e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > “O’nun Rehberliği Gizli ve Açıktır” Nedir?

“O’nun Rehberliği Gizli ve Açıktır” Nedir?

Makale 28, 1988

Midraş Rabba, Ruth (Bölüm 2:11) sorar: “Bir ayet der ki: ‘Zira Rab, halkını terk etmeyecek ve mirasını bırakmayacaktır.’ ve başka bir ayet şöyle der: ‘Zira Rab, büyük ismi uğruna halkını terk etmeyecektir.’ Rabbi Şumuel bar Nahmani, ‘Bazen halkının ve mirasının hatırına yapar, bazen de yüce adı uğruna yapar.’ dedi. Rabbi İbi dedi ki: ‘İsrail layık olduğu zaman, halkı ve mirası için. İsrail layık olmadığı zaman, büyük ismi için.’ Ve bilgelerimiz dedi ki: ‘İsrail toprağında, halkı ve mirası uğruna. Yabancı ülkelerde, büyük isminin hatırına, ‘Benim hatırım için, benim hatırım için yapacağım.’ diye söylendiği gibi.'”

“O’nun büyük adı” nın ve “O’nun halkı ve mirası” nın ne demek olduğunu anlamalıyız. Ayrıca, O’nun büyük adına atfedilen “yabancı ülkeler” ile “O’nun halkı ve mirasının iyiliği için” olan “İsrail toprağı” arasındaki farkı da anlamalıyız.

Bize O’nun rehberliğine, yani dünyayı İyi ve İyilik Yapan olarak yönettiğine inanmamız söyleniyor. İnanmalıyız ki yaratılışın amacı, O’nun yarattıklarına iyilik yapmak istemesidir. İlahi Takdir’in bize hissetmemiz için gönderdiklerinden acı çeksek de inanmalıyız. Yine de, Yaradan’ın bize emrettiği Mitzvot’a [emirler/iyi işler] uymadığımız için çektiğimiz cezaların, emirlerine karşı gelindiğinde onurları zedelendiği için cezalandıran etten kemikten varlıklarda olduğu gibi intikamdan kaynaklanmadığına inanmalıyız. Bunun yerine, burada bir ıslah meselesi vardır.

Yani, bir kişinin Yaradan’ın emirlerine uymadığı için çektiği eziyetler, Tora ve Mitzvot’un insanın iyiliği için verilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Onlar aracılığıyla, Yaradan’ın yaratılanlar için hazırladığı haz ve mutluluğu alabilen Kelim’i [kapları] alacaktır. Bu nedenle, bir kişi Tora ve Mitzvot’u yerine getirmediğinde o Kelim’den yoksundur. Bu nedenle, Yaradan, Tora ve Mitzvot’u üzerine alması için ona ıstırap gönderir. Bu, Baal HaSulam’ın ‘Günahın ceza ve cezanın da ıslah olduğuna inanmalıyız.’ dediği gibidir. Bu, yaygın görüşün tam tersidir.

Bu, Nahmanides’in söylediği gibidir (On Sefirot’un Çalışılması, Bölüm 1, Histaklut Pnimit, Madde 1’de sunulan): “Nahmanides, ‘Tek, Eşi Benzeri Olmayan, ve Bir’ kelimelerinde ifade edildiği üzere, O’nun eşsizliği konusunu bize zaten açıklamıştı. ‘Tek’, ‘Eşsiz’, ve ‘Bir’ arasında fark vardır: Tek bir kuvvetle eylem yapmak için birleştirdiğinde O’na ‘Bir’ denir. O, eylemini yapmak için böldüğünde, O’nun her bir parçasına ‘Eşsiz’ denir. O, tek bir eşitlik içinde olduğu zaman, O’nun adı ‘Tek’ tir. Yorum: Tek bir kuvvetle eyleme geçmek için birleştirmek, O’nun tek oluşuna uygun olduğu üzere, O ihsan etmek için çalıştığından, O’nun operasyonları değişmez. O, eylemini yapmak için böldüğünde, yani operasyonları değişiklik gösterdiğinde, o zaman O iyilik ve kötülük yapıyor gibi görünür, O’na ‘Eşsiz’ denir çünkü tüm farklı operasyonlarının tek bir sonucu vardır: iyilik yapmak. O’nun herbir eylemde eşsiz olduğunu ve O’nun çeşitli eylemleriyle değişmediğini anlıyoruz. O, tek bir eşitlik içinde olduğu zaman O’na ‘Tek’ denir. ‘Tek’, O’nun özüne işaret eder.” Ayrıca orada o şöyle yazıyor: “‘Tek’ tek bir eşitliğe işaret eder. ‘Eşsiz’, tüm bu çoklukların O’nda, O’nun özü gibi tek olduğunu ima eder. ‘Bir’, O’nun birçok eylem gerçekleştirmesine rağmen, tüm bunları tek bir gücün gerçekleştirdiğini ve hepsinin geri dönüp ‘Eşsiz’ formunda birleştiğini göstermektedir.”

Tüm Rehberliğin ıslahlar şeklinde olduğunu görüyoruz. Bunu anlamak zor olsa da, “sözlü Tora [kanun]” olarak adlandırılan bilgelere inancı üstlenmeliyiz. Yani, bize ne yapmamız ve neye inanmamız gerektiği hakkında söylediklerine inanmalıyız ve onların görüşlerini körü körüne ve eleştirmeden takip etmeliyiz çünkü mantığımız O’nun İlahi Takdir’inin yollarını anlayamaz. Bu nedenle, her şey mantık üstü inanç içinde olmalıdır ve özellikle bu şekilde daha sonra haz ve mutlulukla ödüllendiriliriz, zira hangi yoldan ve nasıl gideceğimizi bizim için belirlemiş olan bilgelerin yolundan gidiyoruz, aklımızın anladığı yoldan değil.

Özellikle mantık ötesi yoluyla, daha sonra, Yaradan’ın dünyayı iyi ve iyilik yapan olarak yönettiğini organlarda hissetmekle ödüllendiriliriz. O zaman inanmak zorunda değiliz çünkü bunu zaten hissedebiliyoruz ve sonra dünyanın yaratılmasının O’nun yarattıklarına iyilik yapmak niyetiyle olduğuna kendimiz tanıklık ederiz.

Yaradan’ın dünyayı Teva [doğa] olarak adlandırılan Elokim [Tanrı] olarak yönettiğine inanmalıyız. Yazıldığı gibi, “doğa” nın Gematria’sı “Tanrı” dır, bu da yargı niteliğidir.

Tanrı yargı niteliğidir ve HaVaYaH [Rab] ise merhamet niteliğidir. Bu nedenle, dünyanın geneli ki onlar Yaradan’a inanmazlar, der ki dünyanın rehberliği doğanın niteliğini takip eder, doğa dünyanın rehberliğini belirler. Ancak, doğanın Tanrı olduğunu söylemezler, aksine, bunun herhangi bir lideri olmadan doğa olduğunu söylerler. Görüyoruz ki Yaradan’ın yargı niteliğiyle yarattığı bu doğanın yargıda merhameti yoktur, çünkü doğanın aklı yoktur ki emirlerini takip edemeyecek kadar zayıf olduğumuz için bizi bu kadar sert bir şekilde cezalandırmasın diye merhamet istesin.

Buna cevap şudur: “Yargıda merhamet yoktur.” Örneğin, birisi arkadaşını suya atarsa ve su onu boğmak isterse, suya der ki, “Arkadaşımın beni senin alanına atması benim suçum mu? Bu yüzden, senden bana merhamet etmeni istiyorum, lütfen, çünkü çok çocuklu büyük bir ailem var ve onlara bakacak kimse yok. Bu yüzden lütfen alanına girdiğim için beni affet.” Cevap: Doğanın ki bu Tanrı’dır [ve O] yargı niteliğidir, yasalarını çiğneyenlere “Yargıda merhamet yoktur.” Bu, “Yargı dağı delecek [adalet ne pahasına olursa olsun yapılmalıdır.]” diye yazıldığı gibidir. Sadece doğanın Tanrı olduğuna, yani doğanın bir lideri olduğuna inanlar, dua yoluyla doğada değişime neden olabilirler, çünkü doğanın bir sahibi vardır ve bu nedenle O, doğayı değiştirebilir.

Yazılmıştır (Taanit 25a) ki Rabbi Hanina Ben Dosa Şabat arifesinde kızının üzgün olduğunu gördüğünde ona şöyle dedi: “‘Kızım, neden üzgünsün?’ O [Babasına] dedi ki: ‘Yağ kavanozunu sirke kavanozuyla takas ettim ve sirkeyi mumun içine yerleştirdim. Kandil sönecek ve Şabat’ta karanlık olacak.’ [Babası] cevap verdi: ‘Yağa, ‘Yan!’ demiş olan, sirkeye ‘Yan!’ diyecektir.'”

Doğanın bir sahibi olduğuna inanan birinin doğayı değiştirebileceğini görüyoruz. Bu nedenle, doğayı Tanrı olarak gören o erdemlilerin, yani Yaradan doğanın sahibidir, duasıyla Yaradan doğayı onlar sayesinde değiştirir. Bu yüzden doğayı değiştirmemize yardım etmesi için Yaradan’a dua ediyoruz, yani doğa söz konusu olduğunda, tüm doktorlar o kişiden vazgeçmiş olsa da ve tıp ona iyileşme şansı vermese bile, Yaradan yine de doğayı iyileştirebilir ve değiştirebilir.

“Boynuna keskin bir kılıç dayansa bile, kendini merhametten mahrum etmemeli.” diye yazılıdır (Berahot 10). Doğanın perspektifinden kesinlikle öleceğine dair bir yargı olmasına rağmen bir Yahudi, doğanın bir lideri olduğuna ve O’nun HaVaYaH olarak adlandırılan merhamete sahip olduğuna inanır. Bu nedenle, “Kendini merhametten mahrum etmemeli.” dediler. “HaVaYaH Elokim’dir.” [Rab Tanrı’dır] sözlerinin anlamı budur.

Tersine, doğanın sahibi olmadığını ve ona liderlik eden kimsenin olmadığını söyleyenlerin yargıda merhametleri yoktur. Bu nedenle, doğaya hiçbir şikâyetleri yoktur, çünkü kızacak kimse yoktur çünkü konuşabileceğiniz veya merhamet isteyebileceğiniz bir aklı yoktur.

Bu eski bir geleneğe benzer: Trafiği düzene sokmanın bir yolu olarak yol işaretlerinin icadından önce polis memurları ayakta durur ve trafiği düzene sokardı. O dönemde pek çok kişi, işlerini doğru yapmadıkları ve araba hattına dikkat etmedikleri için memurlara karşı öfkeli ve şikayetçiydi. Bazen, bir kişi memura yaklaşır ve bir iyilik isterdi çünkü evde hastası vardır, vb. veya özel bir muamele isterdi ve memur kendi kararına göre hareket ederdi. O zamanlar herkes memurların düzgün çalışmadığını düşünüyordu. Birçok insan mutluydu ve birçoğu değildi.

Ama bugün, trafiğin akışını sağlayan cansız, akılsız hale geldi. Böylece artık herkes yol işaretinin (trafik ışığının) hükmünü kabul ediyor ve kimse ona kızmıyor ya da ondan iyilik istemiyor. Örneğin, bazen ambulans hastaneye acilen yetiştirilmesi gereken ölüm kalım durumunda bir hasta taşır. Kişi kendisini geçirmesi için yol işaretiyle, ki bu “yaratılışın işleyişini düzene sokan” doğaya benzer, konuşmaz çünkü bu doğaya benzer ve doğa yargıdır ve yargıda merhamet yoktur.

Buna göre, Yaradan’ın fiziksel dünyanın var olmasını ve türlerin devam etmesini, insan dünyanın varoluş düzenini bozamasın diye nesillerin art arda devam etmesini istediğini, bu nedenle dünyayı “doğa” olarak yarattığını anlayabiliriz. Düzenli rehberlik olarak ifşa olmadığından ve herkes dünyanın sahibi olmadığını ve insanın her istediğini yapabileceğini zannettiğinden, dünyaya gözkulak olan bir ev sahibi olduğunu bilmedikleri zaman, her biri istediğini yapar ve dünyayı bozabilir. O ne yaptı? Ödül ve cezayı ifşa etti. Yani, O’nun yaptığı doğanın kanunlarını çiğnemek isteyen herkes derhal cezalandırılacaktır. Ve eğer doğanın kanunlarına uyarlarsa çalışmalarından dolayı ödüllendirileceklerdir. Buna “açık ödül ve ceza” denir.

Bu nedenle, fiziksel dünyada, “form eşitliği” adı verilen ıslah nedeniyle kişinin kendisi için alması yasaktır. Daha ziyade, yazıldığı gibi (Avot, Bölüm 2:17), “Tüm eylemleriniz cennet uğruna olacaktır.” En büyük haz, kişinin Kral’ın sarayında durduğunu ve Kral ile konuştuğunu hissettiği zaman olduğundan ve herhangi bir haz alımı kişinin kendi iyiliği için değil, Yaradan’ın hatırı için olması gerektiğinden, bu demektir ki kişi – hazzı alırken –Yaradan yaratılanların zevk almasını istediği için alma niyetinde olmalıdır. Yoksa kendisi için, hazdan vazgeçerdi.

Haz ne kadar büyük olursa, ondan vazgeçmenin o kadar zor olduğu bilinmektedir. Bu nedenle Yaradan ifşa olsaydı ve onlar O’na inanmak zorunda kalmasalardı insanın “ihsan etmek için” niyetinde olması imkânsız olurdu, zira kişinin şunu demesi tamamen olanaksızdır: Eğer Yaradan bizi yakınında istemeseydi ve O’nunla nasıl konuşacağımızı hissetmemizi istemeseydi, bu buluşmanın hazzından vazgeçerdik.

Bu nedenle bir gizleme yapıldı ki böylece seçim için yer olsun. Yani, inanmalıyız ki “Tüm Dünya O’nun görkemiyle doludur.” Bir kişi ihsan etme kapları ile ödüllendirilmeden önce, “Zohar Kitabı’na Giriş” te söylendiği üzere kalıcı inanca sahip olamaz. Bu nedenle, maneviyat üzerinde bir Tzimtzum [kısıtlama] ve gizleme vardır. Ve dünyada yozlaşma olmaması için ödül ve ceza açıktır.

Tersine, eğer maneviyatta ödül ve ceza açık olsaydı Yaradan uğruna Tora ve Mitzvot’u yerine getirmeye gerek kalmazdı. Bunun yerine, Tora ve Mitzvot’u yerine getirmeyi zorunlu kılan neden Lo Lişma’da [O’nun iyiliği için değil] kalırdı. Yani, “açık İlahi Takdir” olarak adlandırılan ifşa olmuş ödül ve cezanın olduğu yerde, Yaradan bize öyle yapmamızı emrettiği için Tora ve Mitzvot’u yerine getirmeye gerek yoktur, ve biz ödül ve ceza nedeniyle yapmak değil, O’nun iradesini yerine getirmek isteriz.

“O yüce ve hükmeden” olduğu için Tora ve Mitzvot’u yerine getirmemiz gerektiğinden, O’nun isteğini yapabilir ve emirlerini yerine getirebilirsek, bu büyük bir ayrıcalıktır. Ama ödül ve ceza ifşa olmuş olsaydı, bize ödül veya cezayı kimin verdiği bizim için fark etmezdi. Öyle anlaşılıyor ki, eğer öyle olsaydı insanın Yaradan’a Dvekut’u [yapışmayı/tutunmayı] başarma konusunda hiçbir seçimi olmazdı, çünkü buna ihtiyacı olmazdı zira ödül ve ceza insanı kurallara uyması için eğitirdi. Ödül ve ceza insanın iki bacağı gibidir: Onlar sayesinde yürür ve bacaklarının onu götürdüğü hedefe doğru ilerler çünkü acı çektiğini hissettiği bir yerden, ki bu bir cezadır, kaçıp haz ve zevk alabileceğini hissettiği bir yere koşar.

Doğal olarak, o zaman dünyanın sahibinin kim olduğunu bilmesine gerek yoktur, çünkü dünyanın bir liderinin olduğunu bilmek ona ne katar; sadece haz ve acı incelemeleri ile ilgilenirdi. Kişi nerede daha fazla zevk alabiliyorsa ona dalar ve hayattaki tüm hesaplamaları sadece bu konularla ilgilidir. Bu nedenle Yaradan kendini Tora’da gizlemiştir, yani Tora ile meşgul olarak O’nu bulabilir, çünkü aksi halde O gizlidir.

Öyle anlaşılıyor ki maneviyatla hiçbir bağlantısı olmayan ve O’nun kendilerinden gizli olduğu tüm dünyaya açık İlahi Takdir ile liderlik etmek zorundadır, yani ödül ve ceza ifşa olacaktır. Doğal olarak, yaratılışın işleyişini bozmayacaklar çünkü Yaradan dünyayı doğada yarattı, ve burada ev sahibi olmadığını, sadece – görünüşte cansız olan – doğanın dünyanın lideri olduğunu söylüyorlar.

Ve korkacak bir ev sahibi olmadığında her biri istediğini yapar ve yaratılışı bozabilirler. (Ama Yaradan) (tüm dünyayı) açık İlahi Takdir’le yönettiği için doğal olarak doğanın şart koştuğu her koşulu yerine getireceklerdir, yoksa doğa onları cezalandırır. Öyle anlaşılıyor ki, O gizli olabilir ve herkes O’nun isteğini yapar çünkü O, dünyayı “Tanrı”, “yargı niteliği” denilen doğa ile düzenlemiştir. Buradan O’nun gizli olduğu ve ödül ve cezanın açık olduğu sonucu çıkar.

Bu, O’nun aşağıdakilere ifşa olmak istediği maneviyatta böyle değildir. O zaman, İlahi Takdir örtülüdür, yani ödül ve ceza açık değildir. Bunun yerine, kişi ödül ve ceza olduğuna inanmalıdır. Ödül ve ceza neden gizlidir? Çünkü O’nu aramalarını ister, yani ödül değil, “yüce ve hükmeden” niteliği onları Tora ve Mitzvot’la uğraşmaya mecbur bırakacaktır, böylece her şey Lişma [O’nun iyiliği için] olacak, yani Yaradan Tora ve Mitzvot’la uğraşmanın nedenidir, çünkü bu O’nun iradesidir.

Tersine, Mitzvot’u yerine getirirken ödül ve ceza hissedersek, buna Lo Lişma denir, şöyle yazıldığı gibi: “O’nun emirleri için can atın.” (Mezmurlar 112:1). Şöyle yorumladılar: O’nun emirleri ve O’nun emirlerinin ödülü değil, daha ziyade Yaradan yapmamızı emrettiği için ve kişi Yaradan’a memnuniyet getirmek istediği için yerine getirmek, ve bu nedenle kişi O’nun emirlerini yerine getirir. RADAK’ın orada söylediği gibi: “O’nun emirleri için can atın.”, pozitif Mitzvot’tur [belirli eylemlere yönelik emirler.] Onları isteyerek, kendisine onları yapmasını emreden Yaradan’ın sevgisinden dolayı yapar. Bu nedenle, “can atın” der, yani kişi Mitzva’yı kovalar [Mitzvot’un tekili] ve onu tüm gücüyle, bedeniyle ve zenginliğiyle yapmaya çalışır.

Buna göre, Yaradan’ın Kendisinin bir kişiye Dvekut formunda ifşa olmasını istediğimiz yerde, ödül ve ceza gizli rehberliktedir. Aksi takdirde, O’nunla bağlantı kurmaya ihtiyacı olmazdı. Bunun yerine, Tora ve Mitzvot’u kendi çıkarları için yerine getirirler ve bundan yaşamlarında doyum elde ederlerdi. Fakat bir liderin olup olmadığını bilmek istemelerinin imkansız olduğu yerde, yani dünya sadece maddesel şeyler tarafından yönetiliyorsa, Yaradan orada gizlidir çünkü dünyanın bir sahibi ve lideri olup olmadığını bilmelerine gerek yoktur. Bunun yerine, sanki cansızmış gibi, liderin doğa olduğunu söylerler.

Peki Yaradan doğanın düzenini bozmamak için ne yaptı? Doğaya bir ıslah yerleştirdi ve bu ıslaha “açık ödül ve ceza” denir. Bu, Yaradan’ın yarattığı doğayı bozmayacaklarına dair sıkı bir korumadır.

Bu nedenle, Yaradan’ın gizli kaldığı yerde, ödül ve cezanın ifşa olduğunu söylemeliyiz. Ve Yaradan’ın aşağıdakiler arasında hissedilmesi gereken yerde, ödül ve ceza aşağıdakilerden gizlenmelidir.

Sorduğumuzu artık yorumlayabiliriz: “Çünkü Rab halkını terk etmeyecektir.” ayeti hakkında, “iki nedenden dolayı: 1) halkının ve mirasının uğruna, 2) O’nun yüce adı uğruna” demeleri ne anlama geliyor?

“Aralarındaki fark nedir?” diye sorduk. Bilgelerimiz “Benim uğruma, benim uğruma yapacağım.” ayetini açıkladılar (Masehet Sanhedrin 98): “Rabbi Alexandri dedi ki: ‘Rabbi Yehoşua Ben Levi Rami şöyle demiştir: ‘Zamanında’ diye yazılmıştır ve ‘Hızlandıracağım’ diye yazılmıştır. Eğer ödüllendirilirlerse, hızlandıracağım. Eğer ödüllendirilmezlerse, zamanında.'”. “Hızlandıracağım” ın anlamını yorumlamalıyız. Yaratılanların, O’nun yarattıklarına iyilik yapmak olan yaratılış amacı ile ödüllendirilmeye gelmeleri gerektiğini öğreniyoruz ve tüm işimiz kendimizi ihsan etme kaplarıyla ıslah etmektir çünkü sadece bu Kelim’de üst ışıklar kıyafetlenebilir ve böylece ışık ve Kli arasında form eşitliği olur. Bu, utanç ekmeğine sahip olmamak için Tzimtzum’un ıslahıdır. Bundan şu sonuç çıkar ki, bunu düzeltmek insanın elindedir.

Buna, O’nun yarattıklarına iyilik yapmak olan “amaca ulaşmayı hızlandırmak” denir. Bunu sadece otoritemizi iptal ederek yapabiliriz ve ancak o zaman her şeyi ihsan etmek için almak mümkün olur. Bu nedenle, Yaradan bolluğu verdiği zaman “halkına ve mirasına” verir. Yani, her şey O’nun olarak kabul edilir ve aşağıdakinin kendi otoritesi yoktur çünkü kendi otoritesini iptal etmiştir. Bu nedenle, “O terk etmeyecektir.” aksine “halkına ve mirasına” ihsan eder.

Fakat eğer “ödüllendirilmezlerse”, yani otoritelerini iptal etmek istemiyorlarsa ve bolluğu almaya layık değillerse buna “zamanında” denir. O durumda Yaradan “O’nun yüce adı uğruna” çalışır ve Yaradan’ın adı, İyilik Yapan İyi’dir. Bu nedenle, onlara ihsan eder çünkü O İyi ve İyilik Yapan’dır, ve bu “O’nun yüce adı” olarak adlandırılır.

“Büyük bilgelerimiz, ‘İsrail toprağında, O’nun halkı ve mirası uğruna. Yabancı ülkelerde, O’nun yüce ismi uğruna.’ derler.” diye yazılanın anlamı budur. Çalışmada “İsrail toprağı” ile “O’nun halkı ve mirası” arasındaki ilişki nedir? Çalışmada “İsrail toprağı”, kişi tüm eylemlerinin Yaşar-El [doğrudan Yaradan’a] olmasıyla ödüllendirildiği ve kendi iyiliği için hiçbir şey yapmadığı zamandır. Demek ki “Rab terk etmeyecek.” Aksine, ihsan etme kaplarına sahip oldukları için onlara haz ve mutluluk verir. Bu sebeple onlara “O’nun halkı ve mirası” denir, kendilerine ait bir otoriteleri olmadığı için.

Tersine, yabancı ülkelerde, onlar hala İsrail toprağında değilken, eylemleri hala Yaradan’ın iyiliği için, yani Yaşar-el olmadığında, bu ancak, amacı O’nun yarattıklarına iyilik yapma arzusu olan, “yukarıdaki açısından” olarak kabul edilen, yukarıdan bir uyanış iledir. Buna “zamanında” denir ve “O’nun yüce adı uğruna” olarak adlandırılır, ki orada O’nun yüce adı Yaradan’ın adıdır, bu da İyilik Yapan İyi’dir. Ayrıca, “yüce”, Hesed [merhamet] anlamına gelir, yani O’nun tarzı ihsan etmektir. Bu nedenle, sadece yukarıdan uyanış perspektifinden “Rab terk etmeyecektir.” zira aşağıdakilerin perspektifinden, onlar hala Yaradan’ın onlara haz ve mutluluk bahşetmesine layık değiller.

Bu nedenle, buradan çıkan sonuç şudur ki, kişi çalışmada yaşadığı tüm düşüşlerde, görmediği halde ödül ve cezaya inanmalıdır. Düşüşteyken bile Yaradan’ın kendisini terk etmeyeceğine inanmalıdır. Yaradan onu çalışmadan çıkardığında bu bir cezadır, zira çalışmada hiçbir tat hissetmemesi, sadece, Yaradan onu dışarı attığındandır, yani kişi artık Yaradan’ın bir işçisi olmak istemediğini düşünmemeli, aksine onu istemeyen Yaradan’dır. Bunun bir ceza olduğuna inanmalı ama aynı zamanda bunun intikamdan kaynaklanmadığına, bunun yükselmek ve arzulanan hedefe ulaşmakla ödüllendirilmesini sağlayacak ıslahlar olduğuna inanmalıdır.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,096