıklı bir açıklamasını geliştirir. Tüm gözlemlemeleri dâhilinde her şey gayet açık ve nettir, doğanın kanunları belli olur. Doğanın kanunlarına uymadığımız zaman doğa bize vurur ve bu yasalara uymamız için bizi hizaya getirir. 

Yüzme bilmiyorsam nehre bağırıp çağırmamın bir anlamı yok, o yüzden gerçeği kendime göre değiştirmeye çalışmaktansa kendimi gerçeğe yönelik çevirmek daha uygun. Üşüdüğüm zaman üzerime bir şey giyerim, peki daha derin konulara inildiğinde neden dünyanın bana göre değişmesini bekliyorum da kendimi değiştirmeye çalışmıyorum? Bu soruları insan kendisine sordukça cevap aramanın doğru olduğu kanaatine varır, doğanın kanunları dâhilinde nasıl yoluna devam edeceğini bulmaya çalışır.

İnsan iyi ve kötünün bir amaç için yaratıldığını anlayınca, tıpkı doğadaki her şey gibi, özgür seçim hakkının verilmesi konusunda şikâyetçi olmayı bırakır ve artık büyümeye başlar.

Artık küçüğün küçük olarak kalmak istemediğini anlar, doğal yollardan büyümenin daha doğru ve iyi olduğunu anlar. Büyüğün daha kontrol sahibi, daha büyük ve onurlu olduğunu anlar. Bazen kendi rahatı için çocuk olmaya geri dönmek istese de doğa ona baskı yaparak büyümesini zorla gerçekleştirir.

Doğa aslında sürekli bizi bir üst noktaya doğru iter. Doğanın motoru bu, bizi arkadan öne doğru iter, Baal HaSulam buna “gelişimin baskısı” der. Bu itiş büyüdükten sonrada durmaz, bu yüzden ızdırap çekeriz. Bizi iten güç aynı güç sadece üzerimizde farklı işliyor. Dolayısıyla yukarıda bahsettiğimiz çelişki ve mesafe doğadan ya da üst dünyalardan kaynaklanmıyor, kendi içimizden kaynaklanıyor. Yasa tek ve sabit, değişmez, tek formül, tek düşünce; tüm resmi göremediğimiz için mesafe ve boşluk hissediyoruz. Parçaların nasıl bir araya geldiğini bilmediğimiz içinde sürekli asabiyet yapıyoruz ve stres yaşıyoruz. Problem bizim anlayışsızlığımızdan kaynaklanıyor, nedenleri, hayatın işleyişinin nasıl tek amaca yönelik olduğunu, iyi ve kötüyü, karanlık ve aydınlığı, düzen ve kaosu birbirine bağlayamadığımız için sürekli sıkıntı çekip bunalıma giriyoruz.  

Ancak insan tüm bu işlevlerin bir amaca yönelik olduğunu görünce o amaca yönelmeye başlar ve özgür idaresi dâhilinde etrafında olan her şeyi bu amaca ulaşabilmek için kullanır, bağımsız olup bir üst dünyaya yükselebilmek için. Ondan sonra boşlukların aslında olmadığını anlamaya başlar, her şeyin nasıl önceden mükemmel bir şekilde organize olduğunu görür. İnsanın daha yücelebilmesi niyetiyle bu kötü hisleri yaşadığını ve acı/zevk hisleri arasında bir kukla gibi oynatıldığını görür – ama artık özgür iradeyle yükselmeyi seçebilir.

Sonuç olarak insanoğlunun problemini anlamış bulunuyoruz ve nasıl mevcut teknik ve metotların bir çözüm getirmediğini de görüyoruz. Ayrıca hayatta yaşadığımız tüm acı ve baskıların bir amacı olduğunu artık kavradık – insanı karanlıktan aydınlığa çıkarmak ve kendi iradesiyle büyümesini sağlamak için.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
18 - 0,082